Tarihte örneği az bulunur zamanlardan geçiyoruz. Yaşadığımız “Korona Durumu” dünya ekonomisini daha şimdiden vurdu. Bu durumun birkaç ay sürmesi halinde büyük çöküşler göreceğiz. Önemli toplumsal çalkantılar yaşanabilir. Binlerce şirket batabilir, yüzbinlerce kişi işsiz kalabilir.
İşsizlik büyük bir faciadır. Afrika atasözünde denildiği gibi “Aç insan değerlerini yer.” Aile faciaları, boşanmalar, kadın cinayetleri, sokak çocuklarında artış, suç patlaması… Zenginlerin de halinin iyi olmayacağını düşünmeleri gerekir. O muhteşem servetlerinin değerinin sıfırlanacağını fark etmeleri çok geç olmayacaktır.
Siyaset tarihimize geçen 2001 yılındaki “Anayasa kitabı fırlatma” sonrasındaki krizi hatırlıyor musunuz? ABD Türkiye’den Irak’taki Müslümanları vurmasını istemiş, Ecevit hükümeti reddetmişti de Ecevit hükümetini düşürüvermişlerdi. Sonrasıyla ilgiliyim. Büyük bir felaket yaşadık. 800 milyar dolar servetimizin yok olduğu söyleniyordu!
Birkaç defa çarşıda rastladım: Eğitimli ve beyefendi görünümlü, 30-35 yaşlarında, takım elbiseli ve kravatlı, güzelce traş olmuş, tanımadığım bir adam yolda beni çevirip, “Lütfen bir ekmek parası verir misiniz, birkaç gündür açım!” dedi. Alışıldık dilencilerden değildi. O günlerde birkaç defa böyle birileriyle karşılaştım. Başka arkadaşlarımdan da böyle durumla karşılaşanlar olmuş. İflas edenler… O dönemde intihar eden insanları duyuyorduk… İnsanlar hukuk devletinin sağladığı güvence içinde çalışmış ve hak ettiklerini almışlar, kendi hallerinde efendice yaşıyorken… Gerçekten büyük bir felaket veya operasyon idi. Gençlerimiz bize bu faciayı yaşatan failleri unutmamalıdırlar.
Bu tablonun benzerleri yine yaşanabilir. Öyleyse ne yapılabilir? Yukarıdaki tabloyu sözü etnopedagojiye getirmek için çizdim. Yanıtlar orada yaşanmışlıkların içinde var.
Böylesi durumlar için aile ve toplumsal dayanışmayı öğretmişiz çocuklarımıza. Masallarımız, atasözlerimiz, destanlarımız ve onlarca kültür kodlarımıza aileyi önemseme ve öncelikli tutma ile toplumsal dayanışma motifi koymuş. Bunu çocukların beynine beynine kazımış! Bu bağlamda “Etnopedagoji: Atabek Yurdu” kitabımdaki Posof masalını ve analizini bir kez daha okumanızı öneririm.
İlk Eğitim Fakültemde okurken (iki defa okudum) masallar iyi bir eğitim aracı olarak anılmıyordu. Zararları anlatılıyor, çocukları gerçeklerden uzaklaştırıp tatlı hayallere ve poliyannacılığa yöneltiyor, dev, cin gibi ilkçağlara ait mitosları atom çağının çocuklarına aktarıyor diye tu kaka ediliyordu!
Evrensel kültüre karşı olmak doğru olmadığı gibi bütün ulusların hedeflemesi gereken bir kültürdür. Orası insaniyettir, insanlığın ruhudur, öyle anlıyorum. Ancak eğitim sistemlerinde evrensellikten çok belli kendi kültüründen vazgeçip, özenilen yabancı kültürlere odaklanmak daha fazla öne çıkmaktadır. Adeta bir gönüllü sömürgeleşme! Okul eğitiminde aktarılan değerler ister Batılı ister Doğulu olsun, bizden değildir, evrensel de değildir.
Etnopedagojik malzemelerimizdeki masallar bize kendi iyiliğimiz için toplumla dayanışma içinde olmak gerektiğini söylüyor. Sürüden ayrılmayı değil, sürüyle birlikte olmayı telkin ediyor. Eğitime hakim olan genel bakış neyi telkin ediyor? Bireyleş, sürüden ayrıl, özgür ol! İlk duyduğumuzda hoş oluyoruz. Ne "tatlış" ifadeler böyle diye.
000
Ecevit’e anayasa kitabı fırlatma krizi sonrasında bireyleşmiş, özgür, ailesine bile hesap vermeyen, feodal alışkanlık kalıntılarından kurtulmuş olan iyi okulları bitiren eğitimli bireyler perişan oldular. Sığınabilecekleri akrabaları yoktu. Varsa bile yardım isteyecek yüzleri de kalmamıştı. Yardımlaşma kültürünü de reddetmişlerdi. Onların kendilerinin bulduğu arkadaşları vardı, akrabaları sadece lüzumsuz biyolojik bir ayrıntıydı. Ancak görüldü ki arkadaşları da bir yere kadar!..
Tutunamadılar!
Aile bağlarını güçlü tutan ve gelenekleri “vardır elbet bir hikmeti” diye sürdürenlerin bazıları ise çok eğitimli değildiler ama geleneğin programını (etnopedagojik-empirik bilgiyi) uyguladılar. Bir kısmı işsiz kalmıştı. Çekirdek aileyi ortadan kaldırıp şehirde yeniden geniş aile oldular. Kardeşler kirada oturdukları evlerinden çıkıp bir kardeşin evinde toplandılar. Evleri varsa kiraya verdiler ama yine birleştiler; kriz bitip yaşamı toparlayınca yeniden ayrıldılar. Geleneği önceleyen başkalarının ise köylerde hala akrabaları vardı. Şehirlerarası otobüs firmalarının bagajları dolu dolu gidiyordu büyük şehirlere; yağ, peynir, bulgur, un, kurutulmuş sebze, turşu taşıyordu. Akrabalık bağları güçlü olanların hepsi ayakta kaldı, üstelik namerde muhtaç olmadan!
Ahıska Türkleri Örneği
Ahıska Türkleri, Ardahan’ın ötesinde kalan, Ahıska’da yaşamakta olan Türklerdi. Çıldır Eyaletinin ve Atabek Yurdu’nun merkezindeydiler. Sınırlar çizilince dışarıda, Gürcistan’da kalmış oldular. “Türk oldukları için” Gürcistan ırkçılığının kurbanı oldular ve 1944 yılında Orta Asya’ya sürgün edildiler. (Hikâyeleri hazindir.) Büyük kayıpları oldu. Dışlandılar, aşağılandılar. Düşman hukuku (esir) uygulandı. Kars’ta Rus-Malakan olmak onların yaşadıklarının yanında cennette olmak sayılırdı. Sürgünden sonra daha kötü koşullara maruz bırakıldılar. Gittikleri yerlerde hayata sıfırdan başlamışlardı. Dağıtılmışlar, çok az ve azınlıktılar. Varlıklarını korumak için daha fazla kenetlenmeleri gerekiyordu. Etnopedagojik bilgileri devreye girdi. Ultra geniş aileyi kurdular. Ultra derken gerçekten öyle. Kardeş çocukları (emmioğulları, kızları) kardeş sayıldı. Gelinin akrabaları bile bu aile birliği içine girdi. Bu ailedeki akrabalık bireylere büyük bir koruma sağlıyordu. Elbette bireysel özgürlüklerden vazgeçmek ve aile kararlarına yani büyüklere uymak gibi bir bedeli vardı.
Sonuçta hem varlıklarını ve kimliklerini korudular hem de kısa sürede içinde bulundukları toplumun üst katmanlarına yerleştiler. Örnek vereyim. Sovyetler Birliği dağıldığında insanların yaklaşık olarak birbirine eşit serveti vardı. Ancak Ahıska Türkleri kısa sürede zenginleştiler. Evlerini yenilediler, otomobil aldılar, işyerleri açtılar ve Özbekleri yanlarında çalıştırmaya başladılar. Bu “en geniş aile”nin başarısıydı.
Etnopedagoji, binlerce yılın çocuk yetiştirme, geleceğin toplumunu kurma deneyimi birikimidir. Eskiden öyleymiş, çağ deyişti, modası da geçti zaten denilip kenara atılacak eski bir eşya değildir.