18. Millî Eğitim Şurası Ve Teyo Pehlivan’ın Değerlendirmesi

Sayı 29- Çeşitleme (Ocak 2011)

Bilindiği gibi; Milli Eğitim Şuraları, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ihtiyaç duyulan; “program geliştirme” çalışmaları için önemli etkinlikler olarak Türk Eğitim Tarihindeki yerini almıştır. Günümüzde de geleceğe dönük olarak çok önemli bir açığın kapatılması için sistem ve işleyişinin masaya yatırıldığı izlenimini vermektedir. Aslında bu tür çalışmalar; Cumhuriyet öncesi de çeşitli adlarla organize edilmiş ve hatta yurtdışına bu amaçla elemanlar gönderilerek sistemin açıklarının kapatılmasına çalışılmıştır. Daha sonra ortaya atılan çeşitli nazariyeler, bu alanda çok yoğun olarak çalışıldığını ifade ediyor.

Rahmetli Atatürk’te Türk halkının çağdaş bir anlayışla eğitilerek hakiki manada insan-ı kâmil olması ve gerekli erdemlerle donatılması için çok yoğun bir çaba sarf edilmesini sağlamıştır.  Emek ve çabalarının karşılığını da en azından, “başöğretmen” ilan edilerek almıştır. Daha önceki Milli Eğitim Şuraları da; 18. Milli Eğitim Şurası gibi olmasa da geniş bir katılımla gerçekleşmiştir. Alınan kararlar doğrultusunda uygulamalar gerçekleştirilse de, muhtemelen siyasi otoritenin sistem üzerindeki baskısı çok net olarak hissedilmektedir. Bu manada her yeni siyasi otorite yasama ve yürütmeyi ele aldığında; mevcut eğitim programını kendi işleyişi içerisinde ve uygulamada geliştirilmesi esasının benimsenmesi yerine, tamamen kaldırılıp yeni bir  kopya anlayışın uygulanmaya konulması gibi radikal sayılabilecek ilerisi görünmeyen ataklar yapılmıştır. Bu tarzda birbirini takip eden süreçler Türk eğitim sistemine çok ağır maliyetler getirmiş ve bir türlü aşılamayan sorunlara kaynaklık etmiştir. Bu maliyet ve sorunlar dikkate alındığında, yeni şuralar tertip edilse de; halâ çok yoğun bir eğitim bürokrasisi ile karşı karşıya olunduğu anlaşılmaktadır.

Astlarla üstler arasındaki ilişkilerde, astların daha üstlere çıkabilmek için dalkavukluk sayılabilecek tavır ve davranışların midemi bulandırdığını söyleyebilirim. Sanıyorum askeri bürokraside de emsali bulunmayacak bu hal ve hareketler, işgal edilen makamın gerektirdiği gerçek hizmetleri ortaya koyamamanın doğurduğu açıkların kapatılması çabalarından başka bir şey değildir.  “Aman efendim, tamam efendim, hayhay efendim, alam efendim, satam efendim” gibi beden diliyle de desteklenen hal ve hareket ve söylemlerdir. Üstlerin ise, bu tür amirin gururunu okşayan; “padişahım sen çok yaşa”soytarılıklarına alıştıkları ve her seferinde daha fazlasının yapılmasını bekler oldukları anlaşılıyor. Onların ödül hanelerine bunlardan başka koyacakları tedariklerin olmadığını söylemek yerinde olacaktır.

Şura toplantısı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı ve Milli Eğitim Bakanının açılış konuşmalarıyla başladı. Yapılan konuşmalarda dillendirilenlerden bu şuraya daha fazla bir önem verildiği anlaşılıyor. Daha sonra daha önceden belirlenen konu başlıkları ile ilgili komisyonlar kendilerine ayrılan toplantı salonlarına geçerek illerden gelen raporlar üzerinde çalışıp tek liste haline dönüştürmeye yoğunlaştılar. Daha sonra her komisyon kendi raporları üzerinde tartışmaya geçtiler. Her madde üzerinde mutabakat sağlanmaya çalışıldı ve verilen önergeler görüşülerek oylanıp maddeleştirildi veya reddedildi.

Bu esnada, eğitim sendikalarının değişiklik önergeleri verilirken söz alıp yaptıkları konuşmalarda özellikle reklâm ve taraftar toplamaya dönük söylemleri en hafifinden cazgırlık düzeyine ulaştı. O konuştuysa ben de konuşayım, o bir şey dediyse bende bir şeyler diyeyim manasını çağrıştırıyordu. Eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme ile ilgili yakınmaları, savundukları gerekçeler açısından anlamlı gözüküyor. Gerçekten eğitim fakülteleri dışında eğitim alanların da öğretmen olma yollarının açılması için sürdürülen fiili durumlar, etik ve pedagojik açılardan sağlıklı değildir. Öğretmen yetiştirme; en iyimser ifadeyle sadece bilişsel becerilerin edinilmesi ve belki  motor becerilerin kazanılması anlamına gelen formasyon kurslarıyla yürütülmesi, profesyonel bir meslek erbabı olan öğretmenin yetiştirilmesinde bir yöntem olamaz.

Özellikle sendika başkanlarının üye kapma adına öğretmenlerin sadece özlük hakları ve ücret konularını dillendirmiş olmaları, öğretmen yetiştirmenin bütün milletimizin geleceğini ilgilendiren yeterlik sorunlarına ise hiç değinmemeleri ve sürekli; sendika genel başkanı falan, sendika genel başkanı filan şeklinde reklam görünümlü önergelerle şurayı meşgul etmeleri; Şura Genel Kurulunda alabildiğine hoşnutsuzluk yaratmış olacak ki, verdikleri onlarca mantıklı ve objektif teklifler bile rağbet görmedi ve reddedildi. Şuraların tarihi geçmişle beraber çok önemli etkinlikler olduğu gerçeğini kavrayamamış olan sendika üst temsilcilerinin 18. milli Eğitim Şurasını şova dönüştürme çabaları, şuraya damgasını vuran olumsuzluklardandı. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığının üst bürokratlarının; “padişahım çok yaşa” çerçeveli eylem ve söylemleri de, şuranın kişisel makam ve mevki tabanlı arzulara alet edilme temayülüne sokulduğu fark ediliyordu. Alınan kararların birinde; kariyer yükseltmelerindeki 50-60 yıllık kıdem’in tamamının puana tabi olmasının arkadan gelecek olan genç, dinamik, daha yeterlikli ve başarılı gençlerin önünü kestiği gerekçesiyle, bu sürenin sadece 5-10 yıllık diliminin önemsenmesi öneriliyordu. Alınan bu şura kararının, bir başka önergeyle rapordan çıkarılması teklifi oylanırken; kendileri de 65-70 yaşlarında olan ve geciken bakan adına divan başkanlığı yapan talim ve Terbiye kurulu Başkanının azı çok ve çoğu az sayarak kabul edildi demeleri de oldukça ilginç idi.

Gaziantep Kilis Eğitim Fakültesinden şuraya katılan bir öğretim üyesinin, İlköğretim okullarında okutulan “Andımız ve İstiklal Marşı”nın soğuk ve yağışlı havalar gerekçesiyle kaldırılması talebini ifade ederken; kendilerinin de vatansever olduklarını vurgulamaları, bence çok masumane bir talep gibi algılara sunulsa da, asıl gerçekliğin öyle olamayacağı küçük bir analizle anlaşılacaktır. Aynı öğretim üyesinin, bazılarının çatık kaşlı olan Türk Büyüklerinin resimlerinin de duvarlardan kaldırılmasını istemeleri; benim endişelerimi doğrulamaktadır. Bu arada Türk Eğitim-Sen genel başkanının aldığı söz sırasında buna tepki koyarak konuşmalarının sonun da; “ne mutlu Türküm diyene” diyerek, gizli senaryoların arka plânını gösteren bilimsel, psikolojik ve sosyal gerekçeli teorilerini ortaya koyamadan, sadece öfke ve şartlı bir tepki ortaya koymuşlardır.  Dolayısıyla bu tavır da, bahse konu talebi dillendirenlerin kötü veya yanlış beklenti ve arzularını  kıramamış ve tepkili olanlara da durumun vahametini kavratamamıştır.  “Eğitimsen” Genel Başkanı da; ne hikmetse, yaptığı konuşmasında arada bir dinî değerlere biraz aşağılayıcı atıflarda bulundu. Neredeyse, değerler eğitimi adına ahlâki ve dini değerlere olumlu atıflarda bulunan “Eğitim Bir-sen” Genel Başkanını ülkeyi 300-400 yıl geriye götürmekle suçladı. “Eğitim Bir-sen” Genel Başkanının; -“hiç kimse Atatürk’ü dinsizlikle özdeşleştireme cesaretini gösteremez” şeklindeki ifadeleri de oldukça önemliydi.

“Özel Okul” temsilcileri; her önerge verdiklerinde ve söz aldıklarında, devlet desteği ve vergi muafiyeti taleplerini dile getirdiler. Sendikaların buna tepkileri vardı ve eğer devlet bir destek verecekse bunu ihtiyacı olan devlet okullarına vermesi gerektiğini belirttiler.

Şurada; öğretmen yetiştirme, eğitim ve öğretim sistemimizin sorunları ve öğretmen adaylarımızın yeterlikleri sadece üniversitelerden gelen öğretim elemanları tarafından önemle üzerinde durulan konu alanlarıydı. Ana raporların hazırlanmasında da bu eğitim çalışanlarının katkılarının büyük olduğu anlaşılıyordu.

Değerli dostlar, 18. Millî Eğitim Şurasının resmi buydu. Aslında burada alınan kararlar tavsiye niteliğindeki kararlar olup, MilliîEğitim Bakanlığına alacakları kararlarda yol gösterici ve rehberlik edici nitelikteki kararlardır. Ancak bu sivil toplum kuruluşlarınca çok fazla anlam yüklenilmiş olacak ki, varlarını ve yoklarını ortaya koymaya çalıştılar. Eğer Millî Eğitim Şuraları olması gerektiği gibi; en son karar mercii olsaydı, sanıyorum şuranın işleyişi bu tarzda olamazdı. Çünkü bir ara şuranın ciddiyeti bile tartışılır hale geldi. Verilen değişiklik önergeleri oylanırken, çekimser kalanlar evet veya hayır diyenlerin toplamından daha fazlaydı. Alınan kararlara katılımcıların çoğu ne evet ve ne de hayır diyordu. Sanki bu şuraya gelinceye kadar geçen süreçte yapılanlar daha ciddi işlerdi.  Sayın Millî Eğitim Bakanı’nın öğretmen kökenden gelmeyişinin, mesleğin profesyonel uzmanları tarafından fark edildiğini de belirtmek gerekiyor.

18. Millî Eğitim Şurası ile ilgili nakli aktarım bilgilerinden sonra, süreci ve bu süreçte gerçekleşen durumları enlemesine ve boylamasına analiz edelim:

a- Şuranın yer olarak Kızılcahamam Asya Termal Otelinde düzenlenmesi, katılımcılar açısından oldukça memnun ediciydi. Eğitim-Sen Genel Başkanı bu durumu; şuranın gözlerden kaçırılması şeklinde açıkladılar. Ancak öyle bir durumun olmadığı, basın ve medyanın da orada olduğundan anlaşılıyordu. Ancak önemli bir harcama boyutu varsa, Milli Eğitimin kendi merkezi tesislerinde düzenlenebilirdi ve bir ölçüde tasarruf sağlanmış olabilirdi. Bir ders saatinin, 3 TL civarında olduğu söylenen bir kurumda böylesi harcamaların iyi düşünülmesi gereği bilinmelidir.

b- Şura’da, üstlerin ve yetkililerin astlara baskınlığı ve oto kontrolleri vardı. Dolayısıyla astlardan ve alttan yukarıya doğru, süreçle ilgili sorunlar çok açık bir şekilde ve cesaretle masaya yatırılamadı. Siyasi ve bürokratik talepler şuraya damgasını vurdu. Bu gidişat; şuraya çok samimi katkı sağlama duygularıyla katılanları yordu ve duyarsızlaştırdı. Alınan kararlardaki objektiflikte neredeyse kayboldu.

c- İlk ve ortaöğretim kurumlarındaki Türk büyüklerinin resimlerinin bazılarının çatık kaşlı olmaları sebebiyle, duvarlardan indirilmesi teklifinde bulunuldu. Kaşları çatık olan resimlerin öğrenciler üzerinde olumsuzluklar yarattığı iddia edildi. Şurası çok iyi bilinmelidir ki, güler yüzlülüğü var eden görsel simge çatık kaşlılıktır. Yapılan yanlışlara çok insani ve hiçbir canlıyı ve eşyayı kırıp dökmeden ve incitmeden konulan çok medeni bir tepkinin adıdır çatık kaşlılık. Çatık kaşlılık aynı zamanda herhangi bir konuda çok dikkatli oluşunda dışa yansımasıdır. Çocuk eğitiminde bu ve benzeri negatif ve olumsuz pekiştireçlerin önemli bir değeri olduğu profesyonel eğitimciler tarafından bilinmektedir. Böyle bir talebin üstelik bir eğitimci tarafından dillendirilmesi bir art niyetin dışa vurmasıdır.

Her gün görsel ve yazılı medyada çocukların insan olma formatlarını bozan ve adeta değersizleştiren yayınlar konusunda konuşmayan bu zatlar, duvarda asılı olan bir resmin olumsuzluklarından bahsetmeleri  asla kabul edilemez. Kaşların çatık oluşu bir olumsuzluk oluşturmadığı gibi, yanlış tutum ve davranışların düzeltilmesi için karşı tarafın algısına sevk edilen bir uyarıcı etkidir. Dolayısıyla iyi bir eğitimci o kaşı çatık olan resimleri, öğrencilerin temayül edebilecekleri hatalara karşı bir tedbir alınması uyarısı olarak kullanabilir. Çatık kaşlılık aynı zamanda öfkenin kontrol edilerek sadece görsel bir tepkiyle sorunu çözme çabasının resmidir. Pedagojik açıdan önemli bir değer arz eden bu durum, çocuklar için değerler eğitimi noktasında ihmal edilemeyecek düzeyde anlamlıdır.

Türk Milli Eğitim Sistemimiz çerçevesinde yüz yüze olduğumuz sorunların asıl kaynağında, psikolojik ve ruhsal derinlikleri olan duyuşsal alan öğrenme değerlerindeki zaaf noktalarının olduğunu belirtmek istiyorum. Buradaki süreç; değerler eğitimi sürecidir. Bu gün modern denilen dünyada da değerler eğitimi temel problem alanlarından birisidir. Burası tüm duyu organlarımızın sürece dahil edildiği bir alandır.  Bu talebi dillendiren öğretim üyesi, o bölgede ilk ve ortaöğretim çağındaki çocukların ellerinde her türlü yakıcı ve yıkıcı silah, araç v gereçlerle Türk polisine ve bu ülkenin varlık adına her varını koruyan kolluk kuvvetlerine saldırmalarından, bir büyük şehrimizde belediye otobüsünü ve içerisindeki bir çocuğumuzu diri diri yakan vandallıklarından, tanımadıkları insanların alın teri ve emeklerinin ürünü ev, işyeri ve araçlarını hiç kışa, fırtınaya, kara ve borana aldırmadan tahrip etmelerinden bahsetmemektedir. Üstelik böyle bir talepte bulunurken ortaya koyduğu gerekçeler ne olursa olsun, asıl arka plâna düşen m aksat; yüzündeki kaşların çatıklığında ötesinde kin ve ayrıştırma nefretiyle dolu olup, birinin yerde ve birinin gökte olduğunu saklamamalıdır. Çünkü bunu ben ve benim gibiler rahatlıkla görebilmektedir. Artık mızrak çuvala sığmayacak kadar irileşmiştir. İrileşmenin insani bir gelişme olmadığı da bilinmelidir.  Keşke bu öğretim üyesi; terörün kucağına atılarak dağlarda ve mağaralarda yaşayan terör örgütü üyelerinin nasıl bir psikolojik depresyon içerisinde olabilecekleri üzerinde dursaydı.

Andımız ve İstiklâl Marşımızın yağışlı ve soğuk havalarda öğrenciler açısından olumsuzluk yarattığını iddia edenler; sanki bu etkinliğin hep yağışlı ve soğuk havalarda inadına dışarıda yapıldığını iddia ederken, eğer bir olumsuzluk varsa bunun çözümünün o tür havalarda bu törenlerin kapalı mekânlarda yapılmasını rahatlıkla talep edebilirlerdi. Ancak böyle bir çözüm önerisi yapmak yerine, bu etkinliklerin tamamen kaldırılmasını arzu etmektedirler. Eğer detaylı bir araştırma yapılırsa, onların iddia ettikleri gibi; yağışlı ve soğuk havalarda öğrencilere dışarıda bu töreni yaptıranlarında kendileri olduğu anlaşılacaktır. Burada maksat ise yine kendilerine bu tür siyasi ve ideolojik beyanatlar vermelerine gerekçe oluşturmaktır.  Yoksa hava muhalefeti durumlarında törenlerin yapılmadığı, ertelendiği ve her türlü tedbirlerin alındığı bilinmektedir. Sadece bu kadarı bile, bu kişilerin asıl maksatlarının dillendirdiklerinin ötesinde olduklarının anlaşılması için yeterlidir.

Bu iddialarla ortaya çıkanların  kirlenerek kapanan idrakleri çalışmasa da, böylesi; örtülü-açık ve kapalı-açık tutum ve davranışlarıyla büyük Milletimizin tarihi, kültürel, dini ve milli kahramanlarına ve onların varisleri olan bizlere bıraktıkları mirasları olan maddi ve manevi değerlere daha sıkı olarak sarılmamızı çağrıştırdığı için, bu tür çıkışlarına devam etmelerini özellikle istediğimi belirtmek isterim. Milletimizin zıt değerler üzerinden kendi doğru değerlerine ulaşacağına inanıyorum.“Hak şerleri hayreyler, zannetmeki gayreyler, Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler”.  Evet dostlar, Yüce Yaratan’ın şer olduğu düşünülenlerden de hayırlar çıkardığı açıktır.  Bence haysiyetli, namuslu, yetenekli ve profesyonel uzman öğretmenlerimizin, eğer varsa, asık ve çatık kaşlı Atatürk’ümüzün; kaşlarını, bu vatana ve büyük milletimize düşmanlık ve ihanet duyguları taşıyıp bunu eyleme dönüştürenlere, vatanı satanlara, tüyü bitmemiş yetim hakkını çalanlara ve soysuzlara çattığını rahatlıkla söyleyebilirler. Aslında işin özü de öyledir. Böylece değerler eğitimi adına çocuklarımıza çok önemli davranışlar kazandırılmış olur.

Andımızdaki; “doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi sevmek, büyüklerimi saymaktır. Yurdumu ve Milletimi özümden çok sevmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun”   ifadeleri; insanlara ve özellikle gençlerimize vatan ve Millet sevgisini kazandırdığı, doğruluğu ve dürüstlüğü içselleştirdiği, günümüz dünyasının asıl sermayesi olan sosyal sermaye adına güven ve dayanışma ruhunu geliştirdiği, ırki ve kan bağına dayanmayan bir Türklük bilincinin yaşatılmasıyla milli ve toplumsal varlığımın korunup yaşatılmasına hizmet ettiği analitik olarak ortaya konulmalıdır. Elbette ki tarihi altın sayfalarla dolu bir Türk Milleti vardır. Bu yüce Millet insanlığa mal olan değerleri benimseyip, Türküm diyen herkesi bu çatı altına almaktadır. Bunu ifade eden de işte o çatık kaşından rahatsız oldukları Mustafa kemal Atatürk’tür. İfade etmeye çalıştığım gibi, andımız cümlelerinde saklı olan ve çocukları yönlendiren duyuşsal değerler; terör örgütünün kadrolarına katmak istediği gençlere milli, ahlâki ve insani şuur kazandırdığı için, bu zevatın tepkilerine maruz kalmaktadır. Çünkü o gençlere artık hükmedememektedirler. Kendileri açısından sorun buradadır. Ne yağış, ne kar ve ne de fırtınadır.

Bu niyetleri düşüncelerinden malum kişilerin İstiklal Marşımıza da tepkileri vardır. Bu Milli Marşımızın her mısrasında dillendirilen gerçekler, aynı şekilde onları bunalıma sokmaktadır. Halbuki bu eserlerin hiçbir yerinde onları doğrudan veya dolaylı hedef alan her hangi bir ifade bulunmamaktadır.  Milli şairimiz rahmetli Mehmet Akif Ersoy,  bizim düşündüğümüz gibi; “- Çatma kurban olayım çehreni ey! Nazlı hilâl – Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl – Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl” mısralarında, hilâli kaşlarını çatmasını anlamlandırmaktadır. Orada eğer boş yere kaşlarını çatıyorsa; bunun doğru olmayacağını vurgularken, aynı zamanda yapılan bir yanlış varsa da kaşların çatılabileceğini ima etmektedir.

Bu ihanet şebekeleri, kendilerince yaptıkları araştırmalarda; bu kadar ihanet baskı ve şiddete rağmen, Milletimizi bir arada tutan kardeşlik duygularını tam olarak sabote edememelerinin sebebini kaldırmak istedikleri işte o duyuşsal değerlerde bulmuşlardır. Dediğim gibi tepkiler bunun sonucudur. Bu milli ve manevi değerler onların tüm kötü niyetlerini kursaklarında boğmaktadır.

Değerli dostlar; 18. Milli Eğitim Şurası ile ilgili gözlemlerimi ortaya koymaya çalıştım. Ancak değinemediğim ve atladığım konular olabileceği düşüncesiyle, duruma mizahi bir bakış getirmesi ve daha farklı noktalara vurgu yapması için sevgili hayal ustamız Teyo Pehlivanımıza müracaat edelim. Bakalım bizler için ne tüyolar hazırlamış, zengin varlar pazarında neler pazarlamış.

A.O.E. –“ Teyo Emi ne var ne yok? Ne edirsen? Dersen xayallerının sözlerıni söylemeye meyledirsen. Dili olmayana dil, eli olmayana el verirsen. Alın teri, göz nuru, emek ve nimet arasında çaba sarf ederek, halsızlara hal ve yolsuzlara yol verirsen. Sen bu eğitim sistemimiz, eğitim yönetimi, sınıf yönetimi ve öğrenme başarısını olumsuz etkileyen sorunlar için ne diyirsen?

T.P. -“ Xoca, ben epeydır sizin b şuramıdır buramıdır onnari golliram ve seyredirem. Burada anamadığım ve sanki bene ters gelen bişe var (bir şey var). Baxiram ki işiz gücüz eğitim sistemini tartışmax. Gardaş sizin derdız ne? Sizin bir şey öğretemediğiniz o sistem mi yoxsa öğrencilermi? Niye uşaxlarımızın yetışememelerıni ve adam olamamalarıni tartışmirsız? O face-poxlara canni canni güzel ve cıbıldax esgetekleri goymuş oyanni buyanni, öteye beriye oynadillar. Hele o şarıl, şırıl pislik axıdan televizyon dizileri!.. Gardaş bu ne biçim şey? Haşa neredeyse gardaş baciyi, yegen emmi ve dayının namusuni dolandırir. Bu dizileri aile efradına aynı yerde seyrettırirler. Xoca siz bıraxın o sistemi mistemi de, bu uşaxlara baxın. Aşşıği yuduzmuş çuruna ve guruna mi güvenirsız? Millet farşi malamat olmuş. Siz neyın peşındesız? İşte bele xızlanan gençler, sizin o eğitim sis-deminizin demınde demleniller. Sonunda gan gırmızi çayıni içen içir ve gaçan gaçir. Size de bu işin gılıfıni hazırlamax galir her hal ki! Annadın mi şimdi? İşde ele. Sizin; eğ-itimizin sis-demi ayni dedığım kimindir”.

A.O.E. –“ Yahu Emi sen neler diyirsen? Essah ele, biz senın dedığın gibi eğitim sistemini tartışırken, arada öğrenciler kaynayıp buharlaşıyorlar. Gardaş nasıl da böyle türli tevür şeyler axlan gelir”.

T.P. –“ Xoca, ne diyirsen! Sen bülürsen, bende hem sizin oraların ve hem de bizim buraların yaşantı tecrübe ve deneyimleri vardır. Müsaade et de o geder olsun. Bizde sizi orada engelleyen olumsuz faktörler olmaz. Hesap et ki, burada zaman bile önemli bir faktör değildir”.

A.O.E. –“ Doğri Emi. Hegget ele. Biz gençlerimize senın dedığın zeher ve ağuların panzehiri olan duyuşsal alan değerleri eğitimini tam olarak veremediğimiz için; gençlerimizi savunmasız bırakıyoruz. Arkasından da ah edip vah ediyoruz. Yazılı ve görsel medya da her gün boy boy facia görüntülerini seyrediyoruz. Senin dediğin, değerlendirmelerin daha ziyade ürün değerlendirmeleri şeklinde olmasıdır. Emi doğri haklısın. Ya bu eğitim yönetimi için ne tüyoların var?”

T.P. –“ Xoca, “Eğitim Yönetimi” dedığın zeman, bu işin bir yönetim meselesi olduği annaşılir. Xoca gelın de yönetimin ne olduğuni burada görün. Esas gerçekliğin özü burada. Milletın bu geder eğitim ve öğretim derdi varsa, ey yönetilememış demaxdır. Birde ğer bu iş bir eğitim yönetimi ise; yönetennerınen yönetılenner arasında bir güven ve dayanışma ruhu olmalıdır. Yetgi paylaşımı ve vizyoner bir liderlik anlayışı sergilenmelidir. Ama vizyoni olmiynnarın da yöneten olmamaları gerekir. Dedığım kimin bir yöneticinin de, çox bilgili ve ferasetli olması lazımdır. Ayrıca eğitim yönetimi, siyaset yönetiminden ayrı olmalıdır. Gardaş, siyaset ne ki eğitimi yönete! Eğitim siyaseti yönetmelidir. Öğretennen yöneten bir olamaz. Çünkü öğreten yönetenın de ustasıdır. Heç usta çırağına tabi olur mi? Eğitimin de yönetilmeden önce belirlenmiş bir yönü olmalıdır. Eğitime yön veren de; duyuşsal alan öğrenme değerleridir. Eğer eğitimi yöneten o değerler ve o değerleri sahaplanmış yönetenner ise; işte o zaman başarıdan söz edilebilir”.

A.O.E. -“Emi ya bu okul ve sınıf yönetimi nedır ve nasıl olmalıdır? Sanki biz biraz kötümü yönetiyoruz ne!.. Ne düşünirsen?”

T.P. –“Okul yönetimi de; dedığım kimin eğitime yön veren değer ve normlar ışığında, okulun axşam-sabax, yaz-gış uşaxlara özlerıni gerçekleştırıp insani erdemlere sahap olmalari için yapılmasi lazım gelennerın plânlanıp organize edıldıği mekânnarın hazır edılmeının ve eğitim çalışannarı arasında bir koordinasyonun sağlanmasının yönetılmesi olarax annaşılmalıdır. Güven, itimat, dayanışma ruhu ve aidiyet duyguları bu noxtada edınılmesi gereken önemli değerlerdir. Bu alanda okulun hizmetdaş ve paydaşlarının hepsi aktif ve işbirliği esasına göre çalıştırılmalıdır. Sınıf yönetimi de; eğitim hedeflerının gerçekleştirilmesi için işin uygulama sahasını ve boyutunu ifade eder. Yani, öğrenmenin essahlaşdırıldıği aşamadır. Burada yönetilen; öğrenme ve yöneten de sınıfla beraber öğretmendir. En iyi yönetim; demokratik, katılımcı, paylaşımcı, önlemsel bir yönetim anlayışıdır. Xoca benim bildiklerim bunardır. Allah hepinize axıl ve kemal versin. Daha çox şuralar ve buralar göresız. Hama yeni hazırlıxlar yapmaya başlasaz ey olur”.

A.O.E. –“Emi ne diyim. Esas varlığına ve xayallerıne saxlıx. Bizi unutma yeter. İnşallah bu dertler zamanı geldiğinde biter. Özdeğer ve normlarıyla özdeşleşen gençlerimiz gelecekte hepimize yeter.

Günün sözü: Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseriniz olacaktır.

Saygı ve sevgilerimle.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir