Sonbahar 2018'de bir günlüğüne Gürcistan-Ahıska’da idik. "Uluslararası Geleneksel El Sanatları Sergisi" ve atölye çalışmaları adında bir etkinlik duyunca gittik. Gördüklerimin sadece bende kalmasından hoşlanmıyorum, paylaşmayı seviyorum. Üstelik yazınca kalıcı oluyor, bazen ben bile unutuyor, yazdıklarımı okuyunca “sahi ya” diye yeniden hatırlıyorum. Eflatun’u üzeceğim ama belleği yazıya kopyalamak lazım, çatlasın.

İşte birkaç gözlem:

Tam da yurtdışına çıktığımız günlerde ulusal para birimimiz devalüasyona maruz kaldı. Bir anda bizi üçte bir gibi büyük bir oranda fakirleştirdiği için Gürcistan’da alışveriş yapmak cazibesini kaybetmiş oldu. Konvertibil olmayan Gürcü Larisi epeyce değerli. Artık Gürcüler alışveriş için bu tarafa geçiyor. “Türkiye çok ucuz” diye takılıyorlar.

Gürcistan Türkiye’den giden taşıtlar için sigorta zorunluluğu getirdiğinden, otomobille Gürcistan’a kısa süreli geçmek, ekonomik olarak akıllıca görünmüyor. Gürcistan polisinin bulduğu her fırsatta trafik cezası yazması da otomobille geçişi cazip kılmıyor. Sınırda otomobili bırakıp karşıya geçince taksiyle 12 km ötedeki Ahıska’ya gidilebiliyor. 70 Lari verince taksi gün boyu sizinle olduğu gibi şoför rehberlik de yapıyor.

Biz de öyle yaptık. Otomobili sınırda bırakıp karşıya geçtik ve taksiye bindik. Şoför, iyi sayılabilecek kadar Türkçe biliyor. Şoför nereye gitmek istediğimizi sordu.

“El Sanatları sergisine” dedik.

“Sonra?” dedi.

“Kitapçıya” gideceğimizi söyledik.

“Sonra?” dedi.

“Sonra? Ha, bir de haçapur yeriz” dedik. Yine:

“Sonra? Yani hangi bara gideceksiniz, kadın yani?” dedi! Bozuldum, sinirlendim.

“O ne biçim soru?” dedim. Şoför şaşırdı.

“22 yıldır taksicilik yapıyorum. İlk defa kitapçı arayan Türk gördüm. Taksi çağıran Türkler buraya genellikle kadın için gelirler. Çok şaşırdım”, dedi ve ekledi:

“Erzurum’un berisindeki köylüler Gürcistan’a gelir”… Başka şeyler de söyledi. Yurttaşlarımızın itici halleri yüzümü kızarttı...

Sergi çok basitti. Bizim mahalle pazarında veya işportada satılan boncuk cıncık türü takılar, elde dokunmuş, pek bir deseni-nakışı olmayan yün çorap-patik gibi nesneler tezgâhlanıyordu.

 

Kazakistan’dan minyatür bir “yurta” getirilmişti. İlgiyi en çok o çekti. “Yurt” kelimesi o keçeden yapılan "çadır-ev"den gelir. Yurt, ev demektir! İçi “otağ”dır, “oda” kelimesi olarak devam ediyor. Bir Kırgız da keçe yapımını göstererek anlattı. Artık üretilmiyormuş, El sanatı ölmesin diye bazı kişilere öğretiliyormuş ve onlar da bu tür sergilerde gösteri yapıyorlarmış. Bu yaklaşımı ölmek üzere olan bizim el sanatlarımız için de düşünmeliyiz.

Türkiye’den 19. yüzyılda Rusya'nın taşıdığı epeyce sayıda Ermeni Ahıska’da yaşıyor. Ahilkelek ise tamamen Ermenileştirilmiş. Fransız Şarl Aznavur, Ermenistan’ın ilk başbakanı Kaçaznuni ve Stalin’in tetikçi katil bakanı Beriya da ya Ahıskalı ya da ana veya babası Ahıskalı. Gürcü şoföre Ermenilerle ilişkilerini soruyorum. “İyiyiz” diyor, devam ediyor:

“Bazen bize minnettarlar. Bizi Türkler kesip-biçiyorlardı, kapınızı açıp bizi kurtardınız, diyorlar. Bazen de, Gürcistan’ı kastederek, Buralar eskiden bizimdi, yine Ermenistan’a katacağız diyorlar. O zaman da benim tepem atıyor. Ulan diyorum, “Türkiye’de Türklerden daha iyi yaşıyordunuz. Rusya’nın sözüne kanıp yamuk yapmasaydınız böyle de ortalıkta kalıp başkalarının vatanına göz dikmezdiniz diyorum... Herkesin aklının derinliklerinde başka bir hesabı var. Bakalım zaman neyi gösterecek. Herkes uyanık olmalı,” diyor.

Rus petrol dağıtıcısı Lukoil kantininden kraker almak için durduruyoruz. “O şerefsizlerin dükkanını buraya açanları lanetliyorum. Oraya asla gitmem. Gidene de selam vermem”, diyor. Sonra ekliyor. “Turistler hariç”. Gürcüler birkaç yıl önce Rusya ile savaşmışlardı, öfkeleri hala geçmemiş!

Şoförün genel kültürü hayli iyi. Stalin'in Kars ve Ardahan'ı istediğini ve bu isteğinden vazgeçmediğini söyledi. Rusya'nın hep fırsat kolladığını, 9. Kızılordu'nun Gürcistan ve Ermenistan'da Türkiye'ye girmek için hep hazır tutulduğunu söyledi.

Sözü siyasete getiriyor. “Bizde demokrasi var, para yok, sizde de para var ama demokrasi yok. Bizim patrona (devlet başkanına) sokak ortasında, polisin yanında bile ana avrat sövebilirim ve bana bir şey yapmazlar. Ama siz başbakanınızın yanlışlarını bile dile getiremiyorsunuz”, dedi. Siyaset konusunu açmadan kapattırdık.

Şoförümüz birkaç dilde konuşabiliyor. Birçok ülkede insanların durumu böyle. Özellikle ihtiyaten komşusunun dilini öğreniyorlar. Türkler, Türkçe konuşan herkesi hane halkından saydığı için savunma kalkanı olmadan dolaşan bir toplumdur. Türkiye’de Oğuzlar kendi içinde yaşayan kavimlerin dillerini öğrenmezler. Dil bilmedikleri için etraflarında örülen tuzakları anlayamıyorlar bana kalırsa. Böylece küçük saldırıları bile son anda büyük bedeller ödeyerek savuşturulabiliyor. Oysa Gürcistan’da sıradan bir Kartvel Rusça, Ermenice ve Türkçe bilir. Bunu da sordum, “gereği olmadığı halde neden başkasının dilini öğreniyorsunuz” diye.

“Onun dilini bilmeden kafasının nasıl çalıştığını anlayamam. Ayrıca benim hakkımda ne düşündüğünü de merak ediyorum ve bilmeliyim!” dedi. Bizi düşündüm. Milletin ordu gibi hareket etmesi gereği eski bir Türk geleneğidir. Eskide kaldığını anlıyorum! İkinci dil öğrenmeyi hep tavsiye ediyorum; insanı daha mantıklı yapar.

Xaçapur da yedik; peynirli pide. Nefisti. Haçapur kelimesinde Farsça bir koku var, Farsçadan mı ödünçlemişler, bilmiyorum.

Birkaç saatlik bir geziydi. Dönüşte Ahıska'dan birkaç km berideki köyüme uğrayıp dağ-orman meyvesi topladım. Henüz olgunlaşmamış olsa da ihtiyaten bir miktar da siyah kuşburnu döşürdüm. Çoğu kimse bilmez. İnternette de “sadece Gümüşhane’de yetişiyor” diye yazılı. Bizim köyde de yetişiyor, aramızda kalsın 😎

You have no rights to post comments