İnsanı harekete geçiren nedir? Dürtü ve istek insanı harekete geçirirler. Dürtü her insanın temel ve ilkel gereksinimlerini gidermek yönelimidir. Bir canlı olarak insanın yaşamını sürdürmek için elde etmesi gereken beslenme, üreme, korunma gibi etkenlere yönelik atılımları ya da saldırıları dürtüsel hareketlerdir. Dürtüyü aşamayan insan sadece varlığa yönelir bu da hem kendisine hem de çevresine zarar verir. Örneğin aç olan bir insanın ağaçtan meyve kopartıp yemesi, cinsel dürtüsü uyanan bir insanın karşı cinse saldırması ya da onu para ile satın alması veya kandırması, insanın soğuktan bir ağaç kovuğuna ya da mağaraya sığınması dürtüsel davranışlardır. Dürtüleri doğrultusunda davranan insan kendini gerçekleştiremez. İnsan dürtüyü aşıp isteğe ulaştığı zaman gelişmesi mümkün olmaktadır.
İstek insanın eksikliğinin farkına varması ve bunu akla uygun olarak tamamlama yönelimidir. İnsanın dürtüden isteğe geçebilmesi için kendisine yukarıdan bakabilmesi gerekiyordu. Böylece kendisini de görebildi. Kendisini de görebildiği için kendi eksikliğini de, karşı tarafın eksikliğini de görebilir hale geldi bu isteğin uyanmasını sağladı. Örneğin aç olan insan dürtüsü doğrultusunda ağaçtaki meyveye veya doğada öldürebileceği bir hayvana saldırdığında sürecin içinde kaldığı için istek seviyesine çıkamaz. Oysa kişi aç kaldığında durumuna yukarıdan bakarsa o zaman yasayı görebilir ve istek geliştirebilir. Bu şöyle gerçekleşir “ben bir canlıyım acıkıyorum ve bitki ve/veya hayvanları yemek istiyorum. Bitkiler ve hayvanlar da canlıdırlar onların da beslenmeleri gerekir. Ben onları beslersem o zaman onları çoğaltabilirim ve ben de beslenebilirim.” Bu sayede istek doğmuş olur. İstek böylece yasaya ulaşmayı sağladığı için insanı özgürleştirir. Doğanın üstüne çıkar, hayvan doğanın üstüne çıkamıyor. İnsan hazzı aldı onu daha iyi nasıl yapabilirim, daha iyi nasıl üretebilirim şekilde baktığı için hemen doğanın üstüne çıkıyor.
İnsanın en önemli isteği nedir? İnsanın en önemli isteği elbette kendi insanlığını gerçekleştirebilmektir. Erdem de insanın insanlığını gerçekleştirebilmesidir. Yani insanın erdemli olabilmesi, kendi insanlığını gerçekleştirme yolunda çalışması sayesinde olur. İnsanın kendi insanlığını gerçekleştirebilmesi de özgürleşmesi ile mümkündür. Özgürleşmek de daha önce defalarca belirttiğimiz gibi yasaya ulaşarak koşulların üstüne çıkabilmektir. Toplumsal mücadelede de özgürleşme toplumsal yasayı görerek var olan koşulun üzerine çıkabilmektir. Toplumsal yapı insanın kendini gerçekleştirmesi önünde engel olmaya başladığı zaman o yapının aşılması gerekmektedir. İnsanlık ancak bu olumsuzlamayı yapabildiği zaman toplumsal olarak özgürleşmekte ve gelişmektedir. Bu nedenle toplumları harekete geçiren asıl unsur özgürleşmedir. İnsanın ve toplumların amacı özgürlüktür. Büyük İskender’in, Roma’nın, İslam’ın, Osmanlı’nın geliştirdiği tinler özgürlük götürdükleri için geniş alanlara yayılabilmişlerdir ve yarattıkları tin aşılana kadar uzun süreler yaşayabilmişlerdir. Bugün insanlık Fransız Devriminin getirdiği özgürlükleri kazanmak için mücadele etmektedir. Dünyadaki her bağımsızlık mücadelesi aslında Fransız devrimi ile ulaşılan özgürlüğe ulaşma mücadelesidir. Özgürlük açınımı yaparak, insanlığı özgürlük konusunda daha yukarılara taşımakla ilgili bir iddiası olmayan hiçbir kuram insanlığa mal olmamıştır ve başarılı olamamıştır. Bu noktadan bakarak bugünün sol ve sendikal hareketlerini değerlendireceğiz.
Komünizmin ortaya çıkışını kabaca şöyle özetleyebiliriz: 18. yüzyılın ortalarında İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ile şehirlerin işçi gereksinimi arttı. Böylece toprakta feodal düzenin baskısı altında yaşayan köylüler daha özgür bir yaşam için şehirlere akmaya başladılar. İşçi artık topraktan kopmuştu ve yaşayabilmesi için gerekli olanları kazanabilmesi için yapabileceği tek şey emeğini satmaktı. Elbette işçi serften daha özgürdü çünkü toprağa bağımlı değildi. Feodal beyin keyfi davranışlarına maruz kalmıyordu. Ayrıca var kalım mücadelesine girmek zorunda kaldığı için özgürleşmek yönünde adeta zorlanmıştır. Ayrıca işçi diğer işçilerle birlikte çalıştığı ve yaşadığı için ortak mücadele verme bilincine erişmesi yani örgütlenmesi kolaylaşmıştır. Bu da özgürlükte yol almasına yardımcı olmuştur. Böylece işçi işçinin rakibi oldu. Köyden gelen insanların sayısının artması, iş arayanların sayılarının artmasına bu nedenle işçilere ödenen ücretlerin düşmesine neden oldu. Sermayedar işçileri sömürerek zenginleşmekte ve sermayesini arttırabilmekteydi. Böyle bir ortamda Karl Marx toplumların gelişim yasası olarak sınıf mücadelelerini ortaya koydu. En ezilen sınıf en devrimci sınıf olacaktı çünkü devrim en çok onun işine yarayacaktı. Marx’ın ortaya koyduğu bu yasa toplumsal gelişimi açıklamamızda yardımcı oldu. Köylüler topraktan kopup şehre gelmişler, şehirde işçi olmuşlar fakat yaşamsal sorunlarını bile çözememişlerdi. Engels İngiliz İşçi Sınıfının Durumu adlı eserinde İngiliz işçi sınıfının ne kadar acımasızca sömürüldüğünü, ne kadar büyük bir sefalet içinde insanlık dışı koşullarda yaşadığını ortaya koymuştur. Böyle bir ortamda elbette işçilerin ilk hedefi ücretlerini arttırmak olmuştur. İşçi mücadelesi de buna odaklanmıştır. Bu asılında dürtüye odaklanmaktı.
Kapitalizm emperyalizm aşamasına çıkıp, kendi işçi sınıfının dürtüsel isteklerini karşılayabilecek ödünler verdikçe Avrupa işçi sınıfı devrimciliğini kaybetmiştir. Rusya’da Sovyet devrimi olduğu zaman Avrupa işçi sınıfı bu devrimin yayılması için parmağını bile kıpırdatmamıştır. Bununla kalmayıp Avrupa işçi sınıfı Birinci Dünya Savaşında Sovyetlere karşı savaşmıştır. Avrupa işçi emperyalist sömürüden aldığı sus payı ile emperyalizmin aracı haline gelmişlerdir. Batı işçi sınıfı emperyalist paylaşım savaşlarını desteklemiş, emperyalizmin yaptığı işgalleri ve hatta soy kırımları da desteklemiştir. Çünkü bu sayede dürtüsel yönelimlerini gerçekleştirebileceği parasal güce ulaşabilmiştir. Bugün Avrupa işçi sınıfından insanları güney sahillerimizde her şey dâhil tatil yaparken, tıka basa yemek yerken ve kendinden geçercesine içki içerken görebilirsiniz. Yine Amerika Birleşik Devletlerinde insanlar obez oluncaya kadar tıkınmaktadırlar. Aslında batı medeniyeti de özgürlük isteğinin yerine varlığa duyulan isteği koyduğu için çıkmazdadır ve kendini aşamadığı için çürümektedir.
Avrupa’daki mücadelenin yaptığı yanlışa benzer yanlışlar ülkemizde de yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Öncelikle sömürgen sınıfa mutlu azınlık denmektedir. Bu tanımlama mücadelenin yeni hiçbir şey getirmeyeceğinin itirafıdır. Çünkü mutlu olmak için zengin azınlığın yaşadığı gibi yaşamak gerekir duygusu uyandıran yanlış bir söylemdir. Oysa mutlu azınlık denen sınıfın en temel farkı yoksul olanlardan daha çok tüketebilmeleridir. Bu insanlar paraları olduğu için araba, tekne, ev, teknolojik aygıtlar gibi nesnelerin en pahalılarını alabilmektedirler. Canları çektiği zaman tatil yapabilmekte, canlarının çektiğini bol bol yiyip içebilmekte, her türlü cinsel deneyimi yaşayabilmektedirler. Sonuç olarak bütün bunlar dürtüsel isteklerin yani varlığa duyulan isteklerin karşılanmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla varlığa duyulan istek varlığa bağımlılığı getirdiği için bu özgürlük olmadığı için kişinin tükenmesine neden olmaktadır. Varlığa duyulan isteklerin her çeşidinin istenilen sıklıkta karşılana bilmesi aslında insanın kendini tüketmesinden başka bir şey değildir. Bu tür insanlar doyum sağlayamadıkları için sürekli arayış içindedirler ve bu arayışları, sonunda saçmalamalarına ve delirmelerine neden olur. Uyuşturucu bağımlısı gibi tüketilenlerin dozajını sürekli arttırmak zorundadırlar çünkü kendilerini gerçekleştiremedikleri için doyum sağlayamamaktadırlar. Bu nedenle sömürgen azınlık mutlu filan değildir. Fakat işçi mücadelesi sömürgen azınlığı mutlu azınlık olarak tanımlayarak adeta erişilmesi gereken yaşam düzeyine yükseltmektedir. Sömürgenlerin yaşamını mutlu kılan da para olduğuna göre o zaman işçi mücadelesi de paraya odaklanmaktadır.
İşte bu nedenle ülkemizdeki sendikal hareket ve sol hareket işçilerin ücret artışlarına ve bunlara bağlı olarak sağlık, izin, çalışma koşulları gibi toplumsal haklarına odaklanmıştır. Mücadeleleri bu düzlemde örgütlenmiştir. Özgürlük daha çok tüketebilmek olarak algılanmıştır. Özellikle 1960 anayasasının sağladığı olanaklarla işçiler zenginleşmişlerdir. Bazı devlet işçileri bugün bir profesörün, hâkimin vb. yüksek memurların aldıklarından daha yüksek maaşlar alır hale gelmişlerdir. İşçiler için hedef burjuvaların yaşamına yaklaşabilmek olmuştur. Hedefi yakalan işçi sınıfı hedefsiz kalmış ve çürümeye başlamıştır. Ellerinden alınan haklarına karşı doğru dürüst tepki bile verememiştir. Yeni bir yaşam oluşturmak için de bir mücadele verememişlerdir çünkü yeni bir yaşam ancak özgürlükte bir açınım yapılması ile kurulabilir. Bu da gerçekleştirilemediği için var olan koşullarda kendileri için en iyi olduğunu düşündükleri davranışı sergilemişlerdir.
Yine seksen öncesinde özellikle İstanbul’da yapılan toprak işgalleri ve gecekondulaşma ile birlikte sol hareketlerin desteği ile insanlar konut sahibi olmuşlar fakat şehirleşememişlerdir. Şehirleşmek gelişmektir, özgürleşmektir fakat bu gerçekleşmemiştir. Şehir demek apartman, bina demek değildir, şehir demek kültür demektir. Bugün gelinen noktada şehrin büyümesi ile birlikte gecekondu mahalleleri getirim (rant) alanı haline gelmiş solcular sayesinde gecekondu sahibi olan insanlar trilyoner olmuş ve hepsi muhafazakar sağ partilere oy vermektedirler. Çünkü daha özgür bir yaşama yönlendirilmediler, bu konuda kendilerine önderlik yapılmadı. Onların istedikleri önce yaşamda kalmak sonra da para kazanmaktı bu da gerçekleşince mevcut durumu korumak için muhafazakâr oldular. Köyde varlığa istiyorlarken şehirde de varlığı istedikleri için özgürleşemediler. Varlığın kölesi oldular.
Sol mücadelenin bir başka önemli vurgusu da iş ve aştır. Aslında iş de aşa ulaşmak içindir yoksa insanın kendini gerçekleştirmesi için değildir. Burada da yine yönlendirme dürtüye doğrudur, hayatta kalmaya doğrudur. Oysa asıl olan özgürlüktür. Çünkü kölelerin de aş, iş, barınak garantileri vardı fakat kendilerine ait bir yaşamları yoktu. Öyleyse sol mücadelenin ana hedefi özgürlük düşmanlığı yapan emperyalizm olmalıdır. Eğer milliyetçi devrim yapılıp Türkiye Cumhuriyet’i kurulmasaydı, yurttaşlar yasa önünde eşit insanlar haline gelebilirler miydi? İlköğretimden üniversite sona kadar parasız eğitim olanağına kavuşulabilir miydi? Kadınlar erkeklerle eşit haklara ulaşabilirler miydi? Parasız sağlık hizmeti olur muydu? 1960 anayasası yapılabilir sendikal örgütleme önündeki bütün engeller kaldırabilir miydi? Laiklik gelebilir din ve dünya işleri ayrılabilir insanlar dinin vesayetinden kurtularak kul olmak yerine özgür yurttaşlar haline gelebilirler miydi? Cumhuriyet en büyük özgürlüktür, cumhuriyet yoksa laiklik de yoktur hiçbir şey yoktur. Eğer milli demokratik devrimin büyük atılımı sonucunda Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuş olmasaydı bunların hiçbiri olmazdı. Sol mücadele öncelikle bunlara saldıran emperyalizme karşı mücadeledir. Millet haline gelinmeden de bu saldırılar durdurulamaz. Bugün milletleşme sürecini tamamlayamadığımız için yukarıda sayılan hakların çoğunu kaybetmiş bulunuyoruz. Sol mücadelenin emperyalizme karşı mücadele olduğu unutulmuştur. Bu nedenle Cumhuriyet yıkılma noktasına gelmiştir.
Emperyalizm olgusu unutulduğu ve onunla birleşik bir cephe halinde mücadele edilmediği için emperyalizmin içerideki işbirlikçileri çok güçlü olmuştur. Böylece milletleşme sürecini engellemişlerdir. İşbirlikçi, bağımlı bir montaj sanayisi kurarak insanların birkaç büyük kentte kitlesel şekilde göç etmelerini kışkırtmışlardır. Bu şekilde köyden şehre göçen kitleler şehirlileşmemişlerdir. Şehre gelip bütün haline birlik haline gelememişlerdir yani milletleşememişlerdir. İşçi de olamamışlardır. İşçi bilincine ulaşmamıştır. Sol hareket bu insanları önce millet bütününde birleştirmek üzere eğitme noktasında çok eksik kalmıştır. Onları sadece patrona karşı örgütlemeye çalışmışlardır. Onlara gece kondular yapmalarında yardım etmişlerdir. Onu da yapamadılar cemaatler örgütlediler. Kitlelere kendi çıkarları için örgütlenmeleri gerektiği öğretilmiştir. Oysa kitlelere kendilerini özgürleştirenin Cumhuriyet devrimi olduğu öğretilmeliydi. Ancak bu sayede kitleler ortak değerler noktasında gelişerek gerçekten birlik olabileceklerdi. Çıkar ilişkisi için dayanışma içinde olanlar çıkar bitince dağılırlar ya da çıkar yüzünden bir süre sonra birbirlerine düşerler. Oysa özgürlük mücadelesinin ancak dayanışma sayesinde verilebileceğini anlayan, birlikte mücadele ederek özgürleşen ve gelişen insanlar kitle olmaktan çıkar ve ortak değerlere sahip toplumlar haline gelip millet olurlar. Ne yazık ki solcular işçilere sadece ekonomik çıkarlarını gözetmeyi öğretmişlerdir. Özgürlüklerini korumayı ve geliştirmeyi öğretmemişlerdir. Kitleler de solculardan elde edecekleri çıkarı elde ettikten sonra solcuları satmışlardır. Kitleler çıkarlarını ümmetçilikte gördüklerinde ümmetçiliğe kaymışlardır. Çünkü ümmetçilik daha karlı gözükmektedir. Ümmetler üyelerin temel gereksinimlerini karşılamakta, onları hak etmedikleri yerlere daha kolay gelmelerini sağlamakta ve daha pek çok maddi çıkar olanakları sağlamaktadırlar.
Türkiye’de sol hareket milliciliği ırkçılık olarak algılamıştır. Hatta solculuk milletin, milletleşmenin ne olduğunu bilmeden, milliyetçilikten nefret etmeye ve milliyetçilerle savaşmaya indirgenmiştir. Adeta ezbere solculuk yapılmıştır. Bahsettiğimiz milliyetçilik Atatürk milliyetçiliğidir. Bir solcunun milliyetçi gibi gözüken bir düşünceyi, görüşü dile getirmesi, hatta aklına dahi getirmesi onun solculuğunu lekeleyecek onun sol ortamlarda damgalanmasına ve dışlanmasına neden olacak bir günah haline geldi. Bu adeta aklına günah olduğunu düşündüğü bir düşünce gelen dincinin bu düşünceyi uzaklaştırma korkusu gibi bir şeydir. Akıl dışıdır, gerçek dışıdır. Emperyalizmin saldırısının en kudurgan hale geldiği son on bir yılda (2002-2013) bile bazı solcular aman solculuğumuza zarar gelir diyerek anti-emperyalist mücadelede milliyetçilerden kaçmaktadırlar. Bu kişiler 19. Yüzyıl Marxizm’i görmemişlerdir. Kitaplarda okudukları Marksizmi ezberlemişler hayata bu kalıptan bakarak bütün sorunları bu kalıptan çözmeye çalışmaktadırlar. Böylece Türkiye’nin emperyalizm tarafından sömürülmesi kolaylaşmaktadır.
Milletleşmeden öcü gibi kaçan bir grup solcunun insanlara sunduğu tek şey patronların güzel ve mutlu yaşamı olmuştur. İşçi patrondan ne sızdırırsa mutlu azınlığın mutluluğuna o kadar yaklaşacaktı. Oysa millet bilincine ulaşan kişi zaten özgürleştiği için sınıf bilincine ulaşır. Ümmet olan kişi sınıf bilincine ulaşamaz, özgürleşemez, kendini ve ülkesini kaybeder. Milli sanayi ve milli burjuvazi. Özgürleşemediğin de yasayı bilmediği için birliktelik de olmaz. Yasayı bilmeyen birlik olmaz. Ümmet olmak da yasa olmadığı, gerçek özgürlük olmadığı, özgürlük dünyanın dışında bir cennette durduğu için birlik olmaz. Yasa akılda var olan bir şey olduğu için akıl herkeste aynı ve eşit olduğu için insanların birliğini sağlar. insansal olan yasalar da gerçek yasalarsa insanları bir arada tutar. Örneğin bayrak, TC. Çünkü gerçek olmadığı için herkes cennette yani özgürlüğe ulaşmanın farklı yolunu geliştirmiştir. Bu nedenle ümmet bölünmüştür ve birbirleri ile savaşa varan çatışmalar yaşamaktadırlar. Örneğin İran-Irak sekiz yıl savaşmışlardır. Suudi Arabistan, Katar bugün Suriye’ye saldırmaktadırlar. Kuveyt savaşında Suudi Arabistan Irak’ın karşında ABD’nin yanında olmuştur. Emperyalizm bu bölünmeyi kullanarak onları kullanmışlardır. Ülkemizde uzun yıllardır Alevilere saldırılmıştır.
Sol hareketin iş, aş önergesi de etkisiz kalmıştır. Çünkü sağ iktidarlar bunlara olanak sağlamışlardır. İstanbul’un varoşlarında yaşayan bir aileyi düşünelim. Barınma sorunu gecekondu sayesinde zaten çözülmüştür. Hatta yarın öbür gün şehir büyürse gecekondusunun yerine apartman yapılma ve zengin olma umudu da vardır. Isınma ve gıda sorunları hükümetin yardımları sayesinde çözülüyor. Elektrik, su kaçak kullanılıyor. Hastaneye gidip doktor görebildiği için sağlık sorunu çözülebiliyor. Kapitalizm üretimi çok arttırdığı için de mallar ucuzlamış ve geniş kitleler de tüketebilir hale gelmiştir. Geniş kitlelerin tek ezikliği zenginler kadar havalı şeyleri tüketememek, zenginler kadar çok ve canları istedikleri zaman tüketememektir. Geriye sol hareketin bu aileye önerebileceği ne kalıyor? Sol hareketin bu noktada millet olması gerekliliğini önermesi gerekirken. Sol hareket sadece patron işçi çelişkisine odaklanmıştır. Daha zengin olacağını önermek yine sistemin içinde doyumsuzluğu yaşamasını önermekten başka bir şey değildir.
Yaşadığımız mafyokratik, emperyalist sistem insanları tamamen dürtülerine yöneltmiştir. Bu sistemin artık insanlara açgözlülükten, para cambazlığı sahtekârlıklarından, ahlaksızlıktan, bağımlılıktan başka önerebileceği, verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Bu nedenle sistem kendini olumsuzlayamamakta ve aşamamaktadır. Sistem git gide daha çok çürümektedir. Bu sistemin yıkılması sistemin fakirlerinin zenginlerin yerine geçmesi değildir.
Yapılması gereken yeni bir yaşamın yaratılmasıdır. Bunun olabilmesi için de insanların gerçek isteğe yani özgürlüğe yönlendirilmesi bu doğrultuda eğitilmeleri gerekmektedir. Bugün yeni bir medeniyetin ufkundayız çünkü özgürlüğün yeni bir aşamasına yani yeni bir açınımına ulaştık. Artık insanı insan yapanın özgürlük olduğunu, özgürlüğün ne olduğunu biliyoruz. İnsanın yaşamının amacının özgürlük olduğunu ortaya koymuş durumdayız. O zaman ne için mücadele etmemiz gerektiğini de biliyoruz. İnsanın sonsuzlaşmasının ancak yasaya ulaşarak gerçekleşebileceği, insanın yaşadığı yaşamdan ancak bu sayede doyum sağlayabileceği gerçeklerinin yayılması için çaba harcamalıyız. Akıl herkeste olduğu ve eşit olduğu için ve akıl gerçek olduğu için gerçek herkeste karşılığını bulur. Bu nedenle kitlelere özgürlüğü anlatmalıyız. Yaşadıkları yaşamın yanılsamalarla dolu olduğunu, bu yanılsamaların psikolojik ve toplumsal sorunlar ve acılar olarak yaşamda kendilerine döndüğünü anlatmalıyız. Böylece insanları gerçek isteğe yönlendirmiş oluruz. İnsan iyiyi, güzeli, gerçeği ister bu nedenle onlara iyiyi, güzeli, gerçeği sunduğunuzda er geç bunun için çaba harcayacaklardır. Özgürlük gelişimi getireceğinden gelişim de sonsuz olduğundan insan ve toplum özgürlük yolunda verdiği mücadelede tükenmeyi ve doyumsuzluğu değil, üretkenliği ve doyumu yaşayacaktır.