Sabahın erken saatlerinde radyo mikrofonlarından Türkiye halkına, Türkiye Tarihi’nin üçüncü ihanet belgesinin cunta ve faşist generalleri tarafından yayılan bir bildiri düzenbaz bir kültürün gelişinin de habercisi olmuştur. Bu ihanet kültürünün ilki, Mayıs 1950 yılında demokrasiye geçiş düzenbazlarının çürüme kültürüne ilk ihanetlerini zehir olarak kusmalarıyla, ikincisi ise 12 Mart 1971 faşist ve gerici darbesinin kültürüyle yozlaşarak 12 Eylül’ü hazırlamıştır.
Bu ihanet tarihinin acı sonuçlarını Türk toplumu bugün her alanda yaşayarak tanık olmaktadır bu düzensiz gidişe. Egemenlerin ve finans kapitalistlerinin istediği gibi düşünmeyen ve bozuk düzene karşı mücadele eden her kişi bu dönemde faşizmin insanlık dışı acımasızlığını fiziki ve psikolojik işkencelerden geçirilerek gerici bir toplum yaratmanın basamakların merdivenleri de bu dönemde hazırlanmıştır.
Böyle bir cüreti gösteren genelde beş tane faşist general ve görünmeyen gizli güç kapitalizm düzenbazlığı, köşedönmeciliği temel felsefe olarak dayatan, tüketime dayalı, ahlaksızlığı da ahlak olarak edinen bir kültürü baz alarak insanı değerlerin hemen hemen hepsi yok edilerek bugünlere gelinmiştir 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra…
Bu dönem aynı zamanda Türk toplumuna yabancı olan bir yaşam biçiminin de içine çekilmesinin başlangıcı olma tarzını da dayatmıştır. Yankee yaşam biçimi diziler sayesinde sabah ve akşam saatlerinde insanların büyük çoğunluğunu televziyon ekranlarına kitleyerek normal düşünce tarzından uzaklaştırmak için duygularımıza kadar sömürmüştür ve sömürmektedir. Benim çoçukluk dönemimin bitişi ve ergenlik dönemimin başlangıcına rastgelen “Dallas kültürü“ adeta saygısız bireylerin yetişmesine ve nesillerin yozlaşmasına katkı sağlamaktan başka hiç bir yenilik getirmemiştir topluma.
O dönemlerde Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun siyah – beyaz ekranları sokakları bile boşaltarak Yuing Ailesinin sömürü sisteminde nasıl bir yaşam sürdüklerini görmek için işini gücünü bırakarak somya ve sedirlerde ki yerini almışlardır. Bunu ben kendi aile çevremde yaşadığım gerçek bir örnekle açıklayabilirim: Ben bu yılları yarı köy, yarı da şehir hayatıyla geçirdiğim için hafta sonlarında „dallas saatı“ geldi diyerek babamın bile tarladaki işini bırakarak diğer insanlarla kafileler halinde köyde mevcut olan bir kaç siyah – beyaz TV’nin karşısında sessiz, pür dikkat bir şekilde Ceyar‘ın veya Bobi’nin ağzından çıkacak bir kaç saçma sapan söz için gözlerini faltaşı gibi açarak acaip hallere bürünürlerdi. Böylelikle belli bir yaşam kültürü hem toplumun ahlak yapısını bozarak kim kime dum duma bir hayat tarzının benimsenmesine de herkes kendi payına düşen katkıyı yapmıştır. Darbenin işkence korkusuyla sindirilen kitlelere incir çekirdeğini bile doldurmayan konular program olarak sunulmuştur. Amerikanvarı yaşam tarzı, sömürü düzenbaz kültürü herkesinde ahlak yapısını daha da bozarak kitlesel ahlasızlıklarında zeminini hazırlamıştır. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan renkli bir dünya, tospembe bir hayat hayalvari sunuşlarıda kişilerin beynine kazımıştır.
Kitlelerin oynanan bu oyunların farkında olmaması için “aptallaştırma kutusu“ olarak iyi bir konuma sahip olan bu alet sayesinde insanlar hayatın gerçek yüzünü değil farazi bir dünyaya yöneltilerek gerçeklerden uzaklaştırılıyorlardı. Bu toplumsal dengelerin ahlak kavramından ayrılarak kutuplaşmasınıda sağlayarak paslı zihinlerinde yaratıcısı olmuştr.
Dallas dizisi aynı zamanda madrabazlığın, dolandırıcılığın, sahtekarlığın ve hokkabazlığın da ilk dizi olmasıyla da bir ilke imza atmıştır. Bu toplumsal yapıyı bozarak herkesin hücrelerine kadar işleyen ve sinen virüslerin de yayılmasına önayak olmuştur. Böyle yoz kültürün gelişine kadar sözdede olsa Türk aile yapısı ortalama aile değerlerini koruyarak yaşamaya çalışan toplumsal çekirdeği de oluşturmaktaydı. Bu süreç Özal, özel televizyonlara izin vererek hırsızların düzenini de koruma ve kollama yasalarıyla destekleyerek soygunun ve ahlaksızlığın artmasından başka bir faydası olmamıştır. Okul, fabrika, yol ve konut yapımı teşvik edileceği yerde özel televizyonların açılmasına da izin vererek cahil bir toplumu daha da cahilleştirerek karanlık günlerin gelişi de adım adım hazırlanmıştır.
Bütün bu gelişmeler insanı değerleri hiçe sayan sahtekarlık, dolandırıcılık, havadan para kazanma, hayali ihracat gibi bir kültürü yayarak “gemisini kurtaran kaptandır, devletin malı deniz, yemeyen domuz, her koyun kendi bacaǧından asılır, benim memurum işini bilir, anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” felsefesiyle bugünkü yaşadığımız hortumcu kültürü toplumla kaynaştırmıştır. Gericilik renkli dünyalarla her gece gözlerimizin içine sokularak kirli bir dünyanın varlığı da meşrulaştırılmıştır. Tahribat günlük yaşamımızdan, aile yaşantımıza, sosyal ilişkilerimize kadar dejenere ederek hepimizi değersiz değerlerle donatmıştır. Bilinçaltlarına yerleşen bu günlük refleksler bazen farkında olmadığımız acaip davranışlarıda kişiliklerimizde toplayarak hasta bir toplum olmuşuz. Türkiye toplumu gibi okuma özürlü olan bir toplum ekranlardan beyinlere akan günlük zehirle dozajlanarak dejenerasyona uğramıştır.
Bir toplumda, toplumsal gelişmeler mutlak bir ilerleme göstermek zorundadır. Zaten tersi olan bir toplum, sırf statik – durağan bir yapıya sahip değildir. Bunun olmamamasi bir yönüyle de sevindiricidir. Ama statükoculuktan kurtulurken toplumu ad absurdum’a doğru itelemekte reel bir tespit olamaz. Toplumda doğa gibi sürekli devinim halinde olduğu için, sosyolojik yapı kendi dinamizmini yaratarak devingenliği yakalamak zorundadır. Bu gelişme pragmatik bir yaklaşımın o topluma sunacağı en büyük pozitif bir değerdir.
Hatırladığım kadarıyla Teksas’ın dümbük ve düzenbaz zenginlerinden olan bir ailenin, bir çiftlikteki yaşamını pembe dizi olarak bizlere empoze ederek bizim de onlar gibi olmamızı isteyen kültürsüzler bu pembe dizi sayesinde milyonlarca insanı da 70’li yılların sonunda 90’lı yıllara kadar ekranlara zincirlemesiyle de ünlüdür bu dizi.
Zengin Batılı devletler ve onların yerli işbirlikçileri olan asalaklar da kukla olarak varlıklarını sürdürmektedirler günümüzde… Asıl sıkıntı ise toplumu ayakta tutan güzel değerlerin harcının bozulması, kolonların patlayarak arızalanması ve kirişlerin eğrilmesine sebep olduğundan dolayı tüm bireyler istisnasız bu kültürden nasiplerini almışlardır. Her adım başı rastladığımız yabancı isimli kahveler, dükkanlar, pastaneler, eğlence yerleri, firma isimleri bu evreden sonra kendini dayatarak günümüzde ahlaksızığı ve terbiyesizliği üstün kılmıştır. Her güzel ve insanı değer yerini bir diziyle doldurarak aylık ve haftalık insane ilişkileri normal sayılmaya başlanmıştır.
Bu kültürden geriye kalan ise kırılan kalpler, biten evlilikler, boğazlara düğümlenip söylenemeyen güzellikler, bireysellik, sıradan ve basit ilişkiler topluma yön vermeğe başlamıştır. Düşünelim ki, bir toplumda herkes evlilik kurumunu yürütemeyerek ayrılsın, bu gelişme bir kaç nesil sonra normal olacağı için anormallik bize normallik olarak yutturulacaktır. Elbette ki anlaşamayan insanlar zoraki bir birlik sürdürerek mutlu olamazlar. Ama bir kişi eğer görmek isterse eşinde, sevdiğinde, dostlarında kendine yakın yüzlerce ortak nokta bulacağı gibi terside olabilir. Yinede her ayrılık ayrılık değildir. Canı sıkılan birisini ailesini ve yakınlarını incir çekirdeğini doldurmayacak sıradan ve basit sebeplerden dolayı terketmesi gibi örneğin. Bu örnekler bizim düşündüğümüzden daha fazladır. Emin olmak gerek ki, bir çok ayrılıkta olmaz bahanelerin ileri sürülmesinden kaynaklanmaktadır. Dallas’ın ihaneti bu açıdan değerlendirildiğinde topluma vermiş olduğu maddi ve manevi zarar hesap edilebilse kimbilir acaba milyarlarla ölçülebilir mi? Yiyimimizden, giyimimize, yatışımızdan kalkışımıza kadar her şey sömürgecilerin istediği gibi yarattıkları tüketim (konzum) kültürüyle ölçüldüğü için radikalleşme ve gerici din kültürüde o kadar vahim sonuçlarını her alanda göstermektedir.
Bir yerlerde ekmekler çöpe atılırken, diğer tarafta insanlar açlıktan ölmektedirler. Bunda egemenlerin suçu olduğu kadar, toplumdaki her bir bireyde en az onlar kadar suçldur. Yani böyle aymazlıkların yayılmasına herkes şu veya bu şekilde katkıda bulunarak kola içme kültürü, Marlboro sigarası da sembolleşen simgeler arasındaki yerini alarak bizi bizden uzaklaştırmağa her alanda devam etmektedir.
Sonuç itibariyle; düşünmeyen, önyargılı, soğuk, sevgisiz ve sevimsiz bütün özellikler daha çocukluktan başlayarak ekrana endeksli, atari, oyunları, pokemon, gamboy, tamagoçi, playstayşın, … gibi oyunlarıyla kandırılan çocuklarında tüketimin dışında bir kültür tanımadıklarını gözler önüne sermektedir. Ötobüslerde ve trenlerde dikkat ettiğimde kulakları patlarcasına dinlenen müzik, küçük oyun aletleri, daha on – oniki yaşlarında sigara ve içki içen nesillerin geleceğe hakim olacaklarının korkusuyla yaşamaktayım. Her eğitimci gibi beni de rahatsız eden bütün bu gelişmelerden birinci derecede bunları üreten firma düzenbazları ve hükümetler gelmektedir. Yirmibirinci yüzyıla damgasını vuracak hastalık ise depresyondan çok aletlere bağımlılık hastalığı olarak teşhis edilecektir. Bilgisayar sendromu denilen hastalık çağımıza damgasını vuracağa benziyor.
O halde ben diyorum ki, bu gerici dayatmacı culture; nulli concedo…