Zaman Kaybolmaz, İlber Ortaylı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, İstanbul
Önceki sayıda belirtildiği gibi, Ortaylı’dan altını çizdiklerim 3 yazıda tamamlanacak. Bu sayı 2 ile sürüyor. Umarım yararlı oluyordur.
Böyle gariptir bizim üniversiteler; son derece muhafazakar, vizyonu kıt, düşünmeyi bilmeyen adamlarla doludur. Bunu burada söylemek lazım. Bu bizim özeleştirimiz.
Türk halkı ve Türkiye, iç harbe girmeye kabiliyetli. İyi bir kabiliyet değil bu. Yumuşak başlı, düşük tansiyonlu, laf ebeliğiyle falan işi geçiştirecek bir toplum değil burası. Zaten hiç kimse övünmesin, biçim millet dili çok iyi kullanamaz. Yani kullandığı dilde müthiş bir ironi de yoktur, müthiş bir hakaret de… O özellikler belirli insanlara mahsustur. Bu millet kavgaya girer hemen. (..) Bu tip kızgınlık ve kavga, üst sınıflarda eğitim görenlerde de vardır. Onun için Türkiye iç harbe müsaittir.
İslam ve Türkiye, Türkiye’deki “İslam ve modernleşme konularında Bahreyn’de, Mısır’da, benzer yerlerde konuştuğunda; Türkiye üzerine gelen tepkiler ve sorular, emin olun Avrupalılarınkinden daha beter ve cahilce, Mesela Arap, ‘Mustafa Kemal, Arapçayı kaldırmış Türkiye’den diyor. Yahu ne zaman vardı ki Arapça, Türkiye’de? Üniversite hocası söylüyor bunu üstelik. Fakat, bu toplumun yaptıkları, yani ‘Türkiye’nin modernist macerası’ daha çok ilgilendiriyor Arap dünyasını. Orada yaşayan insanlar, bilmek istiyorlar.. ve sıcak bir ilgi var. Halbuki Batı dünyasının o kadar ilgilendiğini hiç zannetmiyorum. Araplar gibi komik sorular sormasalar bile, çok bilgili değiller. Bence daha, vahim ve inatçı yanlışları var. O yanlışlar daha kefeke bağlamış ve daha kalıcı.
Avrupa Birilği’ne ‘din birliği’ demek çok ayıp addediliyor. Ama aslında olup biten o. Ve o duyguyu taşıyor. Adını ne koyduğu çok mühim değil.
Ayrıca Türkiye’de yaşayıp da dış ülkelerde okumak isteyenlerin de dikkatini çekmek isterim. İsrail enteresan bir ülkedir. Moloz Avrupa ülkelerinde okumaktansa, İsrail üniversitelerinde okumak daha çok şey öğretir. Bizden bir öğrenci oralarda okusun, İbranca, Arapça ve İngilizce’yi bilir. Üstelik aç talebeli, bol kütüphaneli, Amerikan üniversiteleri gibidir oradaki üniversite ortamı; hocası ve talebesi de Amerikalı değildir (tabii).. İsrail üniversiteleri, eski Avrupa’yı Ortadoğu dünyasına taşımış yerlerdir. Çok şey öğrenilecek bir yerdir İsrail, onu söyleyeyim. Minyatür bir Küçük Asya gibidir. Çok değişik kültürler bir aradadır. Böyle yerleri gördükçe, insan anlıyor ku, Türkiye, gerçekten çok renkli ve büyük bir ülke…
Türkleri anlamak için; ilk çağ, orta zaman, İran medeniyetini çok iyi bilmen lazım. İslamiyet devri Türkleri için de gene İran’ı çok iyi tetkik etmen lazım. Çünkü bize, İslam Medeniyetini ve dinini Araplar değil, İranlılar öğrettiler. Biz fütühatla falan Müslüman olmuş değiliz. Birtakım Müslüman yazarlar, ‘Biz Arapları ve İslam’ı görünce hemen gevşedik Müslümanlığı aldık, bekliyorduk zaten’ diye yazarlar. Doğru değil. Birtakım Alevi veya başka türlü yorumlar yapanlar da, ‘Arap’ın kılıcıyla Müslüman olduk’ demeye yatkındır. Hiç alakası yok. Biz İslamiyet’i, bize zaten çağlar boyu yanı başımızda ‘medeni bir örnek’ olan İranlıları takip ederek aldık. Ona karşılık Türkler İranlılaşamıyor, yapısı müsait değil; çok göçebe, çok dinamik, çok aktif, çok militarist bir kökene sahip. Ama İran’ın dilini de kurumlarını da bir ölçüde ve ihtiyatla alıp değiştiriyorlar.
Tarihçinin sezgisi yüksek olmalı. Ne var ki, cahilin sezgisi, çok tehlikelidir. Hele zekiyse, daha da tehlikelidir. Tarihçilik cehaleti kaldırmaz. Çok zeki biri olabilir, matematik zekası çok iyi olabilir ama yetmez. Tarih, cihanşümul bir daldır; bir bilim değildir. Droyssen’in dediği gibi, bilimin üstünde bir şeydir. Tabii tarihin kendine göre bir yöntemi ve bilimsel tarafı var. Kağıdı nasıl okursun, vesikayı nasıl yorumlarsın, parayı (nümismatik) nasıl değerlendirirsin? Mektepte bunlar öğretilir. Onun üzerine mevcut malzemenin, yani okuyup incelediğin malzemenin resmini nasıl çizeceksin? Bunu okul öğretmiyor. Bu senin kendi tahsiline, kendi gördüğün, okuduğun, edindiğin bilgilere göre olur. Tarihçilik, lisans eğitimiyle edinilecek bir şey değil. Başka dallarda üstatlık edinenlerin gelip yapacağı bir şey tarih çalışması; onun için lisansüstü olması gerekiyor. Tarih meraklısı gençlerin de öyle yapmasını öneririm.
Tarihçinin kafasını oturtmak için, mantığını işletmek için, kavramları zatpetmesi için felsefe lazım. Felsefeyle ilgilenecek bir dönem ama saplanıp kalınacak bir şey de değil felsefe.
Rusya’da her yerde, okuyan, yazan, araştıran, düşünen insanlar buluyorsun. Yani Akdeniz milletleri gibi, Yunanlılar gibi, boş konuşan, okuduğundan fazla yazan, (maalesef biz de o kategoriye giriyoruz) bir toplum değil orası. Ciddiye alacaksın. Adam resim yapıyorsa, resim biliyor, müzikle ilgileniyorsa, müzik biliyor.
İran, Rusya, Türkiye üçgeni çok önemli. Bunu anlamamız lazım. Bu üçlü, farklı değerlendirilebilse, çok daha büyük bir zenginlik gelir.
Zannediyorum, Türkiye, görünmeyen ama dikkatli ve gayretli insanlar sayesinde ayakta kalıyor.
Bizimkiler, Amerika’da Turkish Studies Center kuruyor, ona para yatırılıyor milyonlarca dolar. Sen ilk önce kendi memleketindeki Slavistik, Arabistik, İranistik, Yahudi tetkikleri ve Balkan tetkiklerini geliştir. Hoca yoksa, parasını ver, hocayı tut getir. Burs ver gidelim, okuyalım falan. Bunların hiçbiri yok kardeşim; gayet yavan, köksüz, derinliği olmayan bir düşünce yaygın Türkiye’de.. Umumen biz çok becerikli, çok çalışkan insanlarız Bizde olmayan şey, “derinlik”tir.
Maalesef Atatürk devrinde tahılla beslenen; incir, üzüm satarak geçinen Türkiye, ufku ve vizyonu itibariyle bugünkünden çok daha ilerideydi. Atatürk adeta “ben bu dünyaya Üçüncü Dünyalıların yolundan değil, Birinci Dünyalıların arasından bakarım, o tribüne çıkarım” iddasındaydı. Ve tahılla geçinen bir ülke, Bizantinistik alanında yurtdışına doktora öğrencileri yollamış.
20.yüzyılın Türk gençliği, mazideki kültürel kalıplarından kopmuş, buna karşılık hedef diye gösterilen Batı’nın sınırlarından içeriye adım atamamıştır. Çünkü tembeldir.
Ben Osmanlı tarihi ile Cumhuriyet tarihini ayırmıyorum. Yani bunlar Türk tarihinin “rejim değişikliği” geçiren safhalarıdır. Değişiklik her milletin en tabii ve gerekli hakkıdır.
Türkçe konuşmaz, Türkçeyi küçümserlerdi, diye okutuluyor okulda. Yanlış. Yahu Türkler lisan bilmez ki, Türkçe’yi küçümsese ne olacak? Türk yüksek zümresi Türkçeyi konuşmaz, deniyorsa, bu çok ithal malı bir tarih modelidir. Türkler lisan bilmezdi ki. Türklerin en çok lisan bildiği dönem bugündür.
Türk inkılabını önemli ve tartışılır kılan; çözülmez gibi duran sorunları radikal çözüme götürmesidir. Bütün bunların başlangıcı mazide. Yani bütün bunlar, yeni bir sosyete, yeni bir millet kurmak, Cumhuriyetin kafasında oluşmuş şeyler değil. Osmanlı İmparatorluğu’nun iki asırlık bir modernleşme tarihi var. Ve o iki asırlık tarihin getirdiği sorunlar, tartışmalar, öneriler de var. Bu Mustafa Kemal ekolü değil. Genelde, yoktan var edilmiş bir millet ve devlet teorisini işleyen insanlar, çok bilgisiz, amatör metefekkirlerdir ve bu lakırdı 1940’lara aittir; 1950’ler eğitiminde de devam ederdi. Aslında dünyada da böyle bir şey olamaz. İnkılap bir şey yaratmaz. İnkılap, sorunların radikal çözümüdür. Örneğin harf inkılabı Cumhuriyet öncesine giden bir başlangıcı var. İmla düzeltme, alışkanlıkları edinmeye çalışıyor millet ve o arayış, neticede harf inkılabına kadar bağlanıyor. Tartışma, bir asırlık. Radikal çözüme sadece Atatürk cesaret ediyor.
Hariciye vekaletinin ananesi olduğu için her kuşak değerli insanlar yetiştiriyor. Böyleleri tabii askerlerin arasında da var, diğer bakanlıklarda da çıkıyor nadiren.. Mesela (2003’te kaybettiğimiz) vali Recep Yazıcıoğlu.. çok ilginç bir adamdı. Aynı köyden çıkan bir sürü zeki çocuk var; Adnan Kahveci.. Bunların ortak özelliği “para yememeleridir” Demek ki, o köyün ya da o cemaatin verdiği bir kültür bu. O zaman “hırsız” veya “namuslu” olmak; çok da kişisel bir şey olmuyor; daha çok aile ve cemiyet terbiyesine bağlı bir şey.
Kritik düşünme ve kendini eleştirme vasfı, çok önemli ve buna çok saygı duyarım. Bunu sağı solu falan yok, böyle insanlar, her kanatta, her yerde var. Fakat çok az, bu hocalar. Gençlere tavsiyem, lütfen gidip böylelerini bulup takılın peşlerine.