2019 yılının mart ayından itibaren Covid-19 adlı salgın başladı. Birçok önlem alındı. Alınan önlemlerin bazıları doğrudan ya da dolaylı olarak eğitimle ilgiliydi. Bu önlemlerin başında okulların kapatılması ve eğitimin uzaktan ve bilişim teknolojisinin desteğiyle sürdürülmesi vardı. Bir dönem böylece sürdürüldü. Uzaktan eğitimin birtakım artıları ve eksileri oldu. Elbette bunlardan birçok deneyim elde edildi. Önümüzdeki yıl ne olacağı belli değil. Ancak bu yılın deneyim birikimini analiz etmek ve gelecek ile ilgili çıkarımlarda bulunmaya yetecek kadar veri toplanmış oldu.
Okulun Tarihi
İnsanlık tarihine bakıldığında eğitimin ta başından beri var olduğunu ancak okulun daha sonra ortaya çıktığı görülür. Okul, yazının icadından sonra açılmıştır. Örnekleri Sümer’de görülen bu ilk okullar saray içi okulları idi ve devletin bürokratik işlemlerini yapabilecek, yazışmalarını sürdürebilecek, kayıtlarını tutabilecek memurlar yetiştirmek amacıyla öğretim yapıyordu. Büyük ölçüde okuma yazma öğretilen yerlerdi. Orta çağ boyunca okullar kısmen geliştiler bilim, sanat, felsefe ve din eğitimi verilen yerler haline geldiler. Ayrışmalar da oldu. Bazı ülkelerde okullarda bilimsel eğitim yapılırken bazılarında dinsel eğitim ağırlık kazandı. Orta çağın tarım toplumundaki bu okullar yaygın değildi ve öğrenim görmek isteğe bağlıydı.
Sanayi Devrimi’nden sonra okullar giderek önem kazandı. Bu önemi Almanlar ortaya çıkardı. Şöyle ki; 1818 yılında Prusya'da zorunlu ve kitlesel eğitime geçildi. Her çocuk belli bir süre için okula alındı ve okul eğitiminden geçirildi. Okul eğitimi alan insanların daha nitelikli kişi, daha verimli bir üretici oldukları görüldü. Fabrikada işçi olmak okuryazar olmayı gerektiriyordu. Okul eğitimi alan ve okuma yazmayı öğrenen insanlar soyut kategoriler halinde düşünmeye başlıyorlardı. Kişisel niteliklerini daha üst düzeyde geliştirebiliyor, ekonomik açıdan verimli oluyordu. Okul eğitiminden geçenler sınıf atlayabiliyor, alt sınıftan üst sınıflara ya da yoksulluktan zenginliğe geçebiliyorlardı. Okul insanların ulusal bilinçlerini de yüksek tutuyorlardı. Milletleşme, birlikte hareket etme ve toplum olma becerileri artıyordu. Daha itaatkâr ve daha disiplinli toplum üyeleri haline geliyorlardı. Üstelik okulda geçirilen süre uzadıkça okulun bu etkileri daha da artıyordu. Böylece okul giderek yaygınlaştı, zorunlu hale geldi ve zorunlu eğitimin süresi giderek uzadı. Ancak okul etkisini eğitim bilimsel (laik) ise gösterebiliyordu. Bilimsel olmayan eğitimin etkisi pek yoktu. Kişi kaç yıl eğitilirse eğitilsin, eğitilmiş insan halleri ortaya çıkmıyordu. Sanayi Toplunu (modernleşme) varlığını bu eğitime borçlu olduğu gibi kendini geliştirmesini de bu okul eğitime borçludur. Günümüze gelindiğinde okul eğitimi bilimsel, zorunlu, kitlesel ve çok boyutlu bir sektör halini aldı. Bilimsel, ekonomik, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve teknolojik boyutlarının her biri ayrı ayrı ele alınmak, irdelenmek zorunda kalındı. Kısacası, okul, sanayi toplumunda altın çağını yaşayan bir kurum oldu.
Sanayi toplumu ve onun özü olan Modernleşme insanlığı kıtlıktan, açlıktan kurtardı, refah patlaması yarattı. Basit hastalıklardan ölümler ortadan kaldırdı. İnsanların ortalama ömürleri uzadı, kötü yönetimler azaldı, insan hakları ve demokrasi yönünden önceki çağların çok ilerisine geçildi. Bunlarda okulun payı tartışılamaz derecede önemlidir.
Elbette sanayileşmenin ve okulun olumsuz etkileri de oldu. Bu konuda özellikle anarşist eğitim düşünürleri ciddi bir literatür biriktirdiler. Okulun insan doğasına aykırı olduğunu birçok bakımdan ortaya koydular. Yine de okulun vazgeçilemez bir eğitim kuruluşu olduğunu söylemeden edemediler.
Üç Aşama
Bilimsel-teknolojik devrim sürüyor ve üretim araçları yeniden değişiyor. Üretim araçlarıyla yaşam biçimi arasında nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Üretim araçlarının değişmesi yaşam biçiminin değişmesine yol açmaktadır.
Temel üretim toprak ile yapılıyorsa tarla sürme aracına, onu çalıştıracak insanın ve hayvanın kas gücüne gereksinim duyulur. Yaşam, köylerde ve ekim-dikim yapılan yerlerde sürer. Bunu öğrenmek için okula gerek yoktur. Anne-baba ve komşulardan her şey öğrenilebilir. Bazı meslekler için de bir ustanın yanında bir süre çırak olmak yeterlidir. Eğitim vardır ama okul gerekli değildir.
Sanayi Devrimi’nden sonra da üretim fabrikada yapılır olmuştur. Motorla çalışan makineler, işçi ve mühendisler üretim yapar. Yaşam, kentlerde çekirdek aile halinde yaşayan insanlarla sürer. Eğitim de bu yaşamı sürdürecek becerileri yeni kuşaklara kazandırmakla yükümlüdür. Bunların toplumsal-kültürel etkileri de olur. Örneği geniş aileden çekirdek aileye geçilir. Akrabalık ilişkilerinin niteliği değişir. Kadının konumu ve ondan beklenen roller değişir. Parlamentolar ortaya çıkar vb... Toplumlar bunu hemen kabullenemez, sarsıntılar, çatışmalar çıkar, bunalımlar olur. Yine de demokrasi, bilimsel bilgi birikimi ve becerisinin gençlere aktarılması gerekir. Okul yakın geçmişte bunları geliştirerek yeni kuşaklara aktarma görevi üstlendi.
21. yüzyıl bilişim teknolojisinin yeni üretim araçlarıyla başladı: Bilgisayar, internet ve uydu teknolojisi. Bu teknoloji de kendi yaşam biçimini ortaya çıkarmıştır. Artık birçok işi işyerine gitmeden, uzaktan yapmak mümkündür. Bu işler eğitim ve okul etkinliklerini de kapsamaktadır. Okul artık geleneksel işlevini tamamlamıştır. Geçmişteki gibi bir okul artık olmayacaktır. Covid-19 salgınının yol açtığı gelişmeler sonucunda uzaktan eğitim bir anlamda sınandı, test edildi. Eğitimi ve okuldaki eğitim etkinliklerini yeniden düşünmek gerekmektedir.
Modern Toplumda Okulun Vaadi ve İddiası
"Modern", sanayi topluma ait anlamındadır. Modern toplumda okulun vaadi çocuğu hayata hazırlamaktır. İddiası ise çocuğu hayata götürmek yerine hayatı okula getirerek çocuğa tanıtmaktır. Böylesinin çocuk için daha güvenli, sağlıklı ve ucuz bir çözüm olduğunu iddia etmektedir. Çocuk okula getirilmiş hayata dair küçük modellerle hayata uyum sağlar ve karşılaşabileceği olası sorunları çözebilir hale gelmektedir. Hayatı okula getirmek hayatta olan durumları, olguları okulda kontrollü bir biçimde uygulayarak çocuklara öğretmektir. Çocukları bir yanardağa götürüp volkanın nasıl patladığını göstermek hem güvenli değildir hem de masraflıdır ama okul, sınıfın içerisinde bir yanardağ modeli gösterilerek çocuğa volkanın nasıl patladığını ve yanardağın nasıl meydana geldiğini güvenli ve ucuz bir biçimde gösterebilir. Okul, hayatı okulun içerisinde kurarak çocuğa tattırmakta, çeşitli olay ve durumlarla çocuğu karşı karşıya getirerek gerçek hayatta karşılaşabileceği sorunları çözme becerisi kazandırdığını iddia etmektedir.
Okulun bunları yapması birkaç yolla olmaktadır. Birincisi bilimsel bilgiler kuramsal olarak öğrencilere aktarılmakta ve dünyanın, evrenin, toplumların nasıl olduğu çocuklara kuramsal biçimde öğretilmektedir. Çocuklar bu bilgileri kullanarak gelecekte karşılaşabilecekleri sorunları çözmeyi öğrenmektedir. Bilgili olan bilinçli olur.
Okulun ikinci iddiası ise bir hayli güçlüdür bu iddiasında okul çocuklara akranları bir araya getirerek onlara arkadaşlık, dostluk, rekabet, iş birliği, dayanışma, sevgi, dostluk, kadirşinaslık gibi birçok duygu, düşünce ve sosyalleşme özellikleri kazandırma fırsatını sağlamasıdır. Gerçekten de bunu en etkili bir biçimde yaptığını görmekteyiz. Çocuklar yaş gruplarına göre belli sınıflara gelirler ve orada sosyalleşir veya sosyal beceriler kazanırlar. Akran grubu içinde tartışma, ikna etme, ikna olma, liderlik özelliklerini geliştirme gibi beceriler kazanma fırsatı bulurlar. Bu ortamda ömür boyu sürecek dostlukların temelini okulda atarlar. Okulda aynı yaş grubundaki akranların ekip oluşturarak takım oyunları oynamaları veya diğer oyunlarda da hayatta karşılaşacakları rolleri öğrenmekte veya bir insanın karşılaşabileceği birçok bilgi ve beceriye kazanmaktadırlar.
Çocuklar hayatı oyun içinde öğrenmektedirler. Çocuklar aslında oyun kurallarına uyarak toplumsal yaşamda kurallara neden uyması gerektiğini öğrenirler. Öğrendikleri bu beceriyle, büyüdüklerinde yasalara uyumayı da öğrenmiş olurlar. Yine, oyun sırasında haksızlık yapan ve kuralları çiğneyen arkadaşlarına yaptırım veya ceza uygulayarak adaletin gerçekleşmesini sağlar ve bu temel beceri yaşamları boyunca onlarla sürer.
Okulda takım oyunları oynayarak kendisine oyun arkadaşları seçen ve ekip kurmayı öğrenen çocuklar, büyüyüp şirket kurduklarında şirketleri için ekip oluşturmak veya kamu kurumunda görev yaparken kendi takımlarını oluştururken hangi nitelikteki insanları arayacağını daha çocukken oyun arkadaşı seçimiyle birlikte öğrenmeye başlarlar. Bu yüzden okulun akran grubu oluşturarak çocukları bu ortamda buluşturma iddiası son derece önemlidir. Hatta okulun en etkili eğitim yolunun veya başarısının bu sosyal ortamı oluşturmak olduğunu söylemek bile mümkündür. Zira kuramsal bilgileri yani kitapta yer alan bilgileri okula gitmeden de çocuk öğrenebilir anne babası ona anlatabilir veya bir büyüğünden olayın nasıl gerçekleştiğini öğrenebilir ya da büyüdüğünde öğrenebilir. Çocuk, birtakım bilgileri okuyarak da öğrenebilir ama sosyal beceriler kazanmak için sosyal bir ortamda bulunmak temel bir koşuldur. Etrafta arkadaşı yoksa çocuğun kitaptan nasıl sosyalleşmesi gerektiği öğrenilemez. Bu durum yüzmeyi kitaptan öğrenmeye benzer, yani öğrenilemez.
Okul Tarihinde Dönemin Sonu
Gerek Türkiye'de gerekse başka bazı ülkelerde okulun öğrencileri sosyalleştirme etkisi uzun bir zamandan beri geri plana itilmiş gibi görünmektedir. Türkiye'de özellikle ikili eğitim uygulaması çocukların okulda arkadaşlarıyla vakit geçirmelerini, oyun oynamalarını, takım kurmalarını, şakalaşmalarını, rekabet etmelerini, iş birliği yapmalarını, birbirinden ibret almalarını, gıpta etmelerini, imrenmelerini, arkadaşlık kurmalarını ve buna benzer sosyal becerilerini geliştirmeyi önemsizleştirmektedir.
Bugünün Türkiye'sindeki okul akran etkisini ve toplumsallaşmayı bir tarafa itmiş durumdadır. Sabahın köründe, servis minibüsüyle okula gelip derse giren 3 ya da 5 dakikalık teneffüsler ile öğlene kadar veya öğleden sonraki hızlandırılmış ve sıkıştırılmış zamanı doldurup yine servis aracına binerek eve gelen ve evinden dışarıya çıkmayan bir çocuğun sosyal hayatı ortadan kalkmıştır. Onun neredeyse hiçbir arkadaşı yoktur veya varsa bile arkadaşlıklarını yeterince derinleştirememiştir. Halbuki normal eğitim yapılan okullarda 15-20 dakikalık, hatta yarım saatlik teneffüslerde çocuklar takım oyunları veya bireysel oyunlar oynuyorlardı. Okul bahçelerinde sorunlar da yaşanabiliyor, kavga da edebiliyorlardı. Böylesi durumlarda öğretmenler orada yargıçlık ve eğiticilik rolü oynayarak sorun çözüyor veya çocuklara sosyal sorunları nasıl çözebileceklerini yaparak yaşayarak onlara gösterebiliyorlardı. Bazı okullarda 5 dakikalık teneffüste çocuğun okuldaki sınıfından bahçeye çıkabilmesi bile mümkün değildir. 10 katlı okulların olduğunu biliyoruz. Çocuğun teneffüste bahçeye inip çıkabilmesi olanaksızdır. Bahçeye çıkamayan bir çocuğun oyun oynamadığını düşünmek durumundayız. Arkadaşlarıyla şakalaşmak, eğlenmek, oyun oynamak, enerjisini boşaltmak için biraz koşturmak ve bedensel yorulma ile dinlenme hallerini çocukların yaşamadıklarını biliyor, görüyoruz. Öyleyse okulun ikinci rolü son derece önemlidir ve artık bunu karşılayamamaktadır!
Yeni Okul: Bir Tür Kamp
Eğitimin, kuramsal bilgileri öğrencilere aktarma rolüne tekrar dönecek olunursa, günümüzün bilgi teknolojileri ve dijital devrimin olanakları bu bilgi aktarımını büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Sadece öğretmene ya da öğretmen ve ders kitabına bağımlı olma zamanı geçmiştir. Veri ve bilgi kaynaklarına ulaşmada seçenekler çoğalmıştır. İnternetten birçok bilgiye erişmek, onları bir çocuğun kavrayacak şekilde düzenlenmiş ortamları ve öğrenme durumları görmek mümkündür.
İnternette birçok eğitim sitesi yer almakta ve dijital öğrenme üzerine büyük araştırmalar yapılmaktadır. Mektupla öğretimle başlayan uzaktan eğitim ve uzaktan öğrenme teknolojisi, sanal gerçeklik (virtual reality), sanal sınıflar, sanal öğrenme yönetimi (sınıf yönetimi), dijital öğrenme ve öğretme yöntemleri üzerine yeni çalışmalar yapılmaktadır. Bunlar giderek daha da önem kazanacak gibi görünmektedir.
Sanal gerçeklik hatta artırılmış sanal gerçeklik anlayışıyla gerçek dünya benzetimleri (simülasyon) kurgulanabilmekte ve konular çok daha kolay anlatılabilmektedir. Üstelik sanal gerçeklik ve dijital öğrenme etkileşimli ortamlar sağlamakta, yapay zekâ teknolojisiyle birleşerek, öğrencinin yüz ifadeleri, mimikleri, kalp atışı ve biyo-kimyasal/biyo-fiziksel dönütleri de değerlendirmektedir. Dönütler için sınav sonuçlarını beklemek yerine eşzamanlı dönüt ve düzeltme, alternatif yöntem ve teknikleri devreye sokmada etkili çözümler sunmaktadır. Yapay zekâya dayalı sanal gerçeklik uygulanan öğrenme ortamları bireysel öğrenme biçim ve tercihlerine göre de duyarlı olmaktadır. Sanal gerçeklikte öğrenci kullandığı araçlarla (örneğin sanal gerçeklik gözlükleri) sanal ortamın içine girebilmekte ve o gerçekliğin parçası olabilmektedir. Duyu organlarını sanal gerçeklik içinde kullanabilmektedir. Bunlar öğrenme coşkusunu artırdığı gibi güdülenmeyi yükseltecek, etkili öğrenmeyi geliştirecektir.
Bu gelişmeler eğitim teknolojisine ciddi yatırımlar yapmayı gerekli kılmaktadır. Televizyondan ders verir gibi internet üzerinden ders vermek günümüzde artık çok geri bir teknolojidir. Sanal gerçekliğe dayalı öğrenme ortamları oluşturulmalıdır. Bunlar öğretmen eğitimini yeniden ele almayı gerekli kılmaktadır. Öğretmenler birer eğitim teknologu gibi yetiştirilmenin yanı sıra belki de her okula/öğretmene eğitim teknologu desteğinin sağlanması gerekecektir.
Söylemeye çalışılan şudur: Eğitimin kuramsal bilgi aktarımı ile ilgili kısmı artık bilişimin olanakları kullanarak yapılabilir. Yapay zekâ kullanarak öğrenen ve öğreten makineler (robot öğretmenler) şimdiden oldukça başarılı ve etkili olabilmektedirler. Öyleyse okulun bilgi aktarma işlevi artık aileye veya çocuğun kendi sorumluluğuna bırakılabilir. Bunu bazı teknik uzmanların yardımı veya usta-çırak ilişkisi ile öğrenilmesi gereken ya da uygulama yapılması gereken konuları bir yana bırakırsak, büyük ölçüde internetin veya bilişim teknolojisi olanaklarının bunu karşılayabileceğini görebiliriz. Ancak toplumsal becerilerin veya toplumsallaşmanın teknolojiyle karşılanamayacağı bilinmektedir. Sosyal medya ve e-toplumsallaşma örnekleri üzerine değerlendirme yapmak için henüz elde yeterince veri yoktur ancak gözlemler şimdiki yetişkin kuşağın durumdan endişeli olduğunu göstermektedir. Öyleyse okulu artık yeniden düşünmeliyiz.
Okul, yeniden ele alınmalıdır. Endüstri 4.0 döneminde yaşandığı söylendikten sonra Sanayi Toplumu'nun ilk dönemindeki gibi bir okulda eğitimi sürdürmek yadırgatıcıdır. 19. yüzyıldaki okul ile 21. yüzyıldaki okul neredeyse aynıdır. Oysa üretim teknolojisi değişti, çağ değişti, çocuklar değişti, ihtiyaçlar değişti, birçok şey değişti ama okul değişmedi! Okulun eğitim öğretim yöntemleri de değişmedi. Teneffüsler de, öğretmen öğrenci ilişkisi de değişmedi. Okulları ve öğrencileri gözleyenler çocukların bugünkü okuldan ve derslerden nefret ettiklerini bile görebilirler. Ders bitiminde çocukların teneffüse koşuşlarını izlediniz mi? Büyük bir trajedidir. Dersler bu çağın çocukları için bir işkence haline dönüşmüştür. Demek ki okulun, derslerin, içerik ve yöntemlerin değiştirilmesi gerekir.
Çocuklar ailenindir. Eğitiminden ve kültürünü aktarmaktan da her çağda olduğu gibi birinci derecede aile sorumlu olmalıdır. Aileyi aşan konularda toplum ve okul devreye girmelidir. Önümüzdeki çağlarda çocuklara neyi nasıl öğreteceğimiz konusu çok tartışılabilir. Birçok yöntem de önerilebilir ama geleceğin nasıl bir bilgi-beceri gerektirdiğini de henüz tam olarak bilmiyoruz. Kâhin olmadığımıza göre demek ki el yordamıyla yürümek zorundayız. Yine de bilimin yordama, tahmin etme işlevini kullanarak geleceği kısmen öngörebilir ve şimdiden planlayabiliriz. Gelecekte okullar belki de öğrencilerin izci veya spor kamplarına benzer bir halde eğitim yapabilecekleri yerlere benzeyecektir. Adeta antrenör veya yaşam koçu niteliğindeki öğretmenler, akran gruplarından oluşan öğrencilerle gün boyu okul adı verilebilecek birtakım kamplarda, sınıflara fazlaca girmeden, oyunlarla, eğlencelerle, araştırmalarla, sosyal ve sportif faaliyetler ile çocukları hayata hazırlayacak gibi görünüyorlar. Uzaktan eğitimle kuramsal bilgileri öğrenen öğrenci okul kamplarında sosyal becerilerini geliştirebilecek, değerlerini yüklenebilecek ve insani nitelikler kazanabileceklerdir. Okulun varlığı sürecekse bu yeni rolünü yeniden öğrenmek zorundadır. Türkiye bu konuda ne kadar şanslıdır bilmiyoruz; şehirler o kadar sıkışık biçimde planlandı ki çocukların kamp kurabilecekleri alanlar neredeyse kalmadı.