Rumeli ve Muhteşem İstanbul, Osmanlı Avrupası’ndan Hatıralar / Münevver Ayaşlı
Timaş Yayınları, 2008, İstanbul
“Babacığım, padişahını sevmeyen vatanını sever mi? Halifesine baş kaldıran iyi bir müslüman olur mu?
Anı/lar, yaşamı, dönemi, dünyayı, ülkeyi, bölgeyi, insanı, ilişkileri, yazan bireyin öznel yaklaşımı ile değerlendirilerek yazıya aktarılan bir yazı türüdür. Osmanlı İmparatorluğu’nun sallanmaya, çatırdamaya başladığı, yıkıldığı ve Türkiye’nin bağımsızlık savaşı verdiği dönemi kendi bulunduğu yerlerden, durumlardan, sınıfsal özelliklerinden bakarak kahramanlar odaklı yorumlanarak anlatılan bu anı kitabı’ndan seçtiklerimi dizi olarak aktaracağım. Yorum ve değerlendirmeyi, aktarma işlemi bittikten sonra yapacağım.
Bizim, bugün söylediklerimiz, söyleyeceklerimiz metinlerarası gerçeklik nedeniyle, dün, bizim dışımızda ya da bugün söylenenlerle içiçedir.
Okuma oranının düşük olduğu ülkemizde, bu gerçeklikten yola çıkarak, okunması gerekir diye düşündüğümüz kitaplardan alıntılar yaparak, okumaya ya da kitap olmasa bile yazı boyutuyla okunmasını, bilinmesini sağlamaya dönük bir çabadır bu, anılardan alıntılar.
Başlıyoruz…
/Devlet idarecilerinin çok dikkatli olmaları lazım gelmektedir, omuzlarında büyük mesuliyet var. Milletin, gençlerin, çocukların beslenmesi hususunda geçmişteki hataları, suçları telafi etmek lazım gelir. Sade muzır neşriyat ile değil, az ve fena beslenmeyi de ele almalılar.
Rumeli’nde Türk’ün önünde Bulgar ata binemezmiş, hele beyin önünde asla. Şayet bir Bulgar atta ise, beyi daha uzaktan görünce, hemen attan iner, el pençe divan durur, beyin geçmesini beklermiş. Menlik’te kilise de varmış, bazı günler dedem, papaza heber gönderir imiş:
-Beyin başı ağrıyor, bu Pazar kilisede çanlar çalınmasın.
Dedemin, pek aklı başında, terbiyeli, edebli, Ahmet isminde bir çubukcubaşı varmış. Bu genç Ahmet, bir iftiraya uğramış ve kurtuluşu Mısır’ a kaçmakta bulmuş. Gel zaman git zaman, Mısır’da Ahmet zengin olmuş, mevki sahibi olmuş ve oğlu Celal’i eski efendisi Rıfat Bey’e, Menlik’e göndermiş onu Mısır’a davet etmek üzere: “Mısır’ı teşrif etsinler, çok büyük mevki sahibi olurlar.”
Dedem gider mi? Osmanlı azameti, Rumeli Bey’i kibri, teşekkür etmiş ve gitmemiş.
/ Bu meşguliyetlerden başka, hanımlar arasında bir mektuplaşma faslı da varmış. Evet, mektuplar gider, mektuplar gelirmiş. Peki mektuplar nasıl yazılırmış? Haremde okum yazma bilen yok. Çiçeklerle, yapraklarla ve ibrişim ile. Her çiçeğin, her yaprağın manaları başka başka. “Seni çok seviyorum” bir çiçek, “Seni Çok göreceğim geldi” başka bir çiçek. “Hastayım, çok üzülüyorum” da bambaşka bir çiçek. Bunları ifade etmek için rengarenk, çiçek, yaprak ve ibrişim. Bu rumuzlarla pek güzel mektuplaşılırmış.
/Zamanın askerleri, aydınları gibi, velhasıl o zamanlar yetişen bütün vatandaşlar zamanın bütün Türkleri gibi babam da Ziya Paşa’yı, Namık Kemal’i, Mekatatib i Askeriyle Reisi Süleyman Paşa’ı çok severdi. Ziya Paşa’yı, Namık Kemal’ı hep okur, dilinden düşürmezdi. Hep okurdu Ben de babamı bu üçünden de soğuttum ve tamamıyla ayırdım. “Babacığım, padiyahını sevmeyen vatanını sever mi? Halifesine baş kaldıran iyi bir müslüman olur mu?
/Cennetmekan Sultan Abdulhamit Han, tahttan indirildiği gün İsrail kurulmuş, Irak petrolleri İngilzere’nin eline geçmiş, Libya’yı kaybetmeden Osmanlı Rumeli’ni de kaybederek Türkler, Avrupa’dan elini çekmişti. Evet, artık Avrupa-i Osmani yok olmuş, tarihe karışmıştı. İttihatçıyan milih aralı idiler? Bunlar Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyenlerin isteklerini yerine getirerek on sene gibi az bir zamanda koca devletin sonunu hazırlamışlardır.
Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyenlerin başında siyonizm gelir; zira o zamanlar Filistin, Osmanlı Devleti hudutları içerisinde idi. /Irak petrolleri Osmanlı Devleti hudutları içinde ii. Üstelik Irak Petrolleri II. Sultan Abdulhamid Han’ın kendi malı idi.
/Hulusi Beyefendi merhumun asalet ve hanedanlığını devam ettiren büyük olu Fahri Tanman Beyefendi, oğulları, bilhassa hanımı, Ehl i tarik Saffet Hanımefendi’nin himmeti elgerek Cihangir’de olsun, gerek Söke’de çiftliklerinde, Didim’deki yazlıkta ve Heybeli Ada’sındaki güzel köşklerinde olsun tam bir ayan konağı olan evleri, sofraları, yemekleri meşhur. Yemeğin bir kültür meselesi olduğunu bir defa daha Amerika’da idrak etmiştim, anlamıştım. Amerikanın yemeği yok!.. Frankfurter, pizza, icecream. Daha Amerika yeni kurulduğu zamanlar belki 18. Asırda, Amerika’da bulunmuş olan bir değerli Fransız “Amerika’da birçok ulus var; lakin yemekleri bir tek. Biz Fransızlar bir tek milletiz ama pek çok yemeğimiz var.” demiştir
/Musafa Bey’in eşi Fransızdı, bu Münevver Hanımlar.
Münevver Hanım, Nazım Hikmet’in son eşi ve tek oğlu Mehmet’in anası. Münevver hanım ressam Nurullah Berk ile evli idi, kocasından ayrıldı ve çok hayranı olduğu kuzeni Nazım Hikmet’le evlendi. Nazım’ın en son vatandan firarından ve Polonya’ya yerleşmesinden sonra, Münevver Hanım, iki çocuğunu alarak, biri Nazım’ın oğlu, öbürü de boşandığı kocası Nurullah Berk’in kızı, Polonya’ya gitti.
Nazım, o kadar ihanete alışmıştı ki, kendisine bu kadar fedekarlık yapan Münevver’e de ihanet ediyor. Tekrar bir Rus kızı seviyor, karısı Münevver’i boşuyor ve bu çok genç Rus kızı ile evleniyor. Nazım’ın, bo son evliliği uzun sürmüyor; zira ömrü vefa etmiyor. Yalnız kalan Münevver Hanım Polonya’da Varşova Üniversitesi’nde Türkiyat bölümünde ders veriyor.
/Çok iyi terbiye ettiği ve çok güzel tertif öğrettiği neferleri, annemin müdahelesi olmadan çay sofrasını hazırlarlar, biz de sofraya oturmak için dayımın gelmesini beklerdik.
Dayım eve geldiğinde, masada pırıl pırıl parlatılmış Rus semaverini ve üzerinde demlenmiş İngiliz Çayını hazır bulurdu.
İşte, biz Edirne’de İngiliz ve Fransız bisküvileriyle Rus Semaveri üzerinde demlenmiş İngiliz çayı ile güzel bir “beş çayı” içerdik.