Anahtar kelime: Sultan Galiyev, Galiyevcilik, Sultangalievscina,
Soltangaliefçelek, Mirsäyet Xäydär ulı Soltanğäliev
“Doğu’dan korkuyorum diye cevap verdi Kazbek;
orada insanlık hemen hemen dokuz yüzyıldır derin bir uykuda”
Lermontov
Mirseyit Sultangaliyev!.. Ceditçi Eğitimci, Türkçü, Komünist, Müslümancı, Ulusal sol veya Millî komünizm düşüncesinin kurucusu, Kumandan… Bunların hepsini görüşlerinde toplayan, eklektizmi temel yaklaşım yapan bir siyasetçi, sosyolog, kuramcı ve önder. Ulusal sol veya millî komünizm görüşünün kurucu önderi.
Attilâ İlhan’a göre, “Avrasya’da dolaşan bir hayalet!”
Modern dönemde ilk sosyalist devrimi yapan ülke olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) devrimin Lenin, Troçki ve Stalin ile SSCB’yi kuran önderlerden biri.
Kurtuluşu (hâlâ) Batı proletaryasından bekleyen zamane sosyalistlerinden, “sosyalizmin Batı proletaryasının işine gelmeyeceğini, dolayısıyla onların devrim yapamayacaklarını” savunarak, hâlâ önde olan, gerçekçi ve özgün bir sosyalist.
Çağdaşı Atatürk gibi “mazlum milletlerin dayanışmasını” savunan bir vizyoner. Devrimin (ve insanlığın) geleceğinin Doğu halklarının oluşturacağı “sömürgeler enternasyonali”ne bağlı olduğunu dile getiren, böyle olmasa Rus devriminin de tıkanacağını bilen bir kâhin[1].
Sultangaliyev,[2]ezilen ulusların ayrı, özerk, farklı bir yoldan bağımsızlıklarını koruyarak, emperyalizme karşı birleşmelerinin önemini vurgulayarak, ancak bu şekilde Doğu halklarının sosyalizme yaklaşacağını, doğal kaynaklarını Emperyalist talana kapatarak, Batı emekçilerini devrime zorlayabileceğini gören biriydi. O bu öngörülerinde, dünya doğal kaynaklarının % 65’i üzerinde oturan dil, kültür, tarih ve coğrafya birliği olan Türk dünyasının dünya devrimi açısından stratejik öneminin farkında olan bir stratej idi.
Kendisi ve ailesinin birçok bireyi, savunduğu görüşlerinin “fincancı katırlarını ürkütmesi” sonucu sürüldüler ve yok edildiler. 1990 yılına kadar kendi ülkesinde yasaklı, Türkiye’de bilinmeyendi. Erol Cihangir, Arif Acaloğlu ile hazırladıkları “Sultan Galiyev Davası” adlı kitabında şunları yazmıştır: Sultangaliyev adı telaffuz edildiğinde, üniversite gençlik kitlesinin iradesini ellerinde tutanların bir kısmı gençliğin komünist olacağı, diğer bir kısmı da Turancı olacağı vehmine kapılmışlardı. Her iki tarafın korku ve vehimlerini kökten bertaraf etmek için hareket eden 12 Eylül cuntacılarının ilk yaptıkları işlerden biri Sultangaliyev ile ilgili yayınları yasaklar listesine almak olmuştur.[3]
Stalin, önce Troçki ve Buharin’i, saf dışı bırakmış, Lenin’in ölümünden sonra da Sultangaliyev’i bir takım komplolarla ortadan kaldırmayı başarmıştır. Onun bedeni yok edildi ama görüşleri “hayalet” olarak dolaşıyor. Onu yok edenlerin muhteşem heykelleri yerlerde sürüklenir, lanetlenirken…
Batı sömürgeciliğine, yayılmacılığına ve bu yayılmacılığın örtülü tuzağı “Avrupa Birliği” ve “Büyük Ortadoğu Projesi”ne karşı onun görüşlerinden hareketle bugünlerde Birleşik Avrasya veya Şanghay Ülkeleri projesi hayata geçirilmiştir.
Türkiye’de sol, Sultangaliyev’e hak ettiği ilgiyi göstermemiştir. Üşümezsoy’un[4] da saptadığı gibi Türk solu, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı Türkleri ayaklandırmak için kullandığı Pantürkizm düşüncesinin etkisinde kalarak, Türk dünyasının sistemden kopma mücadelesi olarak Avrasya’da Türk devrimi ve Türk jeostratejisi kavramlarını dışlamıştır.
Sultangaliyev bir komünist olduğu için olsa gerek, Türkiye’de sağ düşünürler de Sultangaliyev’e ve onun düşüncelerine yakın zamana kadar ilgi göstermemiştir. İlgiyi soğuk savaş döneminde ABD araştırmacıları (Benningsen gibi) gösterdi. Oysa Atatürk, 29 Ekim 1933’te Sovyetler Birliği’nin şimdi dost olmakla birlikte, ileride dağılabileceğini, dolayısıyla Türk dünyası ile ilgilenilmesini önermişti.
Mirseyit Sultangaliyev’in Hayatı
Sultangaliyev, 1892 yılında bugünkü özerk Başkırdistan sınırları içinde Sterlitamak bölgesindeki Kırmıskalı kasabasına bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Haydargali (Haydar Ali), annesinin adı Aynilhayat idi. On iki kardeşi vardı. İlk eğitimini öğretmen olan babasından aldı. Herkes gibi o da gerekli dini bilgileri almıştı ve on beş yaşlarında her yönüyle tam bir milliyetçi idi. Babasından Rusça öğrendi. Ayrıca Arapça, Osmanlıca ve Farsça hakkında da bilgiye sahiptir. Kazan’daki Tatar Pedagoji Enstitüsü’ne girer. Rus dili ve edebiyatı okur. Bu okuldayken, genç devrimcilerle ilişkisi başlar. Marksizm’in ilk temel bilgilerini bu okulda alır. Orada aynı zamanda halkın kurtuluşu için, Rus devrimci hareketleriyle de işbirliği yapmanın gerekli hatta zorunlu olduğunu düşünür.Sultan Galiyev bu okulu bitirdikten sonra (birincilikle bitirir) bir süre öğretmenlik yapar ve daha sonra Ufa Belediye Kütüphanesinde çalışmaya başlar. Buradan ayrılan Galiyev çeşitli gazetelerde çalıştıktan sonra 1915’te öğretmenlik mesleğine geri döner. Öğretmen iken “Savaşçı Tatar Sosyalist Örgütü”nü kurar. İlk eşi Ravza ise “Müslime Kurtuluş Hareketi”nin lideridir.[5] Bir ara Bakü’de bulunan Galiyev, Azerbaycan Ulusal Hareketine katılır.
1917 Şubat Devrimi esnasında Bakü’de bulunan Sultangaliyev, Azeri lider Neriman Nerimanov’un yanında yer almış, Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği için çağrılmış olduğu Moskova’ya gitmiş ve kongrenin bitiminden sonra Kazan’a (Tataristan) geçmiştir. Sultangaliyev Kazan’da Müslüman Sosyalist Komitesi’ne katıldı (Muskom). Bu komitenin lideri Molla Nur Vahidov’du ve ilerleyen günlerde Galiyev’e rehberlik edecekti.
Sultangaliyev, Komünist Parti hiyerarşisi içinde en yüksek dereceli Müslüman haline geldi. 1918 yılında Molla Nur Vahidov’un Kazan’ı işgal eden Çek lejyonerleri tarafından öldürülmesi (?) Sultangaliyev’in önünün açılmasına sebep olmuştu. Fakat Vahidov’un öldürülmesi Sultangaliyev’in mücadelede yalnız kalmasına da sebep oldu. Galiyev, Komünist Parti içerisinde daha ziyade Müslümanlarla ilgili görevleri üstlenmiştir. Bunlar Merkezi Müslüman Komiserliği üyesi, Müslüman Askeri Kollegiyumu başkanı, Narkomats’ın resmi yayın organı Jizn Natsionalnostey’in editörlüğü idi. Dolayısıyla Komünist Parti içinde sağlam bir yere sahipti ve devrimde en önlerde yer almıştı. 1923’te ilk defa tutuklandığında devrime yaptığı bu hizmetler gerekçe gösterilerek serbest bırakıldı.
Sultangaliyev, 1920 yılında değişik ülkeler için komünist aydın ve yönetici yetiştirmek üzere açılan “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi” (KUTV) rektörü ve öğretim üyesiydi. Bu dönemde Türkiye’den öğrencileri de olmuştu. Bunlardan bazıları; Şevket Süreyya (Aydemir), Nazım Hikmet ve Vala Nurettin gibi isimlerdir.[6]
Rus Bolşeviklerin iç savaştan başarılı bir şekilde çıkmasından sonra Rus liderler arasında özellikle Lenin’in hastalanmasından sonra egemenlik mücadelesi başladı. Stalin bu mücadeleyi kazanan kişi oldu. Stalin bu mücadele sırasında Sultangaliyev’i de kendisine rakip olarak görüyordu.
Sultangaliyev, gerek bu gelişmeler gerekse Bolşeviklerin eski Rusçu politikalarına dönmeleri sonucu Zeki Velidi (Togan), Tursun Hocayev, Baytursunev ve daha başkaları Moskova’da gizli olarak bir toplantı yaparlar ve gizli bir örgüt kurarlar. Diğer yandan Galiyev’in Türkiye ile de temasa geçtiğini görmekteyiz. Zeki Velidi ve diğerlerinin kurduğu bu gizli teşkilatın adı “İttihat ve Terakki”dir (Türkiye’deki değil). Bu teşkilatın üç amacı vardır. (1) Türkleri, Sovyet idaresinde stratejik yerlere getirmek. (2) Türklerin öğrenim kurumlarında belli bir yer işgal etmelerine çalışmak. (3) Basmacılar[7] gibi anti Sovyet ve antikomünist milliyetçi teşkilatlarla işbirliği kurmak. Stalin, Sultangaliyev’i Ankara’nın casusu olmakla suçlar ve 4 Mayıs 1923’te tutuklanır. Ancak 19 Haziran 1923’te serbest bırakılır…
Defalarca tutuklanır. Her tutuklu bulunduğu süre içinde kendisine akla hayale gelmeyecek işkenceler yapılır.[8] 9 Aralık 1928’de tutuklanır. İki yıldan fazla sorgusu sürer ve binlerce sayfa ifadesi alınır. İdama mahkûm edilir ve on yıllığına Sibirya’daki çalışma kampına gönderilir. İzleyicilerini tespit etmek için 1934’te şartlı tahliye edilerek Saratov’da zorunlu ikamet ettirilir. 1937’de yeniden tutuklanır ve Kazan’a getirilir.[9] [10] Hakkında siyasi linç kampanyaları düzenlenir. 8 Aralık 1939’da SSCB Yüksek Mahkemesi Askeri Kurulu’nun kurşunlanarak idam edilmesi ve kişisel mallarının müsaderesi kararı verilir. Nihayet, 28 Ocak 1940 sabahında Lefort Hapishanesinde, Stalin’in emriyle gelen istihbarat örgütü KGB şefi Beria tarafından bir iskemleye bağlı olduğu halde hunharca öldürülür. Mirseyit Sultangaliyev’in ikinci eşi Fatıma, 1937 yılı sonlarında bir gece yarısı alınıp götürülür ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Oğlu Murat 19 yaşındayken, askere gitmek üzereyken Arça civarındaki ruh hastalıkları hastanesine götürülür ve bir daha buradan çıkamaz. Kızı Gülnar, 1949 yılında Lubyanka’ya çağrılarak, Krasnoyarskiy taraflarına, (kocasının bütün engelleme çabalarına rağmen) sürgüne gönderilir ve bir gardiyanın tecavüz etmesi sonucu bunalıma girerek kendini asar. İlk eşi Ravza’dan olan kızı Reşide de rahat bırakılmaz. Onu da kocası ve çocuklarından ayırarak 1948’de Sibirya’ya sürerler. Altı yıldan fazla ormanda ağaç keser. Stalin’in ölümünden sonra geri döner. Döndüğünde kocası tekrar evlenmiş ve bir oğlu da feci şekilde ölmüştür. O da ikinci oğlunu arayıp bulur ve onunla teselli bularak 1975 yılına kadar hayatını sürdürür. Kız kardeşi Züleyha Haydargaliyeva 26 Şubat 1990’da yazdığı bir mektupta şunları dile getirmektedir [11]: “… ben ağabeyime 1935 yılında Saratov’a para göndermiştim, çünkü o zaman ağabeyim ciğerlerinden rahatsızdı ve tedavi olmak için sanatoryuma gidecekti, hapishaneden yeni çıktığı için parası yoktu. Beni sorguya çektiklerinin ikinci günü çalıştığım işten çıkardılar. Ben iki çocuğum ile işsiz, parasız, ekmeksiz ortada kaldım. O zaman ben Ufa’daydım. Ondan sonraki günler benim için çok feci oldu. Kendi uzmanlık alanımda hiçbir işe almadılar…” Sadece Sultan Galiyev değil, birçok akrabası ve benzer görüşü paylaşanlar da yok edilmiş, sindirilmiştir.
Sonuç olarak, Sultangaliyev, Türkiye de çok az bilinen, döneminin en büyük kuramcı, devrimci, milliyetçi ve eylem adamlarından biridir.
Ülkesinde (Tataristan) hâlâ çok sevilen Sultangaliyev’in 1992’de doğumunun 100. yılı kutlandı. Sovyet Yüksek Mahkemesi 30 Nisan 1990’da aldığı kararda üzerine atılı suçların zamanın gizli servisinin düzmece belgeleri olduğu için aklanmasına karar verdi. Komünist Parti Galiyev’in onurunu iade etti. Adı Kazan’da bir meydana verildi.[12] Bu meydana heykelinin dikilmesi planlanmaktadır.
Sultangaliyev’in Bazı Görüşleri
Sultangaliyev hakkında Türkiye’de en kapsamlı çalışmaları yapan Halit Kakınç, Hürriyet Gazetesi’ndeki bir röportajında onun hakkında şu saptamayı yapıyor: “Sultan Galiyev bugün hâlâ önemini koruyor. Geleceğe yönelik projeksiyonları, inanılmaz derecede sağlıklı. Daha 1928’lerde ‘‘SSCB mutlaka yıkılacak, çünkü yüzyılın en namuslu fikrinin yerine ırkçılığı, Rus milliyetçiliğini koydular’’ diyor. Stalin’in ‘tek ülkede sosyalizm’ fikrine karşı çıkıyor. Troçki ile yolları da “devrim Batıya ihraç edilmeli” yaklaşımına katılmadığı için ayrılıyor. Sultan Galiyev, “Batının asla sosyalist olamayacağını, emperyalist mirasını terk edemeyeceğini” söylüyor.
Gerçekten de Batının özellikle kültür kodlarına bakıldığında eşitlikçilikten uzak, bireycilik merkezli olduğu dikkat çeker. Batı sömürülen ülkelerden edinilen gelirin bir kısmını kendi işçi sınıflarına dağıtarak uluslararası işçi dayanışmasının önünü de kesmiştir. Bunu Irak işgali sırasında da görmek mümkündür. Amerikan işçileri Bağdat’ta her bomba patlayışını, birahanelerde kadeh kaldırarak “oley” naralarıyla kutlamışlardır. Batı ile Doğu birçok yönden farklıdır. Bu farklılıklar günümüzdeki sonuçları da doğurmuştur.
Aşağıdaki ifadeler Sultangaliyev’in “Görüşlerim” başlıklı makalesinden alınmıştır[13]:
“Yerkürenin halkları arasında sosyal ve hukuksal ilişkilerin analizi, bir hususu ortaya koymaktadır: Çağdaş insanlığı oluşturan milletler, sayı, sosyal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki düşman kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplardan birisinde, insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30’unu oluşturan ve tüm yerküreyi, altında ve üzerindeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır. Diğerinde ise insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir deyişle ‘efendi’ halkların ekonomik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır.”
”Efendilerin kendi medeni dillerinde ‘uygar’ olarak adlandırılan ve birinci kampa mensup olan halklar, insanlığın kölelikten, cehaletten ve sefaletten kurtarılması ile görevlendirilmişler… İkinci gruba mensup olan halklar ise onların dillerinde ‘vahşi’, ‘yerli’ ve bu tür ibarelerle tanımlanmakta olup, birincilerin ‘bilimsel’ görüşlerine göre; “Efendi halkların çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmışlar!” Yerliler ve vahşiler ise kendi kelime bagajlarının yoksulluğu veya bilim yoksunlukları yüzünden ‘medeni’ halkları tanımlayabilmek için özel terimler üretememişler ve bunları yalnızca ‘köpekler’, ‘eşkıyalar’, ‘cellâtlar’ veya benzer yakışıksız ve anlaşılmaz sıfatlar kullanarak tanımlama yoluna gitmişler.”
”Avrupa ve Amerika’nın ‘medeni’ halkları, ki yerkürenin diğer kısımlarına da yayılmakta ve genel olarak ‘Batı Halkları’ diye adlandırılmaktalar, birinci kategoriye aittirler. Asya, Afrika halkları ile Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş olan Avustralya ve Amerika’nın yerli halkları da ikinci kategoriye girmektedirler.”
”Bu iki grup arasındaki ilişkileri irdeleyerek şu noktayı tespit etmiş bulunuyoruz: Batı halklarının, sömürge veya yarı sömürge halkları ile ilişkileri, tam bir kölelik ilişkileri niteliğindedir.”
”Batılı halkların teknolojik ve kültürel gelişmelerini etkileyen birtakım tarihsel ve doğal coğrafya koşulları, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan halklar arasında ekonomik ve kültürel ilişki araçlarının, diğer bir deyişle uluslararası ulaşım yollarının ve askeri stratejik mıntıkaların, bu halkların eline geçmesini sağlamıştır. Bu durum, Batı-Doğu medeniyetlerine mensup bulunan halklar arasındaki uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerde tüm inisiyatifin onların ellerinde birikmesi için zemin oluşturmuştur.”
“Avrupa’nın teknolojisi ve kültürü, tarihin belli bir aşamasındaki varoluş mücadelesi sırasında, söz konusu aşamada, onların üzerine çökmüş bulunan ve zamanının dünya efendileri olan Müslüman Asya ve Afrika halklarının teknoloji ve kültürüne kıyasla, daha güçlü bir direnç ve rasyonalizm sergilemiştir ki, bu da onların diğerlerini ezmelerini ve gereken üslerin işgal edilmesinden sonra, etkilerini Asya ve Afrika kıtalarına yaymalarını sağlamıştır.”
”Dünya ticaret yolları, pazarlar ve hammadde kaynakları, küçük istisnalar dışında, Batı halklarının ellerine geçmiştir. Batı halkları, kendi ulusal kölelik sistemlerini, ki feodalizm dönemindeki toprak köleliği sistemi aslında köle ekonomisi olduğu gibi kapitalizm döneminde de sınıf baskısı bir tür kölelikten, insanın insan tarafından fakat bu sefer farklı bir biçimde istismarından başka bir şey değildir, Siyah ve sarı kıtalardaki kendi sömürgelerine de taşımış ve bu kölelik sistemine uluslararası bir nitelik kazandırmışlardır. Böylece, bu kıtaların halkları, fiiliyatta, kendi ülkelerinin zenginlikleri üzerinde mülkiyet hakları olmayan ve ‘medeni’ efendilerinin (metropolya halklarının) refahları için çalışan birer köle durumuna gelmişlerdir.”
Sultangaliyev, aynı makalenin Türkiye ile ilgili pasajlarında ise şunları yazmaktadır:
“Türkiye: Bu ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu’nun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu ülkede yeni baştan sağlıklı bir ulusal canlanma süreci yaşanmaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye’nin ulusal kalkınmasına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken dersleri vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler. Eğer, 400 yıl önce Rus Çarları, Kazan’ı, Kuzey Türklüğü’nün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının cesetleri üzerinden geçerek Doğu’ya doğru ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün için de Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğu’ya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türkleri -Osmanlıları- yenmek zorundalar. Batılı halkların Doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı?.. Batılı halklar, Asya ve Afrika’daki durumu gerçek anlamda kontrol altına alabilmek için Türk-Osmanlı savaşçılarının cesetlerinin üzerinden geçmek zorundalar… Türkleri zayıflatmak; Balkanlar’ı, Mısır’ı, Arabistan’ı, Mezopotamya’yı Türklerin ellerinden almak için Avrupa yüzyıllar boyunca mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye’yi sindirmek kısmet olamadı. Olamayacaktır da… Türkiye yaşıyor ve yaşayacaktır. Türkiye, yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Ortadoğu’ya da hayat verecektir.”
Sultangaliyev’in “Görüşlerim” adlı makalesinde SSCB ve sosyalizmin geleceği hakkındaki yorumu da ilginç ve öğreticidir:
”Son Rusya Devrimi deneyiminden hareketle bu sonuca varıyoruz ki, Rusya’da iktidara hangi sınıf gelir ise gelsin, bu ülkenin eski ‘ihtişam’ ve ‘gücü’nü hiç kimse yeniden geriye getiremez. Rusya, çok uluslu bir devlet ve bir Rus Devleti olarak kaçınılmaz olarak parçalanmaya ve bölünmeye doğru gitmektedir. Sonuçta iki şeyden biri olacaktır:”
”Ya Rusya kendi ulusal parçalarına ayrılarak birkaç yeni ve ulusal devlet oluşacak… Ya da Rusya’daki Rus hâkimiyetinin yerine ulusların ortak hâkimiyeti gelecektir. Diğer bir deyişle, Rus halkının tüm diğer halklar üzerindeki diktatoryasının yerine, bu halkların Rus halkı üzerinde diktatoryası gerçekleşecektir!”
”Bu ikilem, koşulların oluşturduğu tarihsel bir zarurettir. İhtimaldir ki, birinci şık gerçekleşecektir. İkincisinin gerçekleşmesi halinde ise bu durum, birinciye geçiş için yalnızca bir basamak teşkil edecektir. Bugün SSCB adı altında yeniden kurulmuş olan eski Rusya, uzun ömürlü değildir. Geçici ve muvakkat bir şeydir.”
SSCB’nin geleceği konusunda Atatürk de 29 Ekim 1933’te şu düşünceleri dile getirmiştir:
“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (dış Türklerin) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”[14]
Sultangaliyev, Tatar bir Müslüman ve ulusalcı komünist olup, İslam sosyalizminin özelliklerini vurgulayan, Avrupa’da yaygın olan sınıfsal mücadele ve proletarya diktatörlüğü ile ilgili klasik Marksist teoriyi değiştirmeye kalkan ve “üçüncü dünya”ya önem veren ilk Asyalı sosyalisttir.[15]Marksizm’i kendi ülkesinin toplumsal yapısına göre yorumlayarak özgün bir katkı getirmiştir.
“On altı yaşındayken mükemmel bir dinsiz olduğunu” yazan [16] ve “Tataristan Allahsızlar Cemiyeti”ni kuran Sultangaliyev, daha sonra “Müslümanlara Yönelik Din Karşıtı Propaganda Metodları” adlı eserinde, İslamiyet’in gerici olduğu şeklindeki düşünceleri reddetmekte ve İslamiyet’i insan ile toplum arasında dengeyi kuran bir örnek olarak değerlendirmekteydi… Yüz yıldır İslam dünyası Batılı emperyalistler tarafından sömürülmekteydi ve İslam dini onlar tarafından bastırılıp ezilmişti. Bu sebepten İslam dini emperyalizme karşı bir din olabilirdi.[17]
Sultangaliyev’in büyüdüğü ortam ve koşullar onun kişiliğini olduğu kadar siyasal görüşlerini de etkilemiştir. Bu ortamda Gaspıralı İsmail önderliğinde gelişen Cedid hareketi, Çarlık Rusyası karşıtı yüzlerce yıllık Tatar direnişinin ruhu, yoksulluk ve yaygınlaşan Bolşevik hareketi etkilidir. Sultangaliyev büyürken Tataristan aydınları Cedidcilik, milliyetçilik ve sosyalizmi tartışıyorlardı.[18] Sultangaliyev’in hayatı ve mücadelesinde bunların izleri görülür.
ATATÜRK, SULTANGALİYEV ve NERİMANOV
Mustafa Kemal, Sultangaliyev (Tataristan), Neriman Nerimanov (Azerbaycan) ve Turar Rıskulov (Kazakistan) gibi çağdaş liderler aynı tarihlerde birbirine yakın düşünceleri dile getiriyorlardı. Ortak noktaları “mazlum milletlerin kurtuluşu” üzerinde düşünmeleri ve çalışmalarıydı. Attilâ İlhan, Atatürk’ün anti-emperyalizm tezinin önemli ölçüde Galiyev’in “ezilen halklar” düşüncesinden esinlendiğini ileri sürmektedir.[19] Nerimanov ise Mustafa Kemal’i “şark inkılâbının başı” olarak nitelemektedir.[20],[21]
Sultangaliyev ile Nerimanov’un Moskova’da Ağustos 1919’dan Mayıs 1920’ye kadar “Doğu Halkları Komünist Teşkilatları Merkez Bürosu”nda birlikte çalıştıkları bilinmektedir.[22] Sultangaliyev, 27 Şubat 1929’da Komünist Parti Merkez Kontrol Komisyonuna verdiği ifadesinde de Nerimanov ile 1915’ten beri tanıştıkları ve 1923’te de yazışmakta olduklarını belirtmektedir.[23]
Birinci Paylaşım Savaşının sonlarına doğru Türkiye ve Rusya ilginç biçimde yakınlaşmıştır. Bunun nedeni Çanakkale’yi geçemeyen İngiliz emperyalizminin yardım edemediği Çarlık Rusyasında Bolşevik devriminin yapılması ve iktidara komünistlerin gelmesidir. Komünistler, emperyalist politikalar karşısında ve emperyalizmin saldırısı altındaki Türkiye’nin Bağımsızlık Savaşını desteklemişlerdir. Türkiye ile yakın dostluk kurulmuştur. İngiliz emperyalizminin Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan oluşturmaya çalıştığı “Kafkas seddi”nin yıkılışı da bu ilişkiye dayanır.
1918’de Türk Ordusunun Azerbaycan’a girerek Azerileri Ermeni komitacılardan kurtarması[24] ve ardından Kurtuluş Savaşına Azerbaycan’ın katkısını da burada kaydetmek gerek. 17 Mart 1921 yılında da Mustafa Kemal Bakü büyükelçisi Memduh Şevket Bey aracılığıyla Nerimanov’dan borç para istemektedir. Nerimanov derhal bir milyon altın lira gönderir ve yazar: “Paşam, kardaş kardaşa borç vermez, elinden tutar!”[25]
İstanbul hükümetine rağmen bağımsız Azerbaycan’ın Ankara hükümetiyle ilişki kurması aynı zamanda Ankara hükümetinin tanındığı anlamına gelmekteydi. Böylece Türkiye’yi tanıyan ilk ülke Azerbaycan, ikincisi de Sovyetler Birliği olmuştur.[26],[27]
Emperyalizme karşı Türkiye’nin bağımsızlığı için Azerbaycan’ın yardımları sürmüştür. Değişik tarihlerde doksan katar petrol, iki katar benzin, onbir katar gazyağı gönderilmiştir. 1922’de de dokuz bin ton gazyağı, 350 ton benzin gönderilmiştir. Kurtuluş Savaşında Türkiye petrol sıkıntısı çekmemiştir.[28]Azerbaycan, Kars ve civarında katliam ve tecavüzlere uğrayan halka yardım için “Kardaş Kömeği Müslüman Cemiyeti Hayriyesi” adlı bir yardım kuruluşu oluşturularak yaraları sarmaya çalışmışlardır[29]. Azeriler bununla da yetinmemiş, Kars’ta kurulan Cenubi Garbi Kafkas Cumhuriyetinin de arkasındaki güç olmuşlardır[30].
Sovyet Rusya ile ilişkinin kurulmasında Azerbaycan devlet başkanı Neriman Nerimanov ve Galiyev’in önemli katkıları olmuştur.[31] Nerimanov ile Azerbaycan üzerinden Rusya’ya giden Türk heyetinden Rıza Nur arasında şöyle bir konuşma geçer:[32]
“Biz üç Cumhuriyet arasında bir birlik kurmak üzereyiz. Yeni Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ve belki buna Dağıstan da dâhil olacak. Bu hükümetler arasında oluşacak birlikle Türkiye arasında bir ittifak oluşturmak istiyoruz.” Rıza Nur sorar:
“Bu ittifak kime karşı olacaktır?”
“Emperyalizme karşı!”
“Nereden gelecek emperyalizme?
“Her taraftan gelecek olana.”
Nerimanov Rusya’da varolan hükümetin dağılması halinde emperyalist bir hükümetin kurulacağını düşünüyordu. Nerimanov’un bu düşüncesi Sultangaliyev ve Mustafa Kemal’de de vardı. “Ulusal sorun” üzerinde Lenin ve Galiyev anlayışının Stalin döneminde Rus şovenizmi tarafından tahrip edilmesi,[33]Ayrıca Rusya’daki Türk kökenli büyük bir kitlenin varlığı da Stalin yönetimini Türkiye’den uzak durmaya yöneltmiş olabilir. Atatürk’ün Sovyetler Birliği’ne karşı mesafeli davranmasının sebeplerinden biri de bu olabilir. İlişkilerin “sağlam” temellere oturtulamamasının sonucu, Atatürk’ten sonra Türkiye’nin yeniden rotayı Batıya kırmasında Rusya içindeki Türk toplumlarının büyük nüfusu etkili olmuştur, denilebilir. Bu vesile ile not etmek isterim: Rusya’nın en büyük korkusu olan Pantürkizm, Türkiye’den değil, kendi içindeki, Hun, Göktürk ve Altınorda Devletlerinin bakiyesi Türklerden kaynaklanmaktadır.
Nerimanov, “Lenin ve Şark” adlı kitabında “eski Türkiye büyük Avrupa jandarmalığının çirkin emelleri karşısında ölüp gitti. Şimdi yeni devrimci Türkiye kuruldu” der. Nerimanov, “Türkiye ancak bizim ve ezilmiş Asya halklarının yardımı ile emperyalizmin boyunduruğundan kurtulabilir ve o zaman emperyalist güçlere “ben bundan böyle hasta adam değilim diyebilir,” diyordu.[34]
Sovyetler Birliği ile çok yakın ilişkiler kurulmuştur. Büyük Taarruz sırasında Sovyet komutanlar Atatürk’ün yanındadır. İstanbul Taksim’deki Atatürk anıtında Atatürk’ün arkasında iki Sovyet generali bulunmaktadır: Mareşal Voroşilov ve General Frunze. Frunze, 20 Aralık 1921 günü Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasıyla Sakarya Zaferi’ni kutlamış, daha sonra da Türk-Ukrayna Dostluk Anlaşması imzalanmıştı. Mareşal Voroşilov ise savaşın sürdüğü yıllarda askeri bilgisiyle savaşın taktik ve stratejisine katkıda bulunmak istemiş ve bu nedenle de Ankara’ya gelmişti. Sovyetlerin o günlerde yaptığı yardımı unutmayan Atatürk, bir jest olarak bu iki generalin heykelinin de Taksim Anıtında yer almasını istemişti.
Sultangaliyev, Yusuf Akçura ile görüşmüş ve Ziya Gökalp ile yazışmıştır.[35] Gizlice Kırgızistan, Türkmenistan, Kırım, Azerbaycan ile ilişki kurmuş, Türkiye ile ilişki için gizli şifrelerden yararlanmıştır. Bu şifreli mektuplarından biri merkez komiteye ulaştırılınca Stalin, “Yoldaş Sultan Galiyev, son derece tehlikeli bir yolda olduğunu sana haber veriyorum. O yolda daha önce Zeki Validov vardı!” demişti.[36],[37]
Nerimanov ile Sultangaliyev sosyalizm ve ulusal sorun konusunda benzer düşünüyorlardı. 1920 Baku Doğu Halkları Kurultayını birlikte örgütlemişlerdi. Kakınç,[38],[39] Sultangaliyev’in bu toplantıya gitmesinin engellendiğini yazar. 1891 delegenin katıldığı kurultaya Türkiye’den de 235 delege katılmıştır. Kurultaydaki tartışmaların önemli bir kısmı Türk Kurtuluş Savaşı üzerine olmuştur. Savaşın emperyalizme büyük darbe indireceği beklenmişti. Kurultay Ankara Hükümeti önderliğindeki kurtuluş savaşını destekleme kararı almıştı. Kurultaya başkanlık eden Zinovyev, “Türk halk hükümetinin politikası, bizim ve komünist enternasyonalin politikası değildir. Ama biz İngiliz hükümetine karşı verilen her devrimci kavgayı desteklemeye hazırız” diyordu.[40]
Nerimanov, Sultangaliyev hapisteyken kendisini Sultangaliyevcilikle itham etmelerine karşın onunla gönüldeş olduğunu söylemekten çekinmedi.[41] Ama Nerimanov da kuşkulu bir biçimde saf dışı bırakıldı. 1925’te Ermenistan ile problemli olan Karabağ’ın statüsü meselesini konuşmak üzere Moskova’ya çağrıldı ve gitti. Resmi açıklamaya göre yolda yürürken kalp krizi geçirerek öldü. Azeriler buna hiç inanmadılar. Cenazesi Azerbaycan’a verilmedi, Kızıl Meydan’da Lenin’in mezarının yanında Müslüman adetlerine göre toprağa verildi.[42],[43],[44] 1972’de Azerbaycan Devlet Başkanı olan Haydar Aliyev, Bakü’de Nerimanov’un dev bir heykelini diktirdi.[45]
Atatürk ve Sultangaliyev arasında bir ilişkinin olup olmadığı hep merak konusudur. Küçük[46], Galiyev’in Mustafa Kemal’i hiç önemsemediği değerlendirmesini yapmaktadır. Bu saptama, Sultangaliyev’in Mustafa Kemal’i en azından izlediği sayıltısına dayanmaktadır. Sultangaliyev’in dışarıda TKP kurucusu Mustafa Suphi, içeride ise Çerkez Ethem ile ilişkili olabileceğini belirten Küçük, 1921 Türk-Sovyet ve Sovyet-İngiliz anlaşmalarından sonra Sovyetlerde Sultanaliyev ve ekibinin, Türkiye’de ise Çerkez Ethem’in tasfiyesi, Yeşil Ordunun lağvı ve Halk İştirakiyun Fırkası’nın yasaklanmasıyla sonuçlandığına, Kafkasların Sovyetleştirilmesine Türkiye’nin göz yumduğuna işaret etmektedir. Sultangaliyev’in Moskova’daki Türk büyükelçiliği ile iyi ilişkiler içinde olduğu,
Mustafa Suphi (1883-1921)
Atatürk, Sultangaliyev ve o zamanlar Galiyevci bir çizgide olan Türkiye Komünist Partisi (TKP) arasındaki ilişkiler ilginç ve dramatiktir. Duman, şu saptamayı yapmaktadır:[47] “Galiyev’i anlayabilmek için etrafındakilerden iki ismi iyi bilmek gerekir. Bunlardan biri Molla Nur Vahidov ise diğeri de Mustafa Suphi’dir.[48] Bu üçlü adeta bir saçak ayağı gibidir. Galiyev hareketinin akamete uğramasının sebeplerinde biri, bu saçak ayaklarından ikisinin erken ölmeleridir.”
Sovyetler Birliği’nde Lenin’in ölümünden sonra devrimin Rus şovenizmine kayması, Sultangaliyev ve Mustafa Suphi’nin meşru zemin dışında kalmasına yol açmıştır. Sonuçta Rusya’da iki Doğucu, Turancı, komünist lider vardır ve Stalin yönetimindeki Rus egemenliği, Sultangaliyev’i de Mustafa Suphi’yi de istememektedir.
Atatürk’ün 22 Ocak 1921’de meclisin gizli oturumundaki konuşmasına göre Mustafa Suphi kendisine özel bir kurye göndererek “bizim hariçte teşekkül maksadımız dahildeki millî maksadımızı kolaylaştırmak ve teminden ibarettir. Dolayısıyla size nasıl yardım edebiliriz” mesajını iletmiştir.[49] Atatürk ise buna karşılık “hiçbir vakitte merkezi hariçte bulunan bir teşkilatla işbirliği yapılmayacağı” cevabını vermiştir. Atatürk, “bu adamın memlekete girmesinin zararlı olacağını takdir eden Kâzım Kara Bekir Paşa’dır ve bunun memleket haricine, sınır haricine atılması lazım geleceğini bilen de, bunun planını da yapan Kâzım Kara Bekir Paşa’dır”[50] demektedir.
Mustafa Suphi, Ankara’ya gitmek üzere Bakü’den Erzurum’a gelir. Erzurum’da Kâzım Karabekir tarafından bekletilir ve bir süre sonra Trabzon’dan geri Bakü’ye dönmek üzere hareket eder. Eğitimci Ethem Nejat ve diğer arkadaşlarıyla 28 Ocak 1921 tarihinde Karadeniz’de öldürülür.[51],[52] Bu konuda Duman’ın değerlendirmesi şöyledir:[53] Mustafa Suphi, Sultangaliyev’in sekreteri ve ideolojik yol arkadaşıdır. Türk komünizminin Doğu ayağı (İdil-Ural, Kırım ve Türkistan) Sultangaliyev, Batı ayağı da (Türkiye merkezli Balkanlar, Azerbaycan ve Ortadoğu) Mustafa Suphi olacaktı. Zeki Velidi’den Enver Paşa’ya, Enver Paşa’dan Ankara’ya uzanan geniş çalışma yelpazesi bunun ürünü idi. Bu olayın Ankara da, Moskova da farkındaydı. Ankara kapsamlı bir Türk meselesine bulaşmaktan korkmakta ya da çekinmektedir. (…) Ankara, Azerbaycan’ı gözden çıkarmıştı, neden Mustafa Suphi’yi harcamasındı? Bu konuda Ankara, Moskova ile basbayağı işbirliği halinde idi.
Duman’ı bu saptamaya götüren ise Bakü’den Ankara’ya gelmekte olan Mustafa Suphi’ye ne yapılması gerektiğini soran Kâzım Karabekir’e Atatürk’ün “Ankara’da komünist cereyanları arzu hilâfındadır… Bir defa kendisini gördükten sonra devletlilerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim”[54] cevabıdır.
Adıgüzel de benzer bir değerlendirme yapmaktadır: Sovyet devleti, kendisinden uzaklaştığına ve milliyetçilik yaptığına inandığı Türk komünistleri hain ilan ederek yok etmiş, Türkiye komünizmden korktuğu ve komünistlerden çekindiği için, onları kabullenmemiş ve iki devlet de o günkü çıkarları icabı böyle bir anlaşmanın tarafları olmuştur.[55] Yalçın Küçük[56] ise 1921 tarihli Türk-Sovyet (Moskova Antlaşması) ve Sovyet-İngiliz Antlaşmalarına gönderme yaparak, “genç Sovyet yöneticileri, anlaşmanın mürekkebi kuruyuncaya kadar duyulmamasına özen göstermiş, imzanın mürekkebi kuruduktan sonra gözyaşı dökmüşlerdir” diyerek bir danışıklılığa dikkat çekmektedir. Ayrıca Küçük[57], her açıdan çok tedbirsiz saydığı ve çocukça bulduğu Suphi’nin Anadolu seferinin zorlama sonucu olabileceği ihtimalini de vurgulamaktadır.
Galiyev, Mustafa Suphi’nin ardından yazdığı yazısını şöyle bitiriyor: O, otuz dört-otuz beş yaşlarında bile değildi. Düşmanlarının tüm dikkatini üzerinde toplayacak kadar güçlü ve enerjikti. Caniler kimlerle uğraşacaklarını iyi biliyorlardı. Kimsenin bilmediği mezarında rahat uyu, devrimin erken yiten savaşçısı![58]
Mustafa Suphi’nin ortadan kaldırılmasından iki yıl sonra Galiyev de tasfiye edilir. Aclan Sayılgan“Türkiye’de Sol Hareketler” adlı çalışmasında, Sultan Galiyevciler tasfiye edilirken, Sovyetlerde Mustafa Suphi ekolüne bağlı 1000 kadar Türk komünistin de 1937 yılında öldürüldüğünü bildirir.[59]
Türkiye: 1920-22
Bu dönemin söylemlerinde dikkat çeken bir husus daha vardır. Türklük kavramı en geniş anlamıyla kullanılır; Doğu ve Batı Türklüğü gibi. Galiyev ve Mustafa Suphi’de de bu anlayış görülmektedir.[60] Doğu Türklüğü ile Orta Asya, Batı Türklüğü ile de Osmanlı coğrafyası kastedilmektedir. Anadolu’da da aynı söylemler ve kavramlar kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye Muallimler ve Muallimeler Birliği Cemiyeti (yöneticiler arasında Mahmut Esat Bozkurt da vardır) 26 Haziran 1922’de Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayımladığı ilk bildiri sanki Galiyev’in kaleminden çıkmış gibidir. Türkiye’den söz ederken “Batı Türklüğü” kavramı kullanılmaktadır. Bildiriden ilginç bazı cümleler:[61], [62]
“Bütün bir Batı Türklüğü kendisini son yüzyıl uluslararası hukuk tarihinde örneği görülmemiş korkunç bir olay karşısında buldu (…) Fakat, Batı Türklüğü, belki tarihin bütün devirlerinde izlediği büyük dava ve ülkünün bugünkü kadar yüksek ve soylu olanını savunmadı (…) Türk dünyasının büyük hareketleri, mutlaka evrensel etkiler yapan sonuçlar vermiştir.(…) Rusya’da uzun ve sürekli devrimi, kültür ve fikir gücü soylu ve özveri örneği öğretmenler ve aydınlar yaptı (…) Çağdaş bir toplum olarak yaşamak isteyen devrimci Türkiye, yaşamasını sürdürmek için gereksinme duyduğu çağdaşlığı ve devrimciliğe ters düşen, ölmeye mahkûm bütün yanlış ve boş inançları devirecek ve bunun yerine Doğu’nun ve Batı’nın uluorta, kokuşmuş alışkanlıklarını değil, ulusal kültürüne uyan yeni kurumlarını kuracaktır (…) hepinizi kurtuluş davamızın bilimsel savunmasına, yeni belirmeye başlayan Türkiye devrimi ve yenileşme savaşındaki büyük görevimizin başına çağırıyoruz.
Mustafa Kemal Ankara’da kendi haber kanallarını oluşturmuştur. Bunlardan biri Hâkimiyeti Milliye gazetesidir. Gazetenin bir kısım başyazılarını imzasız olarak kendisinin yazdığı bilinmekte, kendi yazmadıklarını ise okuduktan sonra yayınlanması sağlanmaktadır.[63] Nitekim gazetede yazılanlar ile Atatürk’ün o günlerdeki konuşmaları benzerdir. Bu gazetedeki yazılarla Galiyevci yaklaşım arasında önemli koşutluklar bulunmaktadır:
Avrupa’da o günlerde tartışılmakta olan “Asya tehlikesi”ne ilişkin 2 Şubat 1920’deki başyazıda “Asya tehlikesi, Bolşevizm tehlikesi değildir. Belki bu büyük kıtada yaşayan ve çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu milletlerin Avrupa boyunduruğundan kurtulması tehlikesidir”[64] diye değerlendirilmektedir.
Hâkimiyeti Milliye’nin 5 Ekim 1920 sayısındaki “Türk-Bolşevik İttifakı” başlıklı başyazıda ise “Türk-Bolşevik ittifakı, hayli uzun devam eden müzakerelerden sonra Sovyetler Cumhuriyeti, müdafaa ettiği dava ile müdafaa ettiğimiz dava arasındaki ortaklık ve hatta birliği hissetmiş ve dolayısıyla iki millet mukadderatına hâkim olan bu birlik noktasını resmen teyide karar vermiştir”[65] diyerek bu birlikteliği haber vermektedir. Türkiye’deki devrimi istemeyip, Türkiye’yi bir çiftlik olarak kullanmak isteyen Batı emperyalistlerinin Rus devrimini söndürmek için de her türlü iblisane tedbirleri uyguladığını belirten yazı şöyle devam etmektedir: “Ne Türkiye’de ne de Rusya’da inkılap ruhu ölmeyecek, bütün mazlumlar dünyasını zalimler aleyhine ayaklandıracak, inkılap yürüyecektir.”
“Rus Bolşevizmi ve Türk Komünizmi” başlıklı 16 Ekim 1920 tarihli başyazıda da aynı yolda ilerlenmekle beraber yöntem farklılıklarına dikkat çekilmektedir: Rusya’da Bolşevizmin kullandığı inkılâp usullerini burada tatbik etmek istemek kadar inkılâpçılıktan haberdar olmayış tasavvur edilemez. Bolşevizm inkılâbı bütün komünizm hareketleri için bir örnek, bir model değil, pek kıymetli, pek canlı, pek muazzam bir rehberdir. Bu rehberden istifade etmeyi, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar candan arzu edersek, onun usullerini şekil itibariyle aynen taklit etmekten de o derece sakınırız. Her şeyde körü körüne taklitçilik fenadır; bilhassa inkılâpçılıkta![66]
Yunus Nadi de Yeni Gün gazetesinde “Savaşımız filan veya falan ulusla değildir. Emperyalizm ve kapitalizm iledir. Onu mahvetmedikçe yalnız bizim değil, bütün insanlığın rahat ve huzur görmesi ihtimali yoktur.”[67] Emperyalist ve kapitalist Avrupa, Bolşevikliğin bu muvaffak ve galip hareketi karşısında, büyük bir telaş ve asabiyete tutulmuştur. Çünkü Doğu’nun Batı’dan öç alan bu hareketi çok ciddidir (…) Biz hangi taraftayız? Bunu sormaya hacet var mı? Bizim yerimiz vahşice saldırışını en ziyade bizim üzerimize yöneltmiş olan emperyalist ve kapitalist güruhunu yıkmak isteyen taraftadır.[68]
Bu dönemde mecliste ve Anadolu basınında Doğu-Batı tartışmaları yapılmakta ve Bolşevizm’e ve Doğuya yönelik bir sempati gözlenmektedir. Sempatizanlar ise geniş bir yelpazeden olmakla beraber antiemperyalist paydada birleşmektedirler. Turancılar, İslamcılar ve liberaller de aralarındadır. Medrese çıkışlı Besim Atalay “şeriatı Bolşevikler getirecek” demektedir. Askerler arasında “yoldaş” hitabı ve başlarına kızıl yıldız takmaları yaygınlaşmış, mecliste kırmızı kravat ve kalpaklar moda olmuş, yeşil orduya da sempati artmıştır [69].
Sultangaliyev’in İzleyicileri
Sultangaliyev’in dünyaya etkileri de olmuştur. Sultangaliyev’in yönetimindeki KUTV (Doğu Emekçiler Komünist Üniversitesi) Eylül 1921’de açıldı ve 1924’e kadar açık kaldı. Bu süre içinde de dünyanın her yerinden devrimciler burada eğitim gördü. Japonya’dan Sen Katayama, Endonezyalı Tan Malaka, Çin’den Liu Şao-Şi,[70] Vietnam’dan Ho-Şi Minh bu üniversitede eğitim görmüşlerdi. Burada ders veren devrimcilerin çoğunluğu Galiyevciydi. Bu üniversiteye gitmeyen fakat Galiyev’in fikirlerinden etkilenen kişiler de vardı. Yugoslavya’dan Josip Broz Tito, Macaristan’dan İmre Nagy, Çekoslovak Aleksandr Dubçek, Cezayir’den Ahmet Bin Bella, Libya’dan Muammer Kaddafi ve Peru’dan Jose Carlos Mariategui bunlar arasındadır. Bunların ortak yönü ise kurtuluş savaşçısı, anti-emperyalist ve ulusal sol anlayışı benimsemiş olmalarıdır.
AVRASYA’DA YENİ GELİŞMELER: NAZARBAYEV
Galiyevci bir çizgiden geldiğinden mi yoksa aklın yolunu izlediğinden mi tartışılabilir ama Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in Avrasya konusunda dayanışmanın ötesinde mesajlar vermiştir.
Nursultan Nazarbayev, Ekim 1994’te İstanbul’daki Türk Dünyası devlet başkanları toplantısında “Türkiye ile Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinin yüksek düzeyde örgütlenmeye gitmelerinin zamanı gelmiştir” demişti. Mayıs 2003’te İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında da “Hazar’da istikrar paktına gereklilik var ve bu pakta Türkiye de katılmalıdır” demişti.
20 Eylül 1994 tarihinde Kazakistan’ın o zamanki başkenti Almatı’da bilimsel bir toplantı yapıldı: “Avrasya Alanı; Potansiyelin Entegrasyonu ve Onu Gerçekleştirme Meselesi”. Toplantıya Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan devlet başkanları, Özbekistan, Rusya, Tataristan, Ukrayna ve Tacikistan başbakanları ya da hükümet temsilcileri katıldılar. Toplantının açış konuşmasını yapan Kazakistan devlet başkanı Nursultan Nazarbayev; Avrasya Birliği adı altında, ekonomik ve sosyal alanlarda faaliyet gösterecek ve daha sonra siyasi bütünleşmeye gidebilecek bir birlik kurulmasını teklif etti. Daha sonra konuşan Rusya Başbakanı Çernomirdin, teklife sıcak baktıklarını, ama birliğin kuruluşunun uzun zaman alabileceğini ve bunun bütün ülkelere zarar verebileceğini, bu yüzden eski Sovyetler Birliği’nin yeniden kurulmasının daha gerçekçi olacağını söyledi. Kırgızistan Devlet Başkanı Askar Akayev ve Tataristan Devlet Başkanı Yardımcısı Vasili Lihaçov, Nazarbayev’i desteklediler ve Çernomirdin’in modası geçmiş konuları gündeme getirdiğini söylediler. Hatta Vasili Lihaçov, hemen bugün, bu işin ilk adımı olarak Almatı’da “Avrasya Üniversitesi”, Kazan’da “Avrasya Uluslararası Hukuk Enstitüsü” adında iki üniversite açılmasını, bu üniversitelerin finansmanının Avrasya ülkeleri tarafından ortak sağlanmasını teklif etti. Türkmenistan devlet başkanı Safar Murat Niyazov (Türkmenbaşı), her iki fikre de sıcak bakmadığını ve bağımsız, bağlantısız bir devlet olarak kalmak istediklerini söyledi. Toplantı, siyasi anlamda kesin bir karar alamadan dağıldı.
Nazarbayev, 18 Şubat 2005 günü, parlamentoda yaptığı uzun ulusa sesleniş konuşmasının Orta Asya Birliği ile ilgili kısmında da en azından Orta Asya Birliği kurmak gerektiğini söylemişti.[71]
Nazarbayev’in önerileri diğer Türk cumhuriyetlerindeki kimi oluşumlarca da giderek daha yüksek sesle dile getirilmekte, aydınlar konuyu tartışmaktadırlar. Kuşkusuz bunun “Pantürkizm”le bir ilgisi yoktur, ortak kültürel zemini paylaşanların, akraba toplumların dayanışmasıdır. Kaldı ki böyle anlaşılsa ne yazar? En çok emperyalizm ürker, ne sakıncası var!
Bu bağlamda, mankurtlaştırma misyoneri Türk medyasının görmezden gelerek karartma yaptığı gelişmelerden biri de Türk dünyasının kendiliğinden derinleşen ilişkileridir. Kesimler birbiriyle ilişkiler kuruyor. Bunlardan dikkatlerden kaçmaması gerekenlerden biri, “Dünya Türk Gençleri Birliği”dir. Bu gençler, 1992 yılından beri bir araya gelerek fikir alış verişinde bulunmakta, kendilerini tanıtmakta ve kaynaşmanın sağlanması için büyük bir çaba sarf etmektedirler. Şubat 1992’de Tataristan’da “Azatlık” adıyla kurulan birliğin amacı, Türk Dünyasındaki gençlerin birbirleriyle ilişkilerini geliştirmek, Türk Dünyası’nın, dünyanın siyasi, ekonomik ve sosyal hayatında etkin bir role sahip olmasını sağlamaktır.
Bu toplantılarda dil ve edebiyat, kültür ve sanat, tarih, siyaset, ekonomi, din, iletişim, ekoloji ve spor komisyonları oluşturulmuştur. Komisyonlar kendi alanlarındaki konuları araştırma, geliştirme yaparak, sorunlar karşısında çözüm yolları arayarak çalışmalarını raporlar halinde Kurultaya sunmaktadırlar. Ayrıca Ağustos 1996 yılında – Birinci Türk Halkları Spor Oyunları Çeboksari’de (Çuvaşistan) düzenlenmiştir.
Azerbaycan’ın önderliğinde Mart 2007’de 1. Azerbaycan-Türkiye Diaspora Teşkilatları Forumu düzenlenmiş ve 48 ülkeden beş yüzün üzerinde temsilci katılmıştır.
Devlet başkanları düzeyinde de önemli gelişmeler olmaktadır: 1992 senesinde Türkiye’nin girişimleri ile başlayan Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları zirveleri sırasıyla İstanbul’da (1994), Bişkek (1995), Taşkent (1996), Astana (1998) Bakü (2000), İstanbul (2001), Antalya’da (2006) ve 2-3 Ekim 2009’da Nahçivan’da (Azerbaycan) gerçekleşti.
Türk Konseyi’nin Organları şunlardır: Devlet Başkanları Konseyi, Dışişleri Bakanları Konseyi, Aksakallar Konseyi, Kıdemli Memurlar Komitesi ve Sekreterya. Bunun yanı sıra, Türk dünyasının bilim akademisi fonksiyonu görecek bir Türk Akademisi kurulması kararlaştırıldı. Bu akademi de Kazakistan’da kuruldu. Türk Konseyi üzerinde önemle durulması gereken bir kuruluştur. 1992’de başlayan ilişkiler, 2009 yılında Nahçivan toplantısında “Türk Konseyi” adlı uluslararası bir örgüt kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Bu konsey 2014 yılında Türk Keneş’i (Türk Şurası) adını aldı. Türk Konseyi’nin ana karar organı, Dönem Başkanlığı’nı üstlenen ülke (alfabetik sıraya göre) tarafından başkanlık edilen Devlet Başkanları Konseyi’dir. Türk Konseyi’nin faaliyetleri İstanbul’da yerleşik Sekretarya tarafından koordine edilmekte ve desteklenmektedir. Türk Konseyi aynı zamanda Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA)[72], Türk İş Konseyi, Türk Akademisi [73] ve Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY)[74]gibi mevcut işbirliği mekanizmaları için bir şemsiye kuruluş niteliğindedir.
Gelecek… Geldi
Soğuk Savaş Türk dünyasına değişik biçimlerde zarar vermiş olmasına karşın, gerek Türkiye’nin gerekse Türkistan’ın (karşı bloklarda olsalar da) jeostratejik önemini artırmış ve üstün konuma getirmişti. Ancak bu savaşın bitimiyle Batı, Türkiye’yi çeşitli kuruluşlardan (AB gibi) dışlamaya başlamış, rafa koyduğu “Doğu sorunu”nu tekrar gündeme getirmiş (BOP) ve AB vizesi karşılığında Türkiye’ye dayatmaya çalışmakta, Türkiye’yi tehdit etmektedir. Türkiye büyük oynayan güçlerin stratejik hesaplarında “hedef ülke” durumundadır. Hedefteki ülke olma durumu Orta Asya Cumhuriyetleri için de geçerlidir. Bu konuda Suat İlhan’ın değerlendirmesine göz atmakta yarar vardır:[75]
… Türkiye ve Türkistan Türklerinin kaderleri birleşmiştir: Müttefikleri tarafından zorla ve şeklen benimsenen –gerçekte dışlanan- bir Türkiye Türklüğü ile evrensel dengelerin arasında, oluşan boşluktaki Türkistan Türklüğünün kaderlerini sadece tarih, din, dil, örf-adet-gelenek gibi bütün çekirdek kültür unsurları değil, günün jeopolitik ve jeostratejik şartları da bir araya getiriyor, olabildiğince yakınlaşmayı zorunlu kılıyor.
Manzaraya daha geniş açıdan bakıldığında, Türkiye’nin kaderinin sadece Türkistan ile değil, 1920’lerdeki gibi, Doğu toplumlarının kaderiyle birleştiği görülür. İran, Çin ve Rusya Federasyonu da Türkiye gibi Batı kıskacındadır. 1920 SSCB-Türkiye dayanışması iki ülkeye de kurtuluşu sağladığı gibi, Doğu toplumlarını da kısmen özgürleştirmişti. 1920 koşulları yeniden önümüzdedir.[76]
Önderlik yapan, yönlendirici olduğu kadar koşulları da belirleyendir. Avrasyacılık konusunu Rus aydınının daha önce düşündüğü[77] ve bu konuda bir birikime sahip olduğu ortadadır. Avrasya’nın AvRusya olması, Rusların isteyebileceği bir şeydir. Ancak Rus egemenliği altındaki birleşme 1920’lerde yapılmış, başarısız olmuş ve sonuçta dağılmıştır. Rusların bundan nasıl bir çıkarsama yaptıkları tartışılabilir. AB yağmurundan kaçarken Rusya’da doluya yakalanmamak gerekir. Bu haklı kuşkuya rağmen Birleşik Avrasya ile AB’den çok daha fazla ortak kültürel ve tarihsel bir zemin bulunmaktadır. Türk aydınının artık sömürgecilik niyetini açıkça ortaya koyan AB ile macerasını elinin tersiyle itmesi ve Avrasya’da neler yapılabileceğini tartışması gerekmektedir.
Avrasya’ya ilgiyi AB görüşünde ısrarlı olanların da sürdürmesi gerekir. AB ve ABD’nin kendilerinden tarihsel, kültürel ve coğrafi olarak bu kadar uzak olan bölgeye onca ilgi gösterirken Türkiye’nin ilgisiz kalması düşünülemez. Ancak bu ilgi şimdiye kadar olduğu gibi AB(D)’nin “meri kekliği” [78] biçiminde olmamalıdır.
Birleşik Avrasya’da (BA) Selçuklu döneminde pekâlâ olduğu gibi İran ve diğer bölge ülkeleriyle bir arada olmaya yönelik arayışlar içine de girilebilir. Batıcılardan eleştiri ve itirazlar gelecektir. Eleştirilerden yararlanılır, itirazlar ise bu koşullarda ancak vızıltı etkisi yaratabilir. En fazla yapabilecekleri emperyalist güçlerin işbirlikçisi olarak verebilecekleri zarardır. Asıl itiraz 19. yüzyıldan beri önce İngiltere ve Almanya’nın sonra da ABD’nin işlediği geleneksel sağ görüşlerin Rus/Moskof düşmanlığından kaynaklanacaktır. Ezberi bozmak kolay olmamaktadır. Bilinmelidir ki Rusya[79] Göktürk, Hun ve Altınorda coğrafyasında, onların devlet anlayışına ve Doğu kültür zemini üzerine kuruludur. Hıristiyanlığı bile Doğuludur (Ortodoks). SSCB dağıldıktan ve beş Türk devleti bu birlikten çıktıktan sonra bile içinde hâlâ önemli oranda Türkçe konuşan ya da Türk jeokültürüne ait halklar bulunmaktadır (Tatar, Başkırt, Hakas, Nogay, Balkar, Yakut…). Burada sözü edilen Rusya’yı parçalayıp Turan İmparatorluğu kurmak değil, dâhil olunacak birlikte akraba ve doğal müttefiklerin olduğu ve kültür dokusunun uyuştuğudur.
Bu kadar çok Türk’ü bir araya getirmenin başta Rusya olmak üzere birçok ulusun işine gelmeyeceği açıktır. Ancak 1920 sonrası gerek Rusya’nın gerekse Türkiye’nin Batı karşısında yaşadıkları unutulmamalıdır. Sadece o da değil, 19. yüzyıldaki Türk-Rus savaşlarının meyvesini Türkler ya da Ruslar değil, İngilizler toplamıştır. Öte yandan Rus jeopolitikçi Dugin’in[80] deyişiyle Rusya’nın sıcak denizlere çıkışı[81] sadece kanlı savaşlarla değil, jeopolitik menfaatlere yararlı olacak makul bir yolla da elde edilebilir.
Avrasya bağlamında gözden uzak tutulmaması gereken bir husus da Türkiye’nin AB ya da Avrasya seçeneklerinden hangisini tercih ederse etsin, Doğu Türklüğü ile arasına engel konulmasına izin vermemesidir. Rusya ile müttefik olan ancak Atlantik ittifakıyla da iyi ilişkiler sürdüren Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesini sağlamak Azerbaycan’ın olduğu kadar Türkiye’nin de sorunudur. Türkiye’nin Kafkasya stratejisinde Azerbaycan son derece önemlidir.
Uzun vadeli stratejide Türkiye Kafkaslarda önemli kayıplar yaşamıştır ve (1828 tarihli Türkmen Çayı Antlaşmasını saymazsak) bu büyük ölçüde Stalin döneminde olmuştur. Bu dönemde Gürcistan sınırları içinde yaşayan Ahıska Türkleri [82] yerlerinden koparılıp Sovyetler Birliği içinde dağıtılıp eritilmeye çalışılmıştır[83]. Türklerin boşalttığı yerlerde şimdilerde Ermeniler ikâmet etmektedir. 1920’li yıllarda Azerbaycan’ın Zengezur (Zengizor) bölgesi Ermenistan’a verilmiş ve bu bölgeden 1948-1953 yılları arasında yüz binlerce Azeri uzaklaştırılmış ve Ermeniler yerleştirilmiştir. Böylece Nahcivan (dolayısıyla Türkiye) ile Azerbaycan bağlantısı koparılmıştır. 1991’de Rus ordusu (366. alay) destekli Ermeni saldırısıyla başta Karabağ olmak üzere Azerbaycan topraklarının beşte biri işgal edilmiş ve işgal hâlâ devam etmektedir. Bu gelişmeler Rusya’nın uzun dönemli stratejilerinin sonucudur ve Türkiye bu sonuçlara göre kaybeden taraftır.
Bu bağlamda değerlendirilmesi gereken konulardan biri de Panislamizm ve Pantürkizm düşünceleridir. Türk toplumunun yolunu çizme iddiasında olanların, bu düşünceleri uçuk kaçık olarak yorumlamaktan vazgeçmeleri gerektiğidir. Sorun, bunların gerçekleşip gerçekleşmemesi meselesi değildir. Bunlar olur ya da olmaz ama yakın coğrafyada yaşayan insanların doğal ortak noktalarıdır. Nasıl ki bir ülkede yaşayan insanları ortak noktaları bir arada tutuyorsa, yakın coğrafyayı paylaşanların ortak noktaları da iletişim ve dayanışma için köprü olur. Ayrıca bu ortaklıklar toplumlara manevi bir güç katar. Jeostratejik, jeokültürel ve teopolitik değerlendirmelerde çarpan etkisi yaratır. Türkiye elindeki kozu gereksiz olarak harcamamalıdır.
Sonuç
Doğu-Batı çatışması devam ettikçe, sınıflararası sömürü sürdükçe, insanlar arasında ezen-ezilen olduğu sürece insanlığın adil bir düzen arayacağı kuşkusuzdur. Galiyev sonrası dönemde yaşanan tarih, Sultan Galiyev’i haklı çıkarmıştır. Stalin, kolay yıkılabilir bir dikta rejimi kurmuştur. Galiyev’in Doğu-Batı çatışmasını açıklamada geliştirip kullandığı enerjetik materyalizm de tarih içinde haklılığını ortaya koymuştur. Ülkelerin özgünlüğünden ötürü her ülkedeki sosyalizmin farklı olması gerektiği düşüncesiyle ulusal sol, milli komünizm görüşünün de fikir babalığını hak etmiştir. Sadece bunlar bile Galiyev’i özgün ve önemli kılıyor.
Bütün bu doğru düşünüş ve saptamalarına rağmen Galiyev başarılı olamamıştır. İçinde yaşanılan dönemde tarih hızlanmıştır. Dünya sahnesinde oyunlar çoktan kurulmuş, Galiyev sahneye çıktığında hamleler yapılmaktadır. Galiyev çok genç, tecrübesiz ve yalnız adamdır. Oyun kartlarının dağıtıldığı zamanda rüzgâr Türk jeopolitiğinin karşısından esmektedir. Türk dünyası her manada karanlıklar içindedir ve daha kötüsü birbirinden haberdar değildir. Birbirini ve güçlerini tanımamakta, bilmemekte, doğru ittifaklar kuramamaktadır. Enver Paşa’nın destek bulmak için Türkistan’a gidip hüsrana uğraması bile bölge hakkında ne kadar bilgisiz ve ilişkisiz olunduğunu gösteriyor. Yine de, savaş içinde bu konuda bir hayli mesafe alınmış ama olması gereken yere gelinememiştir. Türkiye 1990 sonrasında SSCB’nin dağılmasının ortaya çıkardığı fırsatları dersine çalışmadığı için değerlendirememiştir. Siyasi-entelektüel birikim yapamamıştır. Sosyalist görüşte olanların üzerinden Nato silindiri geçirilmiş, sağda Turancı olduğunu dile getirenler de yanlış jeopolitik kurgu yüzünden Batı’ya hizmet etmişlerdir. Ayrıca terör olaylarının Türkiye’nin dikkatini içeride toplması ve Ortadoğu’dan yayılan Bedevici İslam kültürünün Anadolu İslam kültürüne karşı açmış olduğu savaş ile zaman telef etmiştir. İslam dünyası o günden sonra daha da büyük bir karanlık içine girmiş, dünya toplumlarının proleteri haline gelmiştir. Günümüzde geleceğe bakmak açısından Galiyev döneminden çok daha iyi durumda olunduğu kuşkusuzdur.
Avrasya’nın iki lider ülkesi olarak Türkiye, “Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”nden, Rusya da “Üçüncü Roma İmparatorluğu”[84] olma iddiasından vazgeçerek, Batı barbarlığının 16. yüzyıldan beri dünyaya yaşattığı insanlık dışılığı, karşı kutup yaratarak dengeleme ve hatta bu barbarlığı ortadan kaldırma fırsatını değerlendirebilirler. Entelektüel mahfillerin, rehine durumunda olduğumuz Batı’dan kopuş için Batıdışı arayışlar içinde olması her zamankinden daha acil bir görev olarak ilgili ve bilgilisini beklemektedir.
Soğuk Savaş döneminin bitişiyle sömürgeciliğin ortadan kalktığı, karşılıklı bağımlılığın ön plana çıktığı iddiaları, bizzat emperyalist ülkeler ve onların işbirlikçileri tarafından sürekli gündeme getirilmiştir. İnsanlara, ulus-devletin bittiği yalanı söylenerek emperyalizme teslimiyetin yolu açılmakta, duyarsızlığa itilmektedirler. Oysa Batı emperyalizmi dimdik ayaktadır ve tek kutuplu dünya tam da aradığı şeydir. Dünyayı çöplük haline getirmiş ve kendisi tek horoz olmuştur. İnsanlığa küreselleşmeyle neofaşizmi dayatmaktadır. Batı dışı toplumlar, emperyalizmin ufalayıcı etnikçi, mezhepçi ve cinsiyetçi çok kültürcülük programı yerine, “mazlum milletler dayanışması” ile Batı yamyamlığının önüne geçebilirler.
Orta Asya Cumhuriyetlerine Türkiye’yi meri keklik olarak kullanan Batının adım adım yerleşmeye çalıştığı gözlenmektedir. Bu Cumhuriyetler misyonerlik ve Batılı ve/veya Batıcı sivil toplum kuruluşlarıyla Batılılaştırılma sürecine sokulmuşlardır. Mankurtlaştırma orada da tam süratiyle devam etmektedir. Memmedova,[85]Azerbaycan’ın Batılılaştırılması sürecinde Demokrasi ve İnsan Haklarının eğitiminde örnek niyetine, çağdaş ABD ve Batı demokrasi modeli konularak, bu demokrasilerin kökeninde duran tarihi deneyime, yani klasik Yunan demokrasisi, Batı’da parlamenter yönetim sisteminin yaranması, seçme ve seçilme gibi insan haklarının kazanılması vs. gibi konularda sürekli Batılı örneklere dikkati çekmektedir. Azerbaycan tarih ve kültüründen birçok örnek bulunabilecekken, eğitimin bu şekilde yapılmasının, öğrencilerde uygarlığın Batı ve ABD ile bağlantılı olduğu izleniminin uyanmasına ve kendilerini bir topluluk, halk ve millet olarak küçümsemelerine neden olduğunun altını çizmektedir. Keza, Mustafa Yıldırım’ın Azerbaycan’da uygulanan “demokrasi projesi”nin içyüzünü anlatan kitabı da sömürgeleştirme / mankurtlaştırma çabalarına dikkati çekmektedir. [86]Bütün Avrasya’da Batılı STK’ların açık ve örtülü operasyonları bulunmaktadır. Rusya Federasyonu bu konuda daha ihtiyatlı davranmış ve Putin 2012 yılında yabancı STK’ların faaliyetlerini yasaklamıştır.
Sultangaliyev’in 20. yüzyılın başında yapmak isteyip yapamadığını şimdi yapmak, bu sürede çok şeyler öğrenmiş Doğulu halkların önünde görev olarak durmaktadır.
Sultangaliyev, Türkiye’de Batıcılık düşüncesinin karşı kutuplara ittiği milliyetçilik, sosyalizm ve İslam gibi kavramları yeniden bir araya getirmiştir. Onu Türkiye’de duyurmayanların niyeti de böylelikle açığa çıkmıştır. Bunlardan sonra son iki yüz yıldan beri yüzümüzü döndüğümüz Batının komploları karşısında artık olmamız gereken yere, koptuğumuz Doğu’ya dönmek ve bu arada Avrasya’da dolaşan bu hayaleti tanımak gerekmez mi?
DİPNOTLAR
[1]Ona göre Türk, Arap, Fars gibi halklar Avrupa, Amerika ve Rusya emperyalizminden korunmak, ulusal ve İslâmî değerlerini sürdürmek ve emperyalizmin talanından sakınmak için birleşmeliydiler.
[2]Galiyev, bazı yazarlarca Mir Sait Sultangaliyev olarak da yazılmaktadır. Galiyev, Aliyev, Alioğlu olarak anlaşılmalıdır.
[3]Cihangir, Erol ve Arif Acaloğlu. 2006. Sultan Galiyev Davası. İstanbul: Doğu Kütüphanesi.
[4]Üşümezsoy, Şener. Avrasya’da Devrim: Türk Jeostratejisi. Geliştirilmiş İkinci Baskı. İstanbul: İleri Yayıncılık. 2004. s. 22.
[5]Yamauchi, Masayuki. Sultan Galiyev. İslam Dünyası ve Rusya. (Çev. Hironao Matsutani) İstanbul: Bağlam Yayınevi. 1998. s. 79.
[6]Duman, Oğuz Şaban. Doğu-Batı Meselesi ve Sultan Galiyev. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını. 1999. s. 105.
[7]Basmacılar (baskıncılar), 1918 yılında Türkistan Cumhuriyetinin Sovyetler tarafından ortadan kaldırılmasına karşı gelişen Ulusal Kurtuluş Hareketine Sovyetlerce verilen ad.
[8]Dönemin özelliklerini anlamak bakımından şu anekdotu vermek yararlı olabilir: Ünlü Fizik bilgini Landau ve arkadaşları 1 Mayıs 1938’de Moskova’da el ilanı olarak aşağıdaki bildiriyi yayınlamışlardı: “Yoldaşlar! Ekim Devrimi’nin büyük ideallerine ihanet edilmiştir… Milyonlarca masum insan zindanlara atılmış, herkes sıranın ne zaman kendisine geleceğini bekler olmuştur. Yoldaşlar, Stalin ve yardakçılarının faşist bir darbe yaptıklarını artık görün! Sosyalizm artık yalanlarla dolu gazetelerin sadece başlıklarında kaldı. Gerçek sosyalizmden nefret eden Stalin’in, şimdi Hitler ve Mussolini’den bir farkı kalmamıştır… Rus Çarı’nı ve kapitalistleri tahtından indiren proletaryamız Stalin ve yardakçılarını da alaşağı etmesini bilecektir. Yaşasın 1 Mayıs bayramımız, yaşasın sosyalizm mücadelemiz. Antifaşist Emekçi Partisi” Bu bildirinin arkasındaki kişi olarak bilinen Landau da tutuklanıp sağ çıkanın olmadığı Lubyanka zindanına atılır. Ancak oradan kurtarılır (Karaoğlu 2006: 60).
[9]Muhammedi, Renad. (Çev. Mustafa Öner) Sırat Köprüsü: Sultan Galiyev. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. 1993.
[10]Bennigsen, Alexandre ve Chantal Quelquejay. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları. (Çev. Nezih Uzel) İstanbul: Hür Yayın. 1981. s. 151.
[11]Türk-Diplomatik Dergisi. Şubat 1998, sayı 37-38.
[12]Yamauchi. agy. 1998. s. 51.
[13]İlk kez 1929 yılında yayınlanan “Görüşlerim”, KGB Arşivi’nin 4. numaralı sandığında, 2 numaralı cildin 1 numaralı listesinde ortaya çıkmış ve Tataristan’da 1995 yılında ikinci kez basılmıştır. Halit Kakınç tarafından Türkçeleştirmiş ve yayımlanmıştır.
[14]Bir not olarak belirtmek gerekir; Atatürk 1933’te bunu söylemesine rağmen Ermenistan’ın Azerbaycan’ı işgali, Hocalı ve Karabağ’da katliam yapmaları ve Azerilerin Türkiye’den yardım istemeleri üzerine dönemin başbakanı Turgut Özal, “Onlar Şii, biz Sünniyiz. İran onlara daha yakın, İran’dan istesinler yardımlarını” diyecekti. İran’ın ise Ermenistan’a gizliden destek olduğu sonradan açığa çıkacaktı. Türkiye, Türk Cumhuriyetleri konusunda hazırlıklı olmak bir yana, Batının meri kekliği olarak hareket etmiş, Orta Asya’nın kapılarını açıp Batıya teslim etmiştir. Yıldırım’ın (2004: 72-87) kitabında bu sürecin işleyişi de tartışılmaktadır.
[15]Yamauchi. agy. 1998. s. 47.
[16]Yamauchi. agy. 1998. s. 78.
[17]Yamauchi. agy. 1998. s. 49.
[18]Sadi, Kerim. Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı. İkinci Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları. 1994. s. 561-569.
[19]Kızılçelik, agy. 2003. s. 515.
[20]Adıgüzel, Hüseyin. Neriman Nerimanov. Hayatı ve Mücadelesi. İstanbul: İleri Yayıncılık. 2004. s. 15.
[21]Qurbanov, Şamil. Neriman Nerimanov: Ömrünün Son İlleri. İkinci Neşir. Bakü: Azerbaycan Neşriyyatı. 2003. s. 150.
[22]Adıgüzel. agy. 2004. 174.
[23]Duman, agy. 1999. s. 226.
[24]30 Mart 1918 tarihinde bölgede soykırım hareketi başlatan Ermeniler, iki gün içerisinde yalnızca Bakü’de çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 17 bin savunmasız insanı katletti. Türkleri Kafkaslardan sürmek amacıyla Rusların da desteğiyle Bakü’de başlatılan soykırım, kısa sürede Azerbaycan’ın öteki şehirlerine de yayıldı. Üç ay içerisinde yaklaşık 50 bin Müslüman Türk, Ermeni çetelerince hunharca öldürüldü. Yüz binlerce insan evlerini terk etmek zorunda bırakıldı (Neciyev, agy 2006).
[25]Qurbanov. agy. 2003. s.160.
[26]Adıgüzel. agy. 2004. s. 237.
[27]1991’de Azerbaycan’ın SSCB’den bağımsızlığını ilân ettiğinde de ilk tanıyan ülke de Türkiye olmuştur.
[28]Adıgüzel. agy. 2004. s. 313.
[29]Neciyev, Elçin. Kafkaslarda Türk Katliamı. Emre Yayınları. 2006. İstanbul. s. 46.
[30]Karagöz, Erkan. Kars ve Çevresinde Aydınlanma Hareketleri ve Sol Geleneğin Tarihsel kökenleri. 1878-1921. Asya Şafak Yayınları. İkinci Baskı. 2005. İstanbul.
[31]Bir başka kanaldan Enver Paşa da iletişim halindedir.
[32]Qurbanov. agy. 2003. s. 158.
[33]Sovyet yönetiminin aslında başından beri Rus egemenliğine dayalı bir model peşinde olduğu anlaşılmaktadır. Geniş özerklik talepleri olduğunu söyleyen Başkurt Zeki Velidi’ye (Togan) Lenin; “Bu kızıl elbiseleri kazırsanız altından koyu bir Rus şovenizmi çıkar” diyerek bunun olamayacağını belirtmişti (Saray 2004: 239).
[34]Qurbanov. agy. 2003. s. 159.
[35]Muhammedi, agy. 1993. s. 163, 166, 219.
[36]Qurbanov. agy. 2003. s. 112.
[37]İlginçtir, Zeki Velidi Togan “Hatıralar”ında Galiyev’den söz etmez.
[38]Kakınç, Halit. Sultangaliyev ve Milli Komünizm. İstanbul: Bulut Yayınevi. Tarihsiz. s. 72.
[39]Anonim. Bakû 1920: Birinci Doğu Halkları Kurultayı (Belgeler). (Çev. Ali Alev) İkinci Baskı. İstanbul: Koral Yayınları. 1975. s. 50.
[40]Anonim. agy. 1975. s. 50.
[41]Qurbanov. agy. 2003. s. 43.
[42]Qurbanov, agy. 2003. 179.
[43]Adıgüzel, agy. 2004. s. 111
[44]SSCB’deki bu dönemde devrimin önderleri Troçki ve Znovyev gibi önemli isimler de saf dışı bırakılmışlardır.
[45]Qurbanov, agy. 2003. s.
[46]Küçük, Yalçın. Gizli Tarih I. İstanbul: Salyangoz Yayınları. 2006. s. 153-164.
[47]Duman, agy. 1999. s. 87.
[48]Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusudur.
[49]Atatürk, Mustafa Kemal. Atatürk’ün Bütün Eserleri. Kaynak Yayınları. 2003. Cilt 10. s. 310.
[50]Atatürk, agy. 2003. s. 310.
[51]Çiçerin’in Ankara hükümetinden Mustafa Suphi’nin sağlığı hakkında istediği bilgiye verilen yanıtta; “Hareketi esnasında Karadeniz fırtınalı olduğundan, açıklarda bir kazaya kurban gitmiş olması muhtemeldir” denilmiştir. Bakü’de Mustafa Suphi için muhteşem bir cenaze töreni yapılmıştır (Sadi, 1994: 550). Moskova’nın TKP liderlerinin katledilmesi konusundaki sessizliği ile ilgili olarak, 2004 yılında Mustafa Suphi’lerin dönüşü konusunda yapılan bir sempozyumda Mehmet Perinçek, bir Sovyet yetkilisi olan Nikolay Raviç’in anılarını hatırlatarak, “bize çok kesin ve sert talimat verilmişti, Mustafa Suphilerin katledilmesiyle ilgili kesinlikle Ankara hükümetine bir eleştiri yapılmayacağı konusunda Moskova’dan talimat verilmişti” diye bir hatırata dikkati çekmişti (1920-21’ler Türkiyesi ve Mustafa Suphi’lerin Dönüşü. TÜSTAV, 2005).
[52]Sosyalist bir çizgiye yöneldiği “rivayet edilen” ve Bakü ile bağlantıları açığa çıkan Çerkez Ethem de bu tarihlerde bertaraf edilmiştir. Ankara’daki kadro önderliği kaybedeceğinden kaygılanıyor olabilir. Bu kaygı ya da korku o kadar çoktur ki, başta Enver Paşa ve Dünya Savaşına katılmış, kahramanlık göstermiş birçok ünlü ve başarılı subay ve generalin Kurtuluş Savaşına katılması engellenmiştir. Kurtuluştan sonra da devletteki kadro sıkıntısına rağmen bunlar değerlendirilmemiştir. Bu konuda Yalçın Küçük’ün “Gizli Tarih 1”adlı çalışmasında önemli bilgiler bulunmaktadır.
[53]Duman, agy. 1999. s. 100-101.
[54]Atatürk, Atatürk’ün Bütün Eserleri. Cilt 10. s. 196.
[55]Adıgüzel, agy. 2004. s. 316.
[56]Küçük, Yalçın. İsyan 2. İstanbul: İthaki Yayınları. 2005. s. 489.
[57]Küçük, Yalçın. Sırlar. İkinci baskı. İstanbul: YGS Yayınları. 2002. s. 63.
[58]Duman, agy. 1999. 199.
[59]Duman, agy. 1999. s. 95.
[60]Mustafa Suphi’nin yakın çalışma arkadaşı eğitimci Dr. Ethem Nejat da bir Türkçüdür. “Türklük Nedir ve Terbiye Yolları” (Kızılelma Yayıncılık, 2001) adlı kitabında düşüncelerini açıklar.
[61]Evren, Sami, Siyami Erdem ve Cafer Yıldırım. Eğitim Emekçileri Tarihi. İstanbul: Bireşim Yayınları. 1995. s. 17-20.
[62]Bildiri üzerine İslamcı olarak bilinen Şükrü Efendi soru önergesi vererek hükümetin bu bildiride belirtilenlere katılıp katılmadığını sorar. Dahiliye Vekili Mehmet Ata, hiçbirine cevaz vermediklerini bildirir.
[63]Bolluk, Hadiye (Çevrimyazı) ve Kurtuluş Güran (Sadeleştirme). Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi: Hakimiyeti Milliye Yazıları. İkinci Baskı. İstanbul: Kaynak Yayınları. 2004. s. 9.
[64]Bolluk ve Güran, agy. 2004. s. 33.
[65]Bolluk ve Güran, agy. 2004. s. 90.
[66]Bolluk ve Güran, agy. 2004. s. 102.
[67]Sadi, agy. 1994. s. 413.
[68]Sadi, agy. 1994. s. 432.
[69]Doster, Barış. Tarihsiz. Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler. İstanbul: 19 Mayıs Kitaplığı. s. 109-115.
[70]Benningsen, A. ve S.E. Winbush. Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliğinde Milli Komünizm (Çev. Bülent Tanatar) Anahtar Kitapları, İstanbul 1995, S:137.
[71]”Orta Asya, 15. yüzyılın sonuna kadar dünya ekonomisinin önemli bir bölgesi olarak geldi. Bölgemiz, Doğu ile Batıyı birleştirmektedir. Halklarımız toprağa ve millete göre bölünmemiştir. İpek yolunun önemini kaybetmesiyle, Orta Asya gerilemiştir. Son 500 yüzyılda ilk defa olarak bağımsızlığın elde edilmesiyle, bölgemiz dünya ekonomisi için tekrar önemli bir bölge haline gelmiştir. Biz dünya ekonomisine önemli ölçüde petrol, gaz, maden ve tarım hammaddeleri sağlayan bölge olarak ulaşım imkanlarını güçlendiriyoruz. Daha şimdiden eski ipek yolu üzerinde, 21. yüzyılın oto ve demiryolu ile petrol boru hatlarının şekillenmeye başladığı görülebilir.
Bizim önümüzde Asya Kaplanları ve Avrupa Birliği’nin başarılarının sebepleri duruyor. Diğer taraftan, II. Dünya Savaşından sonra bağımsızlığına kavuşan ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar ve çekişmelere şahit oluyoruz. Küresel ekonomide, büyük bir pazar mevcuttur. Bunun dışında, bölgede büyük devletlerin ekonomik üstünlük için açık bir rekabete girdiğini de gözlemliyoruz. Bizim için bu küresel jet ekonomik meseleye doğru bir biçimde yaklaşmak önemlidir.
Şimdi bizim önümüzdeki seçenek; dünya ekonomisine ebediyen hammadde sağlayıcısı olarak kalarak ikinci bir sömürgeci devletin gelmesini beklemek veya Orta Asya bölgesinin ciddi bir birliğini sağlamaya girişmektir.
Ben ikincisini teklif ediyorum.
Bizim böyle bir birlik kurmamız, bölgenin istikrar ve gelişmesi, ekonomik ve askeri-siyasi bağımsızlığının bir yolu olacaktır. Ancak bu takdirde, bölgemiz dünyada saygınlık kazanacaktır. Ancak biz bu şekilde, güvenliğimizi sağlayacak ve terörizm ve ekstremizm ile etkili bir biçimde mücadele edebileceğiz. Böyle bir birlik, nihayette, bölgemizde yaşayan halkın ihtiyaçlarına cevap verecektir.
Orta Asya Devletlerinin Birliğini kurmayı öneriyorum. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasındaki ebedi dostluk anlaşması böyle bir birliğin temelini oluşturmaya hizmet edebilir. Bölgenin diğer ülkelerini de bunun haricinde tutmuyorum.
Hepimizin ortak ekonomik çıkarları, kültürel ve tarihi bağları, dili, dini, ekolojik problemleri ve dış tehditleri var. Avrupa Birliği’ni kuranlar, belki de böylesine önkoşulları ancak hayal edebilmişlerdi. Biz yakın ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirmeli, ortak pazar ve ortak paraya geçmeliyiz.
Sadece bununla biz, devamlı birlik ve beraberlik için de bizi görmek isteyen ortak atalarımıza layık olabileceğiz. Önce Çar imparatorluğu, daha sonra Stalin’in milliyetler politikası böyle bir birlikten endişe etti ve bölgemizi idari-millî yönetimlere böldüler. Bu, böl ve yönet politikasıydı. Şimdi bizim için bölgenin eşit haklara sahip halklarının bundan sonraki nesillerine yeni ve olması gereken bir yolu göstermemizin zamanı gelmiştir.
Orta Asya Birliği’ni gerçekleştirme yolunda ilk adımlar atılıyor. Ancak, bunun kolay ve rahat bir yol olmadığı ortadadır. Bütün engel ve zorluklara rağmen başarıldığı takdirde, dünya barışı ve ticaretinin pekişmesi ve özellikle bölgenin istikrar ve gelişmesi yolunda, çok önemli bir aşamanın kaydedileceği kesindir.”
[75]İlhan, Suat. Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık. İstanbul: Bilgi Yayınevi. 2005. s. 177.
[76]Bu konu Batı düşünce kuruluşlarının da dikkatinden kaçmamaktadır. İngiliz Center for European Reform başkanı Grant, Rusya ve Türkiye’nin benzerliklerine dikkat çekerek, “eğer AB hem Rusya’yı, hem de Türkiye’yi yanlış bir biçimde ele alırsa, akılsızca Avrupa karşıtı bir ittifaka itebilir” diye uyarmaktadır (Charles Grant. 2006. “Turkey, Russia and Modern Nationalism”. CER Bulletin, Issue 49.)
[77]Göka, Erol ve Murat Yılmaz. (Der.) Uygarlığın Yeni Yolu: Avrasya. İstanbul: Kızılelma Yayıncılık. 1998.
[78]Meri keklik: Güzel öten kekliktir, tuzak olarak kullanılır. Keklik avına çıkan avcılar, yetiştirdikleri güzel öten ve diğer keklikleri çağıran meri kekliği kafes içine koyarak kekliklerin yaşadığı yere bırakırlar. Onun sesine gelen keklikler avcının avı olur. Meri keklik, gaflet ve dalalet içinde türdeşlerine zarar veren kekliktir.
[79]Tarihçilerin çok iyi bildikleri bir söz vardır: “Rus’u kazırsanız altından Türk çıkar.”
[80]Dugin, agy. 2004. s. 14.
[81]İlber Ortaylı’dan bir alıntı: Ahmet Cevdet Paşa, aslında Büyük Petro’ya ait olmayan bir vasiyetnameden söz eder. Bu vasiyetname Büyük Petro tarafından kaleme alınmış değildir. Alman kökenli bir Rus yöneticisi olan Münnich tarafından yazılmıştır (Çariçe Yelizaveta dönemi). Ahmet Cevdet Paşa, belirli bir Russafobiyi yerleştirmek için bu vasiyetnameyi eserine almış ve “Büyük Petro Vasiyetnamesi” diye takdim etmiştir (Ortaylı 1999: 128).
[82]Ahıska Türklerinin 19 ve 20 yüzyıl boyunca acıklı bir tarihleri vardır. Türkiye’den ciddi bir yardım ve destek görmemiş ve görmemektedirler.
[83]Zeyrek, Yunus. Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri. Ankara: Pozitif Matbaacılık. 2001: 53.
[84]Dugin, agy. 2004. s. 49.
[85]Memmedova, Arzu. 2014. “Demokrasi ve İnsan Hakları Eğitiminde Tarihsel Deneyimlere Başvurmanın Önemi (Azerbaycan Örneğinde). Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi. Cilt 1. Sayı 3. Ağustos.
[86]Yıldırım, Mustafa. 2006. Azerbaycan’da Proje Demokratiya: Adım Adım Teslimiyet. Ankara: Ulus Dağı Yayınları.