7.30 Vardiyası Köleleri

Sayı 59-Temmuz 2018

Güneşi bile yeni bir gün için uyandıran bizlerdik. Onunda mesaisi bizden sonra başlıyordu. Biz yollara dökülürken ışıklanırdı cami kubbeleri, imamlardan daha önce başlardık Allah’ı anmaya fakat bunun için para alan imamlardı. Kimsesiz duraklarda başıboş beklerdik, tıklım tıklım otobüsler için. Karpuz bile itinayla koyulurken kamyonlara biz, paldır küldür dolduruluyorduk otobüslere. Düşmek, kırılmak, yorulmak böyle haklarımız yoktu. Bir şekilde varırdık iş yerlerimize ‘kan emiciler’ kendi yerlerine henüz kendileri kadar ustalaşamamış ‘küçük emicileri’ bırakırlardı biz bunlara modern dilde “müdür” diyorduk. Kazulet gibi suratları ile giriş kapısında bekleyip saate bakar dururlar, bir dakika geç kalsan…  Tüm gücünü, zamanını, gençliğini yedikleri yetmiyormuş gibi bir de başının etini yiyorlardı. Sen içten içe bileniyordun yakasından tutup bir kenara fırlatmak isterken, geriye dönüp düşünürsün anneni, babanı, kardeşlerini, mecburiyetlerini, zorunluluklarını…  Düşünürsün tüm bunları en fazla on saniye sürer bu hüzünlü film şeridi. Gözlerin çaresizlikle yere iner zoraki bir sesle;

-Haklısınız efendim, diyebilirsin ancak. Bir de sana dayatılan bunca şeye rağmen bu adaletsiz düzene rağmen özür dilersin çünkü düzen bunu gerektirirdi. Suçsuz suçlular af dilerdi. Cezalar masumlar içindir, suçların içinse fırsattır.

Kölemiz en az on iki yahut on beş saat çalıştırılır, bir karnı aç bir karnı toktur. Tüm gün iyice kanı emilmiş, gücü sömürülmüştür. Zaten sırtındaki semer izinden de anlaşılırdı bu eee sesi çıkmayana semer vuran çok olurdu. Tüm günün yorgunluğu ile atar kendini yola. Bazen ayaklarını hissetmez bazen ellerini, beyninin yokluğuna zaten alışmıştır. Çünkü çok fonksiyonlu emiciler çoktan yok etmişlerdir beynini…  Niye mi?

Asgari ücretle zam arasına sıkıştırılmış bir kölenin düşünmeye mecali kalmış mıdır ki? Yorgunluk ve uyku arasında geçip gitmektedir kalan zamanı da. Tüm bunları yaşamak için de beyine ihtiyaç yoktur zaten öğrenilmiş davranışlar yahut alışkanlıklar yeterlidir. Misal Pavlovun köpeğinin eti görünce salya akıtmak için beyine ihtiyacı yoktur. Peki, bizler 7.30 vardiyası köleleri parayı görünce niye sorgulama gereği duymuyoruz?  Neyin karşılığında alıyoruz alıyorduk, neyimizi veriyorduk yahut?  Fakat gel gör ki beynimizi kullanmaya izin yoktu, modern kölelik bunu gerektirirdi. Unutmayın ey köleler! Köleler yalnızca efendilerinindi…

Güneş bile çoktan mesaisini bitirmiş, yerini geceye bırakmıştı. Oysa biz 7.30 vardiyalıları  hala yollardaydık. Güneşten bile daha çok mesai yapıyor, asgari ücrete tabi oluyorduk. En büyük kayıplarımızdandı zaman, tüm günümüzü yok yere sele verdiğimiz yetmiyormuş gibi; gecemizden artı bir saat daha yola harcıyorduk. Yine dolduruluyorduk oksijen düşmanı otobüslere. İnsanlar, ter kokuları, sesler, karanlık, sinir bozucu sokak lambaları, arabalar, kornalar… İnsanlar o saatlerde yorgunluk olup akıyorlardı yollara. Ben, ben ise hala bir yerlerde kalabilmiş bir parça aklımla düşünüyordum neden, neden diye?  Köle olmak için seçilen neden bizlerdik. Niye bir olamıyorduk niye hakkımızı aramıyorduk?  Bugün bir mayıstı güya ‘işçi bayramıydı.’ bayram işçilerinken o günün tek çalışanı yine biz işçilerdik.

-Düzen böyle diyorlardı. Bu düzeni kuranda senin benim gibi insan değil miydi diyorum susuyorlardı. Bakıyordum, bütün ömrünü yalnız bir ev sahibi olabilmek için çalışarak harcayanlara yahut SGK, SSK diye diye ölümüne çalışanlara. Hayranlık duymuyor değildim onlara cömertçe harcıyorlardı, yalnız bir tane olan hayatlarını. Biz bu şekilde harcanırken, bir bakıyorduk “kan emicilerin” çocukları New Yorklarda, Parislerde günlerini gün ediyorlar. Biz daha çok çalıştırılıyorduk onlar daha rahat daha lüks yaşasınlar diye…  Mesela bir çantaya 3000 Euro verebilsin diye… Sonra bir işveren tanıdım anlatayım size kendisini; para ile kendisine bir soyadı satın almış kendisiyle uzaktan yakından alakası olmayan. Satın aldığı şeyler bununla da sınırlı değildi elbette saygınlık, saygı, korku, itaat, aidiyet, beğenilme, hırs, insan, insan, insan… Ve daha bir sürü şey. En büyük emicilerdendi sağlam sömürürdü, kurnaz yer yer de ahlaksızdı, erdemden ise bir haberdi. Ucuza işçi çalıştırmaya bayılırdı çocuk işçiler, engelli işçiler…

Tüm bunlar bir yana ondan en nefret ettiğim anı söyleyeyim; zor da olsa bütün işçilerin kafasına girip topluca zam istemeye gitmeye ikna ettim. Neyse hepimiz girdik içeri, herkes ıkına sıkına bir şeyler söyledi, ben durumu özetledim ve zammı istedim. İstediğimiz zam 100 lira idi kurnaz ve erdem sahibi olmayan biri olduğunu söylemiştim önce pazarlık ederek bu zammı 50 lira indirdi işçilerin yavaş yavaş yumuşadıklarını görünce de mali krizde olduğunu iddia etti ve bizi eli boş gönderdi. Birkaç saat sonra tesadüfen elimize bir muhasebe fişi geçti biz de gizlice bakma gereği duyduk baktık bakmasına da, gördüğümüz şey bizi hiç şaşırtmamıştı. Damadına 30 bin liralık gömlek, kızına 950 bin liralık araba… Oysa bizim istediğimiz zam sadece 50 TL idi. Geçen gördüm basın mensupları yazmış koskoca manşetle cömert iş adamı falanca.. Sinirden gülmeye başladım, etrafımda deli olduğumu düşünenlere bir koz daha vermiştim. Böyle adamlar gösterişe, ihtişama, kadına, arabaya cömerttir bunlar işçiye emekçiye düşmandır hatta ellerinden gelse bedavaya çalıştırmaya çalışırlar. Sömürmek bir süre sonra azgın bir hal alıyordu bunlarda.

Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kendimi sorguluyordum,

-Elimde kapı gibi üniversite diplomam, zehir gibi bir beynim, yeteneklerim, azmim, kararlılığım, inancım vardı. Peki, tüm bunlar kimin umurundaydı?

-Bunca okulu 07.30 vardiya kölesi olmak için mi okumuştu?

-…

Gel gelelim diğer bir noktaya; milletini bu kötü şartlarda yaşamaya razı eden devlete ne demeli?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir