Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı ve Benlik Arayışı (1994) adıyla Gönül Sezer’in dilimize çevirdiği, okunası yapıtına 21 maddelik bir ek koymuş. Bu maddeleri, Du sollst nicht merken adlı kitabın yeni sonsözünden alıntıladığını belirtiyor. Söz konusu ek metin, başlığından her maddesinin içeriğine dek, üzerinde düşünüle düşünüle okunması gereken bir nitelik taşıyor. Özellikle anne babalar ve anne baba adayları, bu özeti döne döne, sindire sindire okuduklarında, baştan, anne babalarının; sonra da okulda öğretmenlerinin yaratıp kendilerine yaşamları boyunca çektirdikleri acıları fark edeceklerdir. Maddeler, Alice Miller’in, adını andığım kitabının da özeti gibidir.
Bu özet, “çocuğun yaşadığı acı gerçekleri görmenin, ancak pedagojik (eğitimsel) yaklaşımlardan kurtulmakla mümkün olduğu” biçimindeki ilginç vurgulamadan sonra, anlam olarak şöyle sıralanıyor:
- Çocuk, asla suçlu değildir.
- Her çocuğun, güvenlik, ilgi, korunma, dokunma, yakınlık, sıcaklık, sevgi gibi, karşılanması zorunlu gereksinimleri vardır.
- Bu gereksinimler, çoğu kez karşılanmıyor. Bunlar, kendi gereksinimlerinin karşılanması amacıyla yetişkinlerce (anne babalarca) istismar ediliyor.
- Anne babanın bu istismarının olumsuz etkileri, çocukta yaşam boyu sürüyor.
- Toplum, yetişkinin (anne babanın) yanında yer alıyor; çocuğa yapılanlardan dolayı çocuğu suçluyor.
- Yetişkinin (anne babanın), kendisi için çocuğu feda ettiği, geçmişte olduğu gibi şimdi de yadsınıyor. Bu nedenle yetişkinlerin çocuklar üzerindeki zararlı etkileri görülemiyor.
- Toplumun yalnız bıraktığı çocuğun bu durumda, yaşadığı travmatik olayı bastırmaktan (bilinç dışına itmekten) başka bir seçeneği kalmıyor.
- Bastırma mekanizmasının kullanımı, nevrozların, psikozların, ruhsal kökenli bedensel hastalıkların ve normal dışı davranışların ortaya çıkmasına yol açıyor.
- Kendi gereksinimlerini doyurmasının engellenmesi ve onların yerine, yetişkin (anne baba) isteklerini yerine getirmeye zorlanması yüzünden çocuk, suçluluk duygusu, nevrotik bozukluklar yaşıyor.
- Kimi çocuklarda, ileride psikotik bozuklukların ortaya çıkmasına, anne babanın, çocukları kendi istedikleri davranışları yapmaya zorlaması yol açıyor.
- Ruhsal kökenli bedensel rahatsızlıklarda (psikosomatik hastalıklarda), yetişkinlerin kötü davranmalarının neden olduğu acılar yaşanıyor; ancak çekilen bu acıların asıl nedenleri, uzman tedavisi dışında, bilinmez olarak kalıyor.
- Normal dışı davranışlarda, şaşkınlık, taciz ve kötü davranma, hep yeniden, yeniden yaşanıyor.
- Ruhsal tedavi, ancak hastanın yaşadığı çocukluğunun gerçekliği yadsınmadığında başarılı oluyor.
- Psikanalizdeki gelişmemiş cinsellik kuramı, toplumun duyarsızlığını pekiştiriyor ve çocuğa karşı cinsel tacizi meşrulaştırıyor. Bu kuram, çocuğu suçluyor, yetişkini koruyor.
- Düşler (hayaller), yaşamın sürdürülebilmesini sağlıyor. Çocukluğun gerçekliğini anlatmaya, aynı zamanda gizlemeye; daha doğrusu, önemsizleştirmeye yardımcı oluyor. Düşsel yaşantılar, hep gerçek ruhsal yaralanmaları gizliyor.
- Bastırılmış erken çocukluk döneminin yaşantılarının, yazında, sanatta, masallarda ve rüyalarda, sık sık simgesel anlatımlara dönüştüğü görülüyor.
- Çocuğun yaşadığı gerçeği görmezlikten gelmemiz nedeniyle çekilen bu acıların simgesel kırıntıları, kültürümüzde hoş görülmekle kalmıyor; çok beğeniliyor. O kadar ki kodlanmış bu anlatımların gerçek nedenleri ortaya çıkarıldığında toplum, bunları reddedebilir.
- Eylemi yapanın (anne babanın) ve kurbanın (çocuğun) gerçeği görmemeleri ve çaresizlikleri, işlenen suçun etkilerini ortadan kaldırmıyor.
- Kurban, suçları görmeye başladığında, suçlar engellenebiliyor. Yinelemelerin yarattığı baskı, böylece ortadan kalkıyor ya da baskının etkisi azalıyor.
- Var olan bilincin değişmesi durumunda, kendilerine haksızlık edilmiş kişilerin kavradıkları gerçeğin çocuklukta gizlenen kaynağını açık ve kesin bir dille ortaya koyup anlatmaları, genelde topluma; özelde de bilime yardımcı oluyor.