Bilmediğim bir sevdaydı içimdeki. Adını koyamazdım, ama gece gündüz de onun yankısını duyardım içimde. Bu yarışmayı ben kazanmalıydım, bir defa da olsa kendimi ispat etmeliydim. Yarışmaya tam 23 gün vardı ve ben kütüphaneye kapandım. Demokrasiyle ilgili bütün kitapları okudum. Geceleri geç vakte kadar buradaydım. Çoğu kez elimde kitapla uyuya kalırdım, uyandığımda hiç vakit geçirmeden tekrar okurdum. Yarışmaya 5 gün kalmıştı. Demokrasinin tanımı ve bununla ilgili kompozisyon yazmak için artık kendimi hazır hissediyordum. Çalışırken tuttuğum küçük notları da masamın üstüne koydum, elime kalem kağıt aldım ve yazmaya koyuldum. Demokrasi kavramını öyle iyi kavramıştım ki kitap bile çıkartabilirdim. Tam 7 saat boyunca masanın basında oturmuşum farkında olmadan. 4 sayfalık bir yazı çıkardım. Düzeltmelerle bu 3 sayfaya düştü. Biraz temiz hava almak için dışarı çıktım, yazımı da yanıma aldım.
Bir parka gidip oturdum. Yine akil almaz hayallere, sonu gelmez hülyalara dalmıştım ki orta yaslı, kır saçlı, gözlüklü, elinde gazeteyle bir adam yanıma oturdu. Biraz muhabbet ettik, adı Hasan’mış. Elimdeki kağıtların ne olduğunu sordu, ben de önemsemez diye üstünkörü bahsettim. Hasan kompozisyonu kendisine okumamı rica etti. Şaşırdım, hiç beklemiyordum, elim ayağım titredi, dilim dolandı sanki ve ben ilk kez böyle tatlı bir heyecan yasıyordum. İlk satırlarda sesimin titrediğinin ben de farkındaydım. Daha sonradan sesim gürleşmiş, tok ve kuvvetli çıkmaya başlamış olacak ki Hasan pek dikkat kesilmişti. Yazım bittikten sonra bir iki dakika hiçbir şey demedi. Sonra “inanmıyorum ” dedi.” Bunu sen bir yerden almışsın, bu denli güzel yazıya ancak ünlü kişilerin kitaplarının sayfalarında rastladım” dedi. Ben de bu yarışma için yaptığım çalışmalardan bahsedince tek sözü ” Aferin ” olmuştu. Ben de onun köşe yazarı olduğunu bu yazımdan sonra öğrendim. Ve bana ” sen kesin birinci olursun, ben de yarışmaya gelmek istiyorum ” dedi. Ben daha da gurur duydum kendimle. Ertesi gün tekrar buluştuğumuzda yanında iş arkadaşlarından birkaç kişi daha vardı. Onlara da bahsetmiş olacak ki ilk konumuz yarışmaydı. Onlar da yazımı çok beğendiler ve yarışmada yanımda olacaklarını söylediler.
Her takdir ve beğenide kendime güvenim artıyordu, bununla beraber zaman geçmek bilmiyordu.Yarışmaya bir gece kalmıştı. Ben alacağım ödülden öte birinci olmanın vereceği haklı gururdan dolayı o gece uyumamıştım. Nihayet beklenen gün gelmişti. Ben o gün her günkünden daha erken kalktım, hazırlandım. Son bir kez kompozisyonumu aynanın karşısına geçip yüksek sesle okudum sonra da arkadaşlarla buluşacağımız parka gittim.
Hiç kimse gelmemişti. Belli ki ben bayağı erkenciydim. Bir süre sonra Hasan geldi, çok geçmeden de diğer arkadaşlar. 7-8 kişi olmuştuk ve konferans salonunun yolunu tuttuk. Ailem ön sıralarda yerlerini almıştı, biz de onların arkalarına oturduk. Yarışmacılar çağrıldı, bir odaya toplandık. Mikrofonu masayı nasıl kullanacağımız söylendi, asıl amaçları heyecanımızı yatıştırmaktı. Yatıştırmaya 15 kişi katılmıştı, ben dokuzuncu olarak kürsüye geçecektim.
Yarışma başladı ve ilk yarışmacı boğuk sesiyle kompozisyonunu okudu. Her yarışmacının belirli bir kitlesi vardı ve alkışlarda o kitleden geliyordu. Sıra bana gelmişti. O ne heyecandı Allah’ım sanki gökyüzüne ilk kez kanat açmış kuş gibiydim, ürkek, acemi ve heyecanlı. İlk sayfadan sonra sesim daha da açılmıştı. Bir an kendimi bir lider gibi hissettim. Okumam alkışlarla ve ıslıklarla kesiliyor. ” İste bu; bravo; helal sana ” gibi sözler duyuyordum. Benden sonra altı kişi kürsüye geçti. O esna ben tebrikler alıyordum, herkes etrafıma toplanmış elimi sıkıyorlar bazıları da sarılıp öpüyordu. Son yarışmacılar okuduktan sonra jüri sonucu 15 dakika sonra açıklayacağını söyledi ve bir odaya geçtiler. Odaya jüriden sonra birkaç kişi daha girdi. Onlar çıktıktan sonra jüri başkanı mikrofona geçti.
Salon benim adımla inlerken bir anda sus pus oldu ve herkes pür dikkat jüriyi dinliyordu. Önce 3. okundu. Ben birinci olacağıma son derece inandığım için yanımdakiyle yorum yapıyordum ki adım okundu. Sadece ben değil bütün salon dumura uğramıştı. Ben 2. olmuştum. O şokla birincinin adını duymadım. Hasan ve diğer arkadaşlarım hemen yanıma geldiler. Onlar da sitem kardı, ama beni teselli etmek için ” sağlık olsun ” diyorlardı. Omuzlarım çökük gözlerim sönük, rengim soluk bir şekilde eve geldim, odama geçtim. Olanlara inanamıyordum ben bu korkunç sonucu hak etmemiştim. Günlerce eşitlik için çalışmıştım ve en büyük haksızlığı görmüştüm. Bir hafta boyunca odamdan çıkmamıştım. Ziyaretçilerim olmuş ama ben kabul etmemiştim. Hasan 3. kez gelmişti. Ona ” sen parka git ben geliyorum ” dedim. Kendimi biraz toparladıktan sonra Hasan’ın yanına gittim ikimiz de suskunduk ve birbirimizden gözlerimizi kaçırıp etrafa bakıyorduk. İlkin havadan sudan konuştuk, asıl içimizi kemiren konuyu ne ben açıyordum ne de o cesaret edebiliyordu. Nasıl oldu bilmiyorum söz yarışmaya geldi. Hasan “Biliyor musun ? ” dedi, ” Yarışmayı kazanan, maarif müdürünün yeğeniymiş.” dedi. Ben daha da afalladım, haksızlık vardı biliyordum, ama bu kadarını da beklemiyordum. ” Ne ” dedim. Hasan tekrar söyledi. Sen nerden biliyorsun dememe gerek yoktu, çünkü Hasan da benim kadar inanmıştı bu birinciliğe. Ben yenilgiyi sineme çekmiştim, ama o sindirememiş öğrenmişti. Ben çok kızmıştım. Ne dediğimi bilmiyorum, sadece su sözler kalmış zihnimde:
” Bu mu adalet, bu mu demokrasi? Kavrayamadıkları kavramı niye soruyorlar? Böyle demokrasi olmaz. Göreceksin bu ülkeyi mahvedecek. Onlara onların anladıkları dilden anlatacak demokrasiyi.” Kendime geldiğimde Hasan yanı başımdaydı ve odamdaydık. Hasan benim kompozisyonumu okuyordu kendi kendine. ” Bu burada bitmemeli, yenilmemeliyiz. ” dedi. Ben ondan daha ateşliydim. ” Evet ” dedim. ” 23 günün hesabini soracağım onlara ” Ertesi gün Hasan beni yine parka çağırdı. Gittiğimde diğer arkadaşlarda ordaydı, bir karar almışlardı, benim yazımı gazetelerinde yayınlayacaklardı. Bunun için kampanya başlatacaklardı. Çok hoşuma gitti ve kabul ettim. Ayrıca bir karar almıştık her hafta bu parkta buluşalım diye, kararımızı da gazeteden tüm halka duyuracaktık. Bu zaman içinde kampanya adına gazeteye birkaç yazı yolladım. İlk hafta gazeteden birkaç kişi daha katılmıştı aramıza. Bu haksızlık yerde kalmayacak, haksızlıklar yumağıyla örülmüş bu devlet de son bulacaktı.
Çalışmalarımız sistemli şekilde devam etti. Gazeteye fakslar, mektuplar,telefonlar gelmeye başladı, park daha da kalabalıklaştı. Bu işin mimari olan Hasan ve ben her defasında halka hakkı anlattık. Haksızlıklar duvarını yıkmak için uğraştık. İlk aydan 120 kişi olmuştuk. Biz karalıydık yeni bir devlet kuracaktık. Her geçen gün onar yirmişer arttı sayımız. Bize katılan ve devlet ricalinde olanlar işlerini bıraktılar.
Televizyonlara yansıdı bu baş kaldırımız. 3.ayin sonlarına doğru bir milletvekili aramıştı bizi. Bu saçmalamaya son verin diye, bu iyiye işaretti. Demek ki sesimizi devlet duymuştu bizi susturmak istiyorlardı, ancak bu telefonla olay önüne geçilmez bir şekilde büyüdü. Kasım ayinin son perşembesiydi yine parkta toplandık. Halkın yakasında rozet ağzında bizim sloganımız vardı ” Her yerde Demokrasi ” işte bu sözlerle ortalık inliyordu. O gece karar aldık haftaya karda kıyamette meclise gideceğiz ve bu geminin kaptanı biz olacağız diye. Her yere afişler asıldı, gazetelere ilan verildi, duyalar duymayanlara söyledi. Allah’ım o ne kalabalık o ne coşkuydu, her sınıftan insanlar gelmişti; köylü, esnaf, isçi, memur…
Ön saflarda öğretmenler ve cübbeli imamlar vardı. Yani ibre yine bizim hakli olduğumuzu gösteriyordu. O kalabalıkla meclisin kapısına dayandık, ilkin görüşme talebimiz reddedildi. Bizi yıldıracaklarını sanıyorlardı, ama nafile o gece meclisin önünde yattık. Ertesi gün kalabalık daha da artmış başka şehirlerden de insanlar gelmişti. Sesimizi duyuracaktık kararlıydık. Akşama doğru bir vekil geldi yanımıza, ne istediğimizi sordu, biz hep bir ağızdan “Her yerde Demokrasi” diye bağırdık, ama hiçbirimiz teke tek konuşmadık. Televizyonlarda gündemde bir tek biz vardık, 2 gün sonra başbakan bizimle konuşmayı kabul etti. Biz ” Ya iktidar, Ya ölüm ” dedik. Birkaç millet vekili de bizimle birlikte oldu. İktidar artık kan kaybediyordu. Uzun süren bu direnişin sonunda seçime gidildi. Bu defa jüri yoktu ve eşit bir seçim yapıldı. Pek tabi ki biz birinci olduk. İşte oğlum ben böyle bir devleti ortadan kaldırdım ve yeni bir devlet kurdum.