Hasan Hüseyin KARGIN[1]
GİRİŞ
Kant (1724- 1804), eleştirel felsefesini üç temel yapıtta ortaya koyar. Saf Aklın Eleştirisi (1781), Pratik Aklın Eleştirisi (1788) ve Yargı Yetisinin Eleştirisi (1790). Kant’ın felsefesinin temel sorunları ve birbirleriyle olan ilişkileri, son yapıtı olan Yargı Yetisinin Eleştirisi bağlamında tartışılır. Kant’a göre üç akıl türü vardır:[2]
- Teorik( Kuramsal) akıl,
- Pratik( Uygulayıcı) akıl,
- Estetik( Düzenleyici) akıl,
Estetik akıl, kuramsal akıl ile uygulayıcı akıl arasında hem köprü, hem de denetleyicidir. Teorik-kuramsal akıl(arı us) ile pratik(uygulayıcı) akıl arasındaki irtibatı estetik akıl sağlayacaktır. Bu anlamda Kant’ın ilk iki eleştirisi sonucunda doğa kavramı ile özgürlük kavramı arasında bir uçurumun belirmesi, “Yargı Yetisinin Eleştirisi”nin yazılma nedenidir. Yargı Yetisinin Eleştirisi ideler konusunda Arı Usun Eleştirisi’ni daha da derinleştirir. Deneyim alanında idelere uygun hiçbir nesne verili değildir. İdeler deneyim için yalnızca düzenleyici ilkeler olabilirler. Doğa anlak karşısında en fazla hesaplanamaz bir büyüklük olarak görünür. Bu nedenle insanın doğayla ilişkisini açıklamakta başka bir yeti gereklidir. İşte yargı yetisi bütün deneyimi düzenleyen en yüksek idenin başka bir deyişle “doğa ereği idesi”nin düşünülebilmesini sağlar. Ara bir yeti olan yargı yetisi doğa alanından özgürlük alanına geçiş için gerekli görülür. Kant için sanat yapıtları fenomenal dünyada numenal olanları anlatmaya çalışır. Böylece Yargı Yetisinin Eleştirisi önceki eleştirilerin hepsini bir sistem altında toplar.[3]
KANT’IN BİLGİ ANLAYIŞI
Kant, bir yargının, iki unsuru bir araya getirerek onları birbiriyle ilişkilendiren bir düşünce hareketi olduğunu söyler ve bütün yargıları dört ana başlık altında toplar:[4]
- A Priori: Deneyimden bağımsız olarak, önceden bilinebilir yargılara a priori veya saf yargı adını verir. Örneğin; “Bekar, evli olmayan kişidir” yargısı böyle bir yargıdır, çünkü bunu bilmek için herhangi bir duyu ya da deneyime gerek yoktur.
- A Posteriori, bir bilgi deneyimine dayanan yargılara a posteriori veya empirik yargı adını verir. Örneğin; “Bu ev yeşildir” yargısı görme duyumuzu kullandığımız, yani deneyime dayandığımız için a posteriori bir yargıdır.
- Analitik yargılar, yüklemi öznesinde bir şekilde içerilen ve özne konumunda bulunan terimin çözümlenmesiyle elde edilen yargılardır. Örneğin; “Güller çiçektir” yargısı böyle bir yargıdır, çünkü gülün bir çiçek olduğunu biz çiçek tanımından biliriz.
- Sentetik yargılarda ise, yüklem öznede içerilmez. Örneğin; “Bazı güller beyazdır” önermesi sentetik bir yargıdır, çünkü beyazlık gül tanımında içerilmediği gibi güller başka renkte de olabilir.
Bu yargı türleri sınıflandırıldığında Kant, yargıların sentetik ve a priori olduğunu ileri sürer. Ona göre her olayın bir nedeni vardır, her olay analitik olarak kavramıyla birlikte gelmez. Ayrıca her olayın bir nedeni olduğunu bilmek için deneyimlerden istifade etmek zorunlu değildir.[5] Algılanan nesnelerin insan zihninin işleyişine uydukları için bilinebildiklerini söyleyen ve tüm empirik yasaları insan zihninin yasalarına indirgeyen Kant’ın bilgi anlayışının en önemli sonuçları bilginin sınırlılığı ve buna bağlı olarak da metafiziğin imkânsızlığıyla ilgili iki sonuçtur. Bilgimiz Kant’a göre iki bakımdan sınırlıdır. Bilgi, her şeyden önce duyu-deneyiminin dünyasıyla sınırlanmıştır.[6] Buna göre, insan deneyimini aşamaz, deneyim alanını aşan bir şeyin bilgisine sahip olamaz. Bilgimiz ikinci olarak, algılama ve düşünme yetilerimizin deneyimimizi işleme ve düzenleme tarzıyla sınırlanmıştır. Kant fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla deneyim sahibi olabileceğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve akılla anlaşılabilir olan dünya arasında bir ayrım yapmıştır. Ona göre insan sadece kendi zihninin yapısına uyan, zihninin kendisine yapı ve düzen kazandırdığı fenomenler dünyasının bilgisine sahip olabilir, fenomenal dünyanın gerisinde ne tür bir gerçeklik olduğunu asla bilemez. Dolayısıyla metafizik, onun gözünde, bir bilgi kümesi meydana getirebilmesi imkânsız olan bir disiplindir. Metafiziğin bilim olamamasının, metafizik alanında bilgiye erişilememesinin nedeni, onun konusunu oluşturan varlık, varoluş, tanrı gibi kavramların algıya konu olamamalarıdır.[7] Kant’a göre metafizik aklın deneyden hiçbir şey almayan (a priori) çalışmasının ürünü olmalıdır. Aklın deneye hiçbir şekilde başvurmadan işlemesine dayanan bilimler, eğer gerçekten bir bilim olacaklarsa, kavramların çözümlenmesinden öte bilgimize yeni bazı eklemeler yapmalı, bilgimizi genişletmelidir.[8] Yani Kant’ın ifadesiyle sentetik olmalı ve deneyden hatta bütün duyu uyaranlarından bağımsız yani a priori yargılar vermelidirler. Metafizik kavramı gereği empirik (a posteriori) yargılar kullanamaz. Eğer metafizik bir bilim olacaksa sentetik a priori yargılar üretebilen bilimleri örnek almalıdır. Kant’a göre duyusallık ve anlama yetisi (geniş anlamda akıl) bilme güçleri bakımından deneyle sınırlıdırlar. Fakat Kant burada bir soru sorar. Metafiziğin konusunu oluşturan deney ötesi nesneler hakkındaki tasarımlarımız nerden gelir? Bu soru metafiziğin nasıl olanaklı olduğunun aydınlatılması anlamına gelir.
Burada Kant’ın ide ve akıl kavramları karşımıza çıkar. Kant saf akıl kavramlarına “transendental ideler” adını verir.[9] İde kavramını ise söyle tanımlar: İde, duyularda kendisine karşılık gelen hiçbir nesnenin verilmediği zorunlu akıl kavramıdır. Bu kavramlar aklın kendi doğası sayesinde ortaya çıkar. Saf aklın kavramları deneyle sınırlı kavramlar değildir. Bu kavramların karşılığı hiçbir deneyde bulunmaz. Kant’a göre akıl, anlama yetisinin kavramlarını düzenler ve bu kavramların birliğini sağlar. Kant anlama yetisinin idelerin bilgisinin elde edilmesi amacıyla kullanılmasına “aşkın kullanılış” adını verir. Anlama yetisinin deney alanı dışında kullanılması aldatıcı ve temelsiz çıkarımlara yol açar. Tanrı, ruh ve evren gibi metafiziğin konusu olan varlıklar hakkında saf anlama yetisi ile hiçbir şey bilemeyiz. Dolayısıyla Kant’a göre anlama yetisini deneyim alanı dışında kullanan metafiziğe duyulan eğilim, anlama yetisini anlamsız çıkarımlar yapmaya sürükler. Eğer metafizik bir bilim olacaksa, öncelikle aklın kendisinin bir eleştirisini yapmalı, daha sonra da sentetik a priori bilginin olanağını, kullanılışının ilkelerini ve sınırlarını tam bir sistem içinde ortaya koymalıdır. Kant’ın metafiziğe bakışı bir insanın bilme yetilerinin yapısının deneyle sınırlı olduğunu fakat insanın yine de deney ötesini tasarlayabilecek zihinsel yetilerle donanmış olduğunu göstermektedir. İnsanın bilme yetisi duyusallık ve anlama yetisinden oluşur ve bu yetilerin her ikisi de deney alanıyla sınırlı bilme yetileridir. Ancak insan, bilme yetileri bakımından deney alanıyla sınırlı olmakla beraber, deneyde kendisine verilen ipuçlarından hareketle bütünsel kavramlar düşünebilen, akıl sahibi bir varlıktır. Böylelikle Kant’a göre insan, bilme yetisinin açık ve kanıtlanabilir sınırlılığına rağmen, kendisine dünyada verilenleri sonsuza kadar genişletmeye doğası gereği eğilim duyar. İşte bu sınırı aşma isteği metafiziği doğurur.[10] Böylece metafizik, insanın bilme yetilerinin sınırlılığından ve aklın bu sınırın aşılabileceğini düşünen işleyişinden doğar. İnsan koşulsuz olanın bilgisine gereksinim duyar, çünkü deney alanı insan türünün varlıksal özelliklerinin tatminini sağlamada yetersizdir.
KANT’IN ETİK ANLAYIŞI
Kant’ın etik teorisi ödev etiği olarak bilinir. Onun etiğinde ödev kavramı en temel kavramdır ve ahlaken doğru ya da yanlış olan ondan çıkarılır. Başka bir deyişle, ödev duygusu dışında ahlaki değer taşıyan hiçbir motif olmadığını öne süren Kant’a göre, bir eylem sadece ödev veya yükümlülük duygusuyla yapıldığı zaman, onun gerçek bir ahlaki değeri olabilir. Kant ödev etiğinde, ödev ve ahlaki yükümlülüğün, sonuçla değil eylemlerin kendi özellikleriyle ya da nitelikleriyle ilgili olduğunu ileri sürer. Sonuçların da, tıpkı duygu, tutku ve eğilimler gibi insanın etki ve müdahale alanı dışında kaldığını iddia eder. Kant, insan varlığı ya da hayatı için bir amaç ortaya koyan ve bu amaca ulaşmak için gerekli olan erdemleri sıralayan, araç- amaç formundaki bütün etik anlayışlarına karşı çıkar. Gerçekten iyi olan, mutlak bir biçimde değerli olan ne nihai amaç, ne de bu amaca götürecek araçlardır. Ahlaki bakımdan en değerli olan tek şey, iyi iradenin kendisidir. İyi irade, ödevinin ne olduğunu bilen, yani aklın buyruklarını tanıyan ve eylemi ödev ve ahlaki yükümlülük çerçevesinde yapan iradedir.[11] Ödev ise yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğudur. Kant, evrensel bir ödev ahlakının varlığını savunmaktadır. Kant bu düşüncesiyle, insanların kurallara her şartta uymalarını öngörür. Örneğin, trafik polisinin olduğu bir yerde kırmızı ışık yanınca duran araba sürücüsü trafik polisi olmadığı zaman da hatta gecenin ortasında etrafta hiç kimse yokken bile ödev ahlakının gereği olarak kırmızı ışıkta durabilmelidir.[12] Kant'a göre ahlakın kaynağı asla tecrübe olamaz. Ona göre insanlarda bir iyilik iradesi vardır. Bu irade de davranışları menfaat gözetmeksizin ortaya koymanın ta kendisidir. İnsanlar bu iradeyi tecrübeden değil, numenden kazanmaktadırlar. Kant ödev etiğini temellendirirken, insanın bütünsel doğası yerine salt akli boyutunu dikkate alır, yani onu sadece akıl sahibi bir varlık olarak görür. Kant evrensel ahlak yasasının temeline doğrudan doğruya aklı yerleştirdiği, aklın bize mutluluk amacı için verilmiş olmayacağını, onun irademiz üzerinde doğrudan bir etkisi bulunduğunu, ahlak kurallarının insanın pratik aklının zorunlu ve evrensel olarak geçerli olan ürünleri olduğunu savunduğu için, etik alanında rasyonalist olan bir düşünürdür.[13] Kant’ın ödev etiği, bireyi ahlak kuralları alanında mutlak hâkim yaptığı ve onun tüm dışsal ve yabancı güç ve otoriteleri reddetmesine imkan sağladığı için bireyci; fakat onun ne yapması gerektiğini değil de, ne yapmaması gerektiğini bildirdiği ve ahlakı her tür sezgi ve deneyden sıyırdığı için biçimsel bir etiktir.
YARGI YETİSİNİN ELEŞTİRİSİ
A) BEĞENİ YARGISI
Yargı Yetisinin Eleştirisi’nin en temel kavramı güzelliktir. Buna göre, Kant bir şeyin güzel olduğunu bildiren yargıya “beğeni yargısı” adını verir ve söz konusu yargının temelinin öznel bir temel olduğunu öne sürer.[14] Beğeni yargısı, bize kavramsal bir bilgi vermez, bunun yerine duyguyu ifade eden söz konusu yargı duygusal bir önermeye ya da duygu önermesine tekabül eder. Gerçekten de bir yapıyla ilgili kavramsal bilginin bir şey, o yapının güzelliğini takdir etmenin bütünüyle başka bir şey olduğunu öne süren Kant’a göre, bir şeyin güzel olup olmadığına karar vermek için tasarımı bilgi amacı açısından anlama yetisi aracılığıyla nesneye bağlamayız. Fakat daha ziyade muhayyile aracılığıyla özneye ve onun hoşlanma ya da hoşlanmama duygusuna bağlarız. Beğeni yargısı, öyleyse bilişsel ve dolayısıyla mantıksal bir yargı değildir, fakat daha ziyade, belirlenim zemini öznel olmaktan başka bir şey olamayan estetik yargıdır. Doğal güzellikle ilgili estetik deneyimimizin insanda başarılı sanat eserinin gözle görülür olan doğal zorunluluğunu yansıtan bir bilinç, onun olduğundan başka türlü olamayacağı hissini doğurur. İnsanın doğada kendisini evindeymiş gibi hissetme imkânı bulduğunu ifade eden Kant, fenomenal nedensellik dünyası ile numenal özgürlük dünyası arasındaki tehdit edici boşluğu, şu halde esas güzelliğe yönelmiş estetik deneyim ile kapatır.[15] Kant, güzel’in, bilgisel ve kavramsal olan ile, hoş ile, iyi ile, sınırlarını belirlemeye çalışan bir filozoftur. O, güzel’i estetik bir kavram olarak belirler. Kant, Güzelin Analizi’nde estetik yargıları dört kategorik adımda- ki bu kategoriler nitelik, nicelik, ilişki ve yön(modalite)dir- çözümler ve her bir adım güzelin bir görünümünü verir.[16]
1) Nitelik bakımından, çıkarsız hoşa giden şeydir.
2) Nicelik bakımından, herkesin hoşuna giden şeydir.
3) İlişki bakımından, kendi dışında hiçbir erek( amaç) olmadan hoşa giden şeydir.
4) Yön (modalite) bakımından, zorunlu olan şeydir.
Kant, güzel yargısını hem öznel bir nitelik olarak hem de öznel duygulardan bağımsız olarak yani objektif genel-geçer yargı olarak kavramsallığı ve nesnelliği aşan, amaçlılıktan yoksun, duyular/duyumlar üstü özgür bir yargı olarak düşünür. Kant’ın bütün tartışması estetik yargı verebilme yetisinin aklın zorunlu yasaları içinde yer aldığını göstermektir. Kant, doğa ve ahlak alanlarında olduğu gibi estetik alanda da, bu üç alanı birbirine indirgemeden, a priori bilgiye ulaşmak ister. Estetik alan Kant’ın, kuramsal usa dayanan doğa dünyası ile pratik usa dayanan ahlak dünyası arasında oluşan düalizmi aşmak için hem zorunluluğu hem de özgürlüğü içeren olarak düşündüğü bir varlık alanıdır. Bu varlık alanı:
- Duyusal olan ile ussal olanın;
- Zorunlu olan ile özgür olanın bir birleşimidir.
Zorunluluk alanından, özgürlük alanına uzanan varlık düzeni duyguda ortaya çıkar. Estetik, Kant’ta güzele ilişkin yargılar veren, yani nesnesi güzel olan ve estetik akıl diyebileceğimiz akla, “anlama gücü” ile “akıl” arasına yerleştirilmiş “yargı gücü” ne, karşılık gelir. Başka bir anlatımla “Arı(kuramsal) us”un “doğrusu” ile “Pratik(uygulayıcı) us”un “iyi”sini, “Estetik(düzenleyici) us”un “güzeli” ile birleştirme çabasıdır.[17]
Kant yargı gücünü de a priori ilkelere dayandırmaya çalışır. Ona göre yargı yetisi, kendisine yalnızca bir kural olarak yarayan fakat kendi yargısını uyandıracağı nesnel bir kural olmayan bir kavram vermek zorundadır. O halde yargı yetisinin de dayanacağı bu kavramın zorunlu varlığı, aslında güzel yargısının da diğer bilimsel yargılar gibi sentetik a priori bir yargı olarak tanımlanıp, tanımlanmayacağının araştırılmasına olanak sağlayacaktır. Şimdi aklın hem zorunluluğu hem de özgürlüğü olarak estetik yargılarda bulunma ne anlama gelmektedir? “Saf Aklın Kritiği”nde Kant için yargıda bulunmak, bir kavramı ya da kuralı tikellere uygulamaktır. Ancak bu yapıtında estetik yargıları “düşünümsel” yargılardan ayırmayı tercih etmiştir. Onun düşünümsel yargı dediği tikelin verili olduğu ama kavramın ya da kuralın keşfedilmesini gerektiren yargıdır.[18] Kant ilk eleştirisinde basitçe alta koyma olarak tanımladığı belirleyici yargıları bu yapıtında düşünümsel yargılar olarak tikelden tümele doğru hareket eden bir düşünme olarak genişletmiştir. Çünkü estetik yargılar düşünümsel yargılar olarak kabul edilmiştir. Burada her şeyden önce görülmesi gereken estetik yargıların, “Saf Aklın Kritiği”nde oluşum süreci anlatılan bilimsel yargılardan yani sentetik a priori yargılardan kimi yönlerden farklılık gösteren bir yargı türü olduğudur.[19] Bilimsel yargılar, burada nesnelerden duyularımıza gelen etkilerin kategoriler aracılığıyla akıl tarafından işlenerek aklın nesnesine uygun ve ona bağımlı olarak verilen yargı türü olarak ele alınır. “Yargı Gücünün Kritiği”nde karşımıza çıkan estetik yargılar da aklın, bir nesneyi yine kategoriler aracılığıyla işleyerek elde ettiği yargılardır.
Buradaki farklılık estetik yargının nesnesinden kaynaklanır. Çünkü bu nesne artık sıradan, olağan bir nesne, estetik yargı da bu olağan nesne için verilen olağan bir yargı değildir. Estetik yargının nesnesi bir dehanın yaratımı olarak sanat eseridir; estetik yargı da bu yaratım üzerine hoşlanma ve hoşlanmama olarak benim verdiğim bir beğeni yargısıdır. Bu öznellik Kritik’teki bilgilenme sürecinin zorunlu kategorileri dışındaki bir öğedir. Kant için evrensel olan, güzel yargısında bulunabilme yetisidir. Yani bir şeye güzel diyebilmenin olanağıdır evrensel olan. Ancak güzel yargısının verilebilmesi objesini gerektirir. Bu ifade Kant’ın bilginin oluşum sürecine ilişkin çözümlemesine tekabül eder. Bu durumda estetik objenin uyarıcılığı ile estetik yargının birlikteliği zorunlu olur. Yani estetik yargı için nesnesi zorunludur. Eğer böyle olmasaydı, Kant estetik yargı probleminde metafiziğe düşmüş olacaktı. A priori olarak bir güzellik kategorisinin varlığının kabulü ve bu kategorinin tekabül ettiği objenin güzel olması şeklindeki bir çözümleme Kant’ı metafizik açıdan okumaktır. Oysa Kant, nesnesiz yargıları boş bir metafizik olarak adlandırır.[20] Bu açıdan güzel yargısında bulunabilme apriori bir zorunluluk olarak herkeste bulunurken, aynı zamanda bu yargıyı harekete geçirecek ve bu yargıyı karşılayacak bir estetik objenin varlığı da zorunlu kılınmaktadır. Güzellik yargısı şematize edilecek olursa öncelik estetik yargının öznelliğiyle başlar. Estetik olay, estetik objeden haz alma, haz almadan beğeniye, beğeniden de estetik yargıya varan bir süreci izler. Bu süreç, anlama yetisi ile hayal gücünün arasındaki özgür oyundur. Güzel yargısı da bu oyunun sonucunda verilen bir estetik yargıdır.[21] Beğeni yargısı ile ilgili aşağıdaki sorular, düşünce tarihi boyunca güncelliğini koruyan sorulardır.
- Beğeni yargısı nedir?
- Neye dayanır?
- Belirleyeni nedir?
- Güzel, hoş ve iyi ile aynı şey midir?
- Biz, bir şeyin güzel olup olmadığını anlayabilir miyiz?
- Bir şeyin güzelliği bizde nasıl gerçekleşir?
Bu soruları cevaplamaya çalışan Kant, kendine özgü düşünceler ileri sürer. Kant, herhangi bir şeyin güzel olup olmadığını anlayabileceğimizi söyler. Güzel, “kavrayış gücü” aracılığıyla değil, “hayal gücü aracılığıyla” bilinir.[22] O halde “beğeni yargısı, bilmeye, kavramaya ya da idrak etmeye ilişkin bir yargı değildir.” O güzel üzerine verilmiş bir yargıdır. Fakat Kant, hayal gücüne dayanan bu yargının aynı zamanda “mantıksal bir yargı” olduğunu söyler ve belirleyici zemininin de özne olduğuna işaret eder. O halde beğeni yargısına ilişkin ilk belirleme, mantıksal ve özneye ait bir yargı olmasıdır. Yani bu yargının kaynağı öznedir. Kant burada özneye ait her duygulanımı duyumlara/duyulara ilişkin açıklamalar da dâhil her türden açıklamalardan ayırır. Çünkü duygulanımlar ve açıklamalar farklı türden bir gerçekliğe işaret eder. Her şeyden önce açıklamalar, tek tek varolanlar ile ilgilidir ve onda bir şeye işaret eder. Bu yönüyle nesneldir. Duygulanımlar ise öznenin a priori olarak sahip olduğu ve varolanda bir şeyi göstermeyen özel türden bir duygudur. Ancak bu duygulanımlar farklı öznelerde farklı şekillerde görünür. Bu ayrım, beğeni yargısının hem zeminini hem de niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Öyleyse beğeni yargısı öznede temellendirilen, varolana ilişkin bir bilgi vermeyen ve kendini farklı türden duygularla açığa çıkaran bir tür duygulanımdır. Açıklama nesneye, beğeni yargısı ise özneye göndermede bulunur. Beğeni yargısını estetik kılan da özneye yaptığı bu göndermedir.[23]
Beğeni yargısı:
- Bir bilgi yargısı değildir,
- Beğeni yargısının estetik olması demek onun subjektif olması demektir,
- Beğeni yargısı subjektif duygulara dayanır.
- Beğeni yargısı, nesnenin gerçek var oluşu ile ilgili değildir.
- Beğeni yargısı, nesnenin gerçekte ne olduğunun bilgisini veren bir yargı değildir.
- Beğeni yargısı “objenin gerçek varlığına ilgisiz”, özneyi, objenin “gerçek varlığı üzerinde bağımlı kılmayan”, “şeyin gerçek varlığından yana zihni meşgul etmeyen”, “saf, ince” bir yargıdır.
Kant, beğeni yargısının öznede temellendiği ilk belirlemesine bu yargının öznedeki hoşlanma duygusuna(arzu yetisi), göndermede bulunduğunu ekler.[24] Bu bağlamda beğeni yargısını belirleyen hoşlanma ve hoşlanmama duygularıdır. Böylelikle beğeni yargısı öznedeki haz alma, hoşlanma duygusu ile temellendirilmiş olur. Böyle bir temellendirme de, herkese güzellik üzerine bir yargı verebilme olanağını sağlar.[25] Buna göre beğeni yargısı, bir obje için verilen bu güzeldir yargısı, o objenin varlığına ilişkin tüm ilgileri dışta bırakır. Yani beğeni yargısını ya da estetik yargıyı belirleyen hoşlanma tüm çıkarlardan uzaktır. Estetik hoşlanma, güzel’den hiçbir karşılık beklemeden, ondan duyulan salt hazdır.[26] Kant, hoş, iyi ve güzel kavramlarını birbirinden ayırır.
Hoş: Arzu ve eğilimleri tatmin eden bir şey olarak, insanlar tarafından olduğu kadar hayvanlar tarafından da deneyimlenebilen yaşantı.
İyi: Kendisine nesnel değerin izafe edildiği bir şey olarak, değerlemenin konusudur ve takdir edilmesi sadece insanlara özgü bir edimi ifade eder.
Güzel: Eğilim ya da arzuya dönük herhangi bir bağ olmaksızın, sadece hoşa giden ve hepsi tarafından olmasa bile sadece insanlar tarafından deneyimlenebilen yaşantı.
Kant’a göre, bu hoştur yargısı, bir objeye yönelik iken, bu güzeldir yargısı, sadece sujeye yöneliktir. Hoşlanma, duyular aracılığıyla bir obje hakkında verilen yargıdır. Bu yargıda belirleyici olan objedir.[27] Bu bağlamda, bu hoştur yargısı, bu güzeldir yargısı gibi estetik bir yargı değildir. Çünkü hoşlanma, obje ile sujenin karşılıklı ilişkisinden doğan ve objenin varlığı ile ilgili bir duygudur. Hoş ile güzel arasında yapılan ayrım hoş ile iyi arasında da yapılır. Çünkü iyi ve hoş aynı şeymiş gibi algılanır. Bu Kant’a göre yanlış bir kanıdır. Fakat hoş ve iyi birbirinden farklı kavramlardır. “Bir sürü durumlarda hoş olanla iyi olan değiştirilebilir terimler olarak görülür. Genel olarak denilir ki, bütün memnun etme kendi içinde iyidir. Bu demeye de gelir ki, sürekli hoş olma ve iyi olma özdeştir. Fakat bu açıktır ki, bu sadece kötü bir kelime karışıklığıdır/kafa karışıklığıdır; bu ifadeye uygun olan kavramlar bir birbiriyle değiştirilebilir olmaya çok uzaktır.”[28] Peki, Kant bu ayrımı nasıl temellendirir? Hoşlanma sadece duyuya bağlı olarak yani duyularla ilişkili olan bir objeyi işaret eden ve zevk veren iken, iyi aklın bir kavramı olarak bazen yararlı, bazen de kendi için iyi olan olarak zevk verendir. Öyleyse hoş ve iyi arasında zorunlu olarak bir fark çizilir. Duyulara dayalı olan hoşluk iyi olarak adlandırılamaz. Onun iyi olarak adlandırılabilmesi aklın ilkeleri altına sokulmasıyla olanaklıdır. Çünkü şu durumda hoş olan sadece duyuları tatmin edendir. Fakat iyi için akla başvurmak zorunluluğu vardır. Ancak her iki durumda da amaç hazdır. Yani hoş ve iyi aralarındaki bu farklılığa karşın hoşa gitme, haz verme noktasında birleşirler. İyi de akıl ve salt kavram aracılığıyla hoşa gidendir. Kant için bir şeye iyi diyebilmenin koşulu, her zaman objenin hangi amaç için tasarlandığını bilmek, onun hakkında bir kavrama sahip olmaktır. O halde iyi bir kavrama dayanandır. Bu noktada güzel de olanaklı kılınır. “Güzelden duyulan haz, bir nesne üzerindeki refleksiyona bağlı olandır” ve “böylece tamamen hoş olandan ayrılmıştır.”[29]
- Bir eğilim olarak hoş,
- Bir beğenme olarak güzel,
- Kabul edilen, saygı uyandıran olarak iyi,
Bu kavramları hoşlanma ve hoşlanmama duygusuna yönelik tasarımın üç farklı ilişkisi olarak da netleştirebiliriz. Kant, hoş ve iyi kavramlarının arzu/istek yetisine bir gönderme içerdiğini, hoş’un, bir uyarıcıya bağlandığı için, şartlı/koşullu bir hoşlanma, iyi’nin ise pratik bir hoşlanma olduğunu belirtir. Bu hoşlanma objenin varlığı ile ilgilidir. “Diğer taraftan beğeni yargısı basit bir şekilde düşünceye dalmışlıktır. Hoşlanma bir beğeni yargısı olarak bir objenin varlığına karşı ilgisiz olarak sadece hoşlanma ve hoşlanmama duygularıyla ilgili olarak karar veren bir yargıdır.”[30] Fakat Kant bu düşünmenin kendisinin bile bir kavrama yönelik olmadığını dile getirir. “Beğeni yargısı bilişsel bir yargı değildir (o ne teorik ne de pratik bir yargıdır), ve bundan dolayı kavramlara dayanmaz, ne de bilerek onlara yönelir.”[31] “Hoş bir adamı sevindiren onu memnun edendir; güzel basitçe ona hoşluk verendir; iyi ise saygı duyulandır (onaylanan, tasvip edilendir).”[32] “Hoşluk akıl sahibi olmayan hayvanlarda bile önemli bir etmendir; güzellik bir anlam ve öneme sahiptir ve sadece insan içindir. Hâlbuki iyi, her akıl sahibi varlık için iyidir.” [33] O halde gelinen bu noktada güzelin tanımına ilişkin elde ettiğimiz sonuç şudur: “Beğeni, bir objeyi ya da bir obje tasarımını bir hoşlanma ya da hoşlanmama aracılığıyla bütün ilgilerden uzak olarak yargılama yetisidir. Böyle bir hoşlanmanın objesine güzel denir.”[34]
B) GÜZEL
Güzel olan şey bize yarar gözetmeyen, çıkarsız bir haz verir. Güzelin verdiği haz hiçbir kavrama bağlanmaz ve evrenseldir. Kant bunu bir sanat eserini tarafsız bir şekilde incelediğimizde her birimizin aynı estetik hazzı tatması ile açıklar. Ona göre tarafsız yaklaştığımızda, her birimiz sanat eseri karşısında aynı duyguları yaşayabiliriz ve böylece sanat eseri üzerindeki haz yargılarımız birbirleriyle örtüşür. Dolayısıyla sıradan/normal insanlar aynı duyguları taşıyacaktır.
- Beğeni yargıları evrenseldir ve ne faydaya ne de iyilik düşüncesine dayanır.
- Beğeni yargısının konusu olan güzellik, bütün amaçlardan uzaktır.
- Güzellik yargısı evrensel olduğuna göre, zorunludur. Bir şeye güzel dedik mi, herkesin o şeye güzel demesini, aynı görüşü benimsemesini isteriz. Bu hal, bizim için bir zorunluluktur. Bu çerçevede Kant’a göre estetik yargı hem nesnel, hem de evrenseldir.[35]
- Güzellik bir erekselliği bildirir, ancak bir ereğe hizmet etmez. Yapıtın amacı onun dışında olamaz. Böylece yapıtın bütünlüğü onun erekselliğinin kendi içinde olmasıyla sağlanır. Ereksellik düşüncesi bakımından güzel ve yüce kavramları birbirine karşıt duygular olarak ele alınır.
- Güzellik hiçbir çıkar olmaksızın duyulan hoşlanma, başka bir deyişle hiçbir dışsal amaç olmaksızın, kendisi için bir amaç olarak ortaya konan şeyden duyulan hoşnutluktur. Öznenin bu duygusunun nesneye yüklenmesi “güzel” olanı gösterir. Beğeni bir nesneyi ya da bir tasarım türünü hiçbir çıkar olmaksızın bir hoşlanma ya da hoşlanmama yoluyla yargılama yetisidir. Böyle bir hoşlanmanın nesnesine güzel denir.
- Güzellik yapıtın erekselliğini kendi içinde taşımasıdır. Nesnenin kendi içinde taşıdığı ereksellik kişiye sanat yapıtı karşısında, “çıkarsız bir haz” duyumsatır, bu duyumsanan şey güzelliktir.[36]
- Güzellik duygusunda kişinin nesneden duyduğu haz evrenseldir ve hiçbir kavrama başvurmaksızın dolaysızcadır. “Güzel” olan kavram olmaksızın evrensel olarak haz verendir. Güzel olan herhangi bir kavram olmaksızın zorunlu bir hoşlanmanın nesnesi olarak bilinendir. Bir nesneye güzel diyebilmek için bu nesneyi onun içsel amacının bir kavramıyla birleştirmemiz gerekir. O halde güzellik sadece duyumda ya da kavramda taşınan bir nitelik değildir. Beğeni yargısı aynı zamanda duyguların iletilebilirliği olanağını sağlar.
- Beğeninin bir yeti olarak kabul edilmesinin kaynağı duyguların iletilebilirliğini a priori yargılama gücüdür. Fiziki Doğanın(bilimsel bilginin konusu olan) nedenselliğe tabi determinist alanı içindeki bedensel varoluşumuzla, Yalnızca pratik aklın evrensel buyruklarına itaat eden özerk rasyonel failler olarak varoluşumuz arasındaki şiddetli karşıtlığı yumuşatır.[37]
Kant, kavrama dayanmayan güzeli, evrensel bir hazzın nesnesi olarak temellendirmeye çalışırken, estetik obje karşısında haz ve yargı probleminin önceliğine dair saptamalarda bulunur ve güzeli, hoş ve iyiden daha ayrıntılı olarak ayırmaya çalışır. Ancak öznel nitelikteki beğeni yargısının evrensel bir hazzın nesnesi olarak nasıl genel-geçer bir yargıya dönüştüğünün gösterilmesi Kant’ın buradaki asıl problemini oluşturur. İlkin kavrama dayanmayan olarak güzel tanımı, burada herhangi bir ilgiden ayrı, bir hazzın nesnesi olarak genişletilir. Güzelden duyulan haz kişisel eğilimlerden uzaktır. Bu şu demektir: “haz, öznenin, her hangi bir eğilimine (ya da önceden belirlenmiş her hangi bir ilgiye) dayanmaz. Fakat nesneye uyumlu suje kendisini tamamıyla hoşlanma ile ilgili olarak özgür hisseder”[38] Kant’a göre özne, hazzın, hoşlanmanın zemini olan nesneyi seyreder ve onun güzelliğine ilişkin kişisel olmayan nedenler bulur. Bu nedenleri dayanak olarak dikkate alan özne, diğer her bir insan için de varsayar ve bu diğerlerinin de kendine benzer bir hazzı isteyeceklerine inanır. Yani kişi, bu durumda aynı objeden başkalarının da hoşlanması için bir neden olduğuna inanır. Burada Kant yanlış bir inanışa dikkat çeker. Güzelin kişisel eğilimlerden, durum ve koşullardan ayrı tutulmasının, aynı objenin başkaları tarafından da güzel olarak değerlendirilmesinin, güzelliğin nesnenin bir niteliğiymiş gibi algılanmasına ve herkes için geçerli olduğu varsayımına yol açması ve böylelikle de beğeni yargısının da salt mantıksal bir yargıymış gibi algılanmasına neden olur. Burada Kant, beğeni yargısının, mantıksal yargılar gibi herkes için geçerli olabilmesinin yolunu açmış, böylelikle onu objektif kılmıştır. Ancak beğeni yargısının evrenselliği/genel-geçerliği, mantıksal yargıların evrenselliğinden/genel-geçerliğinden farklıdır. Çünkü Kant’a göre beğeni yargısının bu evrenselliği/genel-geçerliği kavramlardan gelmeyen, onlara dayanmayan başka türden bir evrenselliktir. Sonuç olarak beğeni yargısı, “bütün insanlar için geçerli bir istek/iddia içermeli ve onu nesneye eklenen evrensellikten başka yapmalıdır, yani bir talebi/iddiayı öznel evrenselliğe bağlamalıdır.” Bu durumda beğeni yargısının evrenselliği kavramsal değil subjektiftir.[39]
Kant, kişilerin hoşa ilişkin verdikleri yargıyı, o kişilerin özel duygusu ile temellendirir. Kişi bu hoştur yargısı ile aslında bir objenin kendisine verdiği zevki açıklar. Böylelikle alınan zevk/haz kişinin kendisi ile sınırlandırılmış olur.[40] Kişi en doğru yargı olarak şunu söylemeli: Bu benim için hoştur. Hoşa giden bir şey bu örnekte olduğu gibi sadece dil, damak ve boğaz beğenisi değildir, göz ve kulak için de olabilir. Örneğin diğer donuk ve solgun renklere karşı menekşe rengi yumuşak ve hoştur. Yine bir kişi nefesli çalgıların sesinden hoşlanırken bir diğeri telli çalgıların sesini tercih eder.[41] Buradan hareketle hoşlanmaya ilişkin verilen yargıların doğruluğundan ve yanlışlığından bahsedilemez. Çünkü hoşlanma duyular alanı ile ilgili, kişinin duygularına dayalı bir beğenmedir. Burada belirleyici olan kişi eğilimleridir. Kant için güzel, hoştan tamamen farklı bir temele dayanır. Güzel hoştan farklı olarak savunusu yapılabilen bir şeydir. Bu obje (bir bina, bir kişinin üzerindeki elbise gördüğümüzde, bir konser dinlediğimizde ya da bir şiir dinlediğimizde bütün bu objeler bizim eleştirimize boyun eğer.) benim için güzeldir yargısını verebilir. Ancak bunlar sadece o kişiye zevk verir. Bu nedenle o asla onları güzel olarak adlandırmamalıdır. Böyle söylememelidir. Kişiyi etkileyen ona çekici gelen ve ona hoşluk veren pek çok şey olabilir. Fakat o bir şeyi bir kaide üzerinde açıkladığında ve onu güzel olarak adlandırdığında diğerlerinin de o şeyden aynı hazzı almalarını ister. Kişi yargılarını sadece kendisi için değil bütün insanlar için verir ve sonra şeyin bir niteliği/özelliği olarak güzellikten konuşur. Böylece o şey güzeldir diye söyler. Kişi kendi yargısında diğerleri ile bir uzlaşma ister. Eğer başkaları kişinin verdiği yargıdan farklı bir yargıda bulunduysa kişi onları kınar ya da suçlar ve onların beğenilerini yadsır. Ancak insanlar böyle bir durumda şunu söyler: herkesin bir beğenisi vardır. Yani, estetik yargı insanların onayı üstüne meşru/geçerli bir istekte/talepte bulunabilir.[42] Kant için hoş olanda belirleyici olan kişisel eğilimler, aynı şekilde güzel için de geçerli olamaz. Çünkü kişinin kullandığı güzeldir yargısı sadece kendisi için değil, aynı zamanda başkaları için de verilmiş olan geçerli bir yargıdır. İyi ile ilgili olarak (evrensellik) yargıların herkes için bir geçerliliği talep ettiğini ileri sürmek doğrudur; fakat iyi sadece bir kavramın aracı ile evrensel hazzın nesnesi olarak sadece bir tasarımdır, ki bu durum ne hoş iledir ne de güzel ile.[43] İyi yargısı bu durumda tıpkı güzellik yargısı gibi herkesin katıldığı bir yargıdır. Ancak güzel ve hoştan ayrı olarak iyi kavrama dayanandır. Kant, hoş olana ilişkin beğeniyi “duyusal beğeni”, güzele ilişkin beğeniyi de “düşünümsel beğeni” olarak adlandırır. “İlki sadece, kişisel yargılar iken ikincisi genel-geçer yargılardır. Fakat her ikisi de eşit bir şekilde bir obje hakkında verilen estetik yargılardır. Duyusal beğeni yargıları yalnız başına deneyimlenemez ve onlar genel-geçer yargılar değildir (…) Düşünümsel beğeni ki o deneyimlenerek, bizzat yaşayarak öğretilir.[44]
Kant beğeni yargısına, yani estetik yargıya özel bir tür genellik yükleyerek güzel ve hoş olanı birbirinden ayırdı. Böylelikle güzele ilişkin yargıları, kişisel eğilimlere dayanan özel beğeni yargıları olmaktan çıkarmış oldu. Peki güzeli hoştan ayrı ve üstün tutan bu genellik nasıl bir genellikti? Bu genellik “mantıksal bir yön içinde bir obje kavramına dayanmayan” objektiflik içermeyen dolayısıyla subjektif olan, “bilme/kavrama/biliş yetilerini değil, her özne için hoşlanma ve hoşlanmama duygularının geçerliliği”ni gösteren genel-geçer bir genelliktir. Geçerli bir yargı belirli bir kavram altına alınabilendir. “Estetik yargılar mantıksallığa çekilemeyen ve herhangi bir kavrama dayanmayan yargılardır.”[45] Kant, mantıksal nicelik yönünden bütün beğeni yargılarını tekil yargılar olarak belirler. Çünkü obje kendini öznenin duygu alanına dayatır. Bir çiçeği güzel olarak tanımlamak estetik bir beğeni yargısıdır. Ancak “güller genelde güzeldir” yargısı artık sadece estetik bir beğeni yargısı olarak açıklanamaz. Bu yargı aynı zamanda estetik beğeni yargısı üzerinde temellenen mantıksal bir yargı olacaktır. “Gül hoştur” yargısı da, bireysel bir duygunun yargısıdır, beğenin değil. Çünkü beğeni yargısı herkes için geçerli, estetik bir yargıdır. İyi üstüne verilen yargılar da objedeki hazzı belirleyen, bir mantıksallığa sahip, evrensel yargılardır.[46] Kant, bir objeden duyulan hazzın, o obje hakkında verilen yargıdan önce geldiğini ve bu hazzın da evrensel olarak ifade edilebilirliğini vurgular. Peki beğeni yargısı nasıl gerekleşir? Haz için duygularda ortaya çıkan hoşnutluğun açığa çıkması gerekmektedir. Bu açıdan haz, nesnesi ile bağlantı içindedir. Ancak bu haz bilinçte gerçekleşen bir şeydir. Bu nedenle beğeni yargısının subjektif koşulu, objedeki haz ile temellenir. Bu da gösteriyor ki beğeni bir kavrayış sorunudur. Bilincin kavramasına bağlıdır. Bilince bağlı olduğu için “tasarım objektiftir ve bu tek başına evrensel bir referans noktası ile herkesin tasarımının gücünü uyumlu kılmak için zorlar.” Bu nedenle Kant yargının belirleyici zeminini subjektiflik olarak görür. “Obje kavramından bağımsız tasarlamaktır”[47] Kant kavrama gücüne verilmiş tasarımın, nesnesi ile karşılıklı ilişkisinde açığa çıktığını düşünür. Bilişsel kavrayış tasarım tarafından bir oyun içine sokulur ki, bu oyun belirli kavramlarla sınırlanamayacak olan özgür bir oyundur. Bütün tasarımlar bir obje aracılığıyla verilir. Bunlar genel bir uzlaşma ile kabul edilmelidir. Bu nedenle Kant subjektif evrensel/genel-geçer olarak beğeni yargısındaki tasarımı kavramsız var olan olarak alır. Bu kavramsız tasarım hayal gücü ve anlamanın özgür oyunundaki akılsal bir durumdan başka bir şey değildir. Bu subjektif ilişki herkes için geçerli olmalıdır. Bu nedenle genel sonuç bilişsel kavrayışların dayanakları subjektif koşullarının ilişkilerine dayanır. Tasarımdaki bu subjektiflik hazzın temelidir. Bu subjektif evrensel geçerlilik hazzın tek temelidir; bu temel üzerinden objenin tasarımı ile bağ kurulur ve obje bu sayede “güzel” olarak adlandırılır. “Beğeni yargısındaki tarafımızdan hissedilen haz herkes için bir gereklilik olmaktan başka kesindir de. Eğer biz bir şeyi güzel olarak adlandırıyorsak şimdiye kadar güzellik objenin bir niteliği idi. Subjenin duygularına herhangi bir gönderme bir yana güzellik kendisi için olmakla beraber bir kavrama göre belirlenen özdür. Estetik yargı olası a prioridir”[48]
Kant bu varsayımı sürdürerek daha farklı sonuçlara çıkmaya çalışır. Bir beğeni yargısında subjektif bilincin yargısının neler olduğunu görmeye çalışır. “Yargı estetik olarak duyum ile midir yoksa sadece bizim iç duyularımızla mıdır? Ya da zihinsel olarak bizim bilinçli aktivitelerimiz oyuna getirilen bu güçlerdeki ile midir?”[49] Kant, sujenin kavrayışını, Kritik’teki gibi, zihinsel olarak görür. Beğeni yargısı kavramdan bağımsız olarak, güzelin yükleminin ve hazzın açısından objeyi belirler.[50] Güzel öyledir ki, bir kavramdan başka, evrensel olarak mutlu eder/sevindirir.”[51] İkinci adımdan elde edilen sonuç: Kant beğeni yargısını öznel bir temele; hoşlanma ve hoşlanmama duygusuna dayandırsa da bu yargıya bir genellik yüklemiştir. Yani beğeni yargısını genel bir yargı olarak temellendirmek istemiştir. Yalnız burada dikkat edilmesigereken beğeni yargısının genelliğinin nesnel değil, öznel bir genellik olduğudur.[52] Üçüncü Kategorik Adım: Bağıntı Bakımından Beğeni Yargısı Buradaki temel problem beğeni yargısının amaçlılık bakımından ele alınmasıdır. Kant burada aynı zamanda beğeni yargısını a pirori bir zemine dayandırarak, güzeli çekicilik, mükemmellik/kusursuzluk kavramlarından arındırır ve onu obje ile ilişkilendirir. Kant, öncelikle, deneyimle ilgisi olmayan, aşkın terimlerdeki amaçlılığı tanımlar. Kavramsal olarak temellendirilemeyen beğeni yargısı amaçlılık ile temellendirilmeye çalışılır. “Amaçlılık bir kavramın nesnesidir (…). Bir kavramın nedenselliği onun objesinin karşısındaki kesinliğidir. Amaçlılık, sadece bir objenin kavranışı değildir, fakat amaçlılığın kendisi bir etki olarak, onun bir kavramı aracılığıyla olası olarak düşünülendir.”[53] Bu bağlamda Kant için beğeni yargısı, subjektif bir amaçlılığa dayanmadığı gibi objektif bir amaçlılığın herhangi bir tasarımı da olamaz. Çünkü “beğeni yargısı estetik bir yargıdır ve bilme ile kavramaya dayalı bir yargı değildir ve böylece doğanın ya da iç ya da dış olasılığın herhangi bir kavramıyla ilgilenmez”[54] Kant, “bir etki olarak hoşlanma ya da hoşlanmama duygusunun” a priori temellerini belirlemenin olanaksız olduğunu düşünür. Onun için hoşlanma ve hoşlanmama duygusu her zaman bir a posteriori deneyimin yardımıyla açığa çıkan bir nedensel bağlantı olacaktır.[55] Böylelikle Kant saf aklın bilme yetisinde olduğu gibi estetik alanda da kendi epistemolojisine uygun olarak objeyi özne ile etkileşime sokmuş ve bu duyguların belirleyicisi olarak göstermiştir. Beğeni yargısının belirleyeni olarak estetik bir obje karşısında duyulan bu hoşlanma yani haz ise herkes için geçerlidir ve güzelden alınan haz kavramsız olarak fakat doğrudan doğruya verili bir obje vasıtasıyla bir tasarımla birleşerek, aklın bir yargısı olarak dışlaşır.[56] Kant bu ifade ile hoşlanma/haz duygusunu yani öznenin bir obje için bu güzeldir yargısını verebilme olanağının evrenselliğini kurmuş olur. Böylelikle güzel evrensel olarak varlığı zorunlu olan ve temellerini nesnede değil öznede bulan bir yargı olarak belirir. Kant beğeni yargısının her türlü ilgiden, çıkardan yoksun olduğunu söylemişti. Şimdi de beğeni yargısının çekicilik duygusundan da yoksun olduğu dile getirilir. Çünkü Kant için güzel yansız ve tarafsızdır. Ona yöneltilecek olan her türden ilgi onun etkisini azaltır.[57] O kendi başına güzeldir. Bu da onu saf bir beğeni yargısı kılar. Bu bağlamda “His/duygu, güzelliğe tamamen yabancıdır. Arı bir beğeni yargısının belirleyici zemini ne duygu/his ne de çekiciliktir.”[58] “Bir saf renk, örneğin bir çayırlığın yeşili ya da saf tonu (ses ya da gürültüden ayrı olarak) bir keman gibi birçok insan tarafından kendinde güzel olarak tanımlanmıştır.”[59] Kant estetik alanın, ilk olarak hoş ve hoş olmayana göre ikinci olarak da güzelliğe (bir objenin ya da onun tarzının tasarımının doğrulanması, belirtilmesi olarak) göre bölümlenebileceğini söyler. Bu bağlamda ilki duyunun yargısı (maddi estetik yargılar) olurken ikincisi yalnız özel beğeni yargısı olacaktır. Obje hakkındaki maddi estetik yargılar duyu alanı ve akıl işbirliği ile verilir. Bu yargılar duyu alanın üstünlüğüne dayalı yargılardır. Bu bağlamda Kant bir müzik enstrümanının tonunun ya da bir rengin hoşluğunu kabul ettiğimizi vurgular.[60] “Güzellik biçimsel subjektif kesinlik olarak objenin herhangi bir mükemmelliğinin düşüncesi değildir.”[61]
Öznenin mükemmellik belirlemesi onun öznel yargısıdır ama nesnenin güzelliği ile ilgili bir belirleme değildir. Kant aynı belirlemeyi güzel ve iyi kavramları arasındaki ilişkide de dile getirir. Kant iyi ve güzel kavramları arasındaki farkı her ikisinin mantıksal formlarındaki farklılıktan kaynaklanan, ilkini kafa karıştırıcı bir oluş ikincisini ise açık bir şekilde tanımlanan olarak görür. Fakat iyi olarak tanımlanan şeyler ile beğeni yargısı daha çok bir kavrayış yargısı olarak aklın aynı ilkelerine dayanırlar.[62] Kant iki tür güzellikten bahseder. Bunlardan ilki kavrama dayanmayan, özgür/koşulsuz güzellik iken, ikincisi de bir kavramı zorunlu kılan bağımlı güzelliktir. “Güzelliğin ilk türü kendinde güzeldir. Güzelliğin diğer türü ise koşullu/şartlı güzellik olarak bir kavrama bağlı bir oluştur ve objeye atfedilir ve belirli bir sonun bir kavramı altına gelir.”[63] “Örneğin çiçekler doğanın koşulsuz güzelliğidir. Hemen hemen kimse bir botanikçi bile çiçeğe ilişkin güzellik yargısını verirken çiçeğin üreme organlarına ilişkin bir bilgiye dikkat etmez, ilgisini yöneltmez. Çiçek doğanın bir gerçekliğidir ve güzeldir. Birçok kuş ve birtakım kabuklular kendinde güzeldir.”[64] Kant, koşulsuz güzelliğin değerlendirilmesinde beğeni duygusuna sahip olduğumuzu ancak ikinci tür güzelliğin hayal gücünün özgürlüğünü sınırladığını dile getirir.[65] Bu adımdan elde edilen sonuç şudur: Estetik yargılar obje hakkında bilgi vermez. Estetik yargıların bilgisi aklın apriori ilkeleri aracılığıyla kazanılandır. Bu türden bir bilgi tasarıma göndermede bulunur. Bu adımda hazzın belirleyici zemini objenin formu olarak belirlenir. Öznenin estetik obje karşısındaki ilgisi sadece onu seyretmektir. Özne, örneğin bir sanat eserine, ondaki amacı düşünmeden yönelir ve ondan sadece haz alamaya çalışır. Önemli olan bir nesnenin ya da bir sanat eserinin onda bir haz yaratıp yaratmadığıdır. Burada hem özne hem de sanat eseri amaçlılık kavramından yoksun olandır. Ancak öznenin haz almak için yönelimi amaçsız bir amaç olarak yorumlanır. İşte Kant’ın amaçsız amaçlılık dediği şey estetik objede olan değil, o objeyi haz almak için seyretmek için seyredendedir. Çünkü estetik, bir obje olarak sanat eseri de bir amaçlılık taşımaz. Güzellik o halde ereklilikten uzak, ondan bağımsız ve özgürdür. Estetik hazzı uyandıran şey ise nesnenin konusu, maddesi değil yalnızca biçimidir.[66] Bu kategorik adımın açımladığı güzellik: Belirli bir amaç olmadan, bir şeydeki amaçlılığın (erekliliğin) ve uyumun yalnız biçimini algılamaktır.
Kant, objeden duyulan hazzı bir zorunluluk olarak ele alır. Güzel yargısını verebilmenin koşulu öznenin sahip olduğu zorunlu haz duygusudur. Ancak Kant bu zorunluluğun hem teorik-objektif hem de pratik bir zorunluluk olmadığını, özel bir tür zorunluluk olduğunu vurgular. Yani evrensel olan öznenin bir şeye güzeldir yargısını yükleyebilme olanağıdır. Şimdi bu zorunlu haz ancak herkes tarafından hissedilirse bir şey güzel olarak adlandırılabilir. Bu adlandırma da a priori kavrayış sayesinde gerçekleşir. Bir zorunluluk olarak hazzın kendisi kesin belirli bir kavramdan sağlanmaz. O bir deneyimin evrenselliğinden gelir. Ancak hazza evrenselliğini veren, saf rasyonalitenin kavramlarıdır. Yani haz, aklın genel yasalarının bir sonucu olarak oluşandır. Haz güzelin onaylanmasıdır.[67] "Herhangi bir şeyi güzel olarak tanımladığımız bütün yargılarda biz başka farklı kanıların varlığını tolere edemeyiz ve yargılarımız kavramlar üzerine değil duygular üzerine dayanır.”[68] Bu nedenle verilen bu türden bütün yargılar herkesin üzerinde birleştiği, uzlaştığı yargılardır. Çünkü beğeni yargısı bunu talep eder ve estetik obje kendini duygu aracılığıyla dayatarak hoşlanma ve hoşlanmamanın belirleyicisi olur. Böylelikle güzel yargısı aklın a priori kavramlarında olmayan, ancak kendini bu kavramlar aracılığıyla verendir. Bu nedenledir ki evrensel genel-geçerdir. Üstelik o duyularımdan farklı olarak bendeki başka bir yetiye yani duygu yetisine dayanandır. Şimdi burada beğeni yargısının belli bir ilkeye dayandığı sonucuna ulaşmış oluyoruz. Bu ilke aslında temelde öznel olmasına karşın zorunluluğun taşıyıcısıdır ve ortak anlamadan farklı olarak adlandırılan “ortak duyu” dur. İşte beğeni yargısı da varsaydığımız bu ortak duyunun varlığına bağlıdır.[69] Ortak estetik duyu” birey üstü bir ilke, ideal bir norm, tümel bir beğenidir. Benim estetik bir yargım bu ortak duyu için bir örnek oluşturur. Bir ortak duyunun bu sınırsız örneği aslında bizim tarafımızdan varsayılmıştır. Fakat deneyiminin olanağının esas ilkeleri olarak aslında var olmak bir ortak duyuyu gerçekleştirir ya da aklın daha yüksek bir ilkesi tarafından bir düzenleyici ilke olarak bizim için formüle edilmiştir. Beğeni diğer taraftan doğal ve orijinal bir yetidir ya da birinin yapay fikridir ve bizim tarafımızdan evrensel bir onayın talebi ile kazanılır.[70] Bu ortak estetik duyu tek tek beğeni yargıları için tümel bir ölçüttür. Estetik yargıların öznel bir zorunluluk olması işte bu tek tek estetik yargıların bu tümel ilkeye dayanmasındandır. Böylelikle güzel zorunlu hazzın nesnesi olarak aklın a priori kavramlarına değil, bu ortak duyuya dayanarak evrenselliğini kazanır. Bu ortak duyu sayesinde başta kendini öznel olarak dayatan beğeni yargısı nesnel bir gerekliliğe dönüşür.[71] Nasıl ki evrenselliğin ve iletilebilirliğin temel koşulu aklın a priori kavramlarıdır ve nasıl ki yine bu kavramlar sayesindedir ki doğa ile bir örtüşme sağlanır, duyguların da evrenselliği ve iletilebilirliği bu ortak duyu aracılığıyla gerçekleşir.[72] Yine objedeki haz bir varsayım olan bu ortak duyu aracılığıyla, objeye uygun bir yargı olarak, herkes için geçerli bir yargıya dönüştürülür. Ortak duyu, Kant için, herkesin onunla zorunluluk olarak anlaştığı, mutabık olduğu aklın talebi, ihtiyacı olarak bir uzlaşmadır.[73] Dördüncü adımdan elde edilen sonuç şudur: Estetik yargılar kavramsız olduğundan teorik ve pratik bir zorunluluk değil, subjektif bir temele dayanan örnek bir zorunluluktur. Estetik yargılar bu özelliği ile duyulur hoşlanmaya dayanan yargılardan ayrılırlar. Estetik yargılar kendini evrensel kılan bir ilkeye sahiptir. Bu ilke ortak estetik duyu’dur. Ortak duyu estetik yargıların everenselliğini ve zorunluluğunu sağlayan aklın a priori ilkesidir. O halde sonuç olarak, “kavramdan ayrı bir güzel zorunlu hazzın bir objesi olarak kavranır.[74]
YÜCE
Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisinde, ele aldığı diğer bir kavram da yüce’dir. Yüce, herhangi bir kavram araya girmeksizin kendiliğinden haz uyandırması ve daima evrensel bir değer verdiğimiz özel yargılara meydan vermesi bakımından güzel’e benzer. Ama birçok bakımdan ondan ayrılır.[75]
- Güzel, sınırlı bir nesneyi gerektirdiği halde yüce sınırsızlıktan, sonsuzluktan gelmektedir.
- Güzelden aldığımız haz, hayal gücümüz ile düşünme gücümüz arasındaki uyuşumdan geldiği halde, yüce’de bu iki yeti arasında bir uyum yoktur ve yüce bu uyumsuzluğun bir sonucudur.
- Birinde iki yeti arasında uyumu hazırlayan sınırlılık var iken, öbüründe uyumu bozan sonsuzluk vardır.
- Güzelin verdiği haz apansızdır; yüce ise dirimsel güçlerin duraklamasını gerektirir; ancak sonradır ki bu güçlerin taşkınlığı başlar.
- Güzelin uyandırdığı duygu hemen algı ile yücenin uyandırdığı duygu ise algıdan sonra başlar. Burada haz bir acıyı izler.[76]
- Güzellik duygusu saf olduğu halde, yücelik duygusu karışıktır. Yüce karşısında kendimizi aynı zamanda çeken ve iten bir şey ve karışık bir ortam içinde buluruz. Ve sonra güzel şey hayal gücümüz için önceden hazırlanmış göründüğü halde, yüce hayal gücümüzü zorlar. Daha açık söyleyelim, yüce olan bir şey yoktur; yalnız kendimizde varolan bir yüceliğin doğmasına vesile olur. Güzellik ilkesi bizim dışımızda ise yücelik ilkesi kendimizde tabiatın tasarımına yüce bir karakter veren ruhun bir eğiliminde aranmalıdır.
- Yüce, heyecan uyandırır, güzel büyüler.
- Yücelik heyecanı ile dolmuş olan kişi ciddidir, kimi zaman hareketsizdir, birazda şaşkındır.
- Güzellik duygusu ise, kendisini gözlerdeki bir gülümseme ile belli eder.
Yücenin bir çekiciliği yoktur, ama saygı uyandırdığı bir gerçektir. Kant’a göre:
- Matematik,
- Dinamik
Olmak üzere iki türlü yüce vardır.
Matematiksel Yüce: büyüklüğün sonucudur. Göklere kadar yükselen dağlar, uçsuz bucaksız okyanuslar, çöller, yıldızlarla kaynaşan gökler matematik yüceye birer örnektir.
Dinamik Yüce: güç’ün bir sonucudur. altüst olan bir deniz, her şeyi birbirine katan gök gürültülü bir fırtına dinamik yüceyi temsil ederler. İster matematik yüce olsun, ister dinamik yüce, duyular ve hayal gücü, aklın ortaya koyduğu bu büyüklük veya güç sonsuzluğu kavramaya, yakalamaya boşuna çalışırlar. Ruhumuz, yüce karşısında korkunç bir acı ile karışık, bir haz duyar.[77]
SAĞDUYU
Sağduyu, estetik yargıların iletilebilirliği için zorunlu olarak varsayılır. Estetik yargının bildirdiği sağduyu özneler arasında ortak-duyu oluşturur. Sağduyu bir us idesi olarak ussal yetilerimiz arasında, insan ve doğa arasında ve insan ve toplum arasında bir uyum kurmaya çalışır. Bu şekilde sağduyu usun kendisi ile uyum içinde olması için de bir olanaktır. Ancak estetik yargı yetisi olan beğeni, sağduyuyu belirlemekte zihinsel yargı yetisi olan anlaktan daha etkindir.[78] Beğeni yargısıyla imgeleme sezgi gücü atfedilerek imgelem duyusallığın gücüne eşit tutulur. Böylece imgelem bağımsız, özerk bir yeti haline gelir. İmgelem artık anlama yetisinin emri altında değildir, kendi imgelerini kendi keyfince işlemek ve tasarlamak özgürlüğüne sahiptir. İmgelem ve anlak arasındaki karşılıklı oyundan doğan hoşnutluk duygusu imgelemin anlama yetisiyle karşıtlık değil, aksine, uyum içinde olmasının sonucudur. Bu uyum sağduyu olarak adlandırılır. Sağduyu bilişsel yetilerimizin ideal uyumudur, bu uyum sadece bilişsel yetilerimizin güzel bir nesnenin formuyla uyum içine girmesinden değil, aynı zamanda bir bütün olarak toplumla uyumundan kaynaklanır. Sağduyu böylece hem insanın bilişsel yetileri arasındaki hem de bireyler arasındaki mükemmel bir uyumu gösterir. Beğeni yargısı başkaları tarafından a priori bir şekilde onaylanmaz. Bu yargı türüne Kant örneksel der: “eş deyişle, bildirilemeyen bir evrensel kuralın bir örneği olarak görülen bir yargıya herkesin onayının zorunluluğu. Burada şimdiden mantıksal bir ilke söz konusu değilken yargım için evrensel bir geçerlilik talebinde bulunurum. Bu yargı ancak sağduyu olarak anlaşılmalıdır. Sağduyunun estetik ile bağıntısı onun bilişsel güçlerimizle ortaya konulan mantıksal bir ilkede değil ancak “bilişsel güçlerimizin özgür oyunundan sonuçlanan etkiye dayanmasıdır. Böylece beğeni yargısı sağduyu üzerinde anlaktan daha büyük bir hak sahibidir: Beğeniye sağlam anlaktan daha büyük bir hakla sağduyu denebilir ve estetik yargı yetisi bir ortak duyu adını taşımayı zihinsel yargı yetisinden daha çok hak eder. Beğeni yargısının belirli, değişmez bir biçim kazanması Kant’a göre törel idelerin ve ahlaksal duygu kültürünün gelişmesine bağlıdır.[79] Kant böylece kişiden kişiye değişmeyen bir beğeni anlayışı geliştirmeye çalışır. Beğeni temelde törel idelerin duyusallaşmasını yargılama yetisi olduğu için (her ikisi üzerine derin-düşünmenin belli bir andırımı aracılığıyla), ve beğeninin yalnızca her insanın kişisel duygusu için değil ama genel olarak insanlık için geçerli saydığı haz da bu yetiden ve duygu için onun üzerine temellendirilmiş daha büyük alıcılıktan türediği için, açıktır ki beğeninin temellendirilmesi için gerçek ön-öğreti törel ideaların ve ahlaksal duygunun ekininin gelişimidir. çünkü ancak duyarlık bu duygu ile uyum içine getirildiği zaman gerçek beğeni belirli, değişmez bir biçim üstlenebilir.[80]
BOZKURT, NEJAT, Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yay., 2. Baskı, İstanbul, 1995.
HEIMSOETH, HEINZ, Kant’ın Felsefesi, çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Doğubatı Yay., 5. Baskı, Ankara, 2012.
KANT, IMMANUEL, Arı Usun Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay.,İstanbul, 1993.
KANT, IMMANUEL, Güzellik ve Yücelik duyguları Üzerine Gözlemler, çev. Ahmet Fethi, Hil Yay., İstanbul, 2010.
KANT, IMMANUEL, Pratik Aklın Eleştirisi, çev. İoanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Füsun Akatlı, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., 4. Baskı, Ankara, 2009.
KANT, IMMANUEL, Prolegomena(Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe), çev. İoanna Kuçuradi, Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., 4. Baskı, Ankara, 2000.
KANT, IMMANUEL, Saf Aklın Sınırları Dâhilinde Din çev. Suat Başar Çağlan, Literatürk Yay.,İstanbul, 2012.
KANT, IMMANUEL, Yargı Yetisinin Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay.,2. Baskı, İstanbul, 2011.
KULA, ONUR BİLGE, Kant Estetiği ve Yazın Kuramı, Doruk Yay., İstanbul, 2008.
ÖZLEM, DOĞAN, Kant Üstüne Yazılar, Notos Kitap, İstanbul, 2015.
FAYDALANDIĞIM MAKALELER
GÖÇMEN, DOĞAN, İmmanuel Kant’ın “Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler”i
https://dogangocmen.files.wordpress.com/.../kant-guzellik-ve-yucelik-du. başvuru tarihi: 13/04/2015.
DELİCE, DİDEM YILDIRIM, Estetik Bir Yargı Olarak Güzel,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/922/11502.pdf. Başvuru tarihi: 13.04. 2015.
ARAT, NECLA, Kant Estetiğindeki Güzel ve Yüce değerleri,
www.journals.istanbul.edu.tr/iufad/article/download/.../1023016959. Başvuru tarihi: 13/04/2015.
BAL, METİN, Yargı Yetisi’nin Eleştirisi’nin Kant’ın Felsefesindeki Yeri, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/923/11509.pdf. Başvuru tarihi: 13.04.2015.
[1] Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Öğrencisi
[2]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Doğubatı Yay., 5.baskı, Ankara, 2012, s. 66.
[3]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 64.
[4]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 67.
[5] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 82-83.
[6] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 85.
[7] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 87-89.
[8] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 91.
[9] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 92.
[10] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 92.
[11] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 120.
[12] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 121.
[13] Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 125.
[14]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul, 2006, (giriş kısmı 4. Bölüm) s. 28.
[15]Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yay., İstanbul, 1995, s. 123.
[16]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (Giriş kısmı 11. Bölüm), s. 46.
[17]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 147.
[18]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (Giriş kısmı 5. Bölüm), s. 30.
[19]Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yay., İstanbul, 1995, s. 124.
[20]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 152.
[21]Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, s. 155.
[22]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (1.bölüm) s. 53.
[23]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (2.bölüm) s. 54.
[24]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (3.bölüm) s. 56.
[25]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (4.bölüm) s. 57.
[26]Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yay., İstanbul, 1995, s. 124.
[27]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (5.bölüm) s. 60.
[28]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (6.bölüm) s. 62.
[29]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(8.bölüm) s. 65.
[30]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(8.bölüm) s. 65.
[31]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(9.bölüm) s.69.
[32]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(9.bölüm) s. 69.
[33]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(10.bölüm) s. 72.
[35]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(10.bölüm) s. 72.
[36]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(10.bölüm) s. 72.
[37]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(10.bölüm) s. 72.
[38]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ,(10.bölüm) s. 72.
[39]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,(10.bölüm) s. 72.
[40]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 10. Bölüm) s.72.
[41]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 12. Bölüm) s.74.
[42]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 12. Bölüm) s.74.
[43]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 12. Bölüm) s.74.
[44]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 10. Bölüm) s.72.
[45]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 10. Bölüm) s.72.
[46]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 11. Bölüm) s.73.
[47]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 11. Bölüm) s.73.
[48]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 12. Bölüm) s.74.
[49]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 12. Bölüm) s.74.
[50]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 13. Bölüm) s.75.
[51]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 14. Bölüm) s.76.
[52]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 14. Bölüm) s.76.
[53]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 14. Bölüm) s.76.
[54]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 15. Bölüm) s.80.
[55]Bal, Metin, Yargı Yetisinin Eleştirisinin Kant Felsefesindeki Yeri, bkz: kaynakça
[56]Bal, Metin, a.g.m.
[57]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,( 13. Bölüm) s.75.
[58]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,( 13. Bölüm) s.75.
[59]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi,( 13. Bölüm) s.75.
[60]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 13. Bölüm) s.75.
[61]Bal, Metin, Yargı Yetisinin Eleştirisinin Kant Felsefesindeki Yeri, bkz: kaynakça
[62]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 13. Bölüm) s.75.
[63]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 13. Bölüm) s.75.
[64]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 15. Bölüm) s.80.
[65]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 15. Bölüm) s.80.
[66]Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, s.130.
[67]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 17. Bölüm) s.86.
[68]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 21. Bölüm) s.94.
[69]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 22. Bölüm) s.96.
[70]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 18. Bölüm) s.92.
[71]Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, s. 132.
[72]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 18. Bölüm) s.92.
[73]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 23. Bölüm) s.101.
[74]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 23. Bölüm) s.101.
[75]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 24. Bölüm) s.104.
[76]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, ( 24. Bölüm) s.105.
[77] Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (25. Bölüm) s.105.
[78]Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (22. Bölüm) s. 96.
[79]Kula, Onur Bilge, Kant Estetiği ve Yazın Kuramı, Doruk Yay.,İstanbul, 2008.
Yorumlar
MİNNETTARIM
RSS beslemesi, bu iletideki yorumlar için