Çocukluğumdaki 23 Nisan

Çocukluğumdaki en belirgin anılar ulusal bayramlara ilişkindir. Düşman işgali görmüştük ve o bayramları hakkını vererek kutluyorduk.

Çocukluğumun iki bayramı vardı, 23 Nisan ve Posof’un kurtuluşu. Coşkudan milli duygularımız tavan yapardı! Lise çağımda buna bir de 19 Mayıs eklendi. O 19 Mayıs ki, Türkiye’de halen en iyi kutlanan 19 Mayıstır.

İlkokulda öğretmenimiz (babamdı) her millî bayramda bizi sıraya sokar, köy sokaklarında bayraklı ve Atatürk posterli, Atatürk’ün ya da Türk büyüklerinin özdeyişlerinin yazılı olduğu pankartlı yürüyüş yaptırırdı. Bayrak o sıralarda kolayca bulunmuyordu sanırım. Bayrağı abam dikiyordu. Dikiş biliyordu ve köydeki tek dikiş makinesi onundu. Pankartları yazmak da babamın işiydi, güzel yazısı vardı. Redis ucuyla mürekkep kullanarak Amerikan bezi üzerine yazardı.

Köyün sokaklarında slogan atardık: “Yaşasın 23 Nisan”, “Hakimiyet Milletindir”, “Yaşasın Cumhuriyet”… Muhtemelen 20-30 çocuktuk. Askerler gibi tempolu yürüyüş çok hoşuma giderdi.

İlkokul 3. sınıfta olmalıydım, o sene başka bir köye gidip 23 Nisan’ı o köydeki çocuklarla kutlayacaktık. Birkaç gün önceden haber verildi. Herkes elbiselerinin yamalarını elden geçirtecekti ve temiz olacaktı. Herkes davarcuğuna (dağarcık) peynir, ekmek ve pişmiş yumurta filan alacaktı. Abam bana meşhur pastasından da yapmıştı. Hepimizin ayağında kara lastik vardı. Heyecanlı bekleyişten sonra gün doğdu. Köyden birkaç genç de katıldı bize. Yine önde bayrak, arkasında Atatürk posterini taşıyan iki öğrenci ve ikişerli sırada el ele yürüyen çocuklar. Yol kağnı yoluydu. Köyden ilk çıkışımdı ve ayrıca heyecanlıydım.

Aşık Zülali köyünde buluşacaktık. Öğretmenler anlaşmış, daha başka köylerin çocukları da gelecekmiş. Başka köylerin çocuklarını da hiç görmemiştim. Onları da merak ediyordum.

Aşık Zülali köyünü geçip öteki tarafta çayırda kutlama yapacaktık. Aşık Zülali bizim köyden birkaç defa daha büyüktü. Nedense bizim köy kadar düşünmüştüm. Daha doğrusu başka köy görmediğim için bazı köylerin farklı olabileceklerini düşünmemiştim. Farkları hemen gördüm ve hep şaşırdım. O köy daha düzdü, bizim köy bayır. O köyde bizim köyden daha başka biçimde yapılmış evler vardı, demek öyle de olabiliyormuş… Köyün içinden geçerken öğretmenimiz bize marş söyletti. Eskişehir ve İzmir marşlarını söyledik. Sesimize sanırım, köylü kadınlar kapı önlerine çıkıp bize baktılar. Öğretmenlerden ötürü kadınlar leçek çekip yaşmaklandılar. Gelin ve kızların çok güzel elbiseleri vardı. Abam kendisine de diksin diye tarif etmek için iyice baktım. O gün her yeri ve her şeyi ilk defa görüyordum ve şaşkınlıktan başım döndü.

Çayıra gidince en büyük şaşkınlığı yaşadım. Her taraf çocuk doluydu ve muhtemelen binlerce çocuk vardı. Bana öyle geldi. Nedense her köyde bizimki kadar 20-30 çocuk olabilir diye bir beklenti vardı… Dağ-taş çocuk doluydu.

Sanırım yorulmuştuk. Öğretmenlerimiz bizi bir kenarda oturtup dinlendirdiler. O sırada başka köylerden gelen çocukların yumurta kırma oyununu gördüm. Yumurtaları tokuşturuyor, kırılan yumurta kıran yumurtanın sahibine veriliyordu. 8-10 yumurtam vardı, yarısını kaybettim :)

Tören yapıldı. Şiirler okundu. Ne söylediklerini anlayamadım. Tanıdık şiirleri anladım. O sıralarda iki şiir modaydı. Birisi “Kurtuluş”, diğeri ise “Bu Vatan Kimin”… Ha, bir de Alageyik vardı. Bu şiirleri nerdeyse herkes biliyordu. Diğer köyler halk oyunu oynadılar.

Kısa güne köy savaşı bile sığdı: Kaleönü köyünün çocukları ile Alabalık köyünün çocukları kavga ettiler, öğretmenler güç bela ayırdılar.

Geri dönüşümüzü hiç hatırlamıyorum.

Fotoğraf bizim halimize çok benziyor, internette buldum, sahibini bilemediğim için izin alamadım.

 

Öğrenci halleri

Dün bir sınavımız vardı. Sınavdan çıkanlar koridorda birikmiş, emin olmadıkları soruları yokluyordu. Öğrencilik telaşı. Birisi ise cep telefonundan sorulara bakıyordu. Belli ki sınavda soru kâğıdının fotoğrafını çekmiş. Soru hazırlamaktan nefret ediyorum ve kaç günde hazırladığım o sorulardan da artık kullanamayacağım! Arada bir soru bankamdan eski yıllarda kullandığım sorulardan da alıyordum.

Çocuğa “ver onu bakayım” demeye kalmadı, fırlayıp kaçtı. Hem de ne kaçış. Merdivende önüne geleni kırıp geçirecek biçimde! Herhangi bir işlem yapmayacaktım. Öğretmenlik meslek ahlakı üzerinde etkili bir konuşma yapardım belki.

Öğretmenlik ve ahlak birbirine yapışıktır. Çok da yakışırlar. Tarihte Aristo’dan Hoca Ahmet Yesevi’ye, İbni Sina’dan İbni Rüşt’e değin muhteşem öğretmenler vardır. Onların anıları meslek kültürünün oluşmasında önemlidir ve yolu aydınlatır. Meslek onurunu korumadaki titizlenmeye rağmen son yıllarda maalesef mesleki kokuşmayı da çok sık duymaya başladık.

Tarihte kayıtlı mahcubiyetlerimiz de var. Tarihte öğretmenlerin bıraktığı ilk iz bir rüşvet olayıdır. S. Kramer’den öğreniyoruz, “Tarih Sümer’de Başlar”da yazıyor... Sümer'de bir öğretmen öğrencilerine günlük tutturmuş. Öğrencimiz çamur tabletlere günlük yazmış, pişirip binlerce yıl sonrasına postalamış. Ondan öğreniyoruz: Öğrencisine günlük tutturan öğretmen bir yandan da öğrencilerinden rüşvet alıyor, vermeyenleri de perişan ediyor!

Öğrenci milleti bunu günlüğüne yazmaz mı 😁

Sümer öğrenci ahlaksız öğretmeni şikâyet etmiş, bizim öğrenci ise soru çalıp kopya hazırlığı yapıyor… 5 bin yıl sonra buradayız!

 

İlkokul Öğretmeni

Çetrefil bir konuyu anlamak istiyorsanız onu bir ilkokul öğretmenine sormalısınız. Eğer konuyu biliyorsa size en iyi açıklamayı o yapabilir. Geliştirilmiş kavramın öncesine giderek yapar bunu. Hiç bilmeyene anlatırmış gibi anlatır size de.

Son 50 yılda gelen bizi geçti, neden hala süper devlet olamadık, diye sorun.

2018'de yüzlerce fabrika niçin yakıldı ve bu millî servetin imhası neden önlenmedi? sorusunun cevabını verecektir size. Pikeykey niye bitmiyor diye sorarsanız dış mihraktan başka, daha başka şeyler de anlatır.

Gerisi sizin ferasetinize kalır.

 

Akademik hatun soyadı

Birisi bizim akademik hatunlara desin ki "Anam bacım ya babanın soyadını taşı ya da kocanın. İkisini birden taşımak ağır gelmiyor mu?" İnsan yazmaya erinir yahu! Bir de uzun ki, yazısından alıntı yapmak istesek, kaynakça bağlacı verince, bir satırı sadece kadının soyadı kaplıyor. Kadındaki soyadına bak: Şahveletoğlu Küçükuzunhüseyinzadegil!.. Biri babasından, diğeri kocasından... Bir de ikili adı varsa… İspanyollaşıyor muyuz ne?

 

Talep eşiği

Çocukluğumdan hatırlıyorum; insanlar yamalı elbise giyerdi. Bazılarında o kadar yama olurdu ki ipin ucundan çeksen bütün yamalar dökülecek gibi olurdu. Üstelik hallerinden şikayetçi olmak bir yana "buna da şükür, bunu da bulamayanlar var" derlerdi. Haklıydılar çünkü onlar kıtlıktan çıkmışlardı. 2. Dünya Savaşı sırasında, savaşa girmediğimiz halde, 53 bine yakın askerimiz açlık ve bit yüzünden öldü! Babam o yıllarda Cılavuz Köy Enstitüsünde öğrenciydi. “Her türlü yiyeceği üretiyorduk ama bir kısmını devlet alıyordu. Sofradan hiç tam doyarak kalktığımı hatırlamıyorum”, demişti. Yine de minnettardı. Şimdi yama bir yana, rengi solmuş giysiyle dolaşan bile kalmadı. Elbette bu yıllar içinde kalkınıp, geliştik. İnsanların talep eşikleri yükseldi. Daha iyisi için taleplerin yükselmesini kınamamak gerekir ama daha adil bir toplumsal paylaşımı da istemeliyiz.

Kıyamet, yokluktan değil ama adaletsizlikten kopar!

 

Millî devlet

Başka toplumlar kavimleri birleştirip ulus devletler haline gelir, hatta ulus devletleri de birleştirip uluslar-üstü devletler kurarken biz ulus devleti kavimleştirmeye çalışıyoruz galiba! Milletin tek olduğu ve kavimlerin onun içinde yer aldığı, dünyanın her tarafında geçerli olan ulus-devlet modelinden kavimler federasyonu modeline geçmek 16.yüzyıla yuvarlanmaktır. Orada da kalmaz. Ülkede kavimleri birbiriyle rekabete sokar, ülkeyi cehenneme çevirirsiniz. Yanlış yolda gidiyoruz. Sebep-sonuç ilişkisiyle düşünen, tarih bilen hikmet sahibi kimse kalmadı mı bu ülkede?

 

Atatürk ve Kars

Atatürk ve Kars ilişkisi çok özel bir ilişkidir. Rus işgali sonrasında Kurtuluş Savaşı ve Kars’ın kurtarılışı Karslıları minnet doldurmuştur. Atatürk Kars'a gelişinde çok sıcak karşılanmış, Atatürk de Karslıları çok sevmiştir. Kars'ta birkaç gün kalacakken Hatay meselesiyle ilgili bir sorun çıkar ve tarifeli trenle gece yarısı Kars'tan ayrılmak zorunda kalır. Eşi Latife Hanım Kars Türk Ocağının delegesidir. Atatürk'ün arkadaşı Yusuf Akçura Kars milletvekilliği yapmıştır. Atatürk'ün diğer arkadaşı Ahmet Ağaoğlu ve onun kızı Tezer Taşkıran'ın Kars'a çok önemli katkıları olmuştur. Kars uzun yıllar Atatürk'ün partisine bağlılığını sürdürmüştür. Bugün de Karslılar başka partilere oy verseler bile Atatürk’e sevgi ve saygılarını sürdürdüklerini görüyorum. Bunun bir halini dükkanlarda görebilirsiniz. Neredeyse her dükkânın baş köşesinde bir Atatürk posteri veya fotoğrafı vardır.

Atatürk zamanında Kars Türkiye'nin altıncı büyük şehriydi. Üstelik moderndi. Türkiye'nin planlı tek şehriydi. Komşusu Erzurum'dan daha da gelişmişti. Nato sonrasında Kars gözden ırak tutuldu. Bu durum Karslıları muhalif partilere yöneltti. 12 Eylül ise Kars'a daha doğrusu Atabek Yurduna adeta düşman hukuku uyguladı ve resmen biçti...

Kuzeydoğu Anadolu ya da tarihteki adıyla Atabek Yurdu yeni yeni toparlanmaya çalışıyor. Geçen dönem ilk defa Karslı bir milletvekili bakan olabildi. Kars'a elinden gelen hizmeti yaptığı anlaşılıyor, Karslılar memnun görünüyor.

 

Irkçılık ve Milliyetçilik

Bizim milli eğitim ders kitabı yazarları hala Frenk İnkılab-ı Kebirinin milliyetçiliği ortaya çıkardığı içün Devlet-i Osmani gibi ümmetçi imperyaların çöktüğünü anlatırlar!

Doğrusu şudur: İmparatorlukları çökerten Sanayi Devrimidir. Büyük Fransız İhtilali de onun eseridir. Çöküşte milliyetçiliğin payı hiç yoktur çünkü milliyetçilik değil ırkçılık (kavimcilik) şaha kalkmıştı. Her kavim kendi devletini kurma ve ötekileri imha etme yarışına başladı. Irkçılık ve mezhepçilik önüne geleni yıkıp geçti. Bu arada epeyce kavim devleti kuruldu ve içlerinde kalan başka kavimleri de imha etti ya da sindirdi. Bunu herkes yaptı.

Liberal sağ ve Sosyalist sol da o zamanlar ırkçılıkla maluldü. Kısacası 20. yüzyılın başında kurulan bütün devletler kavim-devletiydi, milli değil.

Stalin Rusyası da buna dahildir. Stalin’in Gürcü olduğu söylenir ama Rus ırkçılığı yapmış, ırkçılıkta Hitler’i de geçmiştir. Onun düşmanı Türklerdi.

Sonra Avrupa’da liberal sağ ve sosyalist sol hümanizmi geliştirdi. Irk ve din yerine nötr insanı esas aldılar. Başka deyişle, ırk (kavim) yerine milleti (ulus), dolayısıyla ırkçılık yerine milliyetçiliği, dincilik-mezhepçilik yerine de laikliği (veya sekülerliği-dünyevîliği) koydu. Milliyetçilik kavimciliğe, laiklik ise mezhep ayrımcılığına ve bir mezhebin kendisini herkese “hak” diye dayatmasına karşı çıkıştır. Bizde Atatürk milliyetçiliği, doğal olarak çekirdekteki Türklükle birlikte, hayli hümanisttir zira Türkiyecilik (patriotism) anlamına gelir.

Batı demokrasi bunun üzerinden yükseldi.

Sovyetik Sosyalistik Rusya bunu kaçırdı. Rus ırkçısı bir sosyalist sistem olarak kuruldu ve yıkılıncaya kadar Rus ırkçısı bir devlet olarak devam etti. Gerçi Brejnev döneminde biraz gevşemişti ama değişmedi.

Türkiye’de sol, Sosyalizmi Rusya’dan değil, Batıdan öğrendi. Batı o sıralarda hümanistleşmişti, dolayısıyla bizimkiler hümanisttir; kendi kimliğini yırtacak kadar hem de! Bu tespit özellikle 78 kuşağı için böyledir. Türk olduğunu söylerken bile acaba ırkçı derler mi kaygısı yaratılacak kadar diğer kavimlerin ırkçılarının baskısı altına alınmışlardır. Bizimkiler Sos-Rusya’yı da kendisi gibi sanırlar. Ahıskalıların sırf Türk oldukları için ırkçı-sosyalist bir saldırıya maruz kaldıklarını anlamayışı o yüzdendir. Pikeykey solcu maskeyle ortaya çıkınca ondaki ırkçılığı görememesi ve hümanist sanıp insan hakları penceresinden bakması da öyle...

 

You have no rights to post comments