Zaman Kaybolmaz, İlber Ortaylı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, İstanbul
İlber Ortaylı’dan altını çizdiklerimi iki ya da üç yazıda tamamlayacağım. İlginç ve gerekli görenler, kitabı alır okurlar. Ad diziniyle birlikte, 627 sayfa. Kitap okuma eğiliminin az olduğu ülkemizde, bunu insanlar okumalılar dediklerimdir altını çizdiklerim, bu yolla ulaştırmaya çalışalım, eğitişim dergisi aracılığıyla. Ortaylı Hoca, özgün bir tarihçi ve özgün bir kişiliktir. Her birey özgündür, ama bazıları ya da çok azı bu özgünlüğünü geliştirebilmiştir. Bilime, eğitime, tarihe, topluma bakış ve yaklaşımlarını, anılar yumağı içinden okumak, görmek, anlamak, değerlendirmek gerekli ve güzeldir.
Eğer bir ilkokul öğretmeni, insanın hayatına belirgin bir unsur değilse, oradaki sistem “çürük” demektir. Oturup düşünmemiz lazım. İlkokul öğretmeni çok önemlidir. Şuurumuzda yer eder. İlkokul öğretmeni, eğen senin hayatında, bilgi, alışkanlık ve yönlendirme olarak önemli değilse, bir yer etmemişse, “sistem sakat” demektir. Demek ki, ben iyi bir sistemde yetiştim. Yani hepsiyle dosttu. Böyle bir Maarif Vekili Sovyet Rusya’da bile yoktu. Sovyet Rusya’da Maarif İşleri Halk Komiseri’nin, bürokrasinin tepesinde soyut bir adam olduğu açık. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle değildi. Mustafa Necati, köye her giden öğretmenle tanışır ve yazışırdı. (Okulu bitirip, öğretim ordusuna katılan her genç muallime ile tanışmıştır mutlaka.) Erken öldü. Cumhuriyet’in “en sevimli maarif vekili” odur. Bir sistem kurmuştur. Onun öğretmenleri tıpkı bir cemiyetin azaları gibidir. En önemli görevleri “ziyaret”tir. Misyoner, nasıl cemaat üzerinde “ziyaret”le nüfuz kurar, bilgi edinirse, Mustafa Necati Ordusu’nun öğretmenleri de böyle insanlardı.
Her öğrenciyi tanırlar. Bunların görevi budur. Mesela, bizim Şefika Hanım da otuz kişilik sınıfta her çocuğu tanırdı. Kim nedir ne değildir? Anası babası kimdir? Ne bilir, ne bilmezler? Ziyaret ederdi çocukların evlerini.
Amaç, cemaatini tanıma. Mustafa Necati Ordusu öğretmenlerinin temel görevi de buydu.
/Şefika Hanım, yazdırarak öğretiyordu. Dikkatli yazı yazmaya önem veriyordu. Biz “Satı Bey Metodu” ile okuma yazma öğreniyorduk. Fasulye ve mercimekleri ya da yıldız biçimindeki şehriyeleri dizerek. Hazır harfler vardı ama kullandırtmazlardı. İlla yıldız şehriyeleri dizeceksin. Bakalitten hazır harfler pahalı… Birinci neden bu. İkincisi, galiba bir şeyi “milim milim inşa” etmeden öğrenemiyorsun.
Hazır R harfini çıkarıp masa üstüne koymaktansa, yıldız şehriyelerle ya da fasulyeyle R harfini dizayn etmek.. Ee tabi bu R harfini daha iyi öğretiyor adama.. O arada R’nin yanına A mı gelecek E mi gelecek? Dizerken daha iyi öğreniyorsun. Satı Bey’in metodu o.
Satı El-Husri.. Pedagog Neriman Hızır’ın ağabeyiydi. Satı El-Husri, İkinci Meşrutiyet’te ilk yuvayı açmış. İlk yuvaya gelen ilk öğrenci de kız kardeşi Neriman Hanım’dır. Yaklaşık kırk yaş fark var aralarında. Mütareke’den sonra Arabistan’a gitti. Arap milliyetçisi oldu. Halepliydi. Arabistan Yarımadası’nda, her başkentte ya da caddede ya bir meydanda ismi vardır. Bizde İkinci Meşrutiyet sırasında eğitim reformu yapan bir düşünürdür.
/Öğretmenimiz konuşmayı biliyordu. Mesela, İstiklal Harbi’ni anlatması müthişti. Düşmanlar gelmiş.. derken Atatürk atına atlamış düşmanları kovalamış.. Böyle anlatıyor önce.. İlkokul üçün sonunda, artık İstiklal Savaşı tarihini tamamen ana hatlarıyla biliyorduk. Kongreleri filan. Her yeni anlatışında, konunun yeni çeşitlemeleri geliyordu. Biraz daha ciddileşiyordu. Çok ilginç, çok sabırlı bir eğitim biçimiydi bu. Sonra öğrenciyi “Sabır”a alıştırıyordu. Oturup yazıyorsun. Metin kopya ediyorsun. Onun derste dikte ettiği, senin de kurşunkalemle abuk sabuk yazdığın metni, evde “mürekkeple” temize çekiyorsun.
/Bunlar öyle öğretmenlerdi ki, coğrafya da öğrenirsin onlardan, tarih de, güzel yazı da. Türkçen de gelişir, din dersi de öğrenirsin.
/Bu insanlar (öğretmenler) laikti ama “din cahili” falan değildi. Bu çok önemli bir şey. Dinimiz şöyledir, peygamberimiz budur diye öğretiyor ama… Yobazlık yok. Demek ki bir geçiş dönemiydi. Kadrolar bunlar gibi olabilseydi hep, hiç mesele yoktu. İmparatorluğun kültürü Cumhuriyete akseder ve devam ederdi. Kısacası, bunlar iyi yetişmiş insanlardı. Öyle hediye mediye.. katiyyen yer yoktu öyle şeylere dünyalarında. Şimdi bu kalitede, bu standartta öğretmen Avrupa’da da yok. Bizde zaten yok elhamdülillah. Proleterleştirdik öğretmenleri..
EĞİTİMDE EZBERİN İŞLEVİ
Küçük bir çocuğun okuma ve öğrenme hızı muhteşem bir şey.. Ne görse sünger gibi alır. Çocuk neyi öğrenirse sünger gibi emer, hemen ezberine alır. Ve o ezber, arkadan öğrenmeyi ve muhakemeyi getirir. Amerikalılar güya diyormuş ki, “siz ezberliyorsunuz, düşünmüyorsunuz.” Amerika gibi, orta tahsili doğru düzgün yapamamış, dünyanın “cahil vatandaş kitlesini” yetiştiren bir ülkenin sistemini örnek aldı bizimkiler azizim. Bir dili en iyi öğrenmenin yollarından biri de şiir ezberlemektir. La Fontaine ya da Racine ezberlersin, güzel Fransızca öğrenirsin.
/Türkiye’de “zarif” diyebileceğin insan ve sınıflar, yeterince kültürlü, bilgili, dirençli, imanlı değildir.
/Türk münevverlerinin Osmanlıca öğrenememesindeki problem, harfleri öğrenememesi değil. Arapça, Farsça lügatlarının kıt olmasıdır. Netice itibariyle, hakim olunması gereken binlerce kelime değildir, beş yüz kelimedir.
/Tahılla geçinen bir memlekette Atatürk, bozkırın ortasında elit bir Sosyal Bilimler Üniversitesi kurmuş ve sonraki nesiler maalesef o anlayışı, o dehayı anlayacak kapasitede değil.
Basit düşünen insanda bir şey çıkmaz. Bir toplumu, kalite arayan insan bir yere götürür.
Bir adam çıkıyor, bozkırın ortasında Batı Medeniyeti’ni yaratırım ve bunun içine de Doğu’yu katarım, diyor. Tam yapmaya başlıyor, arkasından gelenler onu anlamıyor. Ruhunu kavramıyor ve o iş yozlaşıyor. Türkiye’de yapılan bazı şeylerin gerilemesinin nedeni, zannedildiği ve iddia edildiği gibi Müslüman Yobazlığı değildir. Basitlik’tir. Derine inememe ve ciddi çalışmamadır.Hemen işi mevki sahibi olmaya ve kendine yontmaktır. Mesela adam, Bizans tarihçisi olayım, yazayım, yazdıklarım okunsun, demiyor da, Profesör olayım, diyor. Bütün sorun bu. O zaman da üniversite olmuyor.