Yaşam süreci içinde her birey, hayatının bir döneminde alışılmamış olağandışı bir olayla veya durumla karşılaşabilir. Birey bu yeni duruma sağlıklı uyum yapamadığı zaman ‘kriz’ olarak tanımlanan yoğun heyecansal bir yaşantı içine girer.
Aslında her birimiz, hepimiz krizlerin galibiyiz. Bu yüzden güçlüyüz. Bir en büyük krizi aşarak başladık bu yaşama: İlk kriz anne rahminin sıcak ve güvenli ortamından bilinmeyen bir dünyaya doğmak ve yaşamak!
Bize tamamen yabancı olan bu dünyaya doğduk… Yaşamımızı sürdürmek için bu yeni ortamı tanımak ve uyum sağlamak zorundaydık; çünkü yaşam “krizleri aşabilecek kadar güçlü olana” var olma hakkı veriyordu!
O halde, dünyaya gelirken krizleri aşabilecek potansiyele sahibiz. Öyle ki, genetik donanımımız bize yaşamak için gerekli kapasiteyi sağlıyor. Dünyaya gelirken “kendini koruma ve yaşamı sürdürme” kurulumuna sahibiz. “Savaş ya da kaç” ayarlarımız var. Bunu bize doğuştan yüklenmiş olan “Doğal Yazılım” programımız sağlıyor. O halde insan olarak, krizleri aşabilecek ve belki de krizlerden güçlenerek çıkabilecek güçlü bir donanıma sahibiz.
Kriz nedir?
“Kriz” kelimesinin Türk Dil Kurumu tarafından yapılan, psikoloji literatürüne en yakın iki tanımı incelendiğinde ilki olan; “Bir kimsenin yaşamında görülen ruhsal bunalım” tanımından yola çıkıldığında; krizlerin beraberinde bireyde duygusal yıkımları da getirebildiği anlaşılır.
Kriz kelimesinin bir diğer tanımına bakıldığında ise; “Bir şeyin çok kıt bulunması durumu” şeklindedir. İnsanın psikolojisi açısından yaklaştığımızda “çok kıt bulunan bu şey” ne olabilir?
Elbette; sağlıklı bir var oluş için gerekli olan; güven, sevgi, aidiyet, özgüven, kabul görme vb. gibi psikolojik sağlık için gerekli olan temel ihtiyaçlar akla gelir. İşte bir krizle karşılaşıldığında, bireyin duygularını dışa vurum şekilleri değişse de, genel olarak krize yönelik bireysel tepkilerin altında bu gibi temel ihtiyaçların yeteri kadar doyurulamamış olması yatmaktadır.
Yunancada kriz kelimesi “karar verme” veya daha genel anlamda “dönüm noktası” karşılığı kullanılır. Çünkü krizi aşmak için genellikle bir karar vermek ve buna göre yeni bir döneme başlamak gerekebilir.
Krize yönelik tepkiler
Sosyal bir varlık olan insan yaşamı boyunca çok fazla sorunla ve engelle karşılaşır. Birey bu sorunların üstesinden gelmeye çalışırken; bir kısmının üstesinden gelir, bir kısmını çözmeye çalışırken ise zorlanır, yıpranır, belki de kendini tehdit altında hisseder. Çözüm yollarının işe yaramadığını düşünüyorsa yeni çözüm yolları arar, belki de hiçbir şekilde bu sorunların üstesinden gelemeyeceğini düşünür; engellenmiş ve umutsuz hisseder, kaygılanır.
İşte tüm bu tepkiler; içinde bulunduğu koşullarda, bireyin krizi ve kendini nasıl algıladığına göre değişkenlik gösterir. Bu yüzden aynı krize gösterilen çok farklı tepkiler, hatta kendimizin de benzer bir krize değişik zaman ve durumlarda gösterebildiğimiz farklı tepkiler ortaya çıkar. Çünkü kriz kavramı; olayın kendisine değil insanların tehdit olarak algıladıkları bir duruma verdikleri öznel tepkiye işaret eder. Bu öznel tepkiler de çocukluktan itibaren içinde yetiştiğimiz ailenin aracılığıyla bize yüklenen “Sosyal Yazılım” programına bağlıdır.
Kriz durumlarında, insanların baş etme becerilerinin yetersiz kalması sonucu, korku, gerilim, şaşkınlık, kafa karışıklığı ve hatta kontrol kaybı gibi tepkiler ortaya çıkabilir. Her ne kadar krizler beraberinde olumsuz ve sıkıntılı duyguları getirse de iyi ve etkin bir müdahale ile uyumlu baş etme yöntemlerinin öğrenilmesi için bir fırsat haline de getirilebilir.
Krizin genel olarak gelişimsel ve durumsal krizler olmak üzere iki türü vardır. Gelişimsel krizler; bireyin yaşam süresince meydana gelen, beklenen yaşam olaylarıdır. Örneğin; ergenlik, iş yaşamına başlama, evlenmek, gebelik, çocuk sahibi olmak, emeklilik gibi bir yaşam döneminden diğerine geçiş yaşantılarıyla ilişkilidir. Bir bakıma, her birey değişik derecelerde de olsa yeni bir duruma uyum sağlamak için kaçınılmaz olarak gelişimsel krizleri yaşar.
Durumsal krizler ise; önceden kestirilemeyen, bireyin biyolojik, psikolojik, sosyal bütünlüğünü tehdit eden; ciddi bir hastalık, kaza, ameliyat, yakının ölümü, ilaç veya alkol bağımlılığı, iş kaybı, deprem, savaş gibi travmatik olayların yaşanması ile ortaya çıkar.
21. Yüzyıl krizlerinin özellikleri
Bireyin, kişisel olarak yaşadığı gelişimsel ve durumsal krizlerin yanı sıra, toplumun tümünü, daha geniş grupları topyekün etkileyen krizler de söz konusudur. Özellikle sosyal yaşamda çok hızlı dönüşümler yaratan bazı durumlar, kaçınılmaz olarak daha geniş kitleleri etkileme potansiyeline sahiptir.
21. yüzyıl, insan yaşamında çok hızlı değişim ve uyum gerektiren niteliklere sahiptir. Öyle ki; günlük yaşamda ortaya çıkan yeni durumlar, bireylerin benimsedikleri inanç ve değerler sistemini zorlamakta ve kriz yaratabilmektedir. 21. yüzyılda toplumlarının değerleri üç temel güç tarafından dönüştürülmektedir:
(1) Bireyciliğin yükselişi,
(2) Tüketim çılgınlığı,
(3) İletişim teknolojileri.
Hepimizin bir şekilde etkilendiği bu dönüşüm, 21. yüzyıl krizlerinin temelini oluşturmaktadır.
21. yüzyılın krizlerinin bazı temel özellikleri vardır:
* Küresel ölçekte olması
* Ekonomik dengeleri alt üst etmesi
* Savaşlar ve göçlerle toplumsal yaşamı etkileyici sonuçlar yaratması
* Sınırları ortadan kaldırması.
* Uluslararası etkileşim-işbirliğini zorunlu hale getirmesi.
Krizleri Aşmak
Yaşadığımız yüzyıldaki hızlı değişimlerin ve krizlerin doğru tanımlanması, çözüm yaklaşımlarını geliştirebilmek açısından kaçınılmazdır. O halde artık krizlerle başa çıkmak için yeni stratejilere ihtiyacımız var:
- Yeni teknolojilerin (bio-teknoloji, otomasyon ve robotizasyon) insanlığın ihtiyacı olan eksikliklerin giderilmesi amacıyla kullanılması
- Öğrenme ve Bilgi Entegrasyonunun insan büyümesini destekleyecek şekilde uygulamaya konması
- İnsani değerlerin ve ortak amaçların hem bireysel hem sosyal gruplar olarak nasıl korunabileceğine ilişkin sosyal stratejilerin geliştirilmesi
- Bireysel başarı yönelimi yerine ortak çalışma ile başarı ve değer yaratmaya doğru dönüşümün sağlanması
- Dışlama ve ötekileştirme olmaksızın her bireyi güçlendiren bir dünya toplumu yaratılmasının ilke edinilmesi
- Krizlere çözüm ararken bireyin ve toplumun ihtiyaçlarının yeniden tanımlamasının yapılarak uygun çözüm yollarının insanın doğasına uygun olarak geliştirilmesi
Artık anlamalıyız ki toplumların kurtuluşu; tek başına kendini kurtararak değil, birbirlerine destek vererek hep birlikte olacak! Bunu gerçekleştirebilmenin anahtar kavramı ise Einstein’ın gelecek öngörüsünde gizlidir.
Yirminci yüzyılın en önemli bilim insanı olan Albert Einstein, kızı Lieserl’e yazıp bıraktığı mektupta şöyle diyor:
“…eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak,
eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa,
eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak…
Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor, evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var…
Bu evrensel güç “sevgi”dir.
O halde, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri, “insan sevgisi” ile kullanmadığımız sürece, krizlerden güçlenerek çıkmak mümkün olmayacaktır.
Krizleri sevgi ile aşınız, yaşamınızda sevgisiz kalmayınız!
Sevgiyle…
…
B.Y.
06 Eylül 2023, Hasanoğlan