İKİNCİ CUMHURİYETÇİLİK
Bilindiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’ne 1980’lerden başlayan “İkinci Cumhuriyetçi” saldırısının sloganı, “Cumhuriyet demokrasi değildir; Atatürk cumhuriyet kurdu, demokrasi kurmadı” sloganıdır.
Ne yazık ki Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi CHP’nin Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçtaroğlu bu sloganı “Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız” biçiminde sürdürmektedir.
Oysa söz konusu söylemi başlatan 2. Cumhuriyetçi saldırının amacı, Atatürk’ün Türk Gençliğine en önemli emaneti olan “TÜRKİYE CUMHURİYETİ”ni değersizleştirmek idi. Birisi Eski Yunanca, öteki ise Arapça olan her iki sözcüğün aynı anlamı taşıdığını, Türk Devrimi önderlerince de hep bu anlamda kullanıldığını Türk ulusunun, Türk Gençliğinin bilgisi dışında tutabileceklerini umuyorlardı.
“Saddam’ın da cumhuriyeti var” diyen bu “ikinci cumhuriyetçi” saldırganları, Çavuşevsku’nun ya da Jivkov’un da kendi düzenlerine “demokrasi” dediklerini gözden kaçırtmakta; Saddam yüzünden “Cumhuriyet” adı değersiz olacaksa, Jivkov yüzünden demokrasi adının da değersiz olması gerektiğini gözardı ettirmeğe çabalamakta ve bu aldatmaca için her iki sözcüğün Türkçe olmamasından yararlanmaktaydılar.
Dahası, bu sloganı başlatanlar, kendilerine bir ad takınmak durumunda kalınca, bula bula ancak “ikinci cumhuriyetçi” adını bulmuş ve bu adı takınmaktan utanmamışlardı.
Siyaset, bilim, hukuk, basın, demokratik kitle örgütleri kuruluşları ve bu kuruluşların üyeleri, “Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak” söyleminin, Atatürk’ün Türk Gençliğine emaneti olan “CUMHURİYET” kavramına ve cumhuriyetin, yani demokrasinin gerekleri olan Atatürk ilke ve devrimlerine yapılan “ikinci cumhuriyetçi” saldırısını çağrıştırdığını gözönüne almalı; Cumhuriyet ve demokrasi sözcüklerinin aynı anlamı taşıdığını vurgulamalı; “Cumhuriyet demokrasi değildir” söylemine başvuran siyasal kişilik ve kurumlara gerekli açıklama ve uyarıda bulunmalıdırlar, kanısındayım.
ATATÜRK’E SAYGISIZLIK GİRİŞİMLERİ
Bir ulusu ve yurdunu kurtaran, devletini kuran kişiye saygısızlık edenler yalnız değerbilmez değil, o ulus, yurt ve devlet için tehdittirler.
Atatürk’e saygısızlık edenlerin Türk ulus ve Cumhuriyetine düşman olduğunu bilmeli, ama onlara kardeş kavgası çıkarma fırsatı vermemeliyiz.
Bu bilgelik bilincini sergilemek de içinde olmak üzere, Atatürk’ümüzün şu yaşamsal uyarısını da kılavuz edinmeliyiz:
“Tüm maddi ve manevi varlığını özgürlük mücadelesine vermekte gevşek davranan uluslar, mücadeleyi gerçekten göze almış sayılamazlar”
“DİKTAYA HAYIR! BİRLİĞİ” GÜÇLENDİRİLEREK, TÜRK BAĞIMSIZLIĞI VE CUMHURİYETİNİN ESENLİĞİ İÇİN SÜRDÜRÜLMELİDİR.
19 MAYIS, “ULUSAL KURTULUŞ”UN ANCAK “ULUSAL EGEMENLİK”LE, YANİ “DEMOKRASİ”YLE SAĞLANABİLECEĞİNİ SİMGELER!
“Eğer Atatürk biraz daha uzun yaşamış olsaydı, Türk Demokrasisi bugünkünden daha ileri düzeyde olurdu. Çünkü Atatürk, ulusal egemenlik düzenini pek çok politikacıdan daha doğru, daha tam bilmekteydi.” Prof. Dr. Geoffrey Lewis (İngiliz Türkolog)
Cumhuriyetimizin 75. Kuruluş yıldönümü dolayısıyla 1998 Yılında tanınmış İngiliz Türkologu Profesör Geoffrey Lewis ile Atatürk üzerine yaptığım görüşmede, bugün hâlâ ve ne yazık ki çok daha büyük ölçülerde doğrulanan yukardaki gözlemi yapmıştı.
Prof. Lewis Atatürk’ün üstün bir asker olmanın ötesinde, “özünde bir bilgin olduğunu”, “en çok hoşlandığı şeyin ciddi eleştiri olduğunu” vurguluyordu.
1950 sonrası Türk siyasal gelişmelerini de izlemiş olarak şu gözlemlerini ekliyordu:
“Atatürk’ün başta gelen özelliği, bence Türk politikacılarının bugün bile anlamadığı bir husustur: Atatürk’ün anladığı özüyle parlamenter demokrasi!
“Sanırım bunun en kötü örneği 10 yıllık Demokrat Parti döneminde görüldü. Demokrat Partililer Meclisin muhalefet yanından gelen eleştirilere hiçbir saygı göstermediler. “Biz hükümetiz; biz ne istiyorsak o olacaktır!” deme yolunu tuttular.
“Türkiye’de parlamenter düzenin muhalefet işlevini, günlük yaşamda özgür basının, olağanüstü bir durumda da Genel Kurmay’ın üstlenmesinin nedeni budur.
“Türkiye’de “Olmaz, olmaz; çok ileri gittin!” diyen son muhalefet çizgileri bunlar oldu. … Umuyor ve diliyorum ki … daha çok sayıda politikacı kendi görevlerinin muhalefetin eleştirilerini dinlemek ve yeri geldiğinde “Haklısın, bunu düşünmemiştim” demek ve zaman zaman bir araya gelerek herkes için ne gibi yararlı önlemler alınabileceğini konuşmak olduğunu anlamış olsunlar.
“Bugüne değin bir bölümü dışında, geniş politikacı kesiminin henüz bunu anlamış olduğunu sanmıyorum.
“Eğer Atatürk biraz daha uzun yaşamış olsaydı, Türk demokrasisi bugünkünden daha ileri bir düzeyde olurdu.”
!!! …
Ö. Ozankaya, Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti, T. İş Bankası Yay.
CUMHURİYET VE ATATÜRK DÜŞMANLIĞINI ETKİSİZ KILMAK İÇİN ANLATILMASI GEREKLİ BİR BÖLÜM GERÇEKLER…
Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının maskesini indirip etkisiz kılmak için, İslam tarihinin şu dört gerçeği, sürekli olarak Türk ulusunun bilgisi içinde bulundurulmalıdır:
1)”Biz Kur’anı, anlayasınız diye Arapça indirdik.”(Zuhruf Sûresi, Âyet 3) Demek ki her halk Kur’anı kendi dilinde okumalıdır ki, gerçekten anlayabilsin;
2) “Ben Arabım, ama Arap benden değildir” (Enel arabi ve lâ arabi minni) (Peygamberin Hadisi)!;
3) “Araplar sapkınlık (küfür) ve bozgunculukta (münafıklıkta) en ileridirler; onları geçen yoktur” (El Â’râb eşeddü küfren ve nifaken ve ejderu.) (Tevbe Sûresi, Âyet 97); Arap halk kitleleri, bugün de yerli ve yabancı sömürgenler boyunduruğunda büyük çoğunlukla bu durumda değil midirler?;
4)”Bilim iki türlüdür: nesnelerin ve ondan sonra dinlerin bilimi.” (Peygamberin hadisi) (El ilmü ilmani; ilmül ebdani ve sümme ilmül edyan.). Burada hem maddi gerçekliğin (en geniş anlamıyla doğanın) incelenip anlaşılmasına öncelik verilmekte, hem de din konusunda yalnız bir dinin de değil, başka dinlerin de incelenmesi ve karşılaştırılmasına açık olduğu, kendisinin elçisi olduğu dinin bu karşılaştırmalardan güçlenerek çıkacağına işaret etmektedir.
İslam dinine ilişkin hepsi de özgür ve eleştirel düşünmeyi geliştirici olan bu temel gerçekler ulusumuzun geniş kitlelerinin bilgisinde sürekli olarak tutulursa, ulusal siyasal kültürümüz din sömürüsüne de, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığına da geçit vermeyecek bir olgunluk düzeyine yükselir, görüşündeyim.
O zaman Atatürk’ün gösterdiği ve dini de saygın yerine yücelten hedefe ulaşılabilecektir:
“İnsanlıkta dine ilişkin duygular, bilimin ve tekniğin ışıklarıyla dupduru olup yücelmelidir. Bu olmadıkça, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.”
Bknz.: Ö. Ozankaya, ATATÜRK VE LAİKLİK, CEM Yay.
ATATÜRK TÜRKİYE’SİNE TARİKATÇILIK SALDIRISININ GERÇEK ANLAMI
“Tam cahillik” ve onu hem kullanmak, hem de sürdürmek üzere elele vermiş dış ve iç sömürgecilik!
Dış sömürgeci, maşa yapmak üzere içerdeki sömürgen, orta-çağcıl örgütlenmeleri besleyip kullanarak; hem yurdumuzun kentleriyle, kasaba ve köyleriyle, doğal ve tarihsel zenginlikleriyle varlıklarımızın bilgisizlik eşliğinde yıkılıp yok olmasına yolu, ortamı hazırlamakta; hem ulusun en iyi yarısı kadınları, yani anne, teyze, kız kardeş ve kızlarımızı insan bile saymayan ortaçağ artığı, İslam düşmanı hainleri yapay olarak saygın konumlarda tutturmakta, hem de dönüp bize ne denli geri, ne denli bilinçsiz ve bilgisiz, ne denli yeteneksiz olduğumuzu, Anadolu gibi insanlığın 12.000 yılı bulan tarihsel varlıklarla dolu bir ülkeye layık olmadığımızı söyleyip bizi yurdumuzdan yoksun kılmaya hazırlık yapmaktadır:
Diyarbakır’ımızın güzelim özdeyişiyle “Hem yüzümüze karayı çalmakta, hem de elimize aynayı vermekte”dir!
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı’nın başında ulusumuzu bu yolda uyarmıştı: 3 Ocak 1920 günü Ankaralılara verdiği konferansta aynen şunları söylüyordu:
“Düşmanlarımız ulusumuza ve yurdumuza saldırmak için ulusumuz hakkında çıkardıkları iki iftiraya dayanıyorlar:
- “Sözde Türk ulusu başka dinlerdeki halklara yaşama hakkı tanımıyormuş: bununla bize “zalimlik” suçlamasında bulunuyorlar!
- “Sözde Türk ulusu bağ biçiminde girdiği yerleri iki günde dağa çeviriyormuş. Bununla da bizi yeteneksizlikle suçluyorlar.
“Doğru olsa, her iki durum da ulusumuzun bağımsız yaşama hakkını elinden alır.” (Bknz.: Özer Ozankaya , Cumhuriyet Çınarı, Mustafa Kemal’i Atatürk Yapan Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.)
Bugün yeniden bir yandan cahil yerli işbirlikçileriyle yurdumuzun her bölgesinde çevre kıyımı niyetliğinde altın vb. maden çıkarımı yaparak doğamızı yok ederek, yeraltı, yerüstü su kaynaklarımızı zehirleyerek bize bu yurda layık olmadığımız suçlaması yapılmasına ortam hazırlamaktalar.
Bir yandan da Ortaçağ artığı koyu cahillik yuvası tarikatları (El Kıbrısileri, Kaplanları, Fethullahları …) beslerken, içerde de örneğin kadınları insandan saydırmayın bir zalimliği İslam dininin gereğiymiş gibi dayatan tarikatçıları iktidarı ve muhalefetiyle en üst siyasal kadroların saygın din adamı gibi ulusa sunmalarını sağlamakta, yerlisi ve yabancısıyla elele vermiş bu sömürgecilerin Türk ulusuna zalimlik suçlaması yapılmasını kolaylaştırmaktalar …
Yüz yol sonra bugün, Atatürk Cumhuriyeti’nde Türk ulusuna ve Türk yurduna yapılmak istenen, işte yine tam da bu kötücüllüktür.
Ama yüz yıl önce Türk ulusuna yenildikleri gibi, bugün de Atatürk Cumhuriyetini özünden benimsemiş olan Türk ulusunun bu kez de ilk yapılacak genel seçimlerdeki oylarıyla yine yenileceklerdir!
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCENİN “SÜREKLİ İLERLEME” SAĞLAYICI NİTELİĞİNİN KAYNAĞI:
Atatürkçü Düşüncenin sürekli ilerleme/gelişme sağlayıcı niteliği, bilimsel yöntemin “geçerlilik ölçütleri”nin, aynı zamanda demokratik yönetimin, yani ulusal egemenlik düzeninin meşruluk ölçütleri olduğunun bilincinde oluşundan ileri gelmektedir: “Yaşamda en doğru kılavuz bilimdir!” saptaması, bu bilincin anlatımıdır!
Türk ulusu da içinde olmak üzere bütün insanlığı bunaltan sömürgecilik, en seçkin bilim kurumlarında bile BİLİMSEL YÖNTEMİN GEÇERLİK ÖLÇÜTLERİ olan nesnellik, araştırıcılık, kavramların açıkça tanımlanması, öz eleştiri, birim ile bütünlüğün, tarihsel boyut ile eş zamanlı çözümlemenin birlikteliğinin aynı zamanda demokratik yönetimin meşruluk ölçütleri olduğunu SAKLAYARAK, bu gerçeğin öğretim ve eğitimini engelleyerek sömürü ve baskıyı sürdürmektedir.
Türkiye’de Atatürk, “YAŞAMDA EN DOĞRU YOL GÖSTERİCİ BİLİMDİR. BİLİMİN DIŞINDA KILAVUZ ARAMAK AYMAZLIK VE SAPKINLIKTIR!” derken, bilimsel yöntemin geçerlik ölçütlerinin ülke yönetiminde aranması gerekli meşruluk ölçütleri olduğunun da bilincini sergilemekteydi.
Yerli ve uluslararası sömürgeci güçlerin Atatürk düşmanlığının temelinde, Atatürkçü Düşünce’nin insanlığa bu bilimsel yöntemin aydınlığını kazandırmakta olması yatmaktadır.
Bknz.: Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal’i “Atatürk” Yapan Uygarlık Tasarımı CEM Yay.
ATATÜRK’TEN UNUTULMAZ UYARI: ULUSAL EGEMENLİK OLMADAN ULUSAL BAĞIMSIZLIK DA, YURT GÜVENLİĞİ DE OLAMAZ!
Atatürk’ün, tüm SÖYLEV boyunca “ulusal bağımsızlık” ile “cumhuriyet”i, yani ulusal egemenlik yönetimini, yani demokrasiyi eş anlamda kullandığını, Cumhuriyet, yani ulusal egemenlik yönetimi olmadan ulusun bağımsızlığının da olamayacağını uyardığını görmemiz ve hep vurgulamamız gerekir.
Bu uyarının doğal gereği olarak bilinmelidir ki, bir ulus ve yurt için en büyük tehlike, seçtiği temsilcilerinin yolsuzlukları yabancı devletlerce belgelenerek, onların elinde güdülme durumuna düşmeleridir.
ATATÜRK BUNU DA UYARMIŞTI:
“Padişahlarla, halifelerle yönetilen ülkelerde yurt ve ulus için en büyük tehlike, padişah ve halifelerin düşmanlarca satın alınmalarıdır. Bu, çoğu kez kolaylıkla sağlanabilmiştir. Meclislerle yönetilen ülkelerde ise en yıkıcı durum, kimi milletvekillerinin yabancılar adına ve çıkarına çalınıp satın alınmalarıdır… Bunun için ulus, vekillerini seçerken çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır.”
Büyük önder Cumhuriyeti Türk Gençliğine emanet bırakırken de buna dikkat çekmişti:
“Bütün bu durumlar ve koşullardan daha üzücü ve daha korkutucu olmak üzere, ülke içinde yönetim erkine sahip olanlar aymazlık, sapkınlık, dahası hâinlik içinde bulunabilirler. Hatta bu erk sahipleri, kişisel çıkarlarını ülkeye saldıran düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler. Ulus yokluk ve yoksulluk içinde yıkılmış, bitkin düşmüş olabilir.
“Ey Türk geleceğinin çocukları! İşte bu durum ve koşullar altında da ödevin, Türk bağımsızlık ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Gerekli olan güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.”
Bknz.: Ö. Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal’i “Atatürk” Yapan Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.
GÖÇ ÜZERİNE DÖRT DİLDE UYARI!
Milyonlarca insanın ölümüne, kıt’alar ölçeğinde ülkelerin yerle bir olmasına neden olan İki dünya savaşının sorumlusu Batı Avrupa ve ABD, şimdi, yine Rusya’yla birlikte, üçüncü kez bir büyük savaşa insanlığı sürüklemeğe çalışıyor!
Almanca öğrenirken Alman özdeyişlerini/ atasözlerini de öğreniyordum. Savaşların kitle ölümleri yanında yol açtığı kitlesel göçlerin de suçsuz insanlar için ne anlam taşıdığını anlatan bir özdeyiş de vardı aralarında.
“Yeni bir ülke çoğu kez ilk gelene (kuşağa) ölüm, ikinci gelene (kuşağa) sıkıntı, üçüncü gelene (kuşağa) ekmek veriyor.” diyen bu özdeyişi, Almanca, İngilizce ve Fransızcasıyla Rus, Ukrayna, İngiliz, Amerikan, Fransız, Alman ve de Atatürk’ün tüm uyarıları içinde “Yurtta ve dünyada barış!” çağrısını da kulak ardı eden Türk (!?!) politikacılarına ve halklarına anımsatmak istiyorum:
“Die neue Welt bringt oft dem ersten den Tod, dem zweiten die Not, dem dritten das Brot.”
“The new world often brings death to the first, hardship to the second, bread to the third.”
“Le nouveau monde apporte souvent la mort au premier, les difficultés au second, le pain au troisième.”
“YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!” diyen Atatürk’’ümüzden başka kime “Dünya Önderi” denebilir ki!?!
3 MART 1924: KİŞİ DEĞİL, ULUS EGEMENLİĞİ DÜZENİNİ KURAN YASALARIN 98. YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN!
3 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren ve aynı anlama gelmek üzere “demokrasi ya da laiklik yasaları” diye adlandırılan yasalar, gerçekte “ulusal egemenlik” düzeninin zorunlu gereklerini yerine getirmişlerdir: siyaseti, hukuku, kamu yönetimini ve eğitimi laik niteliğe kavuşturmak, demokratik meşruluğun, yani ulus egemenliği düzeninin zorunlu gereğidir!
3 Mart 1924 günlü yasalar bu zorunluluğu yerine getirmek üzere yapılıp yürürlüğe konulmuş demokrasi devrimi yasalarıdır:
1- Halifeliği kaldıran yasa
2- Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye Vekâletini (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı ile Genel Kurmay Bakanlığı’nı) kaldıran yasa (yerlerine Cumhuriyet hükümetine bağlı Genel Kurmay ve Diyanet İşleri Başkanlıkları kurulmuştur!)
3- Eğitim ve Öğretim Birliği sağlayan Yasa
Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün özgür ve uygar uluslar topluluğu içindeki yerini, bu yasalar üzerinde yükselen laik (=demokratik) siyasal, hukuksal, eğitsel, toplumsal ve kültürel kurumlar sayesinde ve onlar ayakta bırakıldığı ölçüde alabilmiştir.
Cumhuriyete, yani “ulusal egemenlik” düzenine karşı olan orta-çağ düzeni yandaşları ve onları besleyip kullanan sömürgeci Batılı devletler, 1924 yılına gelindiğinde, henüz kaldırılmış olmayan halifelik makamına bir rol yaptırmaya koyulmuşlardı: İstanbul basını ile birlikte “Halifelik gibi bir manevi zenginliği elimizden çıkarmayalım!” diye yaygara koparıyorlardı. İngiliz sömürgesi Hindistan’dan, Halifeliğin kaldırılmaması yolunda çağrılar işbirlikçi İstanbul basınında yayınlatılıyordu!
Ama halifelik kurumunun ulusal egemenlik ilkesiyle, insan hak ve özgürlükleri ile, hukuka bağlı devlet anlayışıyla, ulusal bağımsızlıkla, kadınların toplumda eşit insan onuruna sahip yurttaşlar olarak yer almasıyla, … bağdaşmadığı konusunu tartışmaya hiç girişmiyorlar, bu kurumun Kurtuluş Savaşı’nda sömürgeci işgalcilerle ulusa karşı işbirliği yaptığını unutturmak istiyorlar, halk yığınlarının yüzlerce yıllık bilgisizlik ve edilgenliğine güveniyorlardı.
Tıpkı 98 yıl sonra bugün, ABD/AB sömürgeci saldırısının adı olan BOP’un iç ve dış ajanlarının açık ve örtülü olarak yapmakta oldukları gibi!
O gün ve bugün sömürgeci maşalarının utanmazca saldırdığı Atatürk ise ulusunu aydınlatmaya çalışıyordu:
“Efendiler, yabancılar halifeliğe saldırmıyorlar. Ama Türk ulusu saldırıdan kurtulamıyor… Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta, İngiliz bayrakları altında Türklerle vuruşanlar islam uluslarıydı. (Sömürgeci düşmanlar) Türk ulusuna kolaylıkla saldırabilmek için halifeliğin (bugün de ‘tek adam’ yönetiminin!) devam etmesini yeğliyorlar.”
Özetle, Cumhuriyetin ilânını engelleyemeyen, ama tezelden yıkmak için pusuda yatanlar, halifelik kurumunu neye mal olursa olsun sürdürmek için çabalarda ve etkinliklerde bulunuyorlardı. Bu amaçla birdenbire herkesten çok “Cumhuriyet” yani “ulusal egemenlik” yandaşı kesilmişler, kurdukları partiye de, hem de “İlerlemesever (Terakkiperver) Cumhuriyet Partisi” adını vermişlerdi!
Ama halifeliğin sürmesini istiyor, halifeyi siyasal erk konumuna getirmeğe çalışıyorlardı!
Tıpkı günümüzde Türkiye de içinde olmak üzere sömürülen ülkelerde, düne değin “Demokrasi kâfir düzenidir” diyerek İslam adına ulusal egemenlik ilkesine ve Cumhuriyet ilkelerine savaş açanların, Siyaset Batısı’nın “Ilımlı İslam” aldatmacası arkasında sözde demokrasiyi benimsemiş görünmeleri, ama şeyhlik, tarikat örgütlenmesi, dinsel hukuk, aşiret, ‘hanedan’, kadınların toplumdan dışlanması, eğitimin mahalle mektebi ve medrese ilkelliğine geriletilmesi … ve bunları yürütebilmek için ‘tek adam yönetimi’ gibi tümden baskıcı, çağdışı, sömürücü kurum ve uygulamaları sürdürmekte oluşları gibi.
Bu oyunu bundan doksan sekiz yıl önce görerek bozan Atatürk, onlara ilişkin değerlendirmesini SÖYLEV’de şöyle belirtir:
“Efendiler, … gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyetin ilânı günü ona en acımasız biçimde saldıranların başında, cumhuriyetçi olduklarını öne sürenlerin yer aldığını görerek şaşıracaklarını hiç sanmayınız! Tersine, Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşünce yapılarını çözümleyip saptamada hiç de duraksamaya düşmeyeceklerdir.
Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın halife sanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zorunlu kılan bir devlet biçiminde, cumhuriyet yönetimi ilân edilse bile, onu yaşatmaya olanak yoktur.”
Bugün “Millet ittifakı” oluşturarak “Tek adam” baskıcılığından ulusumuzu ve devletimizi kurtarmak üzere birlikte çalışmaya karar vermiş olan siyasal partiler yönetimleri, 28 Şubat 2022 günü bu amaçla yayınladıkları bildiride ulusumuzun kurtarıcısı, demokratik devletimizin kurucusu, bütün uygar insanlığın saygı duyup yücelttiği, kendi siyasal parti başkanlıklarını da borçlu oldukları Mustafa Kemal Atatürk’ün adında birleştiklerini bildirilerinde belirtmeliydiler. Bunu yap(a)mamakla, “6”lı Birliğin sağlamlığına, güvenilirliğine gölge düşürmüşlerdir. Ulusumuzu ve yurdumuzu “tek adam” yönetiminin yıkımlarından kurtarmakta gerçekten kararlı iseler, bu gölgeyi tezelden kaldırmalıdırlar.