Boş Sayfa: İnsan Doğasının Modern İnkârı

Sayı 40- Ekim 2013

Yaklaşık doksan gündür (bunu yazdıktan sonra bir doksan gün daha geçti) yanımda taşıyorum kitabı. Zor oldu. Ekleri ile hemen hemen 600 sayfa, kaynakça ve eklerini çıkardıktan sonra 500 sayfalık, neredeyse bir kilo ağırlığında bir kitap ile dolaşmak kolay olmadı. Önsöz hariç, altı (6) kısımda 20 bölüm olarak düzenlenen kitabı öncelikle hızla gözden geçirdim. Kitapları okurken, yazarın hedef ve tasarımını tanımlayan Önsözlerini okumayı hemen hiç ihmal etmem. İzleyerek Birinci Kısım’ın 1. 2. 3. Bölümlerini, 4. Kısımdan, 15. Bölümü (Kutsallık Taslayan Hayvan)  ve Beşinci Kısımdan 19. Bölümü- ÇOCUKLAR- (yaklaşık altı kez) okudum, gözden geçirdim.

Değdi mi diye sorarsanız, zor olan her uğraşın verdiği zevkin büyük olduğunu söylemekle yetineceğim. Ancak asıl zor olan bu kitabı siz meslektaşlarıma nasıl sunacağım, nasıl paylaşacağım kaygısı idi. Okurken altını çizdiğim satırları, paragrafları yalınlaştırıp, özetleyip, bütünleştirmeye çalıştım. Ama gerçek zorluk, kitabın yazarı Steven Pinker’in yeniden ele alıp irdelediği, eğitimde klasik olan “Davranışcılık” kuramına ilişkin kazanımlarımdan bir kısmını gözden geçirip ayıklamam oldu. Kolay olmuyor bu yaşta insanın paradigmalarından (değer dizilerinden) vazgeçmesi.

Yazar önsözünde, “aşırı ‘yetiştirmeci’ bir görüşe, aşırı ‘doğacı’ bir görüşle karşı çıkıp gerçeğin arada bir yerlerde olduğunu söylemiyorum. Bazı durumlarda aşırı çevreselci açıklamalar doğrudur: hangi dili konuştuğumuz buna güzel bir örnektir. Bazı durumlardaysa aşırı kalıtımcı açıklamalar doğrudur: Örneğin belirli kalıtsal sinir hastalıklarında olduğu gibi. Ama çoğu durumda doğru açıklamaya ulaşmak için kalıtım ve çevre faktörlerinin karmaşık bir etkileşimini de göz önüne almak gerekiyor. Kültür çok önemlidir, fakat kültürün yaratılıp öğrenilmesini mümkün kılan zihinsel yetiler olmaksızın kültür var olamaz.  Benim bu kitaptaki amacım, genlerin her şey olduğunu ve kültürünse hiçbir şey olmadığını söylemek değil; zaten böyle bir şeye kimse inanmaz. Benim niyetim, neden aşırı görüşün (yani kültürün her şey olduğunu söyleyen görüşün) ılımlı kabul edilmesine rağmen, aslında ılımlı olan görüşün aşırılık olarak görüldüğünü irdelemektir.” Deyişi ile kitabı yazış amacını özetliyor.

Şimdi önsözden altı çizilmiş şu satırları paylaşalım.  Aslında çocuk doğarken zihninin “boş bir sayfa” olduğu yaklaşımı hatalıdır. Ana babalar çocuklarına sadece ev ortamını değil, genlerini de vermektedirler. İnsan doğası ile çevrenin etkilerini müzakere ederken, “hepsi” yerine “kısmen” ve “daima” yerine “muhtemelen”, “öyledir” söylemine karşılık “öyle olması gerekir” sorunu çözümlemede etkili rol oynayacaktır.

İnsan doğasının ve çevre öğelerinden birinin yok sayılması, bir tarikat zihniyetidir. Çünkü tarikatçı yaklaşımlarda fantastik inançlar, kişinin dindarlığının kanıtı olarak gösterişli bir şekilde sunulmaktadır. İnsanların sahip oldukları zevklerin, değiştirilebilir, tersine çevrilebilir tercihler olduğunu varsayan toplumsal planlamacılar, insanların süslerden, doğal ışıktan ve yaşamda sahip olunabilecek şeylerden hoşlanmasının değersiz olduğunu söyledi ve dolayısıyla milyonlarca insan beton kutularda yaşamak zorunda kaldı. Yazarın amacı özet olarak şöyle:

Bu kitap, insan doğasının nasıl tabulaştığını merak eden, bu tabuya meydan okumanın acaba gerçekten tehlikeli mi yoksa alışılmamış mı olduğunu bilmek isteyenler için yazılmıştır.

İnsan doğasına dair başlıca kuramlar dinden kaynaklanmıştır. Boş Sayfa kuramı da modern entelektüel yaşamın sanki laik dini olmuştur. Boş Sayfa kuramı kalıtsal asalet ve aristokrasinin de altını oymaktadır. Geçen yüzyılda (20. Yüzyıl) psikoloji bilimi bütün düşünceleri, duyguları ve davranışları sadece birkaç basit öğrenme mekanizması ile açıklamaya çalışmıştır. Sosyal bilimler ise tüm adetleri, toplumsal düzenlemeleri çocukların çevrelerinden aldıkları kültür tarafından sosyalleştirilmeleriyle, yani kelimeler, imgeler, streotipler, örnek şahsiyetler ve ödül ceza ile beklentilerinden oluşan bir sistemle açıklamaya girişmiştir. İnsanın düşünce yapısı için doğal görünen (duygular, akrabalık, cinsiyet, hastalık, doğa, dünya gibi) kavramların oluşturduğu listenin “icat” edildiği, “toplumsal olarak inşa edildiği” söyleniyordu. Sonuçta, eğer çocuk yetiştirme tarzını, eğitimi, kültürel ortamı ve toplumsal ödülleri yeniden düzenleyerek kişinin yaşadığı deneyimleri değiştirirseniz, kişiyi de değiştirebilirsiniz.

İyilik ve kötülük asimetriktir. Yani insanlara iyilik yapma ile kıyaslandığında, kötülük yapmanın çok daha fazla yolu vardır.  Ayrıca kötü eylemlerin verdiği zarar, erdemli hareketlerin getireceği yarardan daha büyüktür.  

Davranışçılığın kurucusu John B. Watson (1878-1958) Behavorizm (1924) adlı eserinde yüzyılın en ünlü Boş Sayfa bildirilerinden birini yazmıştır:

“bana bir düzine sağlıklı ve iyi durumda bebek verin, elimde onların içinde büyüyecekleri ve benim belirlediğim bir dünya olsun; yeteneklerine, eğilimlerine, yatkınlıklarına, becerilerine, atalarının mesleğine veya ırkına bakmadan, aralarından gelişigüzel seçeceğim birine istediğim mesleği kazandırabileceğime size garanti veririm; onu doktor, avukat, sanatçı, tacir, evet hatta dilenci veya hırsız yapabilirim. “

Davranışçıların görüşüne göre, bebeklerin yetenek ve becerilerinin ne olduğu önemli değildir, çünkü yetenek ya da beceri diye bir şey yoktur. Davranışçılar, doğal bir ortamdaki şartlara bağlı beklentilerin, dünyanın nedensel dokusunun bir parçası olduğunu ve insanlar da dâhil olmak üzere organizmaların davranışlarını şekillendirmelerinin kaçınılmaz olduğunu söyler.  

Davranışçılar, genetiğe yabancı oldukları gibi beyne de yabancıydılar. Skinner beyni incelemenin, davranışların sebeplerini dış dünya yerine organizmanın içinde bulmayı amaçlayan hatalı bir macera olarak nitelendirir.

John Craig Venter (14 Ekim 1946), Amerikalı işadamı. Venter çocukluğunda hiç de çalışkan biri değildi. Daha çok tekne turlarına katılır ve eğlenirdi. Ortaokul dönemi karnelerinde çok zayıf notlar vardır; ama bu onun ileride başarılı bir bilim adamı olmasına engel değildi. Genom Araştırma Enstitüsünü kurdu ve insan genomunun haritalandırılmasında yardımcı oldu. Time dergisi tarafından 2007 ve 2008′de 2 sene üst üste Bu derginin, En Etkili 100 İnsan listesinde yer aldı. Şu aralar yapay canlı konusunda çalışmakta ve başarılar göstermektedir. Yapay canlı, kamuoyunu da ikiye bölmektedir. Birinci grup bu olayın çığır açtığını düşünüyor şöyle ki, bu çevreyi korumak için, canlıları korumak için bakteri üretilebileceğini de gösteriyor. İkinci grup ise bunun hiç etik olmadığını çünkü böylece farklı hastalıklar üretilerek çok kötüye kullanılabilinecek bir durum ortaya çıkardığını düşünüyorlar.

John Craig bir bakıma genetiğin ve insan genomunun öncülerinden sayılabilir. Zihin, beyin, gen ve evrim alanlarında gerçekleştirilen keşifler başka bir işe yaramasa bile,  zekanın ve duyguların genetik köklerini anlamayı vaat eden insan genomu bizi bir mücadele ile karşı karşıya bırakıyor. Eğer genlerle bir şeyler gelmiyorsa asaletin ve aristokrasinin de bir anlamı kalmıyor demektir. O zaman krallıkların babadan oğla geçmesinin de bir anlamı kalmıyor.

Geçen yüzyılda psikoloji bilimi bütün düşünceleri, duyguları ve davranışları sadece sadece basit birkaç öğrenme mekanizması ile açıklamaya çalışmıştır. O dönem düşüncesine göre her çocuk bir vahşi olarak doğar (yani uygarlaşmamıştır); eğer vahşiler doğal olarak naziklerse, çocuk büyütme meselesi aslında çocuklara kendi potansiyellerini ortaya çıkarma fırsatlarını sağlama meselesi demektir ve kötü insanlar da onları bozan toplumun ürünüdür.

Ama yeni doğanların doğası kötüyse, o zaman çocuk büyütme bir disiplin ve çatışma arenası demektir. Ayrıca kötü insanlar da yeterince evcilleştirilememiş karanlık taraflarını sergileyen insanlardır.

Locke tarafından formüle edilen öğrenme kuramı “çağrımşıcılık”, insan zekasında doğuştan sahip olunan hiçbir yapının olmadığını söyleyip, boş sayfa üzerine duyulardan gelen bilgilerle bir şeyler yazılmaktadır. Davranışçılığa göre bebeklerin yetenek ve becerilerinin ne olduğu önemli değildir. Çünkü yetenek ya da beceri diye bir şey yoktur.

Psikologlar ve sinirbilimciler üstünde kolay çalışılabilen bir laboratuar hayvanının hangi açılardan insan benzeyip benzemediğini çok ender sorgulamışlardır. Duygusal boyutu unutmuşlardır. Psikoloji bilimi inançlar ve arzular gibi zihinsel varlıkları toptan sürgün etmiş, bunların yerine etki ve tepkiyi koymuştur.  Diğer sosyal bilimler ise inançlar ve arzuları bireylerin kafası yerine kültürler ve toplumlara yerleştirmişlerdir. Önde gelen sosyal bilimciler Faris, Murdock v.b.  sayfanın boş olduğunu tekrar tekrar ilan etmişlerdir.

Asheley Montagu,1950 de UNESCO için yazdığı menifestoda, “Biyoloji çalışmalarının, evrensel kardeşlik  ahlakına destek sağladığı, çünkü insanın doğuştan sahip olunan bir içgüdüyle işbirliği yapmaya meyilli olduğu ve bu güdüler tatmin edilmediği sürece ulusların, insanlara benzer şekilde hastalanacağını” iddia etmişti.

Bilişsel devrimin başladığı 1950 yıllarından itibaren boş sayfa kuramının bir zamanlar cazip görünen birçok ilkesi insanlara anlamsız gelmeye başlamıştı. Bu dönemde bilişsel devrimden zihin hakkında ortaya çıkan beş görüş şöyledir: 1) Zihinsel dünya enformasyon, hesaplama ve geribildirim kavramları sayesinde fiziksel dünyayla bağdaştırılabilir. 2) Zihin boş bir sayfa olamaz; çünkü /hiçbir tabula asla rasa olmamıştır/boş sayfalar hiçbir iş yapamaz. 3) davranışlara ilişkin sonsuz çeşitlilik, zihinde yer alan sınırlı sayıdaki program kombinasyonları ile yaratılabilir. 4) Evrensel zihin mekanizmaları, kültürler arasındaki yüzeysel değişikliğin altında yatan sebep olabilir. 5) Zihin, etkileşim içindeki birçok parçadan oluşan karmaşık bir sistemdir.

Artık insanlar esnek mi yoksa programlanmış mı, davranışlar evrensel mi yoksa kültürden kültüre değişir mi, eylemler öğrenilir mi yoksa doğuştan mı gelir, özümüzde iyi miyiz yoksa kötü müyüz? diye sormak yanıltıcıdır. İnsanların davranışları esnektir çünkü böyle programlanmışlardır. Zihinlerinde sınırsız sayıda düşünce ve davranış yaratabilen kombinasyonlu yazılımlar vardır.

Davranışlar kültürden kültüre değişebilir, fakat bunları yaratan zihinsel programların tasarımında farklılık bulunmasına gerek yoktur. Zeka gerektiren davranışlar başarıyla öğrenilebilir, çünkü bizler öğrenme işinin gerçekleştiren ve doğuştan edindiğimiz sistemlere sahibiz. Her insanda iyi ve kötü güdüler olabilir, fakat herkes bu güdüleri, davranışlar haline aynı şekilde dönüştürmez. Beyinde yüz milyar sinir hücresi yüz trilyon snapsla birbirine bağlıdır. Yani ortada insan düşünce ve duygularının şaşırtıcı karmaşıklığına eş bir durum vardır.

Öğrenme beyinde bir parçanın değişmesi demektir. Fakat doğuştan sahip oluna tüm bu yapının içinde bu değişimleri yansıtan beyin özelliklerini bulmak zordur. İnsanoğlunu diğer hayvanlardan ayıran düşünme, hissetme ve öğrenme potasiyellerinin tamamı döllenmiş yumurtanın DNA’sının içerdiği enformasyonda saklıdır.

Genlerdeki minik farklılıklar, davranışlarda büyük farklılıklara yol açabilir. Bu minik gen farklılıkları, beynin farklı bölgelerinin boyutunu ve şeklini, bağlantılarını, hormonları, hatta nörotransmiterleri salgılayıp bunlara bağlanan beyin nanoteknolojisini etkileyebilir. Zihindeki farklılıkların genlerdeki farklılıklardan kaynaklandığı yönünde güçlü duygular vardır.  FOXP2 konuşma ve dilde kalıtsal bir hastalığa neden oluyor, LİM kinasel1 üç boyutlu kavrama yetisinin oluşmasına yardım eder. IGFR2 geninin bir versiyonu yüksek zekayla ilgilidir ve yaklaşık dört IQ puanı fark yaratır. D4DR genine yüksek düzeyde sahip olmak maceracı kişiliğinizi etkiler.

Kitabın “Yıkılacak Son Duvar” başlığını taşıyan 3. Bölümünü şu alıntı ile bitirmek uygun olacaktır.

“Genler tarafından etkilenen birçok özellik, soylu olmaktan da uzaktır. Psikologlar kişiliğimizin beş ana biçimde farklılık gösterdiğini keşfettiler:

İçe kapanık

Dışa dönük

Nevrotik

Dengeli

Kayıtsız

Deneyimlere açık

Yumuşak huylu

Dik Başlı

Vicdanlı

Başıboş (Vurdumduymaz)

Unutmamak gerekir ki hiçbir şekilde kaderimizi mühürlemiyor.

ÇOCUKLAR TOPLUMA AİTTİR, ANNE BABALARINA EMANET EDİLMİŞLERDİR.

Asya Kökenli Amerikalı ve Afrika kökenli Amerikalı aileler, genellikle çocuk büyütme gurularının tavsiyelerini hiçe sayarak daha geleneksel ve otoriter çocuk büyütme tarzlarına başvururlar. Bütün olasılıklar dahilinde bu yöntemler, çocuklara hiçbir kalıcı hasar vermemektedirler. (Harris The Nurtureassuption: Why children turn out the way they do, 1998)

Kitabın 5. Kısım Hassas Meseleler başlığı altındaki 19. ÇOCUKLAR Bölümünü daha ayrıntıda incelemek, birkaç kez okumak, çizmek ihtiyacını duydum. Şimdi bu çizdiğim kısımları meslektaşlarımla paylaşmak isterim.

İnsanları birbirinden farklı kılan şeylerin ne olduğuna, yani insanları zeki veya yavaş, kibar veya edepsiz, cesur veya utangaç yapan şeylere gelindiğinde, binlerce yıldır sahnelenen doğa/yetiştirme tartışması gerçekten bitmiştir ya da bitmiş olmalıdır.

Davranış genetiğinin üç yasası, psikoloji tarihinin en önemli keşfi olabilir. Turkheimer’n ortaya koyduğu bu yasalar, anlaşılması güç kavramlar değildir.  Anlaşılmamalarının sebebi, boş sayfa kuramını ezip geçmesidir. Çoğu psikolog dahi bu yasaları yeterince kavrayamamıştır.

Üç yasa şöyledir:

1. İnsanların bütün davranış özellikleri kalıtsaldır.

2. Aynı ailede büyütülmüş olmanın etkisi, genlerin etkisinden küçüktür.

3. İnsanların karmaşık davranış özelliklerindeki varyasyonların önemli bir oranını genler ya da aile etkisi açıklamaz. 

1- İnsanların bütün davranış özellikleri kalıtsaldır.

Çocukluk, hayatımızda zekâ ve kişiliğin biçimlendiği düşünülen bir aşamadır. Sabahın günü gösterdiği gibi çocukluğu da insanı gösterir. Yukarıdaki “Bir çocuğu ilk yedi yıl boyunca bana verin, ben size bir adam vereyim” deyişlerini anmak gerekir. IQ testleri okulda ve iş yerinde performansı öngörürken; kişilik profilleri de başka kişilerin o kişi ile ilgili yargıları ve psikiyatrik teşhisler, evlilik dengesi, yasayla sürtüşme gibi hayatta başına gelecek durumlarla ilişkilidir. Kalıtsallık, farklılıklarla ilişkili olan bir özelliğin varyans oranıdır. Benzeşmeyi belirten varyans oranlarına bakıldığında sonuç aşağıdaki gibidir.

Ayrı büyütülmüş tek yumurta ikizleri birbirine epey benzerler; birlikte büyütülmüş tek yumurta ikizleri, birlikte büyütülmüş çift yumurta ikizlerinden daha çok benzeşirkenbiyolojik kardeşler de üvey kardeşlerden çok daha fazla benzeşir.

Yukarıdaki özete göre, zeka, kişilik ve hayattaki başa gelen şeylerdeki varyasyonun yaklaşık yarısı kalıtsaldır- genlerle bağıntısı vardır- ya da genlerin dolaylı bir sonucudur. Zekanın kalıtsallığı yaş ilerledikçe artar ve ileri yaşlarda 0.8 değerine çıkar. Bu nedenle “Ağaç yaş iken eğilir” sözünü unutun ve “Tanrım anne babama dönüşüyorum” sözünü düşünün.

“Bütün özellikler kalıtsaldır” ifadesi bir parça abartılıdır fakat çok da değil. Hangi dili konuşup, hangi dine taptığınızı, siyasal görüşünüzü çevreniz belirler. Fakat kişinin temel yeteneklerini ve mizacını yansıtan davranış özellikleri kalıtsaldır. Dile ne kadar hakim, ne kadar dindar, ne kadar liberal ve muhafazakar olduğunuz özellikler gibi. Genel zeka kalıtsaldır ve kişiliğin değişkenlik gösterdiği beş ana özellik:

  1. Deneyimlere açık olmak
  2. Vicdanlılık
  3. İçe dönük veya dışa açık olmak
  4. Bildiğini okumak veya uzlaşmacı olmak
  5. Nevrotizm de öyledir

2- Aynı ailede büyütülmüş olmanın etkisi, genlerin etkisinden küçüktür.

Genlerimizin bizi bazı komşularımızdan farklı kılma konusunda rol oynadığını ve çevremizin de eşit payı olduğunu her eğitimci takdir etmektedir. Herkesin ortak kanısı: Bizler hem genlerimiz hem de ailemizin bizi yetiştirme tarzı tarafından şekillendirildik. Anne babalarımızın bize davranış biçimi ve içinde büyüdüğümüz evin ortamı da önemlidir. Davranış genetiği, çevremizin bizi etkileyebileceği iki farklı yolu ayıt etmemizi sağlar. Birincisi ortak çevre bizi ve kardeşlerimizi etkileyen şeydir (anne babamız ev hayatımız ve mahallemiz); ikincisi bunun dışında kalan, ortak olmayan eşsiz çevredir(çocuklardan birinin anne babanın gözdesi olması, ailede başka kardeşlerin bulunması, bisikletten düşmek virüs kapmak gibi eşsiz deneyimler). Kardeşlerden birinin etkileyen, ama diğerine dokunmayan her şey, hayatın akışında başımıza gelen fakat kardeşlerimizin yaşamadığı her şey eşsiz çevredir. Birçok davranış bilimcisi, ortak çevre etkisinin özellikle yetişkinlerde göz ardı edilebileceğini belirtirler. Özellikle IQ çocuklarda ortak çevreden etkilenir fakat yılar geçtikçe etkisi sıfıra kadar düşer. Kardeşlerin aynı evde büyürken ortak yaşadıkları deneyimler her ne olursa olsun, sonunda ne tür bir insan olacaklarını etkilememekte ya da çok az etkilemektedir.

3- İnsanların karmaşık davranış özelliklerindeki varyasyonların önemli bir oranını genler ya da aile etkisi açıklamaz

Birlikte büyütülen tek yumurta ikizlerinin, hem genleri hem de aile ortamları ortaktır. Buna karşın zekâları ve kişilikleri bakımından özdeş olmaktan uzaktırlar. Ne genetik ne de aileye bağlı olan bazı etkenler tek yumurta ikizlerini farklı kılıyor yada genel bir deyişle insanları olması gereken şey yapıyor.

Üç yasanın işe yarar bir özeti şöyledir:

Genler % 50, ortak çevre % 0, eşsiz çevre % 50. Eğer biraz cömert davranırsak, genler % 40, ortak çevre % 10, eşsiz çevre % 50 diyebiliriz. İzlediğimiz hususları hatırlamanın basit yolu şudur: beraber veya ayrı büyüseler de tek yumurta ikizleri birbirlerine % 50 benzerler.

Şimdi çocuk yetiştirmenin etkileri hakkında düşüncelerinizin nasıl değiştiğini izleyin lütfen.

Davranış genetikçileri zihinsel özelliklerin kalıtımla aktarıldığını (birinci yasa) onlarca yıldır biliyor olsalar da ortak çevrenin etkisiz olduğunu (ikinci yasa) ve eşsiz çevrenin de bu işe bu ölçüde dâhil olduğunu (üçüncü yasa) anlamaları zaman aldı. Günümüzde hala iyi eğitimli birçok anne baba, çocuklarının kaderinin kendi ellerinde olduğuna inanır. Çocuk bakımı uzmanlarından oluşan bir koro onları, sonuca ulaşma bakımından içeriği sürekli değişen fakat kesinliği asla değişmeyen tavsiyelere boğmaktadırlar. Bu reçete özet olarak şöyledir: Anne babalar bebeklerinin duygularını renkli oyuncaklar ve çeşitli deneyimlerle harekete geçirmelidir. Anne babalar makul sınırlar belirlemeli ne çocuklarına patronluk taslamalı ne de onları bütünüyle serbest bırakmalıdır. Burada annelere önerilen yayın, oyuncak, etkinlik ve görevlerden birçoğunun yersiz, yararsız, gereksiz olduğunu anımsatmakta yarar var.

Aytaç Açıkalın bu aşamada anne baba ve öğretmenlere çocuğun dilinden, “Anne baba (öğretmenim) beni doldurma, beni aç!” deyişini iletmektedir.

Anne babaların yaptığı herhangi bir şey, çocukları herhangi sistematik şekilde etkiliyorsa, o zaman aynı anne babayla büyüyen çocuklar, farklı anne babayla büyüyen çocuklara kıyasla birbirlerine daha çok benzeyeceklerdir. Fakat benzemezler.

Birlikte büyütülen öz kardeşler birbirine,  doğumdan sonra ayrılmış öz kardeşlerden daha fazla benzemezler.

Üvey kardeşler birbirlerine ancak yabancılar kadar benzerler. Ev ortamları ve anne babalar arasındaki bütün bu farkların, çocukların kişilikleri üzerinde öngörülür, uzun vadeli etkileri yoktur. Çocuk bakımı uzmanlarının verdiği tavsiyelerin çoğu saçmalıktır diyebiliriz.

Çocuklar kişilikleri ile birlikte doğan küçük insanlardır. İnsanlar başka insanların kişiliklerine tepki verir, bu başkaları anne babaları da olabilir. Anne babalar ile çocuklar arasındaki bağıntı, illa anne babaların çocukları eğittiği anlamına gelmez. Çocukların da anne babaları etkilediği, yani genlerin hem çocukları hem de anne babaları etkilediği veya iki durumun da geçerli olabileceği anlamına gelebilir. Anne babalar çocukların davranışlarını betimlerken genellikle evde şahit oldukları davranışları anlatırlar.

Onlarca yıllık araştırmalar göstermiştir ki her şeyin eşit olduğu şartlarda anneleri işe de gitse, evde de kalsa, yuvaya verilseler veya verilmeseler de, kardeşleri olsa veya tek çocuk olsalar, anne babaların evliliği geleneksel veya açık evlilik olsa aileleri o gebeliği planlamış olsa ya da kazara doğsalar, ya da yapay döllenme ile dünyaya gelseler çocukların gelişimi bu unsurlardan pek etkilenmemektedir. 

Hiçbir psikolog, bilişsel yetilerin veya dilin gelişimi için üç yaşın sonunda biten bir kritik dönem belgelememiştir. Bir hayvanı uyarıcı etkilerden mahrum bırakmak (gözünü kapatıp dikmek, boş kafeste tutmak v.b.) onun gelişimine zarar verebilir. Fakat hayvana normalden fazla (normal yaşam alanında karşılaşacağından fazla) uyarıcı etki vermenin beyin gelişimini artırdığını gösteren bulgu yoktur.

Hayır! Her şey genlerden kaynaklanmaz; kişilik, zekâ, davranış varyasyonlarının yaklaşık yarısı çevredeki bir şeyden gelir. Fakat bu şey, her ne olursa olsun, aynı evde aynı anne babayla büyüyen iki çocukta ortak değildir. Ortak çevrenin yetersizliği sadece anne babalar tüm çocuklarına ne yaparsa yapsın onları şekillendirmeye yetmeyeceğini söyler. Korkak çocuk büyüyüp korkak bir yetişkine dönüşüyorsa, bunun sebebi aşırı korumacı anne babası mı olur? Yoksa çocuğun doğuştan gelen korkaklığının devamı mıdır? Bilmiyoruz.

Belirli bir uygulama kimi çocukları bir şekilde, başka çocukları başka şekilde etkiler ve bu iki etki birbirini sıfırlar. Örneğin dövmemek bazı çocukları şımartırken, kimi çocuklar şiddetten uzak dururlar. Sevgi gösterisi bazı çocukları sıcakkanlı yaparken, kimi çocuklarıysa soğutur. Etkilerin böyle zıt sonuçlar doğurmasının sebebi,-eğer bir çocuk yetiştirme uygulaması ortalamada tüm çocuklar için tutarlı bir etki gösterecekse- ortak çevrenin bir etkisi olarak ortaya çıkar. Bu durumda üvey kardeşler birbirine benzerdi, birlikte büyüyen kardeşler ise ayrı büyüyen kardeşlere kıyasla daha benzeşirdi; oysa bu ikisi de gerçekleşmemektedir.

Her durumda insanlar kendilerine anne babalarını değil, yaşıt grubunu örnek alırlar. Sosyalleşme yaşıt grubunda gerçekleşir. Ergenlerin sigara içip içmemesi, başlarının yasalarla belaya girip girmemesi anne babalarından çok yaşıtlarının ne yaptığına bağlıdır. Aynı evde büyümüş çocuklar, akrabalık dereceleri ne olursa olsun, suç işleme bakımından birbirine benzerler. Ancak bu benzerlik yaşları yakın ise ve evin dışında birlikte vakit geçiriyorlarsa ortaya çıkar.

Anne babaların önemli olmadığını söyleyemeyiz. İnsanın varoluşu uğruna anne babaların yaptığı en önemli şey çocuklarını canlı tutmaktı. Anne babalar taciz ederek veya onları boşlayarak çocuklarına kesinlikle zarar verebilirler. Çocukların ilk yıllarında kendilerine bakan birine ihtiyaç duyduğu muhakkak fakat bu bir bakıcı da olabilir. Anne babaların davranışları çocuklarının zekâ ve kişiliğini uzun vadede etkilemiyor gibi görünüyor.

Çocuklar neden utangaç veya cesur, endişeli veya kendine güvenli, açık fikirli veya gelenekçi oluyor? Sosyalleşme ile kişilik gelişimi aynı şey değildir. Yaşıt grupları kişilik gelişimine bağlı kalmadan sosyalleşmeyi açıklayabilir. Birlikte büyüyen tek yumurta ikizlerine bakalım: Genleri ve aile ortamları ortaktır, ayrıca akran yapıları da ortaktır. Fakat bu ikizler arasındaki bağıntı sadece % 50 civarındadır. Sonuçta ne genler, ne aileler, ne yaşıt grupları bu ikizleri farklı kılan şeyi açıklayamaz. Olduğumuz yere nasıl geldiğimizi anımsarken farklı yönlere sapmış olabileceğimiz sapaklar gelir aklımıza. O toplantıya gitmeseydim eşimle tanışmazdım. O telefona cevap vermeseydim şimdi bu işte olmayacaktım. O uçağı kaçırmasaydım, o şirketin başında ben olacaktım.

Hayat bir tilt oyunudur, oradan buradan sekerken, bombeler ve oyukların olduğu bir kanaldan çarpa çarpa geçeriz. Belki de bizi biz yapan şeyin açıklaması bu çarpışmalarımızın ve az farkla ıskalamalarımızın tarihidir.

Daha evvel oynanan bir tilt oyunu da üzerimizde iz bırakabilir; ana rahmindeki ve bebekliğin ilk yıllarında beyin bağlantılarımızı oluşturan oyundan söz ediyorum. İnsan genomu, sinir hücreleri arasındaki her bağlantıyı belirleyemez. “Çevre,” genomun dışındaki tek seçenek değildir; Şans da bir seçenektir.

Herkes kaderi ve şansı kabullenmez ya da genler ve akran grupları gibi anne baba kontrolü dışındaki güçleri kabul etmeyebilir. Anne babalar çocuklarına boca ettikleri onca sevginin bir işe yaramayacağı fikrinden korkuyorlar. Gerçekçi anne babalar çocukları konusunda o kadar endişeli (kaygılı) davranmazlar. Çocuklarına sürekli uyarıcı etkiler vermeye, onları sosyalleştirmek, kişiliklerini geliştirmek yerine onlarla geçirdikleri zamandan keyf almaları gerekirdi. Sırf keyf aldıkları için çocuklarına öyküler okurlar, çocukların sinir hücrelerine iyi geliyor diye değil.

O halde nasıl davrandığımın çocuğumu etkileyemeyeceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, nasıl davrandığınız önemlidir. Öncelikle anne babaların çocuklar üzerinde büyük etkileri vardır. Çocukların mutluluklarında büyük fark yaratabilirler. Çocuklarımızın yarınlarını elimizde tutamıyor olabiliriz, fakat bu günleri kesinlikle elimizdedir. Bu günleri sefil hale getirecek her türlü güç de bizde mevcuttur.

Anne baba çocuk arasında öncelikle bir insan ilişkisi olmalıdır.

Burada eşlerin birbirine nasıl davranması gerektiğini anımsamakta yarar vardır. Eşler birbirlerine, karşısındakinin kişiliğini istediği şekle sokmak için değil, derin ve tatmin edici bir ilişki kurmak için nazik davranır (veya öyle davranmaları gerekir). Ana babalar çocuklar içinde aynı şey geçerlidir.  Kişilerin birbirine davranışları, aralarındaki ilişkinin kalitesini etkiler. Kendilerine nasıl davranıldığını çocukların anne babalarıyla ilişkilerinde giderek daha çok söyleyecek şeyleri olur.  Çocuğunuza küçükken iyi davranın ki yaşlandığınızda size iyi davransın. Bir diğer bakış açısı ile anne babalar çocuklarına iyi davranmalıdırlar ki büyüdüklerinde bu tür anıları olsun.

Çocukları bir insan ilişkisi tarafı olarak görmek yerine, şekil verilebilecek bir hamur öbeği olarak görmek (düşünmek) çok olumlu sonuçlar vermeyebilir.

Prof. Dr. Aytaç Açıkalın, kendi deyişi ile: O, “güncel bir eğitim dinazorudur.” Diyarbakır’ın Kabi (Bağıvar) köyünde İlkokul öğretmenliği ile başlayıp 12 yıl ilköğretmen okullarında “Essah öğretmen yetiştirmeye gönül ve emek verdi.” Hatay ve Edirne Milli eğitim müdürlükleri sonrasında üniversitede, “bildiklerinin yeniden inşasına (yapılandırmasına) girişti.” Eğitim Yönetiminde doktora unvanını, 1995 yılında, profesörlük kariyeri ile noktaladı. Üniversite çatısı altındaki akademik yaşamını 2002 yılında emekli olarak tamamladı. Kendi deyişi ile: “Çekildi izzet-i ikbal ile babı ulemadan”. Bugün “Gerçek anlamda eylemli akademik yaşantısını” insan kaynağının geliştirilmesi çalışmaları ile sürdürmektedir. Birikimlerini İnsanların başarısı ve mutluluğu için herkes ile paylaşmaktan çok mutludur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir