100. Yılda Öğretmenin Saygınlığı

Sayı 80- Ekim 2023 Cumhuriyet'in 100. Yılı

Öğretmenlik Mesleği
Öğretme sanatı, öğretmenliğin önemli bir boyutu olsa da eşdeğeri değildir. Öğretme sanatı insanlıkla yaşıtken, öğretmenliğin bir meslek ve kamu hizmeti olması Fransız Devrimi ile gerçekleşti. Devrim, krallığa karşı olduğu kadar teokrasiye de karşı bir devrimdir. Devrim, kilisenin okul olma işlevi ile birlikte devlete, papazın öğretmenlik işlevini de devretmiştir. Başlangıçta, on binlerce kilisenin yerine okul, papazın yerine öğretmen bulmak olanaksızdı. Devrimciler bunun çözümü, her uygun yerde okul açmada ve bulabildiği okuryazar, ahlaklı kişileri geçici öğretmen olarak görevlendirmede buldu. Ancak, bulunan bu devşirme öğretmenler devrime bağlılık yemini etmek zorundaydılar. Kamu bütçesinden ücret alan bu öğretmenler “kamu görevlisi” oluyordu. İşte yeni doğan öğretmenlik “kamu hizmeti”ne böyle dönüştü.

Devrimin önderleri, Kilisenin papaz eliyle ümmet yetiştirmesi yerine öğretmen eliyle hızla yurttaş yetiştirme ve devrimin siyasal kültürünü yurttaşa kazandırmak zorundaydı. Dolayısıyla devşirme yoluyla atadığı yetersiz öğretmenlerle yetinemezdi. Devrimi izleyen yıllarda Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde hemen ilköğretmen okulları açılmaya başladı. Ancak bu öğretmen okullarının açıldığı yıllarda eğitim bilimleri, dolayısıyla pedagojik formasyon yoktu. Eğitim bilimlerinin gelişmesi için devrimden sonra daha yüzyıl geçmesi, deneysel psikolojinin ortaya çıkması gerekiyordu.

Osmanlı bir devrim geçirmese de benzer yolları izledi. Ancak, 16 Mart 1848’de ilk öğretmen okulu Darülmuallimin-i Rüşdi (Orta Öğretmen Okulu) açıldıktan sonra, onu gölgesine alan medreseler yaşıyordu. Erkek İlköğretmen Okulu (Darülmuallimin-i Sıbyan) ondan yirmi yıl sonra, 1868’de, Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) ise 1870’te açılabildi. Ancak bu okulların gerçek öğretmen okulları olabilmesi için yaklaşık altmış yıl geçmesi gerekti. Mustafa Sâtı’nın, tam yetkili müdür olarak atandığı İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nu yıkıp yeniden kurması beklendi. Mustafa Sâtı’nın bu okuldaki mevcut öğretmenlerin neredeyse tümünü işten, çoğu cahil öğrencilerin yüzde 80’ini okuldan çıkarıp, okula yeni öğretmen ve öğrenci bulması, okulu medrese semti Fatih’ten çağdaş düşüncenin harman olduğu Cağaloğlu’na taşıması, bulduğu modern yeni okul binasında laboratuvar, atelye, eğitim müzesi kurması, en önemlisi bir deneme ve uygulama okulu (Tatbikat Mektebi) açması vb. ile tamamlayıp donatması, ülkemizde çağdaş öğretmen eğitiminin başlangıcı sayılmalıdır. Belirtmek zorundayım ki, bugünkü eğitim fakültelerimizin yarısından çoğu, bilimsel zihniyet ve kurumlaşma yönünden Sâtı Bey Öğretmen Okulu’nun yakınından bile geçemez!..

Cumhuriyet Döneminde Öğretmenlik
Yazık ki Sâtı Bey Öğretmen Okulu o dönemde gerçek iklimini bulamadı ve ülke düzeyinde çoğalamadı. Zaten İmparatorluk, arkası kesilmeyen savaşların yıkımı yüzünden dağılma aşamasına girmişti. Ama yine de bu önemli deneyim Genç Cumhuriyete örnek olduğu kadar çok değerli ve iyi yetişmiş bir kadro bıraktı. Orada kendini olgunlaştıran eğitimciler Cumhuriyet eğitimini kurdular. Mezunlar ise modern Cumhuriyet ikliminde yüksek yönetici, milli eğitim müdürü, müfettiş, köy enstitüsü ve okul müdürü, başöğretmen olarak çok değerli hizmetler verdiler.

Devrimciler, toplumda bekledikleri dönüşümü ancak etkili bir eğitimle gerçekleştirebilirler. Onun da temel yapıcı ögesi nitelikli öğretmendir. İyi yetişmiş öğretmen olmadan ne toplumda, ne de eğitimde beklenen dönüşüm olabilir. Türk Devrimi’nin öncüsü Atatürk, daha çocukluğunda nitelikli ve baskıcı eğitimi deneyimlemişti. Modern eğitimin temelini aldığı Şemsi Efendi’yi ve okulunu da, öldüresiye dayak yediği Kaymak Hafız’ı da, kendisini yatılı okula yazdıran Kadri Bey’i de, ikinci adını (Kemal) veren Matematikçi Mustafa Öğretmeni de unutmamıştır. Dolayısıyla o, devrimci eğitimi yapacak öğretmene gerekli değeri vermiş ve iyi yetişmeleri için her düzenlemeye öncülük etmiştir. Onun, daha Kurtuluş Savaşı başlarken toplanan, Maarif Kongresi’nde, 15 Temmuz 1921’de günü yaptığı açış konuşmasında dile getirdiği “Milli Maarif” [Ulusal Eğitim] ilkesi, 2000’lere kadar eğitimimize yön vermiştir.

Kuruluş sürecinde eğitime ve öğretmene verilen değere örnek olmak üzere, Atatürk’ten ve onun özenle seçtiği iki bakanın sözlerinden kısa alıntılar yapacağım. Atatürk şunları söylüyor:

Bayanlar Baylar; Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için sadece zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak ve yaşatacaksınız… (27 Ekim 1922, Bursa)

Bir millet, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin kalıcı sonuçlar vermesi ancak yetkin öğretmen ordusunun varlığı ile olanaklıdır. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun kazanımları yaşayamaz. (24 Mart 1923, Kütahya)

Onun bakanlarından Vasıf Çınar, şunları söylüyor:

Açıklıkla söyleyeyim ki, Türkiye’de maarif meselesi her şeyden önce muallim meselesidir. Muallim ve muallime olmadıktan sonra, bana milyonlarca lira para verseniz yine okul açamam. Takdir buyurursunuz ki, mektep açmak köprü yapmak demek değildir. (8 Kasım 1924, TBMM)

Yine onun bakanlarından Mustafa Necati de şöyle diyor:

Mektep müessesesinin ruhu; mesleğinin aşkını duymuş fedakâr, görevine düşkün muallimlerdir. Bu unsur bulunmayınca ve mesleğe bağlanmayınca, mekteplere bağladığımız büyük umutların gerçekleşmesine imkân yoktur. (9 Şubat 1926, Basın toplantısı)

Önderlerin bu yaklaşımı, ulusal eğitimde temel politikaların belirlenmesi eğitimin kurumsallaşması ve öğretmene bakış açısından belirleyici olmuştur. En başta, 3 Mart 1924 devrim kanunları ile rejimin ve yönetimin tekleşmesi, Milli Eğitime yön verdi, öğretmenlerin yeni özgörevini belirginleştirdi.

Yasal Statü
Cumhuriyetten önce öğretmenlerin yasal statüsü, yetiştirilmeleri, özlük hakları ile ilgili belirsizliği ve başıboşluğu giderecek önlemleri almak üzere acil ve ciddi düzenlemeler yapıldı. Örneğin, daha Cumhuriyetin ilanından dört buçuk ay, devrim yasalarından on gün sonra acilen çıkarılan 13 Mart 1924 tarih ve 439 sayılı Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu bu açığı önemli ölçüde gidermiştir. Bu yasa şu düzenleme ile başlamıştı:

Muallimlik, Devletin umumi [kamusal] hizmetlerinden talim ve terbiye vazifesini üzerine alan, müstakil sınıf ve derecelere ayrılan bir meslektir. (m. 1)

Bu yasa hükmüne göre, öğretmenlik önemli bir kamusal görev olarak tanımlanıyor, yasal statüsü ve kanunu belirleniyor.

Yasanın getirdiği bu tanım 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu çıkıncaya kadar elli yıl yürürlükte kaldı, yeni yasa da bu anlayışı öz olarak benimsedi. Şöyle: Öğretmenlik, Devletin eğitim öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir… (m. 43)

1924 tarih ve 439 sayılı yasa öğretmenlik derecelerini de şöyle belirliyor: 1) Yükseköğretim öğretmenleri, 2) Ortaöğretim öğretmenleri, 3) İlköğretim öğretmenleri. (m. 2)

Yasa ayrıca, hangi kademeye hangi kurumlardan öğretmen yetişeceğini ayrı ayrı belirliyor. (m. 3, 7, 8)

Yine bu yasa ortaöğretmen öğretmenlerinin staj, aylık ve ücretler, öğretmen çocuklarının ücretsiz eğitimi gibi konuları da ayrıntılıca düzenlemiştir. Yasa, tatil aylarında yabancı ülkelerde bilgi ve görgülerini artırmak isteyen öğretmenlere, beş yılda bir izin ve ödenek vermeyi de kurala bağlıyor (m. 21)

Öğretmenlerin yetiştirilmeleri, özlük hakları çok önemli olmakla birlikte, yasanın 19. maddesi onların saygınlıkları için çok daha önemli bir düzenleme yapıyor (Türkçesi):

Öğretmenler, tören ve kabullerde il ve ilçe daire müdürlerinin haklarına sahiptir ve törenlere milli eğitim müdürleriyle eşit kabul edilirler. Kıdemi fazla olan öğretmenlerin önceliği vardır.

1950’lere kadar uygulanan bu kural, ondan sonra öğretmenlerin bürokrasi ve halk nazarında değersizleştirilmesiyle, yasa maddesi yürürlükte kaldığı halde fiilen kaldırıldı.

Mustafa Necati Döneminde Öğretmenlerin Saygınlığı [*]
1925 sonlarından 1928’in son gününe kadar Milli Eğitim Bakanlığı yapan Mustafa Necati dönemi, hem eğitimdeki genel atılım hem öğretmenlerin yetkinleştirilmesi ve saygınlığı açısından “Milli Eğitimde Altın Çağ” sayılır. Mustafa Necati hukuk öğrenimi görmüş olmasına karşın sürekli olarak eğitimle uğraşmış; okul açmış, öğretmenlik ve örgüt yöneticiliği yapmıştır. Bakanlık görevine de Öğretmenler Birliği genel başkanlığından gelmiştir. Yani Necati, hep öğretmenlerle iç içedir.

M. Necati Milli Mücadele’nin ateşinde bilenmiş bir devrimcidir. Yunanlıların İzmir’i işgalinde halkı direnişe çağırmış, kendisi de çetelerle dağa çıkmıştır. 23 Nisan 1920’de, 26 yaşında Meclis’e Saruhan (Manisa) Milletvekili olarak girmiş, İstiklal Mahkemesi Başkanlığı, Mübadele ve İskân Bakanlığı, Adalet Bakanlığı yapmış, ondan sonra 29 yaşında Atatürk’ün direktifi ile Milli Eğitim Bakanlığına getirilmiştir.

Mustafa Necati, göreve gelir gelmez iki önemli yasa çıkarttı: İvedilikle çıkarttığı 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile ondan bir ay sonra çıkarılan 819 sayılı öğretmen okullarına ödenek sağlama kanunudur. 789 sayılı yasa, adı “teşkilat kanunu” olsa da daha çok eğitim sistemi ile öğretmenlerin durumlarını ve haklarını düzenlemiştir. Maarif Eminliklerini [Bölge Eğitim Yönetimleri] (m. 20), Talim ve Terbiye Dairesini (m. 2), Dil Encümenini (m. 1), İnşaat Dairesini (m. 24) düzenlemesi örgütlenme açısından zorunlu idi. Örgütle ilgili düzenlemelerin bir kısmı da tüzük, yönetmelik ve kararlarla yapılmıştır. Necati Bey’in ömrünün yetmediği kapsamlı, bütünsel Bakanlık Örgüt Yasası, onun ölümünden beş yıl sonra, onun gibi devrimci bir bakan olan Dr. Reşit Galip zamanında çıkarıldı (1933/2287).

789 sayılı yasa, Milli Eğitim erkini (m. 3, 4, 6), öğrenim kademelerini (m. 5), öğretmenlerin konumlarını, değişik kademelere öğretmen yetiştirecek okulları (m. 7) ve öğretmenlerin özlük haklarını düzenlemiştir. Örneğin bu yasaya göre, “Maarif hizmetlerinde asıl olan muallimliktir.” (m. 12) “Maarif Vekâletinin mesleki [eğitim] hizmetleri ile mektep müdürlüklerine münhasıran [öncelikle] müderris [üniversite öğretim üyesi] ve muallimler tayin olunur.” (m. 18)

Bu düzenlemelere göre, milli eğitimdeki tüm görevliler (yöneticilik, müfettişlik, uzmanlık) öğretmenlerden seçilir, atanır. Yani, öğretmenleri, yine öğretmenler yönetir, denetler ve onlara iyi yetişmiş öğretmenler rehberlik eder. Kuşkusuz bu, belirtilen görevlere geleceklere üst öğrenim gösterilmesine engel değildir; tam aksine yasa müfettiş ve okul yöneticilerin yükseköğrenim görmelerini de düzenlemiştir (m. 7/son par.).

Yasanın bu hükümleri, öğretmenlere getirdiği özlük hakları, saygınlıkla pekiştiriyor.

Bakan M. Necati, öğretmenlere yazdığı bir mektupta ilkokul öğretmen aylıklarının 3 liradan 15 liraya çıkarıldığını belirtiyor. Onun çıkardığı bu yasa, yeni mezun öğretmenlere 80’er lira (aylığının beş buçuk katı) donatım bedeli (m. 19), 5-10 lira arasında kira yardımı (m. 11), yönetim görevi olan öğretmenlere 10-20 lira arasında makam ücreti (13), zor koşullarda görev yapan öğretmenlere maaşının üçte birinden tamamına kadar çalışma güçlüğü zammı (m. 17) verileceğini hükme bağlıyor.

Mustafa Necati, mektup ve resmi yazılarında sık sık tüm kamu yetkililerinin öğretmenleri koruma ve onlara yardımla yükümlü olduğunu bildirmiş ve bunun yapılıp yapılmadığını izlemiştir. Hasta öğretmenlerin onun özel ilgisiyle yurtiçinde ve yurtdışında tedavi ettirildiğine dair örnekler, dipnotta andığım kitapta vardır. Onun öğretmen adaylarına dostça yazdığı sıcacık ifadeli mektuplar öğretmenler tarafından yıllarca saklanmıştır.

Necati, öğretmenlerin saygınlığının ilk koşulunun öğretmenlerin yetkinliği olduğuna inanmış, M. Sâtı Bey’in kaldığı yerden öğretmen okullarını ıslahla işe başlamıştır. Çıkarttığı 22.04.1926 tarih ve 819 sayılı Muallim Mektepleri’ne Muavenet [Yardım] Hakkında Kanun’la il özel idareleri gelirlerinin yüzde 10’unu bir fonda toplayıp her ildeki kırık dökük öğretmen okullarını kapatarak onların yerine uygun bulunan 15 ilde yaptırdığı ve donattığı, kadrosunu yeniden oluşturduğu güçlü, çağdaş, görkemli öğretmen okulları açmıştır. Bu okullarda yetişen öğretmenlerden çok başarılı yönetici ve müfettişler çıkmıştır. 1940’ların Köy Enstitüsü müdürleri de bunlar arasından çıkmıştır.

Mustafa Necati’nin öğretmenliğe saygınlık kazandıran önemli bir girişimi de mesleği laikleştirmesidir. Tevhid-i Tedrisat ilkesine karşın, 1926’da bile hâlâ öğretmenlikle imamlık görevi aynı kişinin üzerinde bulunabiliyordu. Milli Eğitim Bakanlığı Müdürler Encümeni (Kurulu), 1926 yazında imamlıkla öğretmenliğin ayrıldığına dair bir karar almıştır.

Yazık ki Necati, yeniden düzenlediği Bakanlığın verimini tam göremeden, apandisit patlamasıyla, 35 yaşına girdiği ve Millet Mekteplerini ülke düzeyinde açacağı gün (1 Ocak 1929) yaşamını yitirdi.

Köy Enstitülerinin Getirdiği Saygınlık
Köy Enstitüsü girişiminin özü, toplumun en olanaksız kesimi olan köylülere eğitim hakkı sağlamaktı. Böylece yoksul köy çocukları eğitim yoluyla gelişip özgürleşecek ve herkes gibi daha saygın yurttaşlar olacaktı. Bu yatılı eğitim kurumlarında öğrenim görecek köy çocukları, zorunlu hizmet yükümlenecek ve içinden çıktıkları toplumun da saygınlık kazanmasına çalışacaklardı. Yarım kalan bu girişimde insanın onuru ve saygınlığı hep en öndeydi. Enstitüleri bitirenler, okulda edindikleri saygı ve dayanışma ruhu ile ileriki yıllarda kendi öz örgütlerini kurarak mesleksel saygınlığı korumada çok başarılı oldular. “Baba” bildikleri kurucu İsmail Hakkı Tonguç ve Bakan Hasan-Âli Yücel başta olmak üzere, kendilerini yetiştirenleri unutmadılar, hep onları örnek aldılar. Bu ruhu, kendilerinden sonra yetişen yeni kuşak öğretmenlere de aşıladılar.

Kuşkusuz bu aldıkları eğitimin niteliği ile ilgiliydi. Bu eğitim bilimsel, laik, karma, yardımlaşmacı ve dayanışmacı, doğacı idi. Bir başka söyleyişle onlar Enstitülerde gerçek değerler eğitimi gördüler. Kendileri gibi çaresiz çocukları eğitmek için and içtiler. Daha okulda iken güçsüzlere yardım etmeyi öğrendiler. Yeni açılan enstitüleri kuran küçüklere yardım ve ağabeylik, ablalık ettiler. Geçtikleri karma eğitimle kadınlara karşı sorumluluklarını yaşayarak öğrendiler. Terk edilmiş, ot bitmez sanılan bozkırı yeşerttiler. Edindikleri okuma alışkanlığı ve el becerisiyle sürekli olarak kendilerini yetiştirdiler. Köylerde tarım, sağlık koruma, köyü canlandırma konusunda örnek oldular. Gerçek yaşama katıldıklarında hem yardımlaştılar, hem saygınlıklarına sahip çıktılar.

Yönetimle Öğretmenlerin Kopuşu
Türkiye 1945’ten sonra çok partili düzene geçti. Bu dönemde yeni partiler, yeni örgütler kuruldu. Geçilmesi zorunlu bu dönem, hastalıklarını da birlikte getirdi. Yıllarca başlarını kaldıramayan gerici örgütlenmeler, oluşumlar, cemaatler, çağdaşlaşmayla hesaplaşmaya girdi. Bunlar ilk hedef olarak köy enstitülerini ve oradan yetişen öğretmenleri aldılar. Artık öğretmenlere sahip çıkacak devlet gücü; onun Yücel, Tonguç gibi sorumluları yoktu. Öğretmenler, çözümü kendi örgütlerini kurmakta buldular. Bu öğretmenler, Enstitülerde kazandıkları beceriler sayesinde güçlü örgütler kurdular. 1946’da başlayan yerel örgütlenmeler, 1948’de Öğretmen Federasyonuna, 1965’te Sendikaya dönüştü. Köy Enstitüsü çıkışlı Fakir Baykurt’un liderliğindeki Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS, toplumda büyük saygınlık yarattı, toplumda büyük yankılar uyandırdı.

12 Mart 1971 darbesi TÖS’ü yok etse de onun yerine kurulan TÖB-DER gibi dernek türü örgütler de bu saygınlığı sürdürdü. 1975’ten sonra kurulan dinci şovenist hükümetler karşısında öğretmenlerin saygınlığına bu örgütler sahip çıktı. Yazık ki, 1920-45 arasında yönetimle (Bakanlıkla) öğretmenler arasındaki diyalog 1970’lerde artık iyice bozuldu. Askeri darbelerin yıkımı bu ilişkiyi kökten yok etti. Arada olumlu gelişmeler olsa da olumsuz süreç çizgisini sürdürerek günümüze kadar geldi. Bu çizgi, bazı öğretmen çevresinde de yandaş buldu. Onların kurduğu yandaş örgütler iktidarlarca destek ve yardım gördü.

Tüm bu ezim ve karımlara karşın 1990’da yeniden kurduğumuz sendikalar öğretmenlerin saygınlığını korumaya çalışıyor.

Olumsuz gelişmeler, başlangıçta (1923-45) öğretmenler lehine yapılan yasal düzenlemeleri tek tek kaldırıldı. Örneğin, öğretmenin protokoldeki yeri yok oldu. “Meslekte asıl olan öğretmenliktir” ilkesi, hem de eğitim yönetimi okutan akademisyenler kullanılarak kaldırıldı. Güya bu hükme dayanılarak görevden alınan müsteşar ortaokula öğretmen olarak veriliyormuş! Bu durum, o ilke yüzünden değil, yönetim ahlakının yok olmasıyla ilgili. Bugün artık anayasa hükümlerini bile hiçe sayan ahlakın; hiç yetkinliği olmayanları nasıl zirveye çıkardığını, yetkin nice kişinin nasıl aşağılandığını her gün çarpıcı örnekleriyle görüyoruz. Bu yıl, Milli Eğitim Temel Kanunu değiştiren güdük “Öğretmen, Meslek Kanunu” sözde “kariyer” düzeni getirdi. Kariyer, göstermelik yazılı ya da sözlü sınavla veriliyor. Sınavla verilen ne uzmanlık gerçek uzmanlık, ne de başöğretmenlik gerçekçidir. Başöğretmenlik, yaratılan yanılsatmanın aksine, Atatürk’e verilen başöğretmenlik sanı değil, polis teşkilatından örnek alınan başkomiserliktir. Kaldı ki, onun parasal karşılığı da verilmiyor.

Günümüzde kariyer artık lisansüstü öğrenimle kazanılıyor. İstense, bugün sayıları 100’ü geçen ve yaz aylarında sinek avlayan eğitim fakültelerinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ayıracağı fon ve destekle, beş yıl içinde 500 bin öğretmen yükseklisans öğreniminden geçirilebilir. Özlük karşılığı verilirse, birçok öğretmenin buna istekli olacağı açıktır. Geçmişte, ilkokul öğretmenlerinin hiç zorlamadan önlisans, sonra da lisans tamamlamaları örneği var. Bu yapılırsa, kariyerde nesnel bir ölçüt de bulunmuş olur; yeteneksiz kişilerin yapacağı aşağılayıcı kıytırık sınavlara gerek kalmaz.

Sonuç ve Geleceğe Bakış
Buraya kadar değindiklerim, 100 yılın tam bir özeti değil. İlk çeyrek yüzyılı bilinçli olarak öne çıkardım. O yıllar (Altın Çağ) bilinirse sonraki süreci anlamak zor olmayacaktır. Özellikle son üç çeyrek yüzyıl için iyimser şeyler söylemek zor. Bu yıllara kalabilen saygınlığı ise velilere borçluyuz. Son çeyrek yüz yılda onlarla da ilişkimiz pek parlak değil. Yazık ki, özellikle iktidar yandaşı çevreler bu ilişkimizi de bozuyor. Bunda kuşkusuz başka faktörler de etkili. Bakanlığın duyarsızlığı, öğretmen yetiştirmede yetersizlik, eğitim yöneticiliklerinin yetersiz yandaşlara verilmesi, bazı öğretmen örgütlerinin iktidara yamanması, öğretmenlerin aktif siyasetten dışlanması, bizzat öğretmenlerin bireysel sorumlulukları gibi… Yazıyı, bu konularda neler yapılması gerektiğini özetleyerek sonlandırayım.

  1. Öğretmenlere saygınlık kazandırmanın temel koşullarından biri, öğretmenin işinde yetkinliğidir. Bu da Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK’ün öğretmen yetiştirmede ciddi, bilimsel önlemler alması ile gerçekleşir.
  2. Öğretmenin özlük ve sosyal haklarının yeterli hale getirilmesinde, iş ve öğretim güvenliğinin sağlanmasında devletin tüm kurumları ve yetkilileri sorumludur. Eğitim, hâlâ devletin başta gelen ödevidir. O zaman, birçok kamu görevlisinden daha fazla öğrenim gören öğretmene en az diğer önemli devlet görevlerini yapanlar kadar aylık ve ücret verilmesi gerekir.
  3. Buna karşılık her bir öğretmenin de görevini en yeterli biçimde yapması, öğrencilerinin haklarını koruması gerekir. Asla unutulmamalı ki, çocukların hakları bizimkini önceler, çünkü biz, onlar var olduğu için varız.
  4. Öğretmenin saygınlığının korunmasında en başta öğretmen sendikaları sorumludur. Sendikaları yönetenler, önce kendilerini yetkinleştirerek örnek olmalı, sonra da öğretmenleri yetkinleştirecek çabaları göstermeli, asla kibirli ya da kitle kuyrukçusu olmamalıdır.
  5. Öğretmenlerin saygınlığı konusunda tüm siyasal partilere ciddi sorumluluklar düşmektedir. En başta öğretmenlerin aktif siyaset yapmalarına engel çıkarılmamalıdır. Yazık ki, benim 60 yıldır oy verdiğim parti son seçimlerde bir tek öğretmene bile milletvekili olma fırsatı tanımadı. Oysa bu parti, kadınların ilk milletvekili seçildiği 1935’te 18 kadından 15 öğretmene yer verdi. Yine bu partiden 1973 seçimlerinde 35, 1977 seçimlerinde 42 öğretmen Meclis’e girdi. Her türlü mülakata karşı olduğunu her fırsatta haykıranlar, aday adayı öğretmenleri, uyguladıkları iğrenç mülakatla tek tek eledi. Şimdi de partide sorumluluk üstlenecek öğretmen ve eğitimci bulunmuyor.

Öğretmenlerin saygınlığı konusundaki çok yönlü sorumluluğun unutulmamasını bekleyelim. En başta partilerden, sendikalardan ve birey olarak öğretmenlerden…

EK

Mustafa Necati’nin Yeni Mezun Öğretmenlere Yazdığı Mektup
                                                                                                                                                     …. 1928

T. C. Maarif Vekâleti
İlk Tedrisat Dairesi
20 222/7794

Muallim Arkadaş;
Muallim mektepleri bu sene mezunları tevziatında [dağıtımında] senin hissene ………… Maarif Eminliği dahilindeki …………… vilayeti isabet etti. Orası güzel vatanın, hizmet ve irşadına [rehberliğine] muhtaç feyizli [verimli] bir köşesidir.

Yeni mezunlarımızın memleket içinde dağılmalarının derece-i lüzum ve zaruretini [önem ve zorunluluk derecesini], gerek geçen sene mezunları arkadaşlarınız ve gerekse sizinle münakaşa eylemiş ve aramızda kararlaştırdığımız neticeyi İlk Mektep Muallimleriyle Mesleki Bir Hasbihal şeklinde bütün meslektaşlarımıza ilan etmiştim. Burada sana bundan tekrar bahsetmeğe lüzum görmüyor ve kemal-i emniyetle [büyük bir güvenle] senin de aziz vatanına ve milletine hizmet edebilmek için bugünü sabırsızlıkla beklediğine kani bulunuyorum.

Harcirahının hemen gönderilmesi mahalline [ilgili yere] yazılmıştır. Oraya varır varmaz teçhizat [donatım] bedelini de alacaksın.

Yollarda azami muavenette [üst düzeyde yardımda] bulunmaları için, maarif idarelerine lazımgelen talimat verilmiş olduğundan iskele, istasyon ve yol uğrağı kasabalarda, yakalarında yıldız bulunan bir zat sana intizar edecek [seni bekleyecek] ve delalette bulunacaktır [yol gösterecektir]. Binaenaleyh onların da seni kolaylıkla tanıyabilmeleri için yakana bir yıldız takmalısın.

Gideceğin yer hiç de yabancısı olduğun yer değildir. Orada, seni sevinç içinde bekleyen vatan yavruları, senin gibi mektebini ikmal eder etmez vazife başına koşmuş hanım ve bay muallim arkadaşların, hasılı vatanının her köşesinde tesadüf ettiğin ve edeceğin yüksek alınlı kardeşlerin vardır.

Artık mektep hayatın nihayetine ermiş oluyor ve hakiki mücadele hayatına girmiş bulunuyorsun. Binaenaleyh [dolayısıyla] vazifesinin yüksek ve kutsi mahiyetini tamamen idrak etmiş [kavramış] her muallim arkadaşın gibi senin de seni bekleyen yavrularının arasına koşmakta bir dakika teahhur etmeyeceğine [gecikmeyeceğine] eminim.

Bilhassa bu sene yeni Türk Harflerini tamim [yaygınlaştırma] gibi şerefli bir vazifen daha vardır. Bütün memleket evlatlarını bir an evvel yeni harflerle okutarak, Türkiye’de okuma yazma bilmeyen bir fert bırakmayacak kadar geniş bir azimle çalışmak mecburiyetindesin.

Bunun için yeni Türk Harflerini çabuk öğren ve hemen herkese öğretmeğe başla. Bu hedefe varmak için kürsü, mektep lazım değildir. Her yerde, her gördüğün kadın erkek, fakir zengin, çiftçi tüccar, köylü ve şehirli tefrik etmeyerek derhal öğreteceksin. Milletimize yeni bir teali [yükselme] sahası yaratacak olan bu büyük zaferi kısa zamanda kazanacağına mutmain [inanmış] olarak vazifelerinde muvaffakiyet diler ve işe mübaşeret [başlama] haberine intizar eylerim [haberini beklerim] aziz meslektaşım.

   Ragıp Nureddin                                                                         Mustafa Necati
[İlköğ. Gn. Müd.]                                                                            Maarif Vekili

(Fikret Özgönenç. Bizim Sınıf. 1977: 113)

Not: Kesin tarihi bulunamayan bu mektubun, 1928 yılı ortalarında yazıldığı anlaşılıyor.

[*] Geniş bilgi için bak: N. Altunya, Milli Eğitimde Mustafa Necati Dönemi, 2009 (367 s.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir