Bağımlılık, bir insanın içinde taşıdığı garip bir duygu olsa gerek. Bir insan neden ve niçin herhangi bir nesneye bağımlı olma ihtiyacı duyar, bu ise çeşitli nedenlerden kaynaklanan sozial, psikolojik, ahlaksal ve eğitimsel yargı ve yanılsamalardan doğan doğal bir süreçtir. Hayvanlarda, özelikle kedi ve köpeklerde ise bağımlılık sadakat duygularından daha derine giden bir önsezgiye dayalı bir davranış biçimi olduğu için sahibine gösterilen sevgiden çok barınma, koruma, … vs. gibi bir dizi davranışların toplamından doğan bir bütün olarak karşımıza çıkar. Kavramı biraz daha açarak detaylara girmek istersek bağımlılık, özgür düşünme ve davranma yeteneğinden yoksun klamak ve bırakılmak demektir. Burada birey, kendi kişiliği ve karekterine uygun davranamadığı için, kendini bağımlı hissetme duygusu ve güdüsünü harekete geçirerek yaşama yolunu dener.
Sanayileşmenin insanlığa dayattığı zorunlu şehirleşmeye paralel olarak insanlık bir dizi pozitif gelişmelere rağmen, bir çok alanda da gelişmesini dengeleyecek gücü ve yeteneği yaratamadığı için mutlak prensiplere dayalı somut gelişmeleri yakalayamamıştır. Feodal dengelerin olumlu yansılmalarını kaybederek şehirlerde daha iyi yaşama umuduyla yığınları yaratarak toplumu yeni sorunlara gebe bırakmıştır. Burada kendi sozial ve psikolojik sorunlarını çözemeyecek veya bu sorunlarla daha önce karşılaşmayan insanlık, bu sorunları çözecek eğitimden ve bilgiden de yoksun olduğu için, her adımını atışında bu sorunları “demoklesin kılıcı” gibi tepesinde hissetmiştir.
Zamanla bu sorunlar öyle karmaşık bir boyuta erişmişki, konuyu meslek edinen uzmanlar bile toplumsal bunalımlara çare bulamamışlardır. Burada yanlızlaşan, ya da yanlız olduğunu hisseden insan, ya bunalımlardan bunalımın kollarına, ya da çaresizliğine boyun eğerek yaşamak zorunda kalmıştır. Ya da yeni yaşam biçiminin, talihin ve kaderin cilvesi olarak görüp durma alternativ yaratamamanın acısıyla kıvranarak yaşamayı öğrenmiştir. Arabesk bir dille, bu durum izah edilecek olunursa beterinde beteri var diyerek kendi tesellisini kendi yüreğinde bulmağa çalışmıştır.
Sorunlar yumağından kurtulamayanlar, kurtuluş yolu bulamayanlar ise bunalım ve krizlerin son aşaması olan; “depression” girdabında boğularak yok olma kervanına katılmışlardır. Yani bunlar diğer bir ifadeyle toplumun “gidici” sınıfına katılmışlardır. Günlük dilde ölmek üzere olan birisine gidici denildiği için önemini yitirmekte olan, ya da ayrılmak üzere olan birisine de böyle bir adlandırma getirilir. Adlandırmalar nasıl olursa olsun, bir toplumun bütününü oluşturan bu gruplar nesnellik aşamasından kurtulamadıkları için çareyide bireysellikde aramışlardır. Bireysellik (indvidualite) ise, bir yönüyle çözümsüzlüktür aslında. Kendisiyle başbaşa bırakılan birisi yeterli bilgi ve beceriden de yoksun bıraktırıldığı için çözüm yerine çözümsüzlük üretmiştir, ya da başka çıkış yolları, seçenek arama yoluna gitmiştir. Bu yeni arayışlar ise, kişiyi geliştirme yerine geriye döndürerek feleğini şaşırtan yollara saptırmıştır zamane insanını. Bunlardan en önemlisi, hatta birincisi ise, kesinlikle “bağımlılıktır”. Aşağıda sıralanan bağımlılık türleri genel bir geçerlilik oluşturduğu için hem psikolojik, hem tıbbi, hem de sosyal yönlerden sadece bir kaç çeşididir bağımlılığın. Bağımlılığında çeşitli şekilleri ve türleri olduğu için, şimdi konuyu biraz daha açarak akademik bir tanımlamanın yanısıra günlük hayata giriş şekline de bir göz atalım:
1. Doğal ve doğuştan insanın yapısında bulunmayan yabancı ve zararlı bir maddenin herhangi bir şekilde vücuda girmesine, zamanla alışkanlık edinilerek bu maddenin sürekli kullanılması ve alınmasına,
2. Zamanla bağımlılık yapan maddenin bir yaşam biçimine dönüşerek, kişinin kendi yaşamını idame ettirmesini zorlaştıran, engelleyen veya tamamen yok eden,
3. Yaşamasının devamını, maddi ve manevi yönden örseleyen, hırpalayan, inciten, sosyal ve psikolojik olarak çevreye uyumu zorlaştıran her türlü alışkanlıklarada bağımlılık diyebiliriz.
Bağımlılık, bütün bu adlandırmaların ötesinde psikolojik bir durum olarak tanımlanırsada yanlış olmaz. Burada bir kişinin genel psikolojik durumu olan; var olma, hissetme, düşünme ya da bir eylemde bulunarak, başka bir insana, bir sosyal kurum veya gruba, bir maddeye (alkol, ilaç, uyarıcı ve uyuşturucuya) tamamen ve yarı bağımlı olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalmasıdır. Günümüzde ise bağımlılık alkohol ve uyuşturucu ve uyarıcı kullanımın dışında tekniğin (hight tech) başdöndürücü hızına paralel olarak özellikle çocuklar ve gençlerde görülen ve hastalık olarak tıp tarihine geçen bilgisayar, atari ve playstation gibi oyun aletlerine aşırı bir bağımlılık göstererek amaç dışı bir kullanıma yönlendirilmektedirler. Bu oyunları geliştiren ve pazarlayan sanayi ise para ve kar güdüsünün dışında bir amaç belirlemediği için en az hükümetler kadar suçlu bir konumdadır.
Bu kadar genel bilginin dışında, asıl olarak bu denemenin yazılmasına sebep olan durum ise, Frankfurt am Main Şehiri’nin Ana Garı’nda hergün karşılaştığım uyuşturucu ve alkohol bağımlılarının içler acısı görüntülerinin bu metropoldeki dramalarıdır. Nasıl oluyorda, hergün milyonlara imza atan bu dünyanın en büyük para merkezlerinden biri olan kentte insanlar böyle bir sefilliğin kucağına itiliyorlar. Doğal olarak hiç bir insan ne sokakda yaşamak ister, ne de yoksulluk içinde. Bir insan bu duruma gelene kadar bir çok evrelerden geçerek düşüş kulvarına yönelir. Zengin sömürge ülkelerinde yoksulluğun artmasının ana nedenlerinden birisi işsiz kalmaktır. İşsiz kalmak demek, toplumdaki sosyal kariyerin ve karizmanın da geldiği son nokta olarak belirleyicidir. Yoksulluk kariyerinde ikinci aşama ise ayrılıkların sebep olduğu gerçeklerden birisidir. Sosyolojik bulgulara göre Almanya da ve dünyanın zengin sömürgeci ülkelerinde işsizlik kadar, ayrılıkların ve boşanmaların da kişinin toplumsal çöküşünde önemli bir yere sahip olduğunu belegelemktedir.
Böyle bir durumda boşluğa düşen bir insan ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissettiği için halk arasında “vurdumduymaz” olarak algılanan psikolojik bir bunalım sürecine girdiği için, önce sosyal çevresinden uzaklaşarak başka negativ yollara sapıyor. Kendini bunalım eşiğinde yanlızlaştıran birey kez çareyi yapay kurtarıcılarda arayarak önce çakırkeyif mayhoşluk eşliğinde alkohol ve uyuşturucunun kollarına bırakarak geçici keyflerle mutlu olduğu, kendini mutlu hissettiği duygularına kapılarak kendi sonunu hazırlıyor. Bu yapay alışkanlıklar belirli bir süreçten sonra bağımlılık elbisesini ebediyen sırtına giyerek, kişiyi ya yaşayan bir ölü ya da ölmek üzere olan bir canlı olmanın dışında bir işe yaramıyor. Bu duruma gelmiş bir insan için uyuşturucu maddelerin dışindaki hiç bir etken etkileyici olamıyor maalesef. Bundan sonra ya garların bir köşesinde koluna şırınga vururken, ya da Kuzey’in uzun soğuk gecelerinin ayazında son bulan bir yaşamın dramasıdır geriye kalan. Arkasından üzülecek kederlenecek birilerinin olmaması ise belkide ölmekten daha beter olan başka bir dramadır zengin metropollerin bir köşesinde biten bir yaşamdır geriye kalan. Belediyenin kimsesizler mezalığında bile yeri olmayan bu insanlar moratoryumlarda yakılarak bir kavanoz içinde ebedi olduğu belli olmayan bir ebediyeti taşırlar kendilerini… Her yıl böyle insanlardan yüzlercesi Batı’nın Başkentleri’nde telef olarak hayattan göçüp giderler sessizce. Zamanında onlarda bizim gibi birer insan olmanın iniş ve çıkışlarıyla yaşadıkları yaşam “zindan” denen ev olarak yüzünü göstermiştir şimdi onlara. Onlar, ne Afrika’nın yoksul ve susuz köylerinde, ne de Sahara Çölü’nde, ne de Çad denen ülkede açlıktan değil de, zenginliğin merkezlerinde ruhları yoksullaştırılarak sömürülerek yok edilmektedirler. Devlet Baba ise fötr şapkasını takarak ve bıyık altından sinsice ve tısıl tısıl gülerek bir kişi daha yok oldu çok şükür diyerek şükranını göstermektedir gerçek yüzünü. Krizlerde büyük talancı bankaları kendi menenjerlerinin sürüklediği bataklıtan halkdan alınan vergilerle kurtaran zenginleri “devlet” diye adlandırdıkları gerçek teröristler ise hep birlikde şampanya, konyak ve viski eşliğinde yoksulların ölümünü sevinçle kutlamaktadırlar.
İşte metropoldeki sona eren zenginlik bazen böyle dramatik bir sona da çıkarabilir kendini. Eğer, kişi krizleri ve bunalımları aşacak kapasite ve bilgi donatımından uzak bir kişiliğe sahipse. Yaşam burada noktalanırken anlaşılmaz duygulara tercüman olacak birilerinin olmaması ruhlara giren üzüntüler olarak kalandır geriye. Bir zamanlar mutlu olmak ve yaşamak için gösterilen gayretler ve çabalar kendi kendine anlamsızlaşarak yerini fetret dönemine bırakan bir durgunluğa doğru akıp gitmektedir böylece… Yaşam bütün alışkanlıklarıyla , düşünceleriyle, istekleriyle, ruhiyatıyla ve fiziki yaşayışıyla sadece yaşanmamış sevgiler olarak kalıyor geriye sona erişlerde aslında. Yaşamda ilişkiler ve mutluluk ya kesin bir ayrılık, ya da sevgiyle örülen bir bağ olarak düğümlenmemiş ise durum gerçekten iç açıcı değildir. Bir çok insan ve aile sadece bu yüzden mutsuzdur ve yaşanılan ilişkiler cehennemin yeryüzündeki diğer adıdır aslında
O halde gelin bağımlılığı yüreğimize işlenen kanevçelerin figürleri olarak bağlayalalım. Ancak bu yolda yürümeğe başladığımız andan itibaren negatif bağımlılıklardan positif bağımlılığa yatay bir geçiş yapacağımızı unutmayalım. Eğer yarin yanağından gayrı herşeyi paylaşabilecek ortamı ve kapasiteyi yakalarsak hastalıklı bağımlıliklardan, sağlıklı bağımlıklara kavuşma yolunda hem kendimize, hemde içinde yaşadığımız topluma daha faydalı olacağımızı unutmayalım.
Gelnhausen, den 9/10. Mart 2010/ Almanya