Kim kimdir sözlükçesi

Tuhaf bir mankurtlaşma dönemindeyiz. Mankurtlar mankurt olmayanları mankurtlukla suçlandırıyor! Mankurt sayılma ölçütlerini anlatmak gerekiyor. Yazdımdı ama...

Mankurt: Mankurt sözcüğü bir ad niteleyicidir, sıfattır ancak ad olarak da kullanılmaktadır. Özdeğerlerine yabancılaştırılmış hatta özdeğerlerine karşı mücadele eden mankafalı kişi. Eğitim politikası açısından mankurtlaştırma tanımını Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz adlı kitabımda şöyle yapmıştım:

"Mankurtlaştırma; bir dış gücün içerideki egemen sınıfla işbirliği yaparak ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, ulusal kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, sonra da yardım ediyormuş kanaati yaratarak toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin zihinsel kölesi durumuna getirmek için milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyo-kültürel bir kavramdır. Bu süreçten geçenlere mankurt denir." (Çınar, 2018)

Kozkaman (ya da Gözkaman): Hain demektir. Mankurt ve kozkaman kavramları birbirine benziyor gibi olmasına rağmen farklıdır. Mankurt kandırılmıştır, yönlendirilmiştir. Doğruyu yanlıştan ayırdetme bilincini yitirmiştir. Yanlışı doğrudur diye savunabilir. Mankurtun bir yere kadar elinde olmayan nedenleri vardır. Kimse kendi kendine mankurtlaşmaz, birileri onu mankurtlaştırır; eğitimle yanlış kültür aktararak, akı kara karayı ak, dostu düşman düşmanı dost göstererek... Kozkaman ise açıkça hainlik yaptığının bilincindedir. Hainliğini saklar elbette, yakasına “hainim” diye yazan bir rozet takarak dolaşmaz! Hatta en vatansever, milliyetçi, dindar şampiyonası yapılsa şampiyon bile olabilir!

Bir de kanara var. Kanara: düşmana karşı sizi korusun diye görevlendirdiğiniz elemanın size düşman olması hali. Sizi koruması gereken görevlinin sizi öldürmeye çalışması! Koyun sürüsünü kurtlara karşı korusun diye sürüye alınan köpeğin koyunları boğması onun kanara olduğunu gösterir. Kanarayı Karacaoğlan anlatsın:

“Karac’oğlan der ki çoğaldı adû

Seyrettim cihânı kalmamış tadı

Kanaraya dönmüş kelb ilen kedi

Utanmadan dönmüş kebap istiyor.”

 

Medya varken yas tutmak

Aytmatov, mankurtlaşma kavramına geleneğin sürdürülmesi üzerinden giriş yapar. Mankurt örneği olarak gösterdiği Sabitcan’ın babası ölmüştür. Sabitcan, şehirdeki işinden izin alıp gelmiştir. Babasını bir an önce toprağa tıkıştırıp gitmek amacındadır. Gelenek ve törenler onun için geçmişte kalması gereken lüzumsuz, hatta aptalca ritüellerdir. Neyse ki babasının arkadaşı Yedigey “insaniyet”i bilen birisidir. Yedigey, geleneği öteden beri öyle olduğu için değil, erdemli bulduğu için, daha iyisini henüz bilmediği için sürdürme taraftarıdır. Ona göre ölü sadece bir ceset, bir madde değildir. Ölüye saygı, diriye saygının güvencesi ve göstergesidir. Yedigey, Sabitcan kadar okumamıştır. Okumak bir üstünlüktür ama acaba Sabitcan'a yanlış şeyler mi okutulmuştur?

Sabitcan gibi düşünebilirsiniz hatta öyle yapabilirsiniz de. Ama Aytmatov bu halinize bakarak size “Mankurt” der.

Konudan koparak başka söz söylemek istiyorum. Geleneklerimizde mahalde bir cenaze varsa düğünler bile iptal edilir ya da davul zurnasız, sessiz sedasız yapılır. Cenaze evinde, akrabalarında ya da komşularında yas tutulur ya da yas tutana saygı duymak adına eğlenceli etkinlikler yapılmaz ya da azaltılır. En azından kısık sesle yapılır.

İnsanın ister istemez kendi deneyimi aklına geliyor. Abam öldüğünde çocuktum. Televizyon filan zaten yoktu. Evdeki radyo altı ay boyunca açılmadı. Sonra ise sadece haberler dinlenip kapatılıyordu. Uzun süre devam etti. Arada bir ben açıyordum ve evdekilerin çok kötü bakışlarıyla karşılaşıp kapatıyordum.

Birkaç yıl önce babam vefat ettiğinde ben de televizyonu kapattım. Etraftakilerin de müzik türü sesleri kıstıklarını hissediyordum. Televizyonu bir ay ancak kapalı tutabildim. Televizyonsuzluğun yas olmadığına karar verdim ve açtım.

İnternetteki sanal toplumda ağdaşlarımın nerdeyse her gün birinin cenaze duyurusu ya da bir yakınının ölüm yıldönümünü paylaşımlarını görüyorum. Bazı hemşeri grupları ise sivil toplumculuğu cenaze duyurusu yapmak olarak anlıyor olmalılar ki dünyanın her yerinde vefat eden hemşerilerin taziye duyurusunu yapıyor. Her gün! Tam da bir türkü paylaşacakken vazgeçiyorum. Komşunun acısı varken eğlenen bizden değildir.

 

Aytmatov’un Kahramanları

Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanındaki öğretmen tiplemesi Abutalip Kuttubayev kültürünün bilgesi, toplumun babası, kültür koruyucusu (siyasal muhafazakâr değil), sevecen, ekolojik duyarlığa sahip, idealleri için bedel ödemeyi göze alan erdemli bir kişidir.

Romandaki Abutalip Kuttubayev, Sultangaliyev ya da onun yoldaşlarından biri olabilir mi? Ortak yönleri çok! Çocuk sayısı, öğretmenlik, eşi, evliliği, dolaştığı yerler (Savaş sırasında Yugoslavya’yı saymazsak Saratov, Kazan), ikisi de samimi sosyalist ve kültürel millici.

Kuttubayev, sosyalist bir idealist olmasına rağmen sosyalist rejim tarafından dışlanıyor! “Cengiz Han’a Küsen Bulut” adlı kitapta (Gün Olur Asra Beldel adlı kitabın devamıdır) Kuttubayev’in yargılanması ile Sultangaliyev’in yargılanması da birbirine benzer. Ancak Roza Aytmatova (bacısı) bir TRT belgeselinde Kuttubayev’in babasını, Zarife’nin ise annesini andırdığını söyler. Onun görüşü.

Aytmatov’un romanlarındaki kişilerin adları da göndermelerle yüklüdür ve ayrıca incelenmeyi hak etmektedir. Örneğin Tansıkbayev... “Tansık”, akıldışı bir durum veya “mucize” gibi bir anlamına geliyor. Tansık-bay, “bay” saygın, zengin anlamına geliyor. “-ev” Rusça eki “oğlu” anlamına geliyor (o Rusça eki soyadına takmak sovyetik rejimde zorunlu!) Tansıkbay, akıldışılık yönünden zengin! Aytmatov, mankurt bir kadimciyi tarif ediyor olabilir mi? Aytmatov, yaşadığı dönemde fazlaca gözlemleyemese de kadimcilik çağdaşlık karşıtı bir mankurtluk türüdür. Aytmatov, gözlemiyle mi sezgileriyle mi bu göndermeyi yapmıştır? Aytmatov’un babası Törekul Bey ceditçiydi. Babasının oğlu olarak etrafta çekiştiği kadimcilerin olması büyük bir olasılıktır.

Yine, gönderme yüklü bir ad da romandaki diğer kurbandır. Abutaip Kuttubayev. Abu-talip, talebe oğlu. Kut-tu-bay-ev. Kutça saygın oğlu! "İsmiyle müsemma!" Gün Olur Asra Bedel romanındaki mankurt karakterin adı da Sabitcan. Sabit, donuk, duran, hareketsiz, öylece olması için kurulmuş, anlamına geliyor. Can ise kişi. Donuk kişi! Dümdüz, robot! Aytmatov mankurt Sabitcan’ın karşı karakteri olarak Abutalip Kuttubayev’i ortaya koyuyor: Mankurtluğun karşıtı kutça saygın olmaktır...

Azerbaycan’dan Profesör Elman Quliyev: “Aytmatov’un romanlarında millî olanlar Stalinist yönetim tarzı karşısında kaybediyor! Bu ilginç bir husustur. Aytmatov, bu yaklaşımıyla millî olanı tetik ve uyanık tutmaya çalışıyor gibidir.” diyor.  Öyle ya, iyi olan kazanınca hak yerini buluyor ve okuyucu huzura kavuşuyor. İyi olan kaybedince rahatsız oluyor, gerçek hayatta onu kazandırmaya gayret ediyor! Aytmatov’un yüceliğini gördüğümüz gibi bu açıklamanın da yüksek bir mantık yürütme olduğunu teslim etmeliyiz.

Aytmatov, tipik bir hümanisttir; yapıtlarında insanı merkeze almıştır. Irkçılık, dincilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik yoktur. Elbette Türk’tür ve sayılan özellikleri yüzünden Türklüğünü de geri plana atmaz. İkisi bir aradadır. Aytmatov modernizmin, Stalinizmin ve Rus ırkçılığının insanî olmayan doğasını eleştirir. Sosyalizmle ise bir çelişkisi yoktur.

 

Üst insan, alt insan

Aytmatov’un Abutalip Kuttubayev karakteri ilginç bir kişiliktir. Niçe’nin tanımladığı anlamda âdeta bir üst-insan portresidir. Etnopedagojik açıdan bakınca Aytmatov’un Kuttubayev’i ülküsel / mükemmel/model insan olarak ortaya koyduğu görülür. Karşı değer karakteri olarak ise Tansıkbayev konumlanmıştır (Eliuz, 2009: 272). Aytmatov, Kuttubayev’i soruşturan ve mankurtluğunun farkında olmayan Tansıkbayev’in kök değerlere saldırısını şöyle gerekçelendiriyor:

"Devlet bir sobadır ve yakıtı da yalnız insandır. Yakılacak insan olmazsa soba söner. Sönen, yanmayan sobanın da hiçbir yararı yoktur. Ama öte yandan bu insanlar da devlet olmadan yaşayamazlar. Sobayı tutuşturan, yakan onlardır. Sobayı yanar tutmakla görevli olanlar da ona yakıt temin etmelidirler. Her şey buna bağlı!" (Aytmatov, C. Cengiz Han’a Küsen Bulut, s. 22.)

Tansıkbayev, bir mankurttur ve ona göre kök değerleri savunan Kuttubayev’in yok edilmesi gereklidir. Ona göre devlet, ideoloji, parti, hatta parti lideri insanlardan üstündür. İnsan, bir odun değerindedir ve kurban edilebilir! Oysa devlet, parti ve ideoloji insanlar tarafından ve insanlara hizmet etmeleri için düzenlenmiştir! Aytmatov, Tansıkbayev gibi mankurtları değerlerini, bir bakıma insanlığını yitiren ve nesneleşen alt-insan olarak konumlandırır.

 

Troya atıyla mankurtlaştırma

Rasyonaliteyi (aklı) ve bilimi reddettiği için mankurtlaşan Asya'daki Türk toplulukları 20. yüzyıla Rusya'nın ve Çin'in sömürgesi olarak girdiler. Rusya ve Çin onları mankurtluktan kurtarmadan kendi etnokültürlerini dayattı, bilim kültürünü de bunun üzerinden yükledi. Akıl ve bilimde bir yere kadar ilerlediler. Ancak aynaya baktıklarında kendilerine ait hiçbir şeylerinin olmadığını gördüler. Çoğu, dillerini de kaybetmişti. Eğer simaları engel olmasa belki Rus veya Çinli olabilirlerdi.

Sovyetler Birliği dağılınca Rusların Kırgızları ayrıca mankurtlaştırmış olduklarını da fark ettiler. Ruslardan farklı ve kendilerine ait özgün bir şeyleri fazlaca kalmamıştı! Aytmatov'un göstermeye çalıştığı da buydu.

Tam da bu sırada Türkiye'de kardeşlerinin olduğunu fark ettiler. Bizimkiler de gittiler ve en büyük problemlerinin dini bizimkiler kadar bilmemek olduğunu fark ettiler. "Sizin eksiğiniz dindir" dediler. (Biz de bu arada Ortadoğu teokültürünün saldırısına uğramıştık!) Gülen'i gönderdiler! Özbekistan hariç hepsi kabul etti. Özellikle fukara Kırgızlar!

Gülen'in militanları onlara teopolitik bir temel olarak Ortadoğu teokültürünü götürmüştü. (Girmeyeyim bu konuya.) Kırgızlara kendilerini Ruslardan ayırabilecekleri, "Bak bu da bize özgü" diyecekleri davranış kalıpları verildi. Ortadoğu görgüsünü anlatılıyor ve "İslam budur." deniliyordu. Kırgızlar da "Vay be, Rusya bizden dinimizi saklamış" diye hayıflanıyordu. Rus'un karşısına elinde tespih, uzun sakal, entari ve şalvarla çıkıp göğsünü gere gere "Bak, ben Müslümanım ve senden farklıyım." demek ilk bakışta onlara çok iyi geldi.

Mesele sadece oturup kalkma davranış kalıpları değildi. Kırgızların ve Türklerin Yesevî-Matüridî eksenli neredeyse ortak bir teokültürü vardı. Türkiye'den giden bizimki değil, Türkiye'de Türk teokültürüne de savaş açmış olan Ortadoğu teokültürüydü!

İkisi de müslim ama büyük farkları vardı. Ortadoğu teokültürü Tanrı ile ilişkisini korkuya dayandırıyordu ve bu haliyle despotik bir din anlayışı ortaya çıkıyor, bu da terörizm başta olmak üzere sosyal gerginliklere yol açıyordu. Türk teokültüründe bu sorun yoktu. Tanrı’ya sevgiyle bağlanılıyordu. Türkler bu yaklaşımla hem kendileri Müslüman olmuş hem de Asya, Anadolu ve Balkanları Müslümanlaştırmıştır. Müslümanlık, Ortadoğu anlayışıyla kalsaydı ne halde olurdu kimse bilemez.

Kırgızlara Truva atıyla mankurtluk gönderdik, vesselam!

Şimdi Kırgızlara "Fetö seni mankurtlaştırıyor, ondan uzak dur." diyor bizimkiler. Bir mankurta mankurt olduğunu söylemek ona en ağır hakareti etmektir ve onu korkutan tek şey, başındaki deve derisini çıkarmasını istemektir. Çok tehlikelidir. Hem çıkarmaz hem de sizi düşman olarak görür!

Bu arada malum grup orada da "herkesin bildiği sır" halinde yeraltına geçmiş. Hepsi Osmanî ve ak pak!


Kitabın devamı

Cengiz Aytmatov, mankurt kavramını "Gün Uzar Yüzyıl Olur" veya "Gün Olur Asra Bedel" adlarıyla çevrilen kitabında anlatır. "Cengiz Han'a Küsen Bulut" adlı küçük romanı onun devamıdır. Aytmatov, Sovyet yönetimi "gıcık olmasın” diye kitabın son bölümünü ayırmış, sonradan ayrı bir kitap olarak yayınlamıştır. Olayı iyice anlamak için "Cengiz Han'a Küsen Bulut" devam niyetiyle okunmalıdır.

Aytmatov, mankurt kavramını işlemeyi bunlarla sınırlı tutmaz; “Beyaz Gemi” ve “Dişi Kurdun Rüyaları”nda da mankurtlaşma temini irdeler.

 

Aytmatov’daki etnopedagoji

Cengiz Aytmatov 12 Aralık 1928’de doğdu. Babası Törekul Bey, okumuş, aydın bir adamdı. Eşinin de aydınlık birisi olmasını istiyordu. O zamanlar Müslüman Türkler içinde en aydınlık toplum Tatarlar idi, özellikle Kazan Tatarları. Türk Dünyasının aydınları Kazanlı kızlarla evlenmeye can atıyorlardı. Törekul Bey de öyle yaptı. Eşi Nagime Hanım Tataristan’ın Karakol şehrinde dünyaya gelmiş, çeşitli okulları bitirmişti (Bayramova, 2020).

Stalinist vahşet olarak bilinen represiya döneminde Törekul Bey rejim karşıtı diye yargısız olarak öldürülür. Şimdi Ata-Beyit'te yatıyor. Nagime Hanım “rejim karşıtı bir kocanın eşi olmak” damgasıyla dört çocuğunu büyütmek için büyük bir mücadeleye girer. Çocuklarını yetiştirir.

Aytmatov’u ekolojik bir eğitim düşünürü ve önemli bir etnopedagog olarak nitelemiştim (Çınar, 2018b). Beyaz Gemi adlı romanı bu çerçevede özellikle ele alınması gereken bir kitaptır. Yine de Aytmatov'un düşünsel altyapısını irdelemek yararlı olacaktır. Mankurt kavramını ve daha nice kavram ve benzetmeyi Aytmatov nereden biliyordu?

Aytmatov büyük bir insan. Onu büyüten çocukluğunda aldığı etnopedagoji olmalıdır. Etnopedagoji, toplumun çocuk eğitimindeki deneyim birikimidir. Halk edebiyatı, folklor ve özgün bir etnodidaktik! Ninesi onu başta masal ve efsaneler olmak üzere halkın edebî kültürüyle, folklorun en has kısmıyla yetiştirmiştir. Aktarılanlar onu muhteşem bir kültür kodu deposu haline getirirken, aldığı bilimsel eğitim ise onu dev bir yazar yapmıştır.

Aytmatov, yerel ve etnopedagojik bilgiyi evrensel dilde anlatmıştır. Ona muazzam etnografik birikimi sanat diliyle dünyaya anlatmayı Gorki enstitüsünde aldığı yazarlık eğitimi sağlamıştır. O etnopedagojik bilgiyi yükleme ve açığa çıkarma eğitimle olmuştur. Birikimi sanat diline dönüştürüp anlatma ise onu yüceltip Cengiz Aytmatov yapan yetenektir.

Türkçeye çevrilmemiş eserlerinin de çevrilmesini bekliyorum.

 

Sütle giren huy

Nayman Ana mankurtlaştırılan oğlu Yolaman’ın belleğini geri getirmek, kendisini, geçmişini, babasını anımsaması için çok çalışır. Denediği çarelerden biri de oğluna ninni söylemektir. Süt hakkından yararlanarak geçmişine ait kök parçacıklarını harekete geçirmeyi ummaktadır. Aytmatov, ninnilerin etnopedagojik ögeler olduğunu anlatıyor. Ve daha neler neler…

Atasözümüzde der ki “Sütle giren huy canla çıkar.”

 

Güzgüdeki mankurt

Vatanseverliği, antiemperyalist olmayı ve demokratlığı besleyen bilgi, Keloğlan ve Köroğlu (ve daha nice) anlatılarda gömülü olan kültür kodlarında saklıdır... Kemal Sunal, Keloğlan'ı; Cüneyt Arkın ise Köroğu'nu görüntü kültürüne taşıyarak güncelledi. Bu milletin sevgi ve takdirini kazanmaları gönül telini titretip, şahdamarını coşturmaları belki de o yüzdendir. Bunlara karşı çıkıp dalga geçiyorsanız ayna karşısına geçin; bir mankurt göreceksiniz.

 

Kağızmanlı Hıfzı’nın anımsattığı

Tolstoy, hatıralarında kendi kuşağındaki aydınların, kendilerini Rus halkının öğretmenleri olarak gördüklerini ve öğrencilerini başarılı bir takım ve oyuncu haline getirmek için geceli gündüzlü çalıştıklarını yazar. Tolstoy’unki anaç/babaç bir yaklaşımdır! Halkın karşısında değil yamacında olan, yukarıdan bakan değil, yanından bakan, azarlayıcı ya da pohpohlayıcı değil özendirici olan, akıl veren değil, halkın gidebileceği olası yolları aydınlatan bir üslup…

Son bin yıldır bizde medrese hakimdi. Diliyle, tavrıyla Türk kültürüne yabancı, yer yer aşağılayıcı tutum sergileyen bir kurumdu. Öncesi de tartışmalı ama 16. yüzyıl sonrasındaki medreseden ve müderrislerinden razı olmamalıyız. Millet de o zevattan uzak durmuştur. Osmanlı’nın mankurt entellerinin Havâs’ına heveslenmemiş; Âvam kalmıştır!

Bizim ozanlarımız vardı, âşıklarımız. Medreseden geçip onlara sarıldık. Her işin piri vardı, öğretmenlerin ve âşıkların piri ise Dede Korkut’tu; o geleneği sürdürdüler. Âşıklarımızın yaklaşımı tam da Tolstoy’un izlediği yaklaşımdı. Anaç/Babaç! Emrah Baba, Sümmani Baba, Zülali Baba, Mahzuni Baba, Müdami Baba… Dede Korkut, "Korkut Baba demektir", dersem?

Kağızmanlı Hıfzı'yı minnetle anarken, biliyoruz ki gelenek sürüyor. Çobanoğlu, Kağızmanlı Hıfzı’nın Sefil Baykuş hikayesini (lütfen tıklayınız) anlatırken bir ders işliyor ve o kadar çok “değer” yüklüyor ki... Din eğitimine dahi giriyor. Biliyor ki molla bir gariptir.

 

Aytmatov’u anlamak

10 Haziran, Cengiz Aytmatov'un vefatının yıldönüşüdür. Aytmatov, her geçen gün daha çok konuşuluyor. Seviniyorum elbette; fikren ve başka birçok yönden kendime çok yakın buluyorum.

Başkaları görmeyince ya da ketum davranıp söylemeyince insan kendisi söylemek zorunda kalıyor. Cengiz Aytmatov’dan öğrendiğim mankurt kavramı ile Türkiye'deki eğitim ve kültür politikalarına ışık tutmaya çalıştım. Türkiye'de epeyce Aytmatov uzmanı vardır. Hadsizlik etmeyi göze alarak kendimi de onlardan sayıyorum. Bir farkla, diğer uzmanlar genellikle edebiyat ve sanat çevresindendir. "Aytmatov ne demek istedi?" diye Aytmatov tefsiri yapıyorlar. Elbette kendilerinden çok yararlandım. Ben ise eğitim bilimciyim, Türkiye’nin eğitim, bilim ve kültür politikalarıyla ilgiliyim ve maalesef eğitim bilimlerinde mankurtlaştırma konusuyla ilgili yazan tek kişiyim. Aytmatov gibi yaptım. Aytmatov, "Kırgızları mankurtlaştırıyorlar." demişti. Ben de ülkeme bakarak aynısını "neden ve nasıl" yanıtlarıyla söylemeye çalıştım.

Bunları Aytmatov'la ilgili fikir beyan etme yetkisine sahip olduğumu söylemek için yazdım.

Fikrime gelince, Aytmatov'un son zamanlarda ve giderek yanlış anlatılmaya başlandığını gözlüyorum. Bu sene onun için söylenenlere bakarak, seneye Aytmatov'un Arvasçı mı, İhvancı mı olduğunu tartışacaklar diye kaygılanıyorum. Yaparlar mı yaparlar. Devlerin omuzuna çıkmak istemek anlaşılabilir bir duygudur. "O bizdendi" deyip nemalanmak... Ama ayıptır!

Belki de herkes manzaraya kendi bulunduğu tepecikten bakıyor ve gözlerinin feri kadar görüyor.

 

Cemile ile Asya

Aytmatov’un iki ünlü aşk öyküsü vardır. Birisi Aragon’un deyişiyle “Dünyanın en güzel aşk öyküsü” Cemile’dir. Diğerini biz büyük ölçüde sinemadan biliyoruz: Selvi Boylum Al Yazmalım, filmi. İkisinde de kök duygu farklıdır. Cemile’nin aşkı saf ve çıplak bir aşktır. Rahatsız edici bir tarafı da vardır ama muhteşem bir özgünlük ve yaratıcılık içermektedir. Asya’nın aşkı duygusallıktan farklı olarak akıl da içermektedir; sevgi ile emek arasında bir ilişki kurar.

İki öyküyü de okuduktan sonra tartışmak lazım: Cemile mi güzel, Asya mı? Cemileci misiniz, Asyacı mı?

 

Öğrencileri konferansa götürmek

Üniversite öğrencisiyken üniversitede konferans türü etkinlikler pek azdı. Konferans olunca, hele de popüler hocalar, yazarlar, sanatçılar gelince salonlarda yer kalmazdı. Son yıllarda bu tür etkinlikler çoğaldı. Ancak salonlar boş kalıyor. Öğrenciler ilgi göstermiyor. “Yoklamayı salonda alacağım” diye öğrenciler salonlara götürülür oldu!

Aytmatov’la ilgili uluslararası bir toplantı yapılıyordu. Dünyanın pek çok yerinden konunun uzmanları davet edilmişti. Ciddi bir zahmet, emek ve masraf edilmişti. Kocaman salonda bir de izleyen olmazsa yazık olur.

Öğrencilerime dil döktüm. Zoraki gelmelerini istemiyordum. Türkçe Öğretmenliği öğrencileriydi ve önemli bir kısmı Aytmatov’un kitaplarından bir ya da birkaçını okumuştu. Gelmek istemiyorlardı! Bir roman üzerine bilimsel olarak ne söylenebilirdi ki…

Hatırımı kırmamak için öğrenciler salona geldi. Benim de bildirim vardı, belki de nezaketten.

Toplantıda öğrencilerin bütün konuşmaları ilgiyle, not alarak izlediklerini gördüm. Sonradan konuştuk. Bir öğrenci, Aytmatov’u okuduğunu ama bildirileri dinledikçe “Benim okuduğum romanda ne kadar çok şeyi fark etmediğimi gördüm. Romandaki durumların farklı bağlamlarda farklı büyüler yarattığını fark ettim. Okumayı bilmediğimi anladım.” dedi. Başkaları da…

İşte o bildiriler sonra kitap haline geliyor. Bildiri kitabı deyip geçmeyin.

 

Efsane kaplı efsane

Mankurt efsanesinin içinde de bir efsane vardır. Bu iç efsaneye göre mankurtlaştırıcılar mankurt için bir kutsal yaratır ve mankurta öğretirlermiş. Mankurt bile temel bir değere dayanmak zorunda! Yoksa ölçü ve ayar olmaz! “Anything goes!” demekle olmuyor. Mankurdun içine yerleştirilen kutsal ise “Ay”dır. Gökyüzündeki ay. Ay, mankurdun bir kısım gecelerini hiç değilse alacakaranlık yapmaktadır. Yolaman’ı düşünürsek, otlakta geceli gündüzlü yalnız yaşamakta ve sürü gütmektedir. Bazı gecelerde onu aydınlatan ay onun için ne muhteşem bir varlıktır, kim bilir?

Mankurtlaştırıcılar mankurda öğretip iman ettirdikleri kutsalı mankurdun içine denetim mekanizması olarak yerleştirmişlerdir. Örneğin annesinin onu kurtarmaya geldiğini anlayınca mankurt Yolaman’a “O kadının Ay’ı çalmaya geldiğini” söylerler. Ay’ı çaldırmamak için onu öldürmesi gerektiğini telkin ederler. Mankurt, anasını öldürür!

Tanıdığınız mankurtların kutsalı nedir? Kilidi açmadan mankurdu çözemezsiniz!

Resul Rıza (Azerbaycan), Aziz Nesin (Türkiye) ve Cengiz Aytmatov (Kırgızistan)

Fotoğrafın kaynağı:Rıza, Resul. (2010). Gecenin Suskun Nağmesi. Seçme Şiirler. (Çev. İ. Avşar) Ankara: Bengü Yayıncılık.

Sol ve Aytmatov

1970’lerde Türkiye’de sağlıksız bir siyasi kamplaşma vardı. Terör ortamı ayrıca bir facia idi ama asıl sorun entelektüel boyuttaki sıkıntı idi. Sol aydınlar, rejimin mahkeme ve hapisane baskılarına rağmen açık ara öndeydi. Rejim tarafından "Rus ajanı" olarak görülme tehlikesi de vardı. Makkartist anlayışla Batı ve emperyalizm karşıtı her aydının, her türlü çalışmasının altında SSCB ile ilişkili olup olmadığı aranıyordu. Oysa Türk dünyası oradaydı!

1970’lerde Aytmatov Türkçeye çevrilmişti. Çevirileri sol yayıncılar yapmıştı ve sağ çevreler hiç ilgi göstermedi. Zaten Sovyet yazarıydı! Öte yandan sol çevrelerin o zamanlar Aytmatov’u yeterince değerlendirmemiş olması da anlaşılır gibi değil! Türkçü görünmekten mi kaygılandılar yoksa kitaplarda slogan mı bulamadılar?

Sol aydınların Aytmatov’u (Cengiz Dağcı, Olcas Süleymenov ve daha nicelerini de) çevirip Türk okuruna duyurmasına rağmen üzerinde fazlaca duramaması, Amerikancı soğuk savaş teröründen şerrinden kaçınmakla mı ilgilidir? Bir Sovyet yazarını çevirmek zaten fişlenme sebebiydi. Şirret Amerikancılık yüzünden Türk sinemasının en güzel aşk filmi olan “Selvi boylum al yazmalım” filminde, yazarı olan Cengiz Aytmatov’un adı bile korkudan yazılamamıştır! Çoğu kimse o filmin hikâyesinin Aytmatov’a ait olduğunu hâlâ bilmez.

 

Issık Göl Forumu

Issık Göl, Aytmatov’un ülkesi Kırgızistan’da bir gölün adıdır. Issı, sıcak demektir. Rakımı yaklaşık 1600 m’dir ama hiç buz tutmaz! Göl, Tanrı dağlarının ortasında, doğal güzellikleri ve sayfiye yeri olmasıyla bilinir. Ancak Cengiz Aytmatov ile Issık Göl ayrı bir anlam kazanmıştır. Aytmatov, 1986 yılında, tanışıp dostluk kurduğu çok sayıda ünlü dünya aydınını Issık Göl’e davet ederek uluslararası bir forum oluşturmuştur. Dünya bilim, felsefe ve sanat çevreleri orada toplanmıştı. Türkiye’den de Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal katılmıştı. Yaşar Kemal’in o toplantı hakkında konuşmasına rastlamadım. Livaneli ise birkaç konuşmasında ve yazısında Issık Göl toplantısına değinip geçti. Oysa çok önemliydi. Keşke daha ayrıntılı olarak yazsa ya da birileri röportaj yapıp, anıları kalıcı kılsa...

 

Kurmanbek

Mankurt efsanesi Manas destanında geçer. Orada da şöyle geçer: "Başına şiri kiygizip mankurt kılıp alsak beyim?" yani, "Başına yaş deriyi takıp mankurta dönüştürsek mi beyim?" Hepsi bu. Aytmatov binlerce beyitten oluşan Manas destanından bu cümleyi alıp muhteşem bir felsefi yorum haline getiriyor. Buradaki şarkı Manas destanında tam da mankurtlaştırmanın anlatıldığı bölüm... Kırgızistan’dan Gulzada Rıskulova çok güzel yorumlamış: (lütfen tıklayınız)

 

Ana-yurt

Aytmatov'un anlattığı efsanedeki mankurt annesini öldürüyor. Sembolik anlatımda anne kimdir? Türk kültüründe vatan anne, devlet ise baba olarak simgelenir. Aytmatov, mankurtların vatana zarar verdiğini / vereceğini mi anlatıyor?

 

Kaynaklar

Bayramova, Fevziye. (2020). Ana: Cengiz Aytmatov’un Anne Şeceresi. (Akt. B. Bayram, D. D. Ertem) Ankara: Bengü Yayıncılık.

Çınar, İkram. (2018). Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz. İstanbul: IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık.

Çınar, İkram. (2018b). Mankurtlaştırma ve etnopedagoji kavramlarına Aytmatov gibi bakmak. Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi. Cilt, 6, Sayı 13, s. 80-99.

Eliuz, Ülkü. (2009). Cengiz Han’a Küsen Bulut Romanında Simgesel Söylem. Cengiz Aytmatov. (içinde) (Ed. R. Korkmaz), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, s. 271-281.

"İnsanoğlu için en zor olan şey, her gün insan kalabilmektir."
Cengiz Aytmatov
Ata Beyit, Bişkek-Kırgızistan
 

You have no rights to post comments