Bosna’nın Kısa Tarihi

Sayı 43- Temmuz 2014

I. BÖLÜM

Bosna-Hersek, Güneydoğu Avrupa’da, Balkan Yarımadası’nın kuzeybatısında bir devlettir. Saray-Bosna başkentidir. Resmi dili Hırvatça ve Sırpçadır. Ülke de yüzde 44 Müslüman, yüzde 31 Ortodoks, yüzde 17 Katolik, yüzde 8 diğer gruplar yer almaktadır.[1]

Ülkenin toplum yapısın temelini Müslüman kökenli Boşnaklar oluşturur. Osmanlı Devleti’nin Balkan Yarımadası’nın bu bölgesini ele geçirdiği dönemlerde burada yaşayan Sırp kökenli bir bölüm halk, Müslümanlığı benimseyerek Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Yüzyıllar boyu süren bu dönemden sonra, Sırbistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla Sırplar ve Hırvatlar da bölgeye yerleşmeye başladılar. 1992 sonrasında yaşanan iç savaşın ardından Boşnak, Sırp ve Hırvat bölgeleri, devlet içinde federal bir yapıya kavuşmuştur.[2]

Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Boşnaklardan sonra ikinciyi sırayı Sırplar alır. Onları Hırvatlar izler. Geriye kalan nüfus kitlesini de eski Yugoslavya da yaşayan çeşitli etnik gruplar oluşturur. Ancak yaşanan iç savaştan sonra özellikle Müslüman Boşnakların, başta Türkiye olmak üzere göç etmeleri etnik yapıyı değiştirmiştir.[3]

Bosna, balkanların küçük evreni olarak adlandırılır. Bu da tarihinden ileri gelir. Tipik bir Bosnalı çehresinden bahsetmek pek mümkün değildir: Açık renk saçlı Bosnalılar da vardır, koyu renk saçlılarda; koyu Akdeniz tenli olanlarda, çillilerde; iri yapılılar ve sırım gibi olanlarda. Birbirinden farklı sayısız halkın genleri, bu insan mozaiğini oluşturur. [4]

Bölgenin tarih öncesi dönemlerde yerleşime ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Tarih dönmelerinde bölgeye ilk kez İliryalıların yerleştiği yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. İlirya İÖ 230’da Roma’nın bir eyaleti olmuş ve bölgede yer alan Bosna’da Roma hakimiyetini tanımıştır. Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra (476) bölge Bizans hakimiyetine girmiştir. 7. yüzyıldan sonra Avar, Slav ve Bizans çekişmelerinin geçtiği bölgenin doğu kemsi Bulgarların eline geçmiştir (927). Sırp Çaslav’ca (928–960) kurulan prenslik de Bulgar hakimiyetini benimsemiştir.[5]

           

1102’de Macar yönetimi resmen Bosna’ya kadar uzanmıştır. Fakat uzak ve nüfuz edilemeyen bir toprak olması sebebiyle, otoritesi giderek daha da güçlen bir ban tarafından yönetilmekteydi. 12. yüzyılda Bosna ilk defa nispeten bağımsız bir hale gelmiştir.[6]

Ortaçağlarda üç güçlü Bosna yöneticisi göze çarpar: 1180’den 1204’e kadar Ban Kulin, Ban Stephen Kotromanic (1322- 53), ve Kral Stjepan Tvrtko (1353- 91). Bunlardan ikincisi döneminde Hersek Prensliğini de kapsayacak kadar bir genişleme olmuştur. Üçüncüsü döneminde ise güneye doğru yayılarak Dalmaçya sahilinin geniş bir kısmı ele geçirilmiştir.[7]

Fransiskenler’in gelmesiyle birlikte Bosna, 14. yüzyılın ortalarına kadar merkezi Roma İmparatorluğu’ndan kopartıldı. Bosna Kilisesi muhtemelen 1230 gibi bir tarihte Katolik Kilisesi’nden uzak düştü. Dereceli olarak özerkleştikçe Roma’yla arasında ki ayrışmalarda o denli arttı.[8]

1463’de Bosna-Hersek Osmanlı egemenliğine girmiştir. Yönetim bakımından oldukça serbest bir dönem geçirmiştir.[9] Batılı bir yorumcu 1595’te “Slavca”nın Osmanlı Devleti’nin üçüncü dili olduğuna işaret etmiştir. Bir sadrazamlar kuşağı yetiştirmiş olan İstanbul’daki Sokollu ailesi, Bosna kökenliydi. 16. ve 17. yüzyıllar boyunca da Bosnalı 9 sadrazam vardı

         

Türk yönetimi altında nüfusun büyük bir kısmının İslamlaşması, modern Bosna tarihinin en ayırt edici ve önemli özelliği olmaya devam etmektedir.[10] Osmanlı yönetimine girdikten sonra mezhep çatışmaları da sona erdi. Bu çatışmayı körükleyen Bogomil soyluları da Müslümanlığı kabul etmiştir. Böylece Bosna da soyu İslav olan Sırp- Hırvatca konuşan Müslüman bir grup ortaya çıkmıştır. 1528–1585 arasında Osmanlı devleti’nin bir eyaleti olan Bosna’nın merkezi ilk olarak Saray-Bosna sonra Banyaluka daha sonrada Travnik kabul edilmiştir.[11]

           

Osmanlıların II. Viyana yenilgisinden sonra Pasarofça Antlaşması (1718) ile Avusturyalılara bırakılan Bosna-Hersek, Belgrad Antlaşmasıyla 1739’da tekrar Osmanlı idaresine geçmiştir. 18. yüzyıl boyunca da Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 19. yüzyıl da Rumeli ve Balkanlarda ki Türk gerilemesi sırasında Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla bağımsızlık savaşının başlaması üzerine, bölge bir huzursuzluk merkezi haline geldi.[12]

           

Ülke de karışıklıklar sürerken Bosna halkı 1858’de Avusturya’nın işe karışmasını isteyince Babıâli sorunu çözmek için Bosna’ya bir heyet göndermiştir. 1859’da düzenlenen bir kararnameyle bazı sorunlar çözülmüştür. Ancak kötü uygulama sonucu Hersek halkı tekrar ayaklandı. İşe Ortodoks Bosnalılarda karışınca, kargaşa uzun sürdü. Sırbistan ve Karadağ Osmanlı’ya savaş ilan etti. Bölge de büyük çıkarı olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgeyi işgal etme hakkı elde edinceye kadar ayaklanmalar sona ermemiştir.[13]

           

Berlin Kongresinde Bosna-Hersek’in “Yenipazar” dışında Avusturya işgaline bırakılması, Sırbistan ile Avusturya ilişkilerini iyice bozmuştu. Avusturya işgal ettiği yerleri elde tutabilmek için bir ara Sırbistan’a savaş açmayı bile göze almışsa da (1906) sonunda Rusya ile anlaşmayı yeğlemiştir. 1908’de iki ülke dışişleri bakanları “Bosna- Hersek’in” Avusturya’ya bırakılması karşılığında Rusya’nın da “Boğazlarda” geçiş hakkına sahip olması konusunda görüş birliğine varmışlardır. Bundan kısa bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Meşrutiyet’in ilanı bir özgürlük bunalımı yaratmıştır.[14]

           

…Bosna- Hersek sorunu siyasal alanda sürerken, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i topraklarına katmıştır. Avrupa devletlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti de buna boyun eğmiştir. Bir anlaşma ile 2 buçuk milyon altın karşılığında Osmanlı Devleti Bosna-Hersek deki mülk haklarından vazgeçmiştir. Avusturyalılar burada Diyet Meclisi adını verdikleri bir kuruluşla 1910’da çalışmalarına başlamıştır. Bu ilhak olayından sonra da bölge durulmamış ve “ulusçuluk” akımları bölgede etkin rol oynamıştır. Mlda Bosna (Genç Bosna), Sırbistan’ın Kara Eli gibi gizli dernekler, Avusturya- Macaristan yönetimine karşı savaşım başlatmıştır.[15] Balkanlarda ki küçük devletlerin milliyetçiliği, Ağustos 1914’de meydana gelecek olayların da uğursuzluğunun habercisiydi.[16]

           

… Balkan savaşları’nın en tehlikeli sonucu, Avusturya- Macaristan ile Sırbistan arasındaki gerginliğin artması olmuştur (1913). Sırbistan yaptığı fetihlerle topraklarını iki katına çıkarmıştır.[17]Böylece, Avusturya- Macaristan ordusunun 1914 yılında Bosna’da yapacağı büyük yaz harekatları için ve aynı zamanda bu harekatları gözlemleyecek olan Habsburg tahtı veliahtı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Silahlı kuvvetleri’nin Başmüfettişi olan Arşüdük Franz Ferdinand’ın bir yolculuğu oldu. Veliahdın Saray-Bosna ziyareti Kosova Savaşı’nın yıldönümü olan ve dolayısıyla Sırp milliyetçiliğinin sihirli takviminde en kutsal gün sayılan 28 Haziran’ına denk geliyordu. Düzenlenen bir suikastla Mlada Bosna örgütü üyesi olan Gavrilo Princip, Arşüdük Franz Ferdinand’ı,  Saray-Bosna da öldürerek, I Dünya Savaşının başlamasında büyük rol oynamıştır[18]. Bu olaydan tam bir ay sonra, Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etmiştir.

           

Savaş sırasında Güney Slav önderler, savaş sonrası bir Yugoslav devletinin kurulması için temelde anlaşmaya vardılar. 1915’de Londra da, Avusturya- Macaristan topraklarında yaşayan Sırp, Hırvat ve Sloven kökenli siyasal sürgünlerden oluşan bir Yugoslav Komitesi örgütlendi. 20 Temmuz 1917 de Sırbistan Başbakanı Nikola Pasic ve komitenin başkanı, kendi geleceklerini belirleme hakkı ilkesi çerçevesinde Sırpların, Hırvatların ve Slovenlerin bağımsız bir Yugoslavya Devleti’nde birleşme kararlarını açıklayan, Korfu Deklarasyunu’nu duyurmuşlardır. Yeni devletin yönetim birimi Corceviç Hanedanı’nca yönetilen anayasal bir monarşi olacaktı.[19]

…1918’de böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ortadan kalkmış ve Bosna- Hersek sorunu da sona ermiştir.[20]

Daha sonra Yugoslavya anayasası oluşturuldu. Anayasa 33 bölgeye ayırıyor. Ve yalnızca erkelerin kullandığı genel oy hakkıyla seçilen tek meclisi kabul etmiştir. Tüm dinsel gruplara hoşgörü güvencesi verilmiştir. Yüksek oranda merkezi bir hükümet sistemi, Hırvat ve Slovenlere istediği özerkliği tanımıştır.  Merkezi hükümete, konuşma, yayın ve toplanma özgürlüğüne ilişkin geniş yetkiler verilmiştir. Ancak anayasa’nın kabulünden hemen sonra ciddi siyasal sorunlar ortaya çıktı.[21]

1918 Kasımında Bosna, yeni Yugoslavlar devletiyle birleştiğini açıklamış ve özerkliğini yitirmiştir.1921 Yugoslav Anayasası’na göre ülke 33 yönetim bölgesine ayrılmıştır. Müslümanlar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar kendi çıkarlarını gerçekleştirecek merkezileştirmeyi desteklerken, bazı Hırvatlar bağımsızlık istemişlerdir. 1939’da Sırplarla Hırvatlar uzlaşmış ve Bosna hersek statü değiştirmeden kalmıştır.1941’den 1945’e kadar Hırvat krallığına bağlanan Bosna- Hersek’in dağlık bölgeleri II. Dünya savaşı sırasında partizanlara sığınak olmuştur, savaştan sonra Bosna- hersek yeniden tek bir siyasal birim olarak birleşmiş ve 1945’den bu yana Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti’nin 6 kurucu cumhuriyetinden biri olmuştur.( Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya ve Karadağ ) [22]

Gizli Yugoslav Komünist Partisi başkanı “Tito” kod adlı Josip Biloz 1938 yılında esir düştüğü Rusya’da Komünizmle tanışmış, serbest kaldıktan sonra da bu teoride uzmanlaşmıştır.[23]

Tito aslen Hırvat olmakla birlikte, aldığı komünist eğitimin etkisiyle etnik ve dini özelliklerini göz ardı edebilen bir kişiydi  “Yugoslavya” olarak bulunan ülkenin ismi Titoya aittir. Bu isim herhangi bir etnik veya dini kökene dayanmayan bir isimdir.[24]

…Tito’nun en büyük amacı Yugoslavya düzeyinde etnik benliklerini geri iterek, milli bilinci ve bu bilince dayalı bir Yugoslav halkı yaratmaktır. Oysa Yugoslavya’da etnik grupların çoğunun kendine ait bir ana vatanı ve etnik ismi vardır. Bahsedilen gruplar ; Arnavutlar, Macarlar,Bulgarlar, Çekler, İtalyanlar, Romenler, Rutenler, Slovaklar ve Türklerdir. Az sayıda olsa da Avusturyalılar, Yahudiler, Polonyalılar, Ruslar, Ukraynalılar mevcuttur.[25]

I. ve II. Dünya Savaşları sonunda yeni bir devlet ve başkanı Tito, Balkanlar’da yerini almıştır. Yugoslavya harpten başarı ile bütünlüğünü muhafaza ederek çıkmıştır. Ama 4 yıl süren savaşlar ve iç savaş sonunda Polonya’dan sonra Avrupa’nın en çok tahrip edilen ülkesi olmuştur.[26]

II. Dünya Savaşı sonunda Tito Yugoslavya’ya bir iç barış ve uzlaşma ortamı getirmesi nedeniyle sevilen bir kişilik olsa da, ona göre iktidar uzmanlaşmaktan daha önemliydi. Ve Tito’nun kurduğu komünist iktidar çok ağır bir bedelle başa gelmişti. Bunun en bilinen örneği, Nisan ve Mayıs 1945’de müttefiklerin denetiminde ki Avusturya’ya sığınmış olan çeşitli partizan gruplara ve üye sivillere reva görülen muameleydi; bunlar Sloven milis kuvvetleri, Ustasa askerleri ile Sırp ve Müslüman Çetniklerdi. Dolayısıyla, Bosnalı Hırvatlar’ın, Sırplar’ın ve Müslümanların hepsi bozguna uğramış askerlerden oluşan bu büyük yığının içinde idi. Tito’nun ısrarları ile 18,000’den fazla asker, İngilizler tarafından Yugoslavya toprağına ayak basar basmaz, birkaç saat içinde katledildi.[27]

1945–46 döneminde, Tito’nun uyguladığı kitlesel cinayetlerde, zorunlu ölüm yürüyüşlerinde ve toplama kamplarında, 250,000 kadar insanın öldürülmüş olduğu tahmin edilmektedir.[28] 45 yıla yakın Yugoslavya’nın federal çatısı altında bir dönem geçiren Bosna-Hersek, Yugoslavya birliğinin temel direği olan Mareşal Tito’nun (Josip Broz)1980 den sonra ölümüyle öteki federal cumhuriyetler gibi gevşek bir yapıyla bağlı duruma geldi.[29]

Tito’nun ölümüyle birlikte dağılma sürecine gireceğinin işaretlerini veren Yugoslavya, ağır aksak da olsa 1989’a kadar tek çatı altında varlığını korumayı başardı.[30] Kosova, Yugoslavya’nın 7. cumhuriyeti olmak istediğini belirtmiştir. Ancak Sırp Cumhuriyeti bunu reddetmiş ve Kosova’yı Arnavutluk’u kışkırtmakla suçlamıştır. Kosova ve Belgrat arasında ki ipler de gerginleşmiş oldu.[31]

Yugoslavya’nın dağılma sürecinin kökeninde Kosova sorunu vardır. Bu sorunun sahibi Sırp Milliyetçiliği ve başını çektiği Slobadan Miloseviçtir.[32] Kosova, Sırbistan’ın iki özek bölgesinden biridir. Balkan Savaşları (1912-1913) sonunda imzalanan Londra Antlaşması (1913) ile Sırbistan’a bağlanmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Yugoslavya toprakları içinde kaldı. 1992’de Yugoslavya toprakları Sırbistan ve Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya içinde de aynı konumunu sürdürdü. Ancak bölgenin yüzde 90’ı aşkın nüfusunu oluşturan Arnavut kökenli Müslüman topluluk, Sırpların öteden beri süren baskılarına dayanamayarak silaha sarıldı. Ve Kosova Kurtuluş Ordusu adı altında silahlı güç oluşturuldu. 1998’de şiddetini arttıran Sırp saldırılarında, milis güçlerin yanı sıra binlerce sivil insan da öldürülünce çaresiz kalan halk, güvenli dağlık bölgelere çekilmeye başladı. Kış aylarının getirdiği güç koşullarda birçok insan daha ölünce 1999 başlarında Batı Temas Grubu, Sırp saldırılarını durdurmak amacıyla NATO’nun ülkeye müdahale etmesi için girişimlerde bulundu ve Şubat 1999’da Paris’te Sırp ve Arnavut temsilcilerden oluşan bir konferans düzenlendi. Ancak bir çok toplantıya karşın bölgede kalıcı bir barış sağlanamadı.[33]

Tito 4 Mayıs 1980’de öldüğünde Yugoslavya’nın geleceği konusunda kaygılı sorular belirmiştir. Ülke, acaba birlik ve bütünlüğünü koruyabilecek miydi? Dışardan, öncelikle de Sovyetler Birliği’nden kaynaklanacak dolaylı müdahale girişimlerine göğüs gerilebilecek miydi?  Beklenilenin tersine, Yugoslavya’nın bütünlüğünden önce ekonomisi sarsıntıya uğramıştır. 1980’ler Yugoslavya için giderek büyüyen bir ekonomik bunalım geçirmiştir. Yugoslav yönetimi ekonomik bunalımı aşmak üzere, ekonomide reformlar başlatmıştır.[34]

Tito’nun ölümünden sonra kayda değer bir değişiklik gözlenmemiştir. Bağlantısızlık çizgisini korumuştur. Türkiye ile ilişkileri öteden beri iyi olan Belgrat, 20 Ekim 1986 da Cumhurbaşkanı Kenen Evren’i ağırlamıştır.[35]

Nitekim SSCB’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte Yugoslavya’da da aynı süreç başladı.1992’de Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya’yı izleyen Bosna-Hersek de bağımsızlığını ilan etti. Bu tutum,  Yugoslavya federal ordusu ile Bosnalı Sırp milislerin şiddetli saldırısıyla karşılaşmıştır. 4 yıla yakın bir süre içinde silah ve donanım açısından daha üstün olan Sırplar, Müslüman Boşnakların yoğun olduğu kentlerde inanılmaz katliamlar yapmışlardır. Yüz binlerce insan öldürülmüş, binlerce kadına tecavüz edilmiş, kentler, yakılıp yıkılmıştır. Fırsatını bulan yüz binlerce Boşnak ülke dışına kaçmıştır. Birçoğu da Türkiye’ye sığınmıştır.[36]

Bağımsızlık ilanın ardından Bosna da yaşayan Sırplar buna karşı çıkmış, süreç ikilem içinde kalmıştır. Sağımsızlık ilanının iç savaşa dönüşeceğinin sinyallerini veren devlet Başkanı S. Miloseviç, Belgrad’ın bu kararı tanımayacağını açıklamıştır. Nihayet Belgrat’ın da perde arkasından desteklediği Sırplar, Bosna-Hersek de iç savaşın kıvılcımlarını körüklemeye başladı (Mart sonu).[37]

Saray-Bosna başta olmak üzere Bosna-Hersek’in çeşitli kentlerinde Sırp saldırıları Haziran boyunca sürmüştür. Bosna-Hersek de 3 aydır süren Sırp saldırıları sonucunda 7.200 Boşnak Müslüman ve Hırvat öldürdükleri, 6 bin kişiyi tutsak aldıkları, 1 milyon kişinin yanı sıra zaman zaman Hırvatistan’ın Dubrovnik ve Sibenik kentlerine de saldırılar düzenleyen Sırplar, buralarda da can, mal kayıplarına neden olmayı sürdürmüşlerdir.[38]

BM, AGİK ve AT savaşı durdurmak ve Bosna-Hersek krizini bir çözüme kavuşturmak için ciddi ve etkili kararlar alamamış, batı Avrupa birliği ve özellikle NATO gibi yaptırım gücü olan uluslar arası kuruluşlardan yararlanma imkanlarını yeterince değerlendirememişlerdi. BM tarafından tüm eski Yugoslavya için alınan silah ambargosu kararı zaten ezilmekte olan Bosna-Hersek’i daha da mağdur durumda bırakmıştır. Yasaklara rağmen kuvvetli olan sırp tarafına ulaşan silah yardımları karşısında Boşnaklar hayli güçsüz bırakılmıştır. [39]

İki milyonun üzerinde Boşnak bir daha dönmemek üzere yerlerinden, yurtlarından edilmiş ve ellerinden Sırplar tarafından sahte satış belgeleri alınmıştı. İleride herhangi bir şekilde kendi yer ve yurtlarına dönecek olurlarsa, o yerler üstünde hiçbir hak iddia edemeyeceklerdi.[40]

Uluslar arası kuruluşlarca Bosna sorununu çözmek için geliştirilen barış girişimleri sonuçsuz kaldı. BM bir askeri güç ile duruma el koymaya kalkıştıysa da sonuca gidemedi. 20.yüzyılın bu son kanlı soykırımında devreye ABD girince savaşın akışı değişmeye başladı. Boşnak, Sırp ve Hırvat temsilcilerinden oluşan bir barış kuruluşunu Eylül 1996’da ABD’nin Daytona kentinde bir araya getiren başkan B.Clinton, uzun görüşmeler sonunda savaşın sona ermesini, Boşnak, Sırp ve Hırvat bölgelerinden oluşan yeni Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Değişimli olarak göreve seçimle gelecek olan devlet başkanlığına öncelikle, daha önce de Bosna-Hersek devlet başkanı olan Aliya İzzetbegoviç seçilmiştir. 1998’de ülke bir yandan yaralarını sararken bir yandan da uluslar arası arenadaki yerini almak için uğraş içine girmiştir.[41]

Bosna-Hersek’in eski Yugoslav cumhuriyetinde sahip olduğu sınırlar içerisinde bugünkü statüsü kabul edilmiştir. 18 Mart 1994 tarihli Washington Antlaşmasıyla oluşturulan Bosna-Hersek ve Sırp Cumhuriyeti olmak üzere iki ayrı yapıdan meydana gelmektedir. Bosna-Hersek eylül 1995’te Cenevre ve New York’ta kabul edilen ve 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton’da onaylanan anayasal temel prensiplerle ilgili takip edilen birtakım sınırlı sorumluluklara sahiptir. [42]

Dayton Barış Antlaşmasının Önemli Maddeleri

  • Bosna-Hersek Devleti, Bosna-Hersek Fedarasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki tarafa ayrılmıştır.
  • Bosna; Bosna-Hersek ismiyle tek bir devlet olarak idame ettirilecektir.
  • Devlet; dış politika, dış ticaret, ulaşım, haberleşme, hava trafiği, kontrolü uluslararası kuralların uygulanması ve para politikasından sorumlu bir anayasaya sahip olacaktır.
  • Bosna’da yaşayan tüm insanlara iki tarafta özgürce hareket ve seyahat etme hakkı tanınacaktır.
  • Anlaşmanın uygulanması amacıyla 12 ay süreyle NATO uygulama gücü (SFOR) adı altında 60.000 civarında askeri bir güç görevlendirilmiştir.
  • BM Güvenlik Konseyi, Eski Yugoslavya’yı oluşturan bütün cumhuriyetlere yönelik silah ambargosunun kaldırılması yönünde karar almıştır… [43]

1991 sonbaharında yapılan barış konferansında Yugoslavya’nın durumu ve bölünmesi ele alınmıştır. Avrupa Topluluğu’nun tanınmak için başvuracak ülkeleri tanıyacağını bildirmesi üzerine Bosna-Hersek de hemen başvurusunu yapmıştır.  1992’de yapılan referandum ile Boşnak ve Hırvatların iş birliği ile bağımsızlık kararları çıkmıştır.  Bosna-Hersek’i Türkiye 9 Şubat 1992 günü, Rusya Federasyonu 17 Şubat 1922 günü tanımıştır.[44]  

      

1992’de 4 ülkenin bağımsızlıklarını kabul ettirmelerinden sonra Sırbistan, Karadağ ile birlikte “Yeni Yugoslavya’yı” oluşturunca “Eski Yugoslavya” tarihe karışmıştır.[45]

II. BÖLÜM

ALİYA İZZETBEGOVİÇ

Aliya İzzetbegoviç 1925’te Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde, dünyaya gelmiştir.

Çocukluğum şimdi çok uzak görünüyor, tıpkı açık bir günde dağlara bakıyormuşum gibi detaylarını değil ama ana hatlarını mükemmel bir şekilde görebiliyorum. Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum. [46]”  “Bosanski Samac’da, Bosna’nın en büyük iki nehri olan Bosna ve Sava’yı gören bir evde dünyaya geldim. Ben iki yaşındayken ileride okula devam edeceğim Saray Bosna’ya göç ettik. Hukuk derecemi de Saray Bosna’da aldım. Öğrenimimi Fenni Ziraat okuyarak başladım fakat üçüncü yıldan sonra Hukuk’a geçtim. [47]

“Geniş bir aileye mensuptum. Babamın annemden beş çocuğu vardı- üç kız iki erkek. Ben erkek çocukların en büyüğüyüm ama en büyük çocuk değilim, çünkü benden büyük iki kız kardeşim var. Babamın ilk evliliğinden olan iki üvey erkek kardeşim daha var. İlk eşi ölünce 1921’de annemle evlenmiş.[48]

“Çocukluğum babamın hastalığından müteessir olarak geçti. I.Dünya Savaşı’nda Piavada ki İtalyan cephesinde ağır yaralanmıştı. Bu, daha sonra bir tür felce dönüştü; bu yüzden hayatının son on yılı kısmen yatağa bağlı olarak geçti. İzzetbegoviç’in babası Bosanski Samac’da tüccarlık yapmıştır. Fakat bu iflasla sonuçlanmıştır.[49]

“Rahmetli annem çok dindar bir kadındı ve dine olan bağımlılığımı- en azından kısmen- ona borçluyum. [50]

          

Aliya İzzetbegoviç, II. Dünya Savaşının ortalarında liseden mezun olmuştur. Lise diploma sınavlarını verdikten sonra orduya yazılıp asker olması gerekiyordu. Ama bunu yapmayarak asker kaçağı olarak bir yıl evde kalarak ( 1944 ) gizlenmeyi başarmıştır.[51]

           

Bir gün askeri makamların beni aradığını öğrendim ve yerlisi olduğum Posavina bölgesine kaçtım. Bu başlı başına bir hikayedir; savaş sırasında meydana gelen olaylar zinciri içinde özel bir deneyimdir. Eyleme geçen çeşitli grupları gördüm: Çetnikleri, Ustaşaları, Partizanları ve hatta Müslümanları ( kuzey Bosna’daki olaylara dahil olan silahlı Müslüman milis gruplarını )”[52]

           

“Genç Müslümanlar olarak bilinen grupla ilk kez Yugoslavya’nın düşmesinden birkaç ay önce temasa geçtim. Bunların çoğu Zagreb ve Belgrad Üniversitelerinde okuyan öğrencilerdi; onlarla birlikte Saraybosna’da ki birinci ve ikinci liselerden öğrenciler de vardı[53]

           

“Savaş bittiğinde komünist yetkililerin yarattığı dehşet nedeniyle aktif olmayı sürdürdük. Önce bizi caydırmayı denediler; bunu yapamayınca da 1946’nın başından itibaren tutuklanmaya başladılar.”[54]

           

“36 ay sonra 1949’da hapisten çıktığımda Hukuk Fakültesi’ne kaydolmak istedim fakat kendiside bir hukukçu olan eniştem Sukrija beni bundan vazgeçirdi.”[55]

           

Bu esnada 1945 Nisanında Komünistler Saraybosna’ya girmiştir. Onların 45 yıl sürecek olan dönemi de böylece başlamıştır.[56]

           

Mahkûmiyetimi tamamladıktan kısa bir süre sonra, 18 yaşımdan beri tanıdığım bir kızla evlendim. Halida çok güzeldi ki aynı şey benim için söylenemezdi. savaş sırasında tanışmıştık ve hava saldırısını haber veren sirenler ne zaman çalsa bir araya gelirdik …”[57]

           

“Evliliğimden sonra ailenin kadın üyeleri tarafından daha önce hiç olmadığı kadar çevrelenmiştim. Eşim Halida’dan başka, kızlarım Lejla ve Sabina ve onların ardından da beş kız torunum geldi: Yakın aile çevremde o latif cinsin tam sekiz üyesi bulunuyordu. Kadınların yaşama tarzlarını ve karşılaştıkları sorunları anlamaya başladım. Erkek olduğum için Tanrı’ya şükran borçluydum ve kadınlara, yani insanlığın daha az şanslı olan kısmına karşı bir dayanışma borcum varmış gibi geliyordu.”[58]İzzetbegoviç’in bir de Bakir adında bir oğlu bulunmaktadır.

1949 da serbest bırakılmam üzerine önde gelen mensuplarından biri olan rahmetli Hasan Biber kanalı ila yeniden Genç Müslümanlar Örgütüne katıldım.”[59]

“Komünistler halkın gündelik yaşayışını olduğu kadar yönetimi örgütlemek konusunda da zor günler geçiriyorlardı. Zihinleri siyasal muhalifleriyle her zamankinden fazla meşguldü. Sistemin doğan Çin’den Yugoslavya’ya kadar buydu. 1949 baharında hapis cezasını tamamladığımda –savaşın bitişinden 4 yıl sonra- Saraybosna’yı çok yoksullaşmış buldum. Ülkenin her yanında durum aynıydı. Şehirli ilk görüşümü ve nasıl dehşete düştüğümü çok net hatırlıyorum.”[60]  

“1954’te nihayet hukuk fakültesine kaydoldum, Kasım 1956’da da mezun oldum; böylece gençlik arzumu gerçekleştirmiş oluyordum.”

Daha sonra İzzetbegoviç genç yaştan itibaren İslami çalışmalara ve Müslümanların sorunlarına ilgi göstermiştir. Genç Müslümanlar örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 1946’da 3 yol hapse mahkûm edildi. Kendini entelektüel çalışmalara verdi. İslam Deklarasyonu’nu yayınladı. 1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkûm edildi. Cezasının 5 yılını hapiste geçirdi. Yugoslavya’nın dağılma sürecine girdiği dönemde Demokratik Eylem Partisi ( SDA)’ni kurmuş ve genel başkan seçilmiştir.

1970’te yayınladığım İslam Deklarasyonu’nun müsveddelerini yazdım. Yaklaşık 40 sayfa olan bu kısa metin, ancak 1983’teki Saraybosna Davası’ndan sonra dikkat çekti. Ona yönelik savunmalarda saldırılarda aynı derecede heyecanlıydı.”[61]

“Saraybosna’da yazılmış olmasına rağmen Deklarasyon dikkatini Yugoslavya’ya değil, İslam Dünyası’na vermişti. Metinde Yugoslavya’nın adı bile geçmiyordu. Deklarasyon’un ana fikri, Müslüman kitlelerin imgelemini ancak İslam’ın yeniden canlandırılabileceği ve onların bir kez daha kendi tarihlerinin aktif katılımcıları olmaya muktedir kılabileceği idi. Batılı fikirler bunu yapmaya muktedir değiller. Bu mesaj fundamentalist olmakla suçlandı ki,  bir bakıma öyleydi: kaynaklara dönüşü talep etmesi bakımından. Otoriter rejimleri lanetliyor, eğitime daha fazla yatırım yapılmasını talep ediyor ve kadınlar için yeni bir pozisyonu, şiddetten kaçınmayı ve azınlık haklarını savunuyordu. Deklarasyon’un Batı’da hatırı sayılır bir itiraz kaydıyla karşılandı. Benim görüşüme göre onlar, Deklarasyon’un İslam’ı sorunun kalbine yerleştirmiş olması gerçeğini affedemediler.”[62]

                  

“… Bu yıllarda (Doğu ve Batı Arasında İslam) adlı kitabım üzerinde çalışmaya başladım. Aslında onu çok daha önce, 1946’da hapsedilmemden önce yazmış olduğumu söyleyebilirim. El yazması 20 yıldan fazla bir süre saklı kaldı. 1946’da tutuklandığımda, kızkardeşim Azra (1997 öldü) onu evimizin çatı katındaki kirişlerin altına sakladı. Daha sonra onu bulduğumda yarı yarıya çürümüş bir kağıt tomarından ibaretti. Bazı yeni veriler ekledim, metni yeniden yazdım ve Kanada’daki bir arkadaşıma yolladım; nihayet 1984’de ben 14 yıllık ağır iş mahkûmiyetimden dolayı ikinci hapis cezasını çekmekte iken Amerikalı bir yayıncı onu bastı.”[63]

“Bu kitapla, bugünün düşünce ve olgu dünyasında İslam’ın yerini değerlendirmeyi amaçlamıştım. Bana öyle geliyordu ki, tıpkı Müslüman dünyanın coğrafi pozisyonunun yeryüzünde Doğu ve Batı arasındaki mekanı kaplaması gibi, İslam’da Doğu ve Batı düşüncesi arasında bir yerlerde bulunuyordu. Bazı genel fikirlerin ve bazı değerlerin tüm insanlık için ortak olduğu göstermeye çalıştım. Kısaca özetlemek gerekirse,  kitabın muhtevası bundan ibaretti.”[64]

               

1983’te tutuklanmamla birlikte hayatımın yeni bir dönemi başlamıştı. Bu dönemin altı yılı hapiste, bir yılı dinlenerek ve sonraki yaklaşık 10 yılı Bosna_Hersek Cumhurbaşkanı olarak geçti. Hapisle cumhurbaşkanlığını birbirinden ayıran yıl, görece bir huzur ve sükun yılıydı. Hapishanede altı yıl geçirdiniz mi, ondan sonra başınıza gelen her şey size harika görünür. Benim içinde öyleydi. Okudum, seyahat ettim, yürüdüm ve çocuklarımın özeni ve dikkatti ile sarılıp sarmalandım. Bunların yanında önemli olan bir başka hususta, tam bir zihinsel sükûnet hissetmemdi.”[65]

                  

Hapiste geçirdiği yıllar elbette ki Aliya İzzetbegoviç’e çok zor gelmiştir. Sorgulama esnasında diğer düşünce suçluları gibi ona da iyi davranılmamıştır. Sorgulamalar 100 günden fazla sürmüştür. Aslında “100 gece de denilebilir”. Çünkü gece sorgulamaları daha yaygındır. Bu 100 günü İzzetbegoviç, hapishane binasının karanlık ana duvarına bakan, demir parmaklıklarla kaplı küçük pencereleri olan 4 X 2 metre büyüklüğünde bir hücrede geçirmiştir.[66]

                  

İzzetbegoviç, bu zor günleri çocuklarına dayanarak ve onlarla geçirmeye çalışmıştır. Tabi ki bu zamanlar çocukları içinde kolay değildir. Bu zor zamanlarda yapılan mektuplaşmalara bir örnek verilebilir;

                  

                   Lejla, 24 Nisan 1988:

                  

                   “Sevgili babacığım, bu ziyaretler göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor ve öyle görünüyor ki bizler söylemek istediklerimizi söylemeye başlayamıyoruz bile. Bunlar, Pekic’in söyledği gibi ‘bu çekirgelerin yediği’ uzun yıllar. Fakat ben sen ayrılmadan önce küçük marketin dışında bir araya gelişimizin ve yaptığımız son konuşmanın inatçı hatırasını muhafaza ediyorum. Hatırlıyor musun bilmem? O an ile ardından gelen uzun bekleyişi bir biçimde birleştirmeye çalışacağım. Ama biliyorum ki bizler, hayatı önceki hayat ve olmak üzere hep ikiye böleceğiz. Şu ana gelince, bizlerin onu istemeyerek de olsa geçiştireceğimizi düşünüyorum.”[67]

                   …25 Kasım 1988’de öğleden sonra saat üç ile dört arasında Hapishane Kuruluna çağrıldım. Orada resmi üniforma giymiş ve resmi bir üslup takınmış olan muhafız Malko Koroman bana, Yugoslavya Cumhurbaşkanı’nın hapis cezamın kalanını çekmekten affedildiğimi bildiren kararını okudu. Tutukluğumun 2075. günü idi. “Çekirgelerin yediği yıllar” ardımda kalmıştı.”[68]

                

Komünist yönetimin çökmesiyle birlikte yapılan ilk serbest seçimlerde Bosna-Hersek Federal Cumhuriyeti Devlet Başkanı seçilmiştir. Sırp ve Hırvat güçlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşına liderlik yapmıştır. 1995’te savaşa son veren Dayton Anlaşmasını imzalamıştır. 1996 yılında yapılan seçimlerde üçlü başkanlık konseyine seçilmiştir. Uluslar arası gücün baskılarına karşı çıkan İzzetbegoviç 2000 yılında sağlık nedenlerini gerekçe göstererek başkanlık görevinden istifa etmiştir.

                  

İktidarın, artık gidici olan komünist ekipten devralınması süreci düzgün bir biçimde hatta bir tören ruhu eşliğinde gerçekleştirildi. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın ilk yasama oturumunda, seçiminden galip çıkan partiler arasında daha önce ulaşılmış olan mutabakat tmelinde Cumhurbaşkanı seçildim.”[69]

                  

                   İzzetbegoviç’in cumhurbaşkanı olduğu yıllarda Türkiye’ye de bir ziyarette bulunmuştur.

                  

Türkiye’de Bosna’nın büyük dostu Turgut Özal ile buluştum. Özal, Türkiye’nin ekonomik reformlarıyla tanınan popüler cumhurbaşkanıydı. İşin sırrının ne olduğu sorduğumda şöyle cevap verdi: “ Başkan İzzetbegoviç tek kelime hatırlayın: banka. Bankaları devreye sokmakla işe başlamalısınız.” O yıl Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) başkanlığını elde ettiği yıldı ve bu örgütle daha yakın ilişkiler kurmak Bosna’nın çıkarları arasında bulunuyordu.”[70]

                  

“Cumhurbaşkanı Özal’ın uzak bir Boşnak kökene sahip olduğuna, dedelerinin Jajce’de yaşamış olduğuna ilişkin kanıtlar bulunduğu söylendi. Bunu ona sormadım, ama ben Türk kanı taşıdığımı söylediğimde o şaşırmıştı.”[71]

                

Bir siyaset adamı olan Aliya İzzetbegoviç pek çok törene katılıyor ve konuşmalar yapıyordu. 1990’da ki kampanya sırasında çok sayıda konuşma yapmıştı. Bir günde iki tane konuşma yaptığı oluyordu.[72]

                  

Konuşmalarımı ben kendim yazdım. Sadece bir kez –Temmuzda Bijeli Brijeg’in aşağısında ki stadyumda yapılan Mostar mitinginde- konuşmamı yazmasını bir arkadaştan istemiştim. İyi bir konuşmaydı ama onlar benim sözlerim değildi. Kesinlikle ikna edici değildim ve alkışlarla da yarı-gönüllü idi. Konuşmanın ortalarına doğru kağıtları katladım ve konuşmama doğaçlama olarak devam ettim. Konuşmanın bundan sonraki etkisi belirgin biçimde daha iyiydi.”[73]

                  

“Mitinglerin sayısı belli iken,  konuşmalarımda ne söyleyeceğimi daha fazla düşünemezdim. Sahneye çıkmak üzere çağrılıncaya kadar ne söyleyeceğimi bilmemek benim için gayet alışıldık bir durumdu ve daha sonra kürsüye doğru yürürken zihnimde iyi-düşünülmüş birkaç cümle formüle etmeye çalışırdım. Adımlarımı ağrlaştırır ve kendime birkaç saniye daha kazandımak için kürsüye giden en uzun yolu seçerdim…” [74]

           

Bu sözlerden İzzetbegoviç’in samimiyete ve saydamlığa ne kadar değer verdiğini anlayabiliyoruz.

           

Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in nasıl bir siyasetçi ve nasıl bir insan olduğunu anlamak için, yaptığı konuşmalardan birkaç örnek vermek yerinde olacaktır;

            Köprüleri Yeniden İnşa Etmek[75]

            Ekselansları,

            Saygıdeğer, Bakanlar; Kinkel, Juppe, Papulijas

            Sayın Koschnik

            Bayanlar, Baylar !

          

Mostar’da ki Boşnak ve Hırvat toplumunun kendi şehirlerinin yönetimini geçici olarak Avrupa Birliği’ne devretmelerine ilişkin bu mutabakat, tüm ilgili katılımcılar için büyük ve cesur bir adımdır.

           

Mostar, gerçek savaş cehennemi arasından geçmiştir.

           

Eminim ki, urbicide yani kent katliamı, şehir yıkımı kavramı, maalesef Mostar’daki kadar somut biçimde dünyanın hiçbir yerinde resmedilemez !

           

Mostar bizim Boşnak ve Hırvat dillerimizde “Köprülü Şehir” anlamına geliyor.

           

Şehre adını aynı zamanda güzellik ve ruhunu veren köprülerin her biri yok edildi, yıkıldı.

           

Dünya kültür hazineleri arasında sayılan meşhur Eski Köprü de, bu akıbetten kurtulamadı…[76]

           

Burada adı geçen, medyada da geniş yankılar bulan ve Bosna iç savaşında ağır darbeler alan Mostar kentinden önemi paralelinde bahsetmek gerekir:

           

Kent Bosna-Hersek Cumhuriyetine bağlıdır (1996). Neretva Irmağı kıyısında, Saraybosna’nın 80 km batısında yer almaktadır. Hersek’in eski merkezi, günümüzde de başlıca kentidir. Osmanlı dönemlerinden kalma çeşitli tarihsel eserler arasında en önemlisi Mimar Sinan’ın 1566’da yaptığı tek kemerli (18 m yüksekliğinde, 27.5 m genişliğinde) taş Mostar Köprüsüdür. Saraybosna ile Dubrovnik arasındaki kara ve demiryolu ulaşımını sağlayan köprü, 1991–1995 arasındaki iç savaş sırasında Hırvatlar tarafından bombalanmış ve yıkılmıştır.[77] Türkiye’nin de girişimiyle, yıkılan köprü aslına sadık kalınarak üretilen taşlarla yeniden inşa edilip ulaşıma açılmıştır. Köprünün restoresi 1997 yılında UNESCO ve Dünya Bankası’nın desteğiyle gerçekleşmiştir. Köprü inşaatının yapımını ise Türk şirketi olan ER-BU üstlenmiştir.[78]

           

Mostar üzerine hikayeler yazılan bir köprüdür. Bir örnek vermek yerinde olacaktır;

       BİR GÜN MUTLAKA

       

Sedire yaslanmış, Neretva’nın biteviye, sakin sakin akışına dalmışım. Hum tepesinden gelen hafif esinti yüzüme tatlı tatlı vuruyor.

       

Mostarım, gecenin karanlığına gömülmüş. O çirkinlikler, o kötülükler, ufuk ötesinde kalmış, hiç yaşanmamış gibi. Olup bitenleri bir an için de olsa düşüncemden söküp atıyorum. Ama, ötede yorgun, bitkin, yılgın, her türlü değeri yüreğinden, zihninden sökülüp atılmış Mostarlım, hiçlerle iç içe dünyasıyla uykuda. Bense bir başıma odamda, ama hep onlarla.

         Eminim ki,

         Yarın gene güneş üzerinizde, hem de kora dönüşmüş olarak doğacak Mostarlım!

         Gene süzüle süzüle hamamından çıkacaksın, sarı buklelim, dilberlim, al yanaklım, ak topuklum!

         Bak göreceksiniz, gene şenlenecek Kuyumculuk, Ferija caddelerin, analarım, teyzelerim, bacılarım!

         Gene renkten renge bürünecek, nazlı gelinim, Neretvam!.. [79]          

            Dünya Çocuklarına Mesaj[80]

            Sevgili çocuklar, sevgili kızlar ve sevgili erkekler,

            …Çocukluk, insanoğlunun yeşerdiği tohumdur.

Çocuklarla birlikte dünya da yetişiyor. Bir nesilden diğer nesle, insanlar sosyal ve bazen de doğal şartlarını değiştiriyor. Bugün sizler çocuksunuz, fakat dünyanın idaresini ele alacağınız günler uzak değil…

Kutsal bir kitap bizi uyarıyor: “Çocuklar, bu dünyanın en büyük servetleri ve süsleridir.”

Ancak Bosna’da özel ilgi ve sevgiyi hak eden bir çocuk sınıfı var ki onlar da şehitlerin çocuklarıdır.

Bu çocukların babalarının yerini doldurmayız. Ancak, çocuklarımıza tanıdığımız tüm imkanları ve fırsatları onlara da tanımalıyız. Onlara sıcaklığımızı ve ilgimizi sunmalıyız.

Şehit çocukları muhteşem babalara sahip olmaları ve ailelerini onurlu bir şekilde yitirmelerinden dolayı özel bir saygıyı hak ediyorlar.

Sevgili çocuklar !

Her gün çocukların öldüren, onların çocukluklarını tahrip eden ve doğuştan sahip oldukları hakları en vahşi biçimde ortadan kaldıran saldırganların tecavüzü altındaki Bosna-Hersek’ten konuşurken, dilerim, hepiniz mutlu ve tasasız bir şekilde büyür, çalışır, yeteneklerinizi geliştirir ve bizim size bıraktığımızdan daha iyi bir dünya yaratmak için bilgi toplarsınız.[81]

Aliya İzzetbegoviç, 20. yüzyılın son on yılında kendisinden en çok bahsedilen liderlerden biridir. Her şeyden önce bir düşünürdür. İnsanın evrensel sorunları üzerine düşünen Müslüman bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurmuş bir önderdir. Bir lider ve düşünür olarak hayatının değişik dönemlerinde farklı alanlarda mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu iki özelliği onun kişiliğinin bölünmez bir bütününü oluşturmaktadır.[82]

 İzzetbegoviç’i bütün dünya Müslümanları davasında samimi, kararlı ve bilge bir kişi olarak tanıdı. Hem önderliğiyle hem de fikirleriyle çevresini etkiledi. Verimli bir şekilde ve önemli aktivitelerle geçirdiği 78 yıllık ömrünün ardından sonsuzluk alemine göç etti.

İzzetbegoviç’in, “Bosna Mucizesi Konuşmalar”, “Tarihe Tanıklığım” ile “Doğu ve Batı Arasında İslam” adında eserleri mevcuttur.[83]

                                                           KAYNAKLAR

İZZETBEGOVİÇ, Aliya;  Tarihe Tanıklığım, Kurtiş Matbaacılık,  2. Basım, İstanbul 2003. çev.

İZZETBEGOVİÇ, Aliya;  Bosna Mucizesi Konuşmalar, Kurtiş Matbaacılık,  İstanbul 2003, çev. Fatmanur Altun- Rıfat Ahmetoğlu,

MALCOM, Noel; Bosna, Om Yayınevi, İstanbul 1999.

SELVER, Mustafa; Balkanlara Stratejik Yaklaşım ve Bosna, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2003.

ARASLI, Altan; Mostar, Akçağ Yayın, I.Basım, Ankara 2004.

TURAN, Şerafettin; Türk Devrim Tarihi, 1.Kitap, Bilgi Yayınevi, 1. Basım, Kasım 1991, s 27.

HEYET, “Bosna- Hersek-Tarih”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C. V.

HEYET, “ Kosova- Tarih” , Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C. XIV.

HEYET,  “Mostar”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi,  Görsel Yayınları, C. XVI

HEYET, “Yugoslavya-Tarih”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C. XXIV.

           


[1] Heyet, “ Bosna-Hersek”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C. V, s 1723.

[2] Heyet, “ Bosna-Hersek” , s 1723.

[3]Heyet, “ Bosna-Hersek”,  s 1724.

[4] Noel Malcom, Bosna,  Om Tarih,  İstanbul 1999, Çev. Aşkım Karadağlı, s 29.

[5]   Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1724.

[6] Aliya İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, Kurtiş Matbacılık, İstanbul, 2. Basım, s 2.

[7] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s 2.

[8] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 2.

[9] Heyet, “ Bosna-Hersek”,, s 1725.

[10] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 3.

[11] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[12] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[13] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[14] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 1.Kitap, Bilgi Yayınevi, 1. Basım, Kasım 1991, s 27.

[15] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[16] Malcom, Bosna,  s 246.

[17] Malcom, Bosna,  s 251.

[18] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[19] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C XXIV, s 9399- 9400.

[20] Heyet, “ Bosna-Hersek”,  s 1725.

[21] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”,  s 9400.

[22] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[23] Mustafa Selver, Balkanlara Stratejik Yaklaşım ve Bosna, IQ KültürSanat Yayıncılık,  İstanbul 2003,s 66.

[24]Selver, Bosna, s 71.

[25]Selver, Bosna, s 74.

[26] Selver, Bosna, s 71.

[27] Malcom, Bosna,  s 305.

[28]Malcom, Bosna,  s 305.

[29] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[30]. Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9405

[31]Selver, Bosna, s 90.

[32]Selver, Bosna, s 90.

[33] Heyet, “ Kosova-Tarih”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, C XIV. s 5316.

[34] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9405.

[35] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9406.

[36] Heyet, “ Bosna-Hersek”, s 1725.

[37] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9407.

[38] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9408.

[39] Selver, Bosna, s 137.

[40] Selver, Bosna s. 137.

[41] Heyet, “ Bosna-Hersek s. 1726.

[42] Selver, Bosna s. 158.

[43] Selver, Bosna, s. 157–158.

[43]Selver, Bosna, s. 157–158.

[44]Selver, Bosna, s 98–99.

[45] Heyet, “ Yugoslavya- Tarih”, s 9410

[46] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s. 11.

[47]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s. 11.

[48] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 12.

[49]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 12.

[50]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 12.

[51] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 15.

[52] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 15

[53] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 17.

[54]  İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 19.

[55]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 19.

[56]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 20.

[57]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 23.

[58] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 24.

[59] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 24.

[60] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 29.

[61] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 30.

[62] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 30.

[63]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 30.

[64]İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 31.

[65] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 67–68.

[66] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 35.

[67] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 65.

[68] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 66.

[69] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 96.

[70] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 101.

[71] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 101.

[72] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 93.

[73] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 93.

[74] İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım,  s 93.

[75] Mostar Antlaşması imza töreni, Mostar, 5 Temmuz 1994.

[76] Aliya İzzetbegoviç, Bosna Mucizesi Konuşmalar, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul 2003, s 91–92.

[77] Heyet, “Mostar”, Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Görsel Yayınları, C XVI, s 6385.

[78] Heyet, “Mostar” s 6385.

[79] Altan Araslı, Mostar Köprüsü, Akçağ Yayın,  I. Basım, Ankara 2004, s 96.

[80] UNICEF sponsorluğundaki, Uluslar arası Çcuklara Yönelik TV Programları Gününde verilen mesaj. 11 Aralık 1994.

[81]İzzetbegoviç, Konuşmalar, s 207–208.

[82]İzzetbegoviç, Konuşmalar.

[83]İzzetbegoviç, Konuşmalar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir