Ötelerde bir yerlerde baharı özlemek… Daha güzel bir ülkenin hayalini kurmak. Dünya çapında iddiası olan ve kendinde ‘gördüğü zannettiği’ erdemi, doğruyu, hakkı, eşitliği kısacası adam gibi bir ülkede adam gibi bireylerin yaşadığı ve “herkese” adam gibi davranıldığı, asgari müştereklik üzerinde kardeş olunabildiği bir ülkenin heyecanını ve hayalini taşımak; sanırım divane çığırtkanlığı yapmak gibi bir şey… ‘mi?’ Mesleğimin yedinci yılını geride bırakmıştım. Kendi çapımızda ülke ve dünya meselelerine en azından kendi çerçevemiz/gücümüz ve bize sunulduğu kadarıyla “dünya görüşümüz” dairesinde duyarlık göstermeye çalışırdık dostlarımızla. Mesleğimizle birlikte genel eğitim sorunlarını tartışırdık her platformda. Daha nitelikli bir eğitim ve ileri düzeyde formasyonlara sahip olunmalı ki daha güzel işler yapabilesin düşüncesiyle kendimize yeni ufuklar aramaya başladık. Eğitim sistemimizde birden fazla şeylerin yanlış gittiğini var olan pozisyonumuz ve yaşadıklarımızla öğrenmeye başlamıştık. Kamuda, bizzat karşılaştığımız davranışları analiz ettiğimizde, dertlenilen asıl konuların, “özel kaygıların” tedariki üzerine yoğunlaştığını rahatlıkla görmeye başlamıştık. Kendi kaygılarımızın ötesinde, bizim dışımızdakiler için bir şeyler yapmayı hayatın temel ilkesi olarak görmek gerekir diye ütopik düşünceler kurardık bu süreçte. Bundan dolayı, çocuklarımızın daha nitelikli eğitim görmeleri için bir şeyler yapılmalıydı her düzeyde.

Bu düşüncelerle (hep denir ya!) tahsilimizin devam etmesinin gerekliliğini fark eder olduk. Kendine kutsiyet atfedilen bir mesleğimiz vardı öğretmenlik diye... Bir yandan öğretmenlik mesleğini yerine getirmeye çalışırken, diğer yandan da akademik olarak yetkin hale gelmenin, kariyer yapmanın bir yolu olmalıydı. Mesleğimizi bırakmadan bu işin nasıl yapılacağının yollarını aramaya başlamıştık. O dönemde bazı üniversitelerin eğitim fakülteleri bünyesinde eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü diye bir bölümün olduğunu duymuştuk. Bu bölüme öğrenci olabilmenin temel koşulu halen öğretmen olmaktı. Girilen sınav(ÖYS) sonucunda başarılı olunması halinde, hem mesleğimizi hem de tahsilimizi devam ettirebilecektik. Atama yönetmeliği, öğrenim özründen fakültenin bulunduğu şehre atanabilme imkânı vermekteydi. Kayıt için aynı zamanda son üç yıl olumlu sicil almamız da gerekmekteydi. Sadece bölüme girebilmek için bile bu denli şart koşulan bir fakültenin bize önemli avantajları olmalıydı. Bu avantaj; kariyer almanın yanında bizi eğitim alanında belirli bir yeterliğe getirebilecek imkânlar sunmalı diye düşünmüştük. Diğer yandan, bölümü kazanıp ekstradan görülen dört yıllık eğitim sonrası, hazır bir müfettişlik mesleği de bizi beklemiyordu. Yine aynı süreçten geçen öğretmenlerle (EYD Mezunu) sınava tabi tutulacaktık. Elbette müfettişlik mesleğini elde etmemiz ve kazanılan donanımla birlikte eğitim sistemine daha bir katkı sağlayabileceğimizi düşünmüştük.

1995 yılında iki aşamalı olan (sanırım ÖSS olmalıydı) üniversite sınavına girdim. Sınav sonucunda tercihlerim arasında olan ve o dönemin yeni üniversitelerinden Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinin Eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü de vardı ve o bölümü kazandım. Elbette sevinmiştim. Yeni bir hayata kapı aralamanın heyecanı ile hemen kayıt hazırlıklarını yaparak Çanakkale’ ye hareket ettim. Öncesinde İl Milli Eğitim Müdürlüğünden “son üç yıllık sicil” raporumu kapalı zarf içinde aldım.(Kendimin de bilmediği özelliklerim mi vardı acaba?) Kayıt evrakları, sicil belgelerimi teslim ederek tekrardan öğrenci oldum. (Eğitim Yöneticiliği ve Deneticiliği bölümüne kayıt yaptırmak için, son üç yılın sicil raporunun iyi olması şartı, devletimizin bu işi gerçekten ciddiye aldığının, mesleği önemsediğinin bir göstergesi diye düşünmeye başlamıştım...) Sevinçliydik. Biz de eğitimin kurmayları arasına girebilecektik. Kariyer yapmak için birilerinin peşinden gitmiyorduk. Yaptığı işin hakkını veren eğitim yöneticisi, müfettiş, eğitim planlamacısı ve programcısı olabilmek için, asgari dört yıl sürecek ek bir zahmetin altına giriyorduk. Birilerin peşinden giderek belki şube müdürü, ilçe müdürü, il müdürü ve hatta bürokrasinin belli bir noktasına geçebilmenin yollarını biliyorduk. Böyle bir seçeneği bu bölüme giren arkadaşlarımdan hiçbiri zannedersem düşünmemiştir. Emeğimizin hakkıyla bu işi başarmalı ve bu alana yönelik iddiamız olmalıydı. Nihayetinde, Çanakkale on sekiz Mart Üniversitesinde yeniden öğrenci hayatına başlamış olduk. Tekrar görev yaptığımız okullara döndük. Tabii dönerken yanımızda öğrenci belgemizi de almıştık. Çünkü yeni bir iş bizi bekliyordu. Yönetmeliğin (O dönem 26. Maddeydi) bize verdiği hakla, öğrenim göreceğimiz yere tayiniz çıkacak, hem öğretmenliğimizi yapacağız hem de fakülteye devam edecektik.

Atama için öncelikle çalıştığımız okula dilekçe verdik. Evrakları elden zar zor takip ederek İl Milli Eğitim Müdürlüğüne varabildik. Her kapıda bizi bekleyen (sanki yanlış yapıyormuşçasına) zorluklar. Ben o zaman Konya ilindeydim. Bu işten sorumlu şube müdürü evrakları elden vermedi. İnsaflı bir şube müdürüne giderek rica ettik. Konya’dan Ankara’ya evrakları ilettik. Bakanlığa verdik ve ertesi gün kararnamelerin çıkacağı söylendi. O gün Ankara’ da bekledik. Ertesi gün kararnamemizi alarak Ankara’dan Çanakkale’ye doğru yola çıktık. Çanakkale İl Milli Eğitim Müdürlüğüne vardığımızda bizi çok güzel bir sürpriz bekliyordu. O dönem kabine değişimi vardı sanırım. Tüm atamalar askıya alındı dediler. Bekleyeceksiniz şu an her şey durduruldu. Yanlış hatırlamıyorsam. 1995 yılının Eylül ayıydı. Neye uğradığımıza şaşırmıştık. Çaresiz. Görev yaptığımız okula geri döndük. Bu ara zaman ilerliyordu. Üniversitelerin devam zorunluluğu olduğu için, dersten kalma problemiyle karşı karşıyaydık. Bir ara zorunlu olarak iki hafta rapor almıştım. Sanırım Ekim ayındaydı. Rapor bitiminde görev yerimiz döndük. Bir taraftan atamaların ne olduğunu takip etmeye çalışıyorduk. Bir taraftan da ‘öğrenciliğimiz nasıl yanmazın’ derdine düştük. Bu beklemeler süredursun, bir kez daha Çanakkale’ye gittim; bir hafta sonunda yine geri döndüm. Bu gitmelerin mesafesi öyle mahalle arası uzaklıklar olmadığı için, her gidiş dönüş hem bedensel, hem psikolojik hem de mali açıdan yıkımları beraberinde getiriyordu. 1995 in Aralık ayında atamaların açıldığını duyduk. Bu gelişmeyle birlikte, çalıştığımız ilden kararname almak için Çanakkale’ tekrar gittik. Biraz beklemeden sonra il içindeki görev yerlerimiz belli oldu. Bir de ne görelim; her birimiz Çanakkale’nin farklı ilçe ve köylerine atanmışız. Kimimiz Biga, kimimiz Ayvacık ve kimimiz de Ezine’nin köylerine atanmıştık.

Ben Çanakkale’ye 70 km uzaklıktaki Ezine’ nin bir köyüne atanmıştım. Buralara gidiş-geliş özel vasıta ile yapılabilmekteydi. Ben yine avantajlıydım; 90 km uzaklığa gidip gelen arkadaşlarım olmuştu. Bu şekilde yaklaşık 5-6 ay süreyle özel arabalarımızla her gün gidiş dönüş yapmayı sürdürdük. Bu ara işlemin iptali için İdare mahkemesine başvurmuştuk hepimiz… 1996 yılının Mayıs ayında mahkemeler bizi haklı gördü, tekrar yerlerimiz değişti. O da ne… bu defa Eceabat İlçesinin bir köyüne atanmıştık. En azından fakülteye bir miktar yaklaştık hesabı, bu şekilde hem görevimize, hem de tahsilimize devam edebilecektik.

Ezine’ den mahkeme kararı ile Eceabat’ a atamam yapılınca hemen ayrılmak için İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmiştim. Müdür, ayrılışımı yapmadı. Müdüre, bakınız bu mahkeme kararı inisiyatif kullanamazsınız dedimse de anlatamadım. Bunun üzerine ilçe müdüre –“zalim aramak için dağa bakmaya gerek yok” deyince aramızda bir tartışma yaşandı. Fiili kavganın eşiğinden dönmüştüm. (Bu şahıs geçen dönem Balıkesir’ den milletvekiliydi.) Odadan ayrıldım. İki hafta sonra beni kendileri arayarak ayrılışımı yaptı. Öyle sıkıntılı dönemler yaşadık ki; bu süreci ancak yaşayanlar bilebilir. Hem öğretmenlik, hem de öğrencilik için olağanüstü bir uğraşı vermek zorunda kaldık.

Bu ara her açıdan zorluklara göğüs gererek Çanakkale’ de dört yılımızı tamamladık. Bu süre zarfında iki ilçe beş okulda görev yaptım. 1999 yılının Ocak ayında okulumuzu sağ salim bitirdik. 1999 yılının sanırım Mart ayında müfettişlik sınavı açılmıştı. Müracaatlar 1995 in aralığında sona eriyordu. Biz bu dönemde Ocak ayında mezun olacağımız gerekçesiyle o dönemin personel genel müdür yardımcısından: -sınava bizi de alın bakınız, Ocak ayı sonunda diplomalarımızı size ibraz edeceğiz dememize rağmen, bir ay için bizim müracaatımızı kabul etmedi.(Daha sonraki dönemlerde, diploma ibrazı birkaç ay önceleri bile kabul edilmişti) Bu sayede “yüksek makama” geçmek için bir sene daha bekleyecektik gereksizce…

Okul bitip diplomayı alınca Çanakkale’ de kalmanın bir anlamı yoktu benim için. Bin bir cefa ile geldiğimiz Çanakkale ilinden tekrar Konya’ ya dönmeye karar verdim. Olağan atama takvimi içerisinde tayin istedim. O yıllarda dört yüz öğretmen fazlası olan Çanakkale’ den Konya’ ya atamamı bakanlık yapmadı. Bu dönemde Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi anabilim dalından yüksek lisans kazanmıştım. Bu defa tekrardan öğrenim özrünü gündeme getirerek Konya’ ya atamam yapıldı. Birkaç ay Kadınhanı ilçesinde öğretmen olarak görev yaptıktan sonra, yapmış başvuru neticelenerek Konya İlinde Okul Müdürü olarak göreve başladım. Okul müdürlüklerine geçiş sınavla yapılmaya başlamıştı. Bu süreçte, o dönemin popüler projelerinin yürütülmesinde aktif görevler almaya başlamıştım. Aynı dönemde birçok arkadaşım da başlangıçta okul müdürlüğü görevlerine geçmişlerdi. Rahatlıkla söylenebilir ki; söz konusu dönem içerisinde Eğitim Yönetimi ve Denetimi bölümü mezunu arkadaşlar bulundukları yerlerde eğitim adına birçok alanda değişimin öncüleri olmuşlardı. Kendi çapımızda eğitim adına farklılık oluşturmaya başlamıştık.

Müdürlük işi devam ederken 2000 yılında ilköğretim müfettiş yardımcılığı sınavı açıldı. Zaten bunu bekliyorduk. Birden heyecandım. Onca mektep medrese sonrasında, müfettiş olabilmek için yine sınava tabii tutulacaktık. Olsun… Yeter ki sınav olsun. Bizim başaramayacağımız sınav olamazdı nasıl olsa… Müracaatlarımızı yaptık ve haber beklemeye başladık. O dönem mevsimlerden yazdı sanırım. Yıllık izindeyim. Hafta sonu sınav olmalıydı… Halen bir haber gelmedi. Birden (o dönem cep telefonlarını yeni almıştık.) telefon çaldı; birkaç arkadaşım Çanakkale mezunlarının (1999 mezunları) sınava alınmayacağı ile ilgili bilgi geldiğini söyledi. Diplomalarımızda bir sorun varmış dediler… Hemen atlayıp Ankara’nın yolunu tuttum. Perşembe günüydü. Pazar günü sınav olacaktı. Birkaç arkadaşla birlikte o dönemin Personel genel müdür yardımcısı ile durumu görüştük. Sizler eğitim planlaması mezunu değil misiniz?(teknik bir ayrıntı) Diplomanızda eğitim bilimleri yazıyor. Doğruydu Diplomaların ön bölümünde eğitim bilimleri bölümü, arka yüzünde eğitim yöneticiliği ve deneticiliği yazıyordu.

Biz her şeye rağmen o gün içinde ciddi bir koordinasyonla rektöre ulaştık, durumu izah ettik. Sayın rektör bu hususla ilgili olarak, kendi imzası ile 27 kişilik bu gurubun eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü mezunu olduğu, eğer diplomada bir sorun varsa hemen düzeltilebileceği hususlarını yazılı olarak beyan etti. Perşembe öğleden sonra genel müdür yardımcısına bu belgeleri ulaştırdık ve bizimde sınava girmemiz gerektiğini ısrarla arz ettikten sonra; bir ara tamam dedi. Yarın olmazsa Eğitim teknolojileri ile görüşelim listeye bu 27 kişiyi de ilave eldim demişti. Biz de o gün inandık ve Ertesi günü beklemeye başladık. Cuma sabah yine bakanlıktaydık. Genel müdür yardımcısı zatı gördük, sayın genel müdürüm ne oldu bizim iş deyince; -sizin iş olmadı sizi bundan sonraki sınavda alalım deyiverdi. Bir arkadaşımız 61 doğumlu olduğu için; hocam dedi benim yaşım 40’ a geldi.(40 yaş alımda sınırdı) Bu benim son şansım demesine rağmen biz yani Çanakkale 1999 Ocak mezunu 27 kişi ilköğretim müfettişliği sınavına alınmadık.

Bu olaydan sonraki gelişmeleri burada anlatmayacağım. Problemli bir süreç… (İdari yargı süreci ve sınavın iptali) Bu süreçte sınavın iptal edilmesi ve atanan 90 müfettişin askıya alınması gündeme geldi. Masa başında bir görevlinin yetersizliğinin/düşüncesizliğinin nelere mal olduğunu bu süreçte gördük. Düşünebiliyor musunuz? Bunca yıl bekle, karar merciindeki bir şahsın duyarsızlığına yok edilen onca yaşanmışlık. Değerin, ilkenin, emeğin, ömrün, insanın iflas ettirildiği an… Bu şahıslara inançları sorulsa; bize verilen görevi doğru yapıyor ve rızkımızı helalinden kazanıyoruz derler… Üzgün ve öfkeli bir şekilde görevin başına dönmüştüm. Beklentimi ve hevesimi sorgulamaya, sistemi daha bir tanımaya başlamıştım. İnsanları, çalışanları, politikayı, eğitim sektörünü, bakanlığı, üst düzey çalışanları, akademik çevreyi daha çok tanır hale gelmiştik. Ve asıl kaygının ne idüğü/niteliği konusunda zihnimizde tereddütler oluşmaya başladı. Bir şeyin kaygısı taşınıyor taşınmasına da; lakin bu kaygı pek bir eğitim kaygısına benzemiyor gibi düşünceler baskın gelmeye (sabitlenen önyargı) başlamıştı.
Onlarca hengâmenin ardından 2001 yılında tekrar sınav açıldı. Bu ara müdürlük görevime devam ediyordum. Doğal olarak sınava müracaat ettik ve sınavın yazılı bölümü yapıldı. Sınavda alt kriter yetmiş puandı. Yazılı sınavı kazandıktan sonra mülakata çağrıldım. Mülakat için Milli Eğitim Bakanlığının merkez binasındaki konferans salonunda bekleme başladık. Mülakatta fanustan dört soru çektim ve bu soruları cevaplamaya başladım. Pürüzsüzce soruları cevapladım. Gönül rahatlığı ile memleketime geri döndüm. Sınav sonucuyla ilgili bir açıklama yapılır diye beklemeye başladık. Sonuçlar daha okullar kapanmadan gelmişti… O dönem yanlış hatırlamıyorsam yedekle dahil 160 civarında ilköğretim müfettiş yardımcısı sınavı kazanmıştı. Benimle birlikte dokuz arkadaş yedekte bırakılmıştı. Can sıkıcı bir süreç yine başlamıştı. Görevime kaldığı yerden devam ediyordum. Zannedersem 2001’in Eylül ayında, ilköğretim müfettiş yardımcığını yedekten kazananların kurasının 16 Ekim de çekileceği haberi gelmişti. Fakat eskisi kadar heyecan duymaz olmuştum.

Öyle bir meslek düşünün ki; ona ulaşabilmek için üniversite mezunlarından seçilen bir mesleği icra ederken, tekrar sınava girip ikinci bir üniversite bitirip ve alınan diplomadan sonra yazılı ve mülakat sınavlarına girmek zorunda bırakılıp, bu sınavları aşıp üç yıllık yardımcılık sürecinden sonra tekrar sınava girerek bu unvana kavuşulabilsin… Hiçbir kariyer mesleğin yolu buradan geçmez…

Ankara’ ya giderek kura çekimine katıldık. Kuraya üç arkadaşım iştirak etmişti. Bir dakika sonrasında bana ekranda Muş ili gözüktü. Lakin tereddütlüydüm.. Bu meslek beklentilerimi karşılayabilecek miydi? Eğitim adına daha etkili bir şeyler yapabilecek miydim diye… derin derin düşünmeye başladım.  Bu düşünme yaklaşık iki ay sürmüştü. Hatta bakanlıktan ikinci bir yazı geldi; bu adam göreve başlamayacaksa durumu bildirsin diye… Yoğun düşünme sürecinden sonra yeni görev yerim olan Muş’ a gitmeye karar verdim ve 27 Aralık 2001 günü göreve başladım. Tekrardan doğu istikametine yönelmiştim. Ve o zaman orada görev yapan tüm arkadaşlarımın geçirdiği serüven ile doğu hizmetine ikinci kez gelmeleri, müşterek yaşanmışlıklardı. Yönetmelik gereği beşinci bölgede üç yıl kalınmalıydı; lakin bizim burada fazla kalmamız için ekstra tuzaklar hazırlanmıştı. Var olan hükümlerin ek maddelerle askıya alındığını da öğrenmiştik.(problem, beşinci bölgede az yada çok çalışmak değildir. Yürürlükte olan hükümlere herkesin muhatap olup olmaması, yani adil davranılmaması can sıkıcı bir durumdu. ) Öğretmen ve müfettiş olarak toplam on iki yıl şark hizmetini yerine getirmiştim.

Aradan 16 yıl geçti… Bu mesleği elimiz cebimizde gezerek, üniversite ortamlarında zevki sefa içinde dolaşarak yahut birilerinin lütfuyla elde etmedik. Bu süreci takip eden herkesin acıları, yaşadığı zorlukları yani hepsinin hikâyeleri aynı… Bu kazanımlar bir emek sonucu olan kazanımlardır. Umarım, bu yaşananlar birileri için anlam ifade eder. Emek kutsaldır. Bunun değerini de “maarif” olanlar anlayabilir. Selam ve muhabbetle…


[1] Maarif Müfettişi