Benim burada anlatacağım Ahıska’dan 93 Harbinde Türkiye’ye göçe mecbur bırakılan yiğit Gülperi’nin acı dolu hayatından kısa bir bölümdür.
Ailem içinde bu kahraman kadının hikâyeleri anlatıldığı için çoğumuz bu büyük büyük nenemizi çok iyi tanırız.
Rahmetli annem Münevver (Yücel) Kaya yaşamının on dört yılını onunla geçirmiş. Nenesinin anlattıkları bütün aile fertlerimizi olduğu gibi annemi de çok etkilenmiş olmalı ki, duyduklarını dilinden düşürmeden zaman zaman kendisi yaşamışçasına anlatırdı.
Ben de annemin övünerek anlattıklarının kısacık bir bölümünü burada kaleme almaya çalışacağım.
***
“Doğduğun yerde değil de doyduğun yerde yaşarsın.” diye söylenir. İsteğe bağlı bir gidiş olmasa da bu söz sanki yurdundan sürülmüş insanlar için dile getirilmiş gibidir.
Düşmanlar gecenin bir yarısında dipçikle kapınıza vurup çoluk çocuğunuzun ağıtları arasında, evinden barkında kovulduğun zaman can havliyle yollara dökülürsen çok iyi bilirsin bu sözü.
Kaça kaç hikâyeler, kaçarken kovalanmış, canını zor kurtaranların anılarıdır. Kaderin çizdiği ülkelere varıp, doydukları yerde yaşlanmaya başladıkları zaman doğdukları yerin toprağı burunlarında tütmeye başlar.
Böyle acılar yüreklerde kapanmaz yara izi bırakır.
İnsanlar, ölümden kaçış olmadığını kabullenirken, son duraklarının doğdukları topraklar olmasını isteyerek vasiyetlerde bulunurlar. Vatan toprağında yeşermelerine izin verilmeyenler, ille de vatan diyerek hasret çekenlere özlemini duydukları topraklara gömülmek nasip olamaz.
Ne yazık ki, vatanlarından çok acı içinde sürgün edilen Ahıska Türklerinin de böyle imkânları olmamıştır.
Genç Gülperi de Ahıska’dan sürgün edilen böyle çilekeş insanlardan birisidir.
Gülperi genç gelinken 93 Harbi, Osmanlı ve Rusya arasında yaşanmış (1877-1878) olan savaşta eşinin öldürülmesinden sonra çocuklarıyla Türkiye’ye sürgün edilen kadersiz insanlardan birisidir.
Yol çok kasvetli ve uzun sürmüştür.
Kağnı, çeten gıcırtıları arasında, at sırtlarındaki yolculuklar, ölümler bu dramı yaşayanları insanlıktan çıkartmıştır.
Rusların, kendi vatanlarından kovduğu Ahıska Türklerinin bir kısmını Osmanlı yetkilileri Çorum ve çevresine, benim atalarımı da Çorum’un Elmalı Köyüne yerleştirmiştir. Kendilerine verilen az bir araziyi ekip biçmeye başlayan Gülperi, dört oğlu ve minik kızıyla kıt kanaat geçinmeyi öğrenmişlerdir.
Zaman Gülperi’ye dayanma gücü verirken oğulları da büyümeye başlamıştır.
Türkler nereye sürgünle gelmiş olursa olsun, gittikleri yeri yurt edinmeyi bilmiştir. Cesur ve çalışkan insanlar olarak tanınan Ahıska Türkleri de gittikleri her yere faydalı olmayı becermişler. Ana vatan olarak bildikleri bu topraklara dört elleriyle sarılmışlardır.
Zamanın ağır şartlarına rağmen genç Gülperi Kadının savaş peşini bırakmamıştır. Gün gelmiş, büyümüş olan oğullarını peş peşe evlendirerek evine üç gelin getiren Gülperi’nin oğulları, savaşa katılmaları için sırayla askere alınır.
***
Savaşlar, acı yüzünü, gidenin senelerce gelmediğini gösterdiği gibi, gelenin, çoğunun da kolunun bacağının almış olarak göstermiştir.
Gülperi sonunda, bekâr olan küçük oğlunu da askere gönderir. O zamanlarda, bütün ülkede olduğu gibi üç dört çok yaşlı erkek dışında evleri, köy ve şehri korumak, kadınlara kalmıştır.
Bedensel olarak güçlü ve çok cebbar olan Gülperi için evin bütün sorunlarının üstesinden gelmek zor olmaz.
Öyle bir zaman gelmiştir ki, çetelerin ve askerden kaçan eşkıyaların Elmalı Köyünün etrafındaki dağlarda gezindiği söylentileri yayılmaya başlamıştır.
Evinde genç üç gelini olan Gülperi’nin bir gece kapısı hızlı hızlı yumruklanmaya başlar. Yataktan kalkan Gülperi tahta kapının arkasından dışarıya “Kim o!” diye seslenir. Seslenir ama dışardan at kişnemeleri ve birkaç ağızdan “Açın kapıyı açın, kapıyı açmazsanız buraları başınıza yıkarız.” sesleri yükselir. Gür bir şekilde, “Bacım kapıyı açın biz sizlere zarar vermeyeceğiz, açız aç.” diye seslenişlerini, uyanmış ve titremekte olan gelinleriyle birlikte işitir.
Gülperi’nin gür ve karakaşlarının çatıldığını, idare lambasının ışığında görür üç gelin.
Olayların bundan sonrasını rahmetli annemin ağzıyla anlatmaya çalışacağım.
***
Ben daha doğmadan çok çok önceleri, Gülperi anam, (Baba tarafından nenesi) hemen arkasında dinelen Ayşe Abama, (Annesi Ayşe Yücel) alçak sesle “Bıçağı getir.” der. Abam koşarak içeri gidip ayağına yün çoraplarını giyer. Sonra da yemeklerini pişirdikleri odaya gidip bıçağın birini çorabının içine sokup eline aldığı ikinci büyük bıçağı Gülperi Anama yetiştirir. Dışardan kesilmeyen ses ve kapı yumruklanması karşısından onlarla baş edilmeyeceğini anlayan ve “Size zarar vermeyeceğiz, açız açız” sözlerini önemseyen Gülperi Anam elindeki kocaman bıçakla kapıyı açar.
Kapının hemen önünde dikelen, iri cüsseli, sırtında asker kaputu olan kişi, “Bre zavallı kadın, sen bu bıçakla bizi mi korkutuyorsun? Biz açız aç, size zarar vermeyeceğiz diye bağırdık. Hiçbirinize dokunmayacağız. Bizim kaç gündür karnımız aç. Hemen bize koyunların bulunduğu ağılı göstereceksin!
Çaresiz olsalar da, bu sözler, Gülperi Anamı, Ayşe Abamı ve iki yengemi sevindirir. Gülperi Anam önde yedi adam ardında, onların peşinde Ayşe Abam ve yengelerim koyunların bulunduğu ağıla giderler. Neredeyse hepsi ağız birliği yapmışlar gibi isteklerini, “Dedik ya bacılar, size hiç zararımız olamaz. Biz bu dağlarda vatan haini eşkıyaların peşindeyiz. Neredeyse birkaç gece de bir, evlere girip hırsızlık yapan, kadına kıza musallat olup onları dağa çıkartan asker kaçaklarıyla, çatışmamız oluyor. Dağlarda yiyecek bulmak zor. Ver şu elindeki bıçağı. Biz bu ağılda koyun keseceğiz. Siz de dışarı çıkmadan, kestiğimiz koyunları burada pişirip bizim karnımızı doyuracaksınız. Bizim burada olduğumuzu bu gece kimse bilmeyecek. Onun için çok dikkatli olacaksınız.”
Durumu anlayan Gülperi Anam hemen iş taksimi yapar. “Fatma git sen bir kater ekmek sula.” Ayşe Abam ve Zöhre yengeme siz de hemen buraya sacayağı ve bakır leğeni getirin der.
Adamlar, göz açıp kapayınca kadar ağıldaki üç koyunu kesip yüzerler. Gülperi Anam ve gelinleri koyunları çabucak parçalar. Ağıla ocak kurulur ve parçalanan koyunlar pişirilmeye başlanır.
Gece yarısı çok büyük korku atlatan Abamgil, kendilerine zarar verilmediğinden dolayı bu yaşadıklarına çok sevinirler.
Altı harlı yanan, sacayağının üzerindeki, kocaman bakır leğende kavrulan etler kısa zamanda pişer. Yengem, suladığı bir kater yufka ekmeğini katlanmış olarak ağıla getirir.
Kendilerine zarar vermeyen bu çetelere hürmet olsun diye Ayşe Abam’da tas içinde, içerden getirdiği pekmez ve turşuyu önlerine kor. Yufka ekmeğinin arasına koydukları kızarmış etlerle karınlarını tıka basa doyuran ve bu bölgenin dağlarında eşkıya avı yaptıklarını, çevredeki köylerini beklediklerini söyleyen çeteler, artan et ile ekmekleri atlarının heybesine koyup köyden at sırtında ayrılırlar. Abamlar, daha köyün dışındaki dağlara varmadan birkaç el silah sesini duyarlar. Gülperi Anam, “Allah onlardan razı olsun. Bizlere bir zarar vermeden buradan gittiler. Haydi gelinler, ateşi söndürün hemen yatağa girin. Gün ağarınca buraları el birliğiyle toplarız” demiş. Elindeki idare lambasıyla gelinlerini yanına alıp içeri girmişler.
Aile içinde saygıyla ve kahramanlıklarıyla anılan Gülperi büyük nenemiz hikâyelerinin devamını Eğitişim Dergisi’nin öteki sayılarında yazmaya çalışacağım.
Bundan sonraki sayıda, adsız kahraman olan “Ahıskalı Gülperi Gelin Dağlarda” bölümünü kaleme alacağım.
Saygılarımla.