Bilim Nedir?

Sayı 45- Ocak 2015

Bilim nedir? Bilim insanın gerçeğe ulaşma çabasıdır. Genel ifadesi ile bilim gerçeğe ulaşma çabasıdır. Gerçeğe ulaşma çabası içindeki insanın var olanın edimselinin eylemine ulaşılması bilimdir. Bu tanımın ne anlama geldiğini örnekler üzerinden çözümleyerek açıklamaya çalışalım. Örneğin gözümüz var olan bir organımızdır. Bu organın edimi görmektir. Gözümüzün ediminin yani görmenin, yakına, uzağa, televizyona, karşıdan gelen kişiye, resme, denize bakmak gibi pek çok eylemi vardır. Biz gözün görme ediminden doğan eylemlerini nasıl gerçekleştirdiğini çözebildiğimiz zaman gözün yasasına ulaşmış oluruz. Böylece iyi göremediğimiz zaman neden iyi göremediğimizi, nelerin gözümüze zararlı, nelerin yararlı olacağını, gözümüzle ilgili eylemlerin diğer organlarımızı ve bütünsel olarak vücudumuzu nasıl etkileyeceğini bilir hale geliriz. Bir başka örnek olarak enerjinin yayılmasını ele alalım. Enerji var olandır fakat varlığı gizildir. Enerjinin ortaya çıkması edimdir. Bu edim suyun buharlaşması, kömürün yanması, insanın koşması ve benzeri şekillerde eylemde ortaya çıkar. Biz bu eylemlerin nasıl gerçekleştiklerini anlayıp, açıklayabildiğimiz zaman enerjinin de yayılma yasasına da ulaşmış oluruz. Bu da eylemin bilgisine ulaşmış olmaktır. Bilimsel çaba sayesinde bir şeyin ne olduğu, nasıl işlediği ve neden öyle işlediği açıklanmış olur. Böylece konu ile ilgili sorunların çözülmesi olanaklı hale gelir. Örneğin elmalar neden yere düşüyorlar? Sorusunun yanıtını bilimsel olarak kütle çekim yasası açıklar. Bu yasaya ulaşabilmek için emek harcayan kişi bilim insanıdır. Bulunan bu yasa üzerinden aletler geliştiren kişi ise teknisyendir. Bir insan aynı anda her ikisi de olabilir. Fakat sadece teknisyenlik yapan kişi bilim insanı değildir. Başka bir örnek verelim. Bir insan eğitim bilimci ise öğrenmenin ne olduğunu ve nasıl gerçekleştiğini ortaya koyan yasalara ulaşmaya çalışır. Örneğin klasik koşullanma yoluyla öğrenmenin nasıl olduğu ile ilgili yasayı İvan Pavlov ortaya koymuştur. Bu yasa insan ve hayvanın şartlanma yolu ile öğrenmelerinin nasıl gerçekleştiğini açıklamaktadır.  Bu yasayı kullanarak yüzlerce insan deneyler yapmışlardır. Binlerce makale yayınlanmıştır. Bu makalelerde konuya yeni bakış açıları getirilmiştir. Fakat yeni bir yasaya ulaşılmadığı için bunlar en iyi deneysel yöntemleri kullanmış da olsalar, en gelişmiş istatistik işlemlerden yararlanmış da olsalar, binlerce kaynaktan aktarma da yapmış olsalar klasik koşullama ile ilgili yeni bir açınım yapmadıysalar bilimsel değil teknik makalelerdir.

Bilimsel yöntem bilimsel araştırmayı dizgeselleştirerek, kolaylaştırmak ve gerçeğe ulaşmak için insanlara bir araç vermek adına geliştirilmiştir. Yani bilimsel yöntem bilimin kendisi değildir, sadece onun aracıdır. Fakat bugün gelinen noktada bilimsel yöntem bir din haline gelmiştir. Bir şeyin bilimsel olup olmadığı onun gerçekle olan ilişkisinden çok bilimsel yöntemle olan ilişkisi noktasından değerlendirilir hale gelmiştir. Ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz önem kazanmıştır. Edison’a gelene kadar bugün bildiğimiz anlamda laboratuarlar yoktu. Bugün bilimsel yöntem dediğimiz şeyin gelişmesi de 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. O zaman Arşimet’i, Sokrates’i, Platon’u, Aristo’yu, Kepler’i, Galile’yi, Bruno’yu ve daha pek çoklarına bilim insanı değildirler çünkü bilimsel yöntemi kullanmamışlardır ve yazdıkları şeyleri bilimsel dille yazmamışlardır mı diyeceğiz.

Aslında bilimsel yöntem saplantısı bilimin deney ve gözlemle yapılabileceği yanlışına neden olan duyumcu yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Bilginin kaynağını duyular olarak kabul edersek o zaman en önemli şey veri doğru şekilde toplamak ve topladıklarımızı doğru şekilde analiz edebilmek haline gelir. Duyular kişiden kişiye değişir, insanların hepsini duyular yönünden eşit hale getiremeyeceğimiz için kullandıkları yöntemi standartlaştırarak yapılan çalışmayı güvenilir ve geçerli kılmaya çalışırız. (Deney ve gözlem ispat yöntemi değildir, tecrübe yöntemidir. Bilim inanmak ve ispat ister. Aklın ispat ettiği yasayı deney ve gözlemle daha iyi öğretirsin) Oysa deney ve gözlem eksikli oldukları için zaten genel geçer bilgiye, gerçeğe yani yasaya ulaşmaya yetmez. Bunlar ancak ulaşılan gerçeğin belirlenimlerini ortaya koymakta işe yararlar. Örneğin insanların biyolojik olarak otomatik tepki verdikleri uyaranları, ikincil bir uyaranla eşleştirirsek o zaman insanlar ikincil uyarana da aynı biyolojik tepkiyi verirler yasasına Pavlov akılda ulaşmıştır. Daha sonra bunun deneyini yapmıştır. Bu gerçeğe deneyler yaptığı için ulaşmamıştır, bu gerçeğe ulaştığı için ona yönelik deneyler tasarlamış ve uygulamıştır. Yine Arşimet yıkanmayı çok sevdiği ve bol bol yıkandığı için suyun kaldırma yasasına, oylum yasasına ulaşmamıştır. Kendi aklında da var olan bu yasanın belirleniminin düşüncesini (suyun kaldırması olayının imgesini) nesne olarak kullanmış ve konu üzerine düşünerek özne nesne bütünleşmesini sağlamıştır. (Max Plank) Böylece olumsuzlamanın olumsuzlamasını yaparak kendinde var olan yasanın açınımına ulaşmış ve yasayı bulmuştur. Yasa sonsuzdur. Sonsuz olan ölçülemez. Bu nedenle matematik ve istatistik ile bilim yapılamaz. Matematik bilimin ancak ifade edilmesinde araç olarak kullanılabilir çünkü matematik nicelin bilimidir ama nicelin de tamamını hesaplamaz. Yasaya yani akla ancak akıl yolu ile ulaşılabilir ve akıl ancak akıl yolluyla kanıtlanabilir. Bu söylediklerimizden matematiğin önemsiz olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Bir insanın iyi bir bilim insanı olabilmesi için mutlaka iyi derecede matematik ve geometri bilmesi gerekmektedir. Çünkü aksi halde bilimsel düşünerek akla ulaşamaz.     

Bugün ise sadece ülkemizde değil, ABD emperyalizminin bilimsel hegemonya kurduğu her yerde akıl önemsizleştirilerek, uygulanımın bilim olduğu öne sürülmektedir. Bilimsel yöntem kutsanmıştır ve adeta bir din haline gelmiştir. Bilimsel yöntem ve bilimsel dil bilimin yerini almışlardır. Bilim belli bir reçete ile yapılan bir tür aşçılığa dönmüştür. Reçeteyi uygulayın siz de bilim yapın. Ülkemizde de benzer bir yapı söz konusudur. Ülkemizdeki akademik çevreler batı akademisinin silik kopyalarıdır. Batı akademisi çürümüştür. Ancak silah üretmektedirler. Nezleyi bile iyi edecek bir ilaç bulunamamıştır.  Ülkemizde büyük bilim insanı olarak adlandırılanların çoğu en iyi ihtimalle bildikleri yabancı dil sayesinde batıdan gördüklerinin çevirisini yapmaktadırlar. Bu nedenle eğer yazılan bir şey daha önce batıda yazılmamışsa yani özgünse o zaman ona kafadan uydurulmuş muamelesi yapmaktadırlar. Yeni bir kuram geliştiriyorsanız yani kendi ulaştığınız gerçekleri anlatmak için makale yazıyorsanız o zaman bu insanlar size şu kritik soruyu sorarlar: “Bu yazdıklarınla ilgili kaynakların nerede?” Yani söylenmek istenen neden ünlü bilmem kim şöyle demiş, ünlü bilmem kim böyle demiş, bence de bunlar şu şu anlama gelir gibi şeyler yazman gerekiyor, yoksa sen kimsin ki yeni gerçeklere ulaşıyorsun? Burada şu soruların yanıtlanması gerekiyor: Eğer bu daha önce bir yerde yazılmadıysa ve bunu ben bulduysam o zaman nereden kaynak gösterebilirim? Kuram geliştirmiş olan insanlar illa Batılı ve ölü olmak zorunda mı?  

Özellikle sol eğilimli aydınlarımızın ve bilim insanlarımızın bilimle ilgili yanlışlardan biri de bilimde her şeyin yanlışlanabilir olduğu önermesidir. Aydınlarımızın bu önermeyi kabul etmelerin nedenlerinden biri şeriat korkusudur. Değişmeyen gerçeklerin olduğunu ve bilimin amacının bunlara erişmek olduğunu kabul etmemektedirler. Çünkü değişmeyen denilince bunu dinsel dogma olarak algılıyorlar ve bunu kabul ederlerse dinci olarak yaftalanabileceklerinden korkuyorlar. Oysa yanlışlama ve olumsuzlama arasındaki farkı bilmedikleri için bu tuzağa düşüyorlar. Yanlış olan zaten yok olmak zorundadır. Olumsuzlama ise o güne kadar ulaşılmış olanı da kapsayarak daha üst bir noktaya varmaktır. Örneğin bir çiçek olumsuzlanarak meyve olur. Meyvenin içinde çiçek vardır. Meyve çiçeğin yanlışlanması değildir. Fakat çiçek çürümüşse yani yanlıştaysa o zaman zaten meyve olamaz yok olur. Bilim kendinden öncekileri yanlışlayarak değil onları kapsayıp aşarak gelişir. Sayı bilgisi olmadan diferansiyel denklemler kurulamazdı. Diferansiyel bulunduğu için sayılar yok edilmemiştir. Edimsel koşullama klasik koşullamayı yanlışlamamıştır yok etmemiştir. Bu nedenle bilim insanı kesinliğe ulaşmaya çalışır. Kesin bir dil kullanmanın da bilimsel bir sakıncası yoktur. 

Özellikle eğitim bilimleri alanında ne yazık ki bilim yapılmamaktadır (kendi alanım olduğu için yakından biliyorum fakat diğer alanların da çok farklı olduklarını sanmıyorum). Yapılan akademik yükselmeyi sağlayabilmek için özellikle uluslar arası dergilerde makale yayınlamaktır. Bu dergilerde makale yayınlamayabilmek için şu yol izlenebilir: Makale yayınlanmak istenen derginin hangi konularla ilgilendiği belirlenir. Sizin bir bilim insanı olarak hangi konuyu merak ettiğinizin önemi yoktur. Kendi istediğiniz konuyu araştırırsanız bu konu hiçbir derginin ilgisini çekmeyebilir. Derginin ilgisini çekecek konu ile ilgili yapılan araştırmalar okunur. Geniş bir kaynakça oluşturulur. Yazdığınız her cümleden sonra bir kaynak gösterirsiniz. Kaynakların hepsini okumasanız da olur. Önemli olan bol bol kaynak olmasıdır. Bu konulara dair bir iki ölçek bulunur. Eğer bu tür ölçekler yoksa o zaman yurtdışından bu tür ölçekler çevrilir ve uyarlanır. Bu uyarlama çalışması da bir yayın olabilir. Ölçekler elde edildikten sonra mümkün olan en fazla sayıda deneğe bu ölçekler uygulanır. Örneklem sayısı ne kadar büyük olursa o kadar iyidir. Sonra elde edilen veriler üzerinde karmaşık, son model istatistik işlemler yapılmalıdır. Öyle işlemler olmalıdır ki bunlar makalenizi inceleyecek hakemlerin çoğu bu istatistik işlemler sonucunda elde ettiğiniz sayıların ne olduğunu anlamamalıdır. Eğer anlamazlarsa o zaman çok önemli işler yaptığınıza kanaat getirirler. Makalenizi yabancı bir dergiye yolluyorsanız ülkenizin otantik özelliklerinden, yerel kültüründen, o kültürün başka kültürlerden nasıl farklı olduklarından filan bahsetmelisiniz. Asla kesin bir dil kullanmamalısınız. Bir de kullandığınız dil bilimsel olmalıdır. Yani yazdığınız şeyleri akademisyen olmayanlar anlamamalıdırlar. Eğer anlıyorlarsa o zaman yazdığınız şeyler bilimsel değil demektir. Öyle de olabilir, böyle de olabilir tavrı içinde olmalısınız. Son olarak elde ettiğiniz verilere dayanarak fakat verilerden bir çıkarım yaparak değil, sadece o veriler ne diyorsa ona dayanarak bazı öneriler geliştirilmelisiniz. Bu önerileri yazarken de olabilir de, olmayabilir de, kültürel olarak şu şeyleri yapmak iyidir çünkü bizim kültürel değerlerimiz şunlardır bunlardır türü şeyler yazmanız gerekir. Bütün bunları yapmış olabilirsiniz fakat yapmanız gereken en önemli şey makalenizi yayınlayacak derginin editörleri ile iyi ilişkiler içinde olmaktır. Eğer editörlerle iyi ilişkileriniz varsa makaleleriniz bir şekilde yayınlanır. Eğer bununla da uğraşmak istemiyorsanız o zaman birkaç bin doları bastırıp makale bile yazmadan yayın yapabilirsiniz. Sizin için birileri makale yazar ve yükselmeniz için işinize yarayacak bir dergide yayınlar. İşin ilginç yanı bugün profesör diye gezinen ve diğer insanların yükselmeleri ile ilgili karar verenlerin pek çoğunun karar verdikleri insanlar kadar makaleleri bile yayınlanmamıştır. Yani herhangi bir gerçeğe ulaşmayı geçtim kendileri yukarıda anlatılan türden makaleler bile yayınlama zahmetine girmemişlerdir. Bizlerden erken doğmuşlardır ve bir şekilde nasılsa profesör ya da doçent olmuşlardır. Böyle bir yaklaşım içinde olan akademilerimizde bilimsel çalışmaların artması pek mümkün değildir. Artan makale sayısıdır.    

Bilimsel makalenin amacı ulaşılan gerçeğin açıklanmasıdır. Bilimsel makale kutsal veya ulvi bir şey değildir. Bilimsel makale sadece o bilim alanında çalışanların anlaması ve geri kalan toplumun hiçbir şey anlamaması gereken bir yazın türü de değildir. Gerçekten bir iş yapmayanlar, bir şey yapmadıklarının ortaya çıkmaması için anlaşılmazlık kılıfına sığınırlar. Elbette yeterli eğitimden geçmemiş insanların bilimsel bir çalışmada geçen her kavramı kolaylıkla anlaması mümkün değildir. Fakat özellikle anlaşılmaz olmaya çalışmak bir bilimsellik ölçütü değildir. Özbilinçte özgür olmayan insanların akla ulaşıp bilim yapmaları mümkün değildir. Özbilinçte özgür olan insan kendi aklına döndüğü zaman kendi aklı ile doğada var olan yasaların özdeşliğini görür. Bunu görebilmesi için kendisi ile var olan arasına ayrım koyması gerekir. Bu ayrım yoksa o zaman kişi doğanın üstüne çıkamaz. Doğanın içinde kaybolur. Bu nedenle kendisine de dönemez çünkü dönecek bir kendisi yoktur. Özgürlük kendisiyle var olanın arasındakidir. Eğer o yoksa özgürlük yok o zaman bilimsel düşüncede yok. Çünkü özgürlük verili olanı geliştirir. Var olanın bilgisine ulaştırır. Doğal bilinç bunu yapamaz çünkü doğa ile kendi arasına mesafe koyamaz. Doğal bilinç doğanın bir unsuru olmaktan öteye gidemez. Bu nedenle bilim insanlarımızın öncelikle özgürlük konusunda mücadele etmeleri gerekmektedir. Fakat ne yazık ki bilim insanlarımızın çoğu kazanacakları paralar ve yükselecekleri makamlarla ilgilenmektedirler. Yani doğal gereksinimlere takılıp kalmaktadırlar.

Özellikle toplumsal bilimlerin toplumu dönüştürebilmesi ve geliştirebilmesi için toplum tarafından anlaşılabilmesi gerekmektedir. Bu nedenle gündelik örnekler kullanılarak anlaşılması kolaylaştırılan bir metin bilimsellikten kopmuş olmaz.  Bilimin amaçlarından biri de toplumu geliştirmektir. Bunu sağlamak için de toplum tarafından mümkün olduğu kadar anlaşılır olmak gerekir. Toplum tarafından anlaşılır olmak bilimsel yüceliğimize zarar vermez.Toplumsal bilimlerde geliştirilmiş kuramlar ve ulaşılmış gerçekler insanlığın yaşanılan dönemde vardığı noktayı açıklar. Örneğin Fransız devrimi sayesinde özgürlükte açınımına ulaşılmış ve özgürlük kişinin başkalarının haklarına zarar vermediği sürece istediğini yapabilmesi olarak tanımlanmıştır. Bu tanım artık aşılmıştır. Özgürlük kavramında yeni bir açınıma ulaşmış durumdayız. Bu açınıma ulaşabilmek için önceki gelişimleri olumsuzlamak gerekiyordu. Böylece yeni ulaşılan açınım kendinden öncekileri de kapsamaktadır. Bu nedenle toplumsal bilimlerde ulaşılan nokta ancak var olan toplum ve dünya için gerçekleştirilebilir. Gelecek için büyücülük yapamayız.

Sonuç olarak gerçeğe ulaşmak zordur. Bilim yapıyormuş gibi gözükmek çok daha kolaydır. Bilim yapıyormuş gibi görünmenin en iyi yolu da batı tarafından (yani bütün toplumun bilimin merkezi olarak gördüğü yerin) kabul edilmiş bilimsel yöntem ve bilimsel dili kutsallaştırmaktır. Bu durum pipo içmeyi ressam olmak için gereklilik sanan ergenlerin özentiliğinden farklı değildir. Bilimsel yöntem ve bilimsel dil sadece bilimsel gerçeklere ulaşılmasını ve yayılmasını kolaylaştıran araçlardır. Bunların ötesinde bilimsel çalışmada bakmamız gereken bir gerçeğe ulaşılmış olup olmadığıdır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir