O heybetli duruşunla metruk evler gibiydin
Kalmıştı orda birkaç yırtık kalp
Geceden ıssız, geceden karanlık duygular
Bir inanç mıydı, bir inat mıydı seni sevişim
Toprak yollarda yürümek gibi yorucu,
Ama inadına güzel, inadına zorlu
Pusulam kısık gözlerin, ıslak gülüşündü
Ve hapishane sokağı gibiydi beyaz ellerin
Her birinin ucu başka yere çıkardı.
Uzun caddeler tek dostum oldu seni kaybedeli
Ne uğrar oldum semtine ne de oradan çıkar.
Bir felakete düştüm seni kaybedeli
Çakmayan şimşek, gürlemeyen gök kalmadı içimde.
Bilmezdim seni sevdiğim için her şeyi sevdiğimi
Kaldırım kenarında yürümeyi ve her şeye gülümsemeyi
Bir de şarkıları, şiirleri, şairleri ve seni ve seni…
Bilmiyorum ki ne desem; ne desem seni getirir geri
Ya da; sana ulaştırır beni.
Zor olansa hayatın sensiz tükenmesi
Oysa ne güzel olurdu ölümün senli benlisi.
DİNLE BENDEN…
En büyük zevklerimizden biriydi teyzemlere gitmek. Nefes nefese çıktığımız bayır yol bana ve ablamlara büyük zevk verirdi. Yol boyunca sıralanan apartmanlar, aralarındaki boşluklar ve sıvasız yan duvarlar intizamsız bir görüntü verir ve bana insanların sadece kendileri için yaşadıklarını hissettirirdi. Yol boyunca annemin anlattığı bize efsane gibi gelen yaşanmış olayları dinlerdik. Şimdilerde büyük bir marketin bulunduğu yeri gösterip; ”Burada dere akardı, gelip yünlerimizi, halılarımızı yıkardık.” derdi. İçinde tek tük kayısıların bulunduğu, dibindeki sarı otların kestirme yollarla yer yer bölündüğü, zamanında başkalarının girmesini engellemek için çekilen, şimdi ise bir iki iğde ağacının yarım yamalak çalının çevirdiği, gözün alabildiği kadar uzayan bahçeyi göstererek “Burada bir gelin kendini asmıştı” derdi. O zaman gözümün önüne o kayısı ağaçlarından birine kendini asmış gelinlik içinde bir gelin gelirdi. Teyzemlere gelinceye kadar o kara manzara gözümden ancak giderdi.
Teyzemlere yaklaştıkça hemen annemin yanından ayrılıp koşa koşa hepimiz bir yola girerdik. Bu yolların hepsi teyzemlerin apartmanına çıkardı. Hangimiz önce varacağız diye yarışırdık ve hep kazanan küçük ablam olurdu. Unuttuğum o kara sahne teyzemlerin apartmanına varmamla yeniden başka biri için başlardı; hemen göz göze gelirdik o kadınla. Adını bilmiyordum ama bana hissettirdiği isim Fadime’ydi. Benim ona şaşkın ve onun yerinde olmak istemezmiş gibi bakışıma o sıcacık bir tebessümle karşılık verirdi. Bu tebessümle bakan kadın kırk kırk beş yaşlarında, beyaz solgun benizli, başında devamlı solgun beyaz bir yazma, bağdaş kurmuş bir şekilde duran bacaklarının üzerine bıraktığı Rabbinden bir şey istermiş gibi duran açık elleriyle, yaşamaktan umudu zorla kestirilmiş bir insandı. Çocuklar dışında kimseyle konuştuğunu hiç görmemiştim. Apartmanın çocuklarına ve bana sımsıcak bakan gözleri bir yetişkini gördüğünde donardı. Ne kadar sıcak bakarsa baksın o kadından ürkmüşümdür hep. Kendime şu soruları sormuşumdur; bu kadın niye hep balkonda, aynı yerde, aynı şekilde oturuyor, insanlardan niye kaçıyor ? Bunun çocukları aç mı tok mu? Ev işini kim görüyor, kocasıyla kim ilgileniyor? Tahminime göre altı çocuğu vardı. Kapılarının üzerinde eğik el yazısıyla yazılmış olan kocasının ismini bilmeme rağmen kendisini hiç görmemiştim. Kocası ve çocuklarıyla sorun yaşadığını hissediyordum.
Yine güneşli bir cumartesi günü teyzemlere gitmiştik, teyzem ve eniştem evde yoktu teyzemin kızı; ”Alt kat komşumuz öldü taziye vermeye gittiler“ dedi. Oturduğum koltukta dona kalmıştım bu o kadın olmamalı dedim. Eğer o kadınsa bir cenaze evi bu kadar sessiz olmamalıydı.Her haliyle ölümü bekleyen o kadın ölemezdi.
Teyzemler yeni bir ev almıştı yakında taşınacaklardı. Bu onlara son gidişimizdi. Teyzem yine evde yoktu, birkaç dakika sonra gelmişlerdi. Alt kattaki düğüne gittiklerini söylediler. Teyzem dışarıda top oynayan çocuklara dalgın dalgın bakarak iç çekti: ”Annem ölsün ilk işim babama kendi ellerimle bir kız bulup evlendireceğim demişti Gizem, bak sözünde durdu”. dedi.
Gözümün önünden kadının donuk bakışları geçti. Şimdi kadını anlayabiliyordum. Bir anne için çocuklarının böyle düşünmesinden daha yıkıcı ne olabilir?
Ve bunu annelerini öldüğü hafta yapmışlar, yani kız bulma işini. Şimdi anlıyordum cenaze evinin niçin bu kadar sessiz olduğunu. Koşa koşa aşağı indim, giriş kapısının hemen yanında duran balkona baktım. Kapı asma kilitle kilitlenmiş, kadının devamlı üzerinde oturduğu minder ve kilim yetim kalmışçasına yerde duruyorlardı. Gözlerimden yaşlar akarken bu kara sahnenin perdesi kapanıyordu.