Aylak Adam

Sayı 46- Nisan 2015

Aylak adam deniz kenarındaki patikada telaşsızca ilerliyordu. Şimdi beş yüz otuz dokuzuncu adımdı attığı.

Beş yüz kırk, beş yüz kırk bir…

Arada bir kafasını kaldırıp denize bakıyor ve tekrar dikkatini aylak adımlarına veriyordu. Bugün sahil yolu çok da kalabalık değildi. Karşısına yaşlı bir pamuk şeker satıcısı, pamuk şekerleri ailesine gösteren küçük bir çocuk, bir de denizin kenarındaki koca taşlar üzerine tüneyip balık tutmaya çalışan üç yaşlı adam çıkmıştı sadece. Bu durumu sevdi çünkü kalabalıklardan hiç de haz etmezdi. Kalabalıklar dikkatini çok çabuk dağıtır, kafasını allak bullak ederdi.

Beş yüz altmış beş, beş yüz altmış altı…

Gündüz dokuz civarlarıydı ve insanlar bu saatte caddedeki yolu kullanırlardı. Birbirleriyle göz teması kurmamaya çalışan, aceleci, yabancı suretler…

-Simiit! Simiiiit!

Kafasında denge noktasını bulup koyduğu tepeleme simit olan tepsiyi bir eliyle tutarken, diğer elini de ağzının yanına koyup alabildiğine bağırıyordu simitçi:

-Taze simiiit!

Beş yüz yetmiş sekiz…

Dikkatinin dağılmasına mahal vermek istemeyen aylak adam kafasını denizden yana çevirdi. Bugün öyle çok sevmişti ki denizi… Taptaze, kararlı güneşin bir demet tutamı denize bir rota belirlemişti. Pırıl pırıldı gökyüzü ve deniz. Denizden esen o tatlı esintiyi içine çekti kocaman. İçine çektikçe yenileniyordu adeta. Ona eşlik eden ne simitçi, ne de patikada ilerleyen başka insanlar olsun istiyordu. Refakatçilerini martılar ve deniz üzerindeki irili ufaklı tekneler olarak belirlemişti bile. Ama kendini ne martılarla bir tutuyordu ne de teknelerle. Ne kanatları vardı, ne rotası, ne de cesareti. Sadece yürüyordu işte.

Beş yüz doksan yedi…

Bir an duraksadı ve kenardaki taşların üzerine oturdu. Yoldan geçen iki mülteci çocuğu iyice izlemek istiyordu çünkü. Bir tanesi altı-yedi, bir tanesi üç-dört yaşlarında iki çocuktu. Büyük olan baştan aşağı siyahlar giymişti. Ayaklarındaki pabuçlar öyle yıpranmıştı ki, bir tanesinin önünden büyük bir parça kopmuştu ve çıplak parmakları yere değiyordu. Biraz daha küçük görünen kırmızı kazaklı diğer çocuk ise çıplak ayaklarıyla önündeki çocuğa yetişmeye çalışıyordu. Elleri ve ayakları kir pas içindeydi. Aylak adam bu iki çocuğun geçişini izledi ve yavaşça doğruldu oturduğu yerden. Altı yüzden devam edecekti şimdi. Oysa içinin daha da ağırlaştığını hissetti aylak adam ve adımları daha da aylaklaştı.

Güneş etkisini daha da gösteriyordu artık ve iyiden iyiye ısındığını hissetti. Bahar geliyordu artık buralara. Gözü martılara takıldı ve o da uçabilmeyi diledi tam o anda. Şu aylak bedene sahip olmadan, dilediğince uçabilmek… Bembeyaz kanatlarıyla kah havalanıp, kah alçalan martılar ona nispet yapıyor gibiydi. Bu anlık hayalin ulaşılmazlığı ve saçmalığı canını sıktı ve derin bir iç çekti.

Altı yüz yirmi bir…

Bunca dilek, bunca hayal, bunca duygu ve düşünce iyiden iyiye sıkıyordu canını. Hiçbir şey yapmıyor, hayal kuruyordu sadece. Hep kuşlara özenmişti ama bir ağaçtan başkası da olamamıştı. Köklerini salmıştı iyice bulunduğu çorak topraklara. Ancak meyve vermeyen, her mevsim yapraklarını döken yalnız bir ağaç… Belki de deniz demeliydi kendine. Her şeyi içine atmaktan derinliklerinde birçok şey barındıran, herkesin geçip de çoğunu fark edemediği, kimi zaman hırçın; kimi zaman durgun koca bir deniz. Ancak hemen vazgeçti bu düşüncesinden. Kendini denizle de bir tutamazdı. Deniz saygın ve sonsuzdu çünkü. Deniz denizdi işte.

Üzerinde her zamanki kıyafeti olan bıkkınlık vardı. Bu kıyafeti yalnızca uyurken çıkarıyordu ve her nasılsa sabah uyandığında bıkkınlığa bürünmüş oluyordu.

Altı yüz otuz iki…

Patikadan ayrılıp, caddeye çıkabilmek için küçük bir parkın ortasından geçti. Taptaze çimlere ayakkabıları ile basmak bile kendini taze hissettirmeye yetti.

Bin üçüncü adımda anahtarlarını çıkarıp, dairesinin kapısını açmış, içeri girmişti. Üç adım gecikmiş olduğundan oldukça gerildi. Nerede aksatmıştı bu üç adımı? Saat onu bir geçiyordu. Hemen mutfağa geçip kendisine bir kahve hazırladı. Acı kahvesini yudumlarken hiçbir şey hissetmeden, hiçbir şey düşünmeden öylece aylak aylak oturabilmeyi diledi aylak adam.


[*] Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi RPD 2. sınıf öğrencisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir