Tarihimizin, vatanı için canını hiçe sayan, ünlenmiş Türk kadınlarının kahramanlıklarıyla dolu olduğunu biliyoruz. Bir de bu ülkede, evlerinden yurtlarından, eşleri, oğulları boğazlanmış, kurşunlanarak öldürülmüş, kadınına kızına tecavüz edilerek, göçe zorlanmış Ahıskalı Türk kadınlarının hikâyeleriyle var. Ne yazık ki, çoğu dilden dile anlatılsa da unutulmuştur. Ben ise annemden duyduğum kadarıyla büyük büyük nenem Gülperi’nin hikâyesinin bazı bölümlerini burada yazmaya devam ediyorum.
Çetelerin, evlerine yaptıkları baskınından sonra Gülperi Gelin’in ve askerde olan üç oğlunun genç eşlerinin günlerce gözlerine uyku girmedi. Yine yat yaramaz birilerinin, gece gündüz evlerine, gelip kendilerine zarar verme korkusu onları çok endişelendirdi. Zararsız atlattıkları ilk olayı işiten Elmalı Köyü’nün kadın, çocuk ve birkaç yaşlıdan oluşan insanlarının hepsi de aynı korkuyu taşımaya başladılar.
Ahıska’dan göç ettikten sonra bu köye yerleştirilen hısım akraba oldukları için birbirlerine son derece bağlanmış olan kadınları bir düşünce almıştı.
Askerde tek kolunu yitirerek gazi olan yeğeni Ahmet’i ve birçok köylü kadını evine çağıran Gülperi, aklından geçenleri anlattı.
“Böyle korku içinde yaşayamayız. Biz, Ahıska Türkleri acının en büyükleri yaşadık. Korkunun ecele faydası olmadığını çoktan öğrendik. Benim öldürülen kocamdan kalan bir tabancam var. Yol boyunca saklayıp buraya kadar getirdim. Köylü olarak hepiniz birer haklağa ekin verirseniz Ahmet’le Çorum’a gider, orada ekini satıp, oğlum Mehmet’in arkadaşı topal Yusuf’tan kurşun alırız. Oğullarımız askerde, birkaç yaşlıdan da hayır gelmez. Ahmet’le ben, geceleri atla çıkıp, etrafta kurşun ata ata gezeriz. Kurşun sesini duyanlar, Buralarda da silahlı birileri var diye düşünerek köyümüze yaklaşamazlar. “
Üç gelin sahibi olmasına rağmen, hala Gülperi’ye gelin aba diyen köyün kadınları hemen bu fikri kabul ederek ertesi gün evlerinden kendilerinin ekip biçerek ambara koydukları buğday ve arpa getirip üç eşeğin heybesine yüklerler. Köyün taşlı topraklı yollarından Çorum’a doğru yola koyulan Gülperi ve tek kollu Ahmet’in arkasından baka kalırlar.
Dünyanın her türlü acısını görmüş, çilesini çekmiş becerikli ve cesur Gülperi şehirde işlerini hallederek köye döner.
Çorum’da neler yaşadıklarını merak eden köyün birkaç yaşlı erkeği ve kadınların bazıları gelip yaşananları öğrenmek isteyerek Gülperi’nin evine gelirler. Toplanan insanlar daha Gülperi’nin evindeyken gece köylerinin yakınından geçen atlıların nal seslerini işitirler. Can korkusu, maldan mülkten ağır basar ve çoğu genç olan kadınların yüzlerinde büyük endişe hissedilir.
Evdeki üç gelinin gözlerinden akan yaş, Gülperi’yi iyice üzer. Köylerinin içinden geçen atlıların ayak sesleri kesilince Gülperi Ahmet ile birlikte bu geceden başlayarak köyün etrafında dolanma kararı alırlar.
Gülperi, “Ahmet, haydi oğul, durmak zamanı değil” der ve gelini Ayşe’ye ahırdaki iki atı çıkarmasını söyler. Ayşe, atları çıkartıncaya kadar, Ahmet evine gider sırtına, askerden gelirken sırtında olan kalın kaputunu giyer. Gülperi de, gecenin ayazında üşümemek için, koyun yününden ördüğü hırkasını sırtına geçirerek kendisini sağlama alır. Ayağına şalvarını çekip başındaki tülbenttin üzerinden alnını büyükçe bir kara yazma ile sıkar. Ayşe’nin” Atlar hazır ana” diye bağırdığını duyunca evin önüne çıkıp, savaşta gazi olup tek kollu olarak köye dönen, Ahmet’in ata binebilmesi için, “Ayşe Ahmet’e yardım et, ata binsin” deyince hısımları olan genç adam hüzünlenerek, “Yenge şimdi bu sol kolum yerinde olacaktı ki” der. Canın sağ ya Ahmet, buna da şükür. Sen olmasaydın, belki de ben tek başıma böyle bir şeye cesaret edemezdim. Şimdi, senin sayende gelin kız yataklarına korkusuzca girecekler,” diyerek ata binen Gülperi atını dehleyerek, birkaç el ateş edip köyün etrafındaki ağaçlıklara, oradan da tarlalara doğru sürer.
Her gece, ata binip köyün etrafında kurşun sıkarak gezinen Gülperi’nin gayesi, “Buralarda da silahlı biriler var” intiba uyandırmaktır. Acılarla geçen gençliğinden sonra geldikleri bu toprakları vatan edinerek milletine artık acı yaşatmamaktır.
Artık, her gece yarısı Ahmet gelip, evin büyük gelini genç Ayşe’nin camını tıklatır. Ayşe, hemen dışarı çıkıp damdaki iki atı hazırlar. Anası Gülperi’yi uyandır. Gülperi ata binerken, Ayşe’de Ahmet’in atına binmesine yardım eder. Gündüz, temizleyip kurşunlarını şarjöre sürdüğü tabancayı çoğu zaman anasına, bazen de atın yularını ağzıyla tutan Ahmet Emmisinin sağ eline verir. Bu yaşantıya alışan evin gelinleri, huzur içinde çocuklarını koyunlarına alıp geceleri yataklarına girerler.
Artık, geceleri dağlarda gezinen Gülperi ve savaş gazisi tek kollu Ahmet, karanlık gecelerin kasvetine alışırlar. Gecenin karanlığında, ağaç ve kayaların gölgeleri bu iki insana endişe verse de karşılarına çıkacak çete ya da eşkıyalar onları korkutmaz.
Güleperi’nin, Elmalı köyüne huzur veren davranışı yakın köylerde de duyulur.
Bir sabah, Ahıska’da, kocası öldürüldükten sonra hiç bilmediği yerlere acılar içinde göç eden kadının bahçe duvarından tanımadığı birkaç köylü bağırmaya başlar. “Hanım bacı, bize destur ver de gelip seninle konuşalım.”
Gelenlerin sesini duyan gelinler Gülperi’nin yattığı odaya girip, “Ana, hayır mı şer mi bilemedik. Yaşlı birileri bizim avlu kıyısına dikelmiş içeriye gelmek için sesleniyorlar.”
Korkuyu yenmiş, çok şeyler atlatmış kadın, yatağından kalkıp avluya çıkar. Kadın, yaşlı insanları görünce merak edip onlara, “Tanrı misafirisiniz. İçeri buyurun” der.
Ellerini ovuşturarak içeri gelen köylüler, hasır üzerindeki yer minderine oturup hal hatır sorduktan sonra, birisi söze başlar. “Bacım, biz Kazıklıkaya ve Eskiekin köyünden birleşip geldik. Sizin geceleri attığınız kurkun sesleri bizim köylerimize kadar geliyor. Önceleri endişelendik ama sonradan öğrendik ki sen ve askerden kolu koparak gelen birbiriyle Elmalı etrafında tabanca atarak gezip eşkıyalara gözdağı veriyor muşsun. Kazıklıkaya köyü çok dağlık. Bizler, gece gündüz oralarda eşkıyalar saklanır korkusu yaşıyoruz. Köylerimizdeki yiğitlerin hepsi, savaşa katılmak için askere alındı. Biliyorsun bu üç köy birbirine çok yakın. Bacım, sen yiğit biri olmazsan, her geceleri köyünüzü korumak için dışarıya çıkamazsın. Bizler size kurşun bulmak için elimizden geleni yaparız. Diyoruz ki, bazı geceleri bizim köylerin etrafında da dolaşırsanız, kadınlarımız ve biz yaşlılar biraz daha endişesiz uyuruz.”
Gelinlerinin birine hemen Ahmet’i de çağırttıran Gülperi Ahmet’i yanına oturtur. “Ağalar biz, çevrede dolaşıp silah atarken neredeyse sizin köylerinizin kıyılarına kadar geliyoruz. Benim kocamdan kalan tek tabancam var. Sizler Ahmet’e bir tabanca ve bize kurşun tedarik edin, biz sizin köylerin hem etrafında geçer bazen de köylerinizin içine kadar girip dolaşırız.”
Üç gelinin kurduğu yer sofrasında, misafirlerinin karnını doyuran Gülperi gelen yaşlı insanları yolcu eder.
Gelinlerinin, oturmuş kendisine baktığını gören Gülperi, “Üçünüz de çok gençsiniz. Sizler bilmeseniz de kocalarınız buraya gelirken daha çocuktular ama o zorlu günleri unutmadıklarını biliyorum. Ahıska’da kocamı ve birçok akrabamı bıraktım. Acılarımın üstünü örttüm ama burada, kadar üç oğlum askerden dönünceye kadar sizleri ve torunlarımı elimden geldiği kadar böyle korumaya çalışacağım.“
O günden sonra, Gülperi ve Ahmet, geceleri Kazıklıkaya ve Eskiekin köylerine de uğrarlar.
Bir gece, etrafı çok dağlık olan Kazıklıkaya köyünün kıyısından geçerken silah seslerinin atıldığını duyan Gülperi ve Ahmet neler olduğunu anlamak için bir kayayı kendilerine siper edip beklemeye başlarlar. Çok yakınlarında olduklarını anladıkları silahlı kimselerin köye doğru gittiklerini görünce, onlar uzaklaşınca kendilerini siper ettikleri kayanın arkasından çıkıp, tabancalarındaki kurşunları boşaltmaya başlarlar. Atlarının yönünü Kazıklıkaya Köyüne çeviren iki insan, köyün sokaklarında dolandıktan sonra birkaç kapıyı çalıp köylüye hal hatır ve köye basın yapılıp yapılmadığını sorarlar. Köyde bir vukuat olmadığını söyleyen köylüler onları o gece misafir edip dinlenmelerini sağlarlar.
Gülperi ile Ahmet, uzun yıllar birlikte köy köy kurşun atarak gezer. Dağlarda yankılanan kurşun sesleri bu köylere eşkıyaların gelmesini engeller.
Cesur, yiğit Gülperi, Ahmet’le birlikte yaz kış demeden üç köy bekler.
Yularından tutup da tek koluyla ata binemeyen Ahmet emmi dediği tek kollu gaziyi her gece ata bindirmeden uyumayan, annemin annesi, nenem Ayşe Geline, korkusuz, büyük nenem Gülperi’ye, adını duyduğum savaş gazisi Ahmet Emmiye rahmet diliyorum.
Kurşun sesinin dağlarda yankılandığı gibi bu hikâye de akrabalarım arasında da dilden dile dolaşırken kulaklarımızda yankılanıyor. Sözlü tarih denilen, acıların yaşandığı bu hikâyeleri yazmayı borç biliyorum.
Saygılarımla.
GÜLPERİ
Sen bizim sokaktan geçtiğin zaman
Olan depremi, harabe dünyayı göremem Gülperi
Şöyle bir salınıp sallanırsın, işveyle cilveli
Dilime gelirde hatırını soramam Gülperi
Sen bizim sokaktan geçtiğin zaman
Hasetten, kirazlar, bademler çiçek açmaz Gülperi
Badem gözlerin, kiraz dudakların, göz süzüşlerin
Bakışın yarama tuz basar da figanımı duyman Gülperi
Sen bizim sokaktan geçtiğin zaman
Uykularım kaçar, kirpiğimi gözüme saramam Gülperi
Annemin nazende sesi yok olur kulağımdan
Damla su, lokma ekmek ağzıma koyamam Gülperi
Sen bizim sokaktan geçtiğin zaman
Aynaya bakıp sararan benzime gülemem Gülperi
Çaresizim, adımı koymuşum umutsuz biçare âşık
Azrail gelince sana adadığım canımı veremem Gülperi..
Zülal Kaya