BİLGİ, BİLMEK ve İNANMAK ÜZERİNE
Prof. Dr. Şahin Filiz ile Röportaj
İkram Çınar
Röportajımız, bilgi ve onun kullanımı üzerine. Görebildiğim kadarıyla çoğu entelektüel bile bilgi kullanımı konusunda ciddi sıkıntılar çekiyor. Bilimsel bilgi, dinsel, felsefi, ampirik bilgiler birbirine karışmış durumda. Bilimsel bir argümanın konuşulduğu bir toplantıda birisi dinsel açıklama ile cevap veriyor, öteki gündelik bilgisinden; ninesinin ampirik bilgisinden örnek sunuyor. Politikacı ise safsata kullanmayı marifet sanıyor. Ağzının payını veriyor. İleri sürülen karşı bir teze okkalı bir hazır cevap yetiştiriyor. Duyunca ilk bakışta, "bravo, nasıl da yapıştırdı" diyecek oluyoruz ama biraz düşününce şaşkınlıktan küçük dilimizi yutacak oluyoruz. "Nasıl bir zihin, nasıl bir mantık böyle" diye...
Bazen çok endişeleniyorum: Renklere kir katıldı adeta hepsi grileşti. Kesimler güruhlaştırıldı. Vatan ve millet bilinci siliniyor, ülke yurttaşların değil, kimin olduğunu da bilmiyoruz. Zihniyetler ortadan çekildi. Düşünme sistematiği artık yok. Yeni Protagorasçı, "Anything goes" diyenler kazanıyor. Bazıları aynı anda hem Atatürkçü, hem İhvancı. Hem Kürtçü hem Turancı! Gündemde kalma hastalığı bütün duruşları bozuyor; dik durulamıyor, fikir tartışması yapılamıyor, fikrin namusu korunamıyor, fikir de yok zaten. Fikrin olması için bilgi disiplini lazım, orada da kafa karışık.
Din konusu da öyle. Dini açıklamaların ne kadarı ve nereye kadar amentüye dahildir ve ne kadarı kültüreldir; kişiye ve topluma göre mi değişir yoksa Arap adetlerine uymak zorunda mıyız? Neyi dinsel açıklama olarak kabul etmeli veya ne akıl-mantık süzgecinden geçmelidir? Nasıl? Ağzını açan hatip “İslam’a göre” diye başlıyor ve görüyoruz ki söylediği İslam’la ilgili değil, kültürle ilgili!...
Toplum düşünme sistematiğini kaybetti. Televizyondan inmek bilmeyen safsatacı politikacıların insanların mantığını, mantık ayarını, düşünme sistematiğini bozduğunu ve kendi bilgisiz zavallılıklarını insanlara kopyaladıklarını gözlüyoruz.
Durumu iyice açıklayamıyorum, çoğu kişi gibi ben de anlayamıyorum. Bir filozofun akıl berraklığına ve bilgisine ihtiyacımız var. Zira bilgi çok önemli. Günlük hayatımızda, günde belki binlerce durum karşısında karar veriyoruz. Kararlarımızı bildiklerimize bağlı olarak alıyoruz. Kararımızın isabeti ilgili konu hakkındaki bilgimizin çokluğu ve kalitesiyle doğru orantılıdır. Yani kullandığımız bilgi önemli.
Bu önemli konuda Akdeniz Üniversitesinin ve elbette Türkiye’nin önemli düşünürlerinden Felsefe Tarihçisi Prof. Dr. Şahin Filiz ile görüştük. (Kısa bir özgeçmişini metnin altında bulacaksınız.) Aslında görüşmedik, yazıştık. Yoğun bir zamanında, sorularıma cevap verme nezaketi gösterdi. Dilerim sorularım okuyucunun da cevap aradığı sorular olsun ve dilerim Prof. Filiz’in yanıtları aklını berraklaştırsın.
-Dr. İkram Çınar (İ.Ç.): Merhaba. Televizyonda felsefe programları yapıyorsunuz. Ülkemize felsefî akıl kullanımını yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Hemen sorayım, bilgi türlerinden neleri anlamalıyız? Bilimsel bilgi, dinsel, felsefi, estetik, düzensiz-günlük-ampirik?..
-Prof. Dr. Şahin Filiz (ŞAHİN FİLİZ): Merhaba. Bilgi, bütüncül bir sonuçtur. Bilen öznenin bilinen olarak konumlandırılmış herhangi bir şeye ilişkin düşüncesinin ifadesidir. Bilgiyi, kendi arasında ampirik, rasyonel, sezgisel ya da günlük bilgi olarak ayırsak da, bu ayrım ve sınıflamalarımız, bilginin kendi doğasından değil, elde edilen bilgiye bizim yaklaşım tarzımızdan kaynaklanır. Bilen özne olarak insan nasıl ki ruh-beden bütünlüğünden oluşuyorsa, elde ettiği bilgi de bu bütünlüğün yarattığı; bilmenin her açısının yansıtıldığı bütüncül bir sonuçtur. Örneğin ampirik denilen bir bilginin nereye kadarı ampirik, nereye kadarı rasyonel ya da günlük bir bilgidir? Ya da, dini denilen bir bilginin ne kadarı sezgisel, ne kadarı rasyonel ya da ne kadarı kurgusaldır? Tüm bu soruların yanıtı, bilgi çeşitleri ayrımında ortaya çıkıyor gibi görünse de esasen bütünlüğün içinde bilgi fenomeni tektir.
-İ. Ç: Mesele sandığımdan daha da karışık… Yanıtı biraz verdiniz aslında ama yine de sorayım; bilgi türlerini birbirinden ayırabilmek gerekli midir; belli konu veya durumlarda belirli bir bilgi türünü kullanmak gibi?
-ŞAHİN FİLİZ: Bilgi türlerini ayırsak bile, bir bölümünü kullanıp kalan parçasını ayıklamayız. Günlük yaşamımızda bilginin en çok kullandığımız yanı, pratik, günlük, düzensiz dediğimiz yanıdır. Peki, acaba, bir gün içinde bilginin hangi yanı dışarıda bırakılabilir? Bıraktığımızı sanırız ama bir gün içinde bilginin tüm bütünselliğine ihtiyaç duyarız. Bilgi fenomeni değişmez ancak bizim ihtiyaç, dürtü, yönelim ya da pratik yarar kaygılarından dolayı, bu fenomeni görme açımız değişir. Başka bir deyişle, bilginin serüveni, süje-obje ilişkinin bir ürünü olarak son bulmaz, asıl bu ilişki, bilgi fenomeni ortaya çıktıktan sonra yoğunlaşır. Yani, bilgi sürekli yinelenen süje-obje ilişkisinin hiç bitmediğini gösterir. Bilgi fenomeni, bilenin değişen her yaklaşımına göre, farklı kategorilerle adlandırılır. Aslında bu kategoriler, yapaydır. Neden? Çünkü mitik-majik bir “bilgi”, son tasnifte “bilimsel” olmasa da, bilimsel bir bilginin ortaya çıkmasında vazgeçilemez bir aşamadır.
-İ.Ç: Okuyucularımız açısından kaygılandım. Az kullanılan teknik kavramları kullanıyorsunuz. Anlaşılması bakımından fenomen, mitik-majik bilgi ne demek?
-ŞAHİN FİLİZ: Evet, fenomen kavramı felsefe tarihinde çok farklı anlamlarda kullanılır. Ama özellikle Immanuel Kant (ö. 1804)’la birlikte bu kavram yaygınlık kazanır ve onun literatüründe şöyle bir anlam kazanır: Fenomenler hem numenlerden hem de görünüşlerden ayrılır. Ama Kant’ın belirlediği bu ayırım onun düşünce yaşamı süreci boyunca köklü değişikliklere uğramıştır. Kant geleneksel olarak fenomenler kavramını, görünmeyen bir gücün dışsal göstergeleri olarak kullanır: “Devinim yalnız, bedenin durumunun dışsal fenomenidir.” Edmund Husserl (ö. 1938)’in dilinde fenomen, varlıkta öze ulaşmamızı sağlayan yaşantılar, öznel deneyimler ve görüngülerdir. Biz bunlar sayesinde her varlığın özünü kavrayamaya çalışır. Bu çaba yöntem olarak fenomenolojiyi ortaya koyar.
Fenomen, her ne kadar Kant ile birlikte bilinmiş ve yaygınlaşmış ise de Antikçağ felsefesinde Herakleitos, Sofistler, Platon, Plotinos ve Kuşkucular tarafından “görnüş” olarak belirlenen kavramla da yakından ilgilidir.
Mitik demek, “mit ve mitlerle ilgili” anlamına gelir. Söylence, mitos, efsane sözcükleri de mit yerine kullanılmaktadır. Peki, mit nedir? İnsan toplumları arasında kuşaktan kuşağa geçerek yayılan, toplumların düş gücünün gelişmesine koşut olarak değişen ve aynı zamanda toplumsal düş gücünü değiştiren tanrılar, tanrıçalar, kozmogoni (evrenin oluşumu), kozmoloji (evrenin düzeni) ve teogoni (tanrıların yaratılması) ile ilgili imgesel, mecazi bir kurgusal anlatımdır.
Majik, “büyüsel”, ”sihirle ilgili” demektir.
-İ.Ç: Teşekkür ederim. Hangi durumda hangi bilgi türünü kullanacağımıza nasıl karar veririz? (mesela hangi durumda dinsel veya felsefi veya bilimsel bilgi kullanılır, bir insan bunu nasıl yapabilir? Bu konu bilimi ilgilendiriyor, jeolojiye bakayım, şu konu dini ilgilendiriyor, ilahiyat ne der mi, diyor?
-ŞAHİN FİLİZ: Eğer ilahiyat açısından bakılıyorsa, en “bilimsel” bir bilgi bile, dini bilgi sınıfına dahil edilebilir. Yani, bilgi fenomenine yaklaşım biçiminizi, bilginin belki doğasını değil ama kategorisini değiştirir. Bu değişiklik, bilgi fenomeninin kendi gerçekliğini, yani bütünsel doğasını etkilemez.
-İ.Ç: Bilginin “düşünme disiplini”yle ilgisi nedir? (kopuk, bağlamsız, metodsuz düşünme, safsata…)
-ŞAHİN FİLİZ: Bilgi, doğrudan düşünme disipliniyle elde edilir. Ancak düşünmek, bilgiyi salt ampirik, salt rasyonel ya da salt dini yapmaz. Bununla birlikte, bilgi fenomenini yapay olarak hangi nitelikle adlandırırsak adlandıralım, tüm bilgi çeşitlerinde mantıksal tutarlılık, disiplinli düşünme ve sözcük-şey ilişkisi aranır.
-İ.Ç: Bilgi ile inanç arasındaki ilişki nedir?
-ŞAHİN FİLİZ: Bilmek ve inanmak, aynı öznenin eylemleriyle doğar, ama aynı özne tarafından farklı kategorilere ayrıştırılır. Bilgi ile inanç arasında geçişler kaçınılmaz olabilir. Bildiğimiz bir şeye inanabilir; inandığımız bir şeyi bilebiliriz. Bilgi ve bilgi nesnesi değişebilir, bu bilimsel bir süreçle somutlanır. Ancak inanç bilgi kadar kolay değişmez. İnancın değişmesi, bilginin değişmesine bağlıdır. Başka yönden söyleyecek olursak, bilgi, salt bir epistemeden ibaret olamaz. Bilgi ile inanç arasındaki ayrımın da önceki yapay ayrımların sonucu olduğu görüşündeyim. Bilginin doğası, bu ikisi arasında açık-seçik kategorik bir ayrıma izin vermez. Bu izni biz veriyoruz. Neden? Bilginin sınırlarını inançta sonlandıran deneyciler ile inancın sınırlarını bilgide sonlandıran ruhçular, bu iki fenomenin doğaları gereği birbiriyle asla ilişki içinde olamayacakları yargısına inanırlar. Her iki kesimin tavrı da sonuçta bir inansal tavırdır. Oysa hiçbir bilgi, belirli bir kısmı ya da parçasıyla salt epiteme ya da salt inanç değildir. Epistemeden inanca, inançtan epistemeye geçiş her zaman olasıdır.
-İ.Ç: İnanmak mı, bilmek mi?
-ŞAHİN FİLİZ: Böyle bir tercihe zorlanmak, insan doğasının bütünselliğine aykırıdır. Yeni kitabım “Felsefi Sağaltım”da, insan varoluşunun bir bütün olarak ayrımlaşamaz doğası üzerinde dururken bu konuyu ele aldım. İnanan insan aynı zamanda bilir; bilen insan da aynı zamanda inanabilir. Ancak, inanç aktının da bilgi aktının da doğasında değişebilirlik gerçeğini barındırdığını akıldan çıkarmamalıdır. Çünkü her iki aktın da nesneleriyle kendileri arasında uyuşmazlık her zaman olasıdır.
Başka türlü söylersek, “Kitap masanın üstündedir” önermesi, deneysel yani sentetik bir önermedir. Ama kitap ile masa arasında deneysel bilgi ilişkisi kuran özne, bu ilişkinin sona erdiği an, önermesiyle, fenomenler arasındaki sentetik ilişkinin de sona erdiğini itiraf etmeli; bu olguya dair “bilgi”sinin değişebildiğinin ayırtına varmalıdır.
Aynı şekilde, “meleklerin olduğuna inanıyorum” diyen bir kimse, meleklerin var olduğuna dair bir kanaatle ampirik bir yargıya varamayacağını fark etmeli; yokluklarına ilişkin olgusal bir sonuca varabilirse, bu inanç önermesinin değişebileceğini düşünmelidir. Ne ki, inançta, sözcüklerle şeyler arasında kurarak ilerlediğimiz bir önermesel süreç yoktur. O takdirde, inanca dayalı olarak kurulan önermeler, deneysel-olgusal bir bilgi fenomenini temel alıyormuşçasına önerme kurmaktan vazgeçmek zorundadırlar. İnanç önermeleri, inanca ilişkin kanaatle kurulabilir, aksi halde, episteme teme alınıp inanç önermesine ulaşılamaz. Diğer yandan, deneysel-olgusal önermeler, belki salt episteme yaratırlar ancak önermesel sürece, inanç konularını içererek sentetik sonuçlar elde edemezler. Başka bir deyişle, “Tanrı’ya inanmıyorum, çünkü sentetik bir yargının konusu değildir” demek, çelişkidir. Neden? Çünkü, inanmak ya da inanmamak, imancı tutum olmak bakımından birbirinden farksızdır. İnanmak için nasıl ki sentetik kanıtlara koşul değilse, inanmamak için de koşul değildir. İnanmak ve inanmamanın olgusal dayanaksızlığı birdir.
-İ.Ç: Bilimsel bilgi kullanımı ile dinsel bilgi (İnanç-iman) kullananların ayrı ayrı ulaşacakları yer neresidir?
-ŞAHİN FİLİZ: Salt bilimsel bilgiyi kullanmak, önünde sonunda bizi yapay zekâya götürecektir. Zaten yapay zekâyla ilgili çok hummalı ve elle tutulur bilimsel, teknik araştırmalar devam etmektedir. Ama bu süreç, çağımızın yapay insanının doğal insana egemenliği gibi bir sonuca doğru bizi sürüklemekte; bilimsel bilgi dışında kalan tüm bilgi yaklaşımları yadsınarak insan varoluşunun doğası da buna koşut olarak yadsınmakta, parçalanmaktadır. Dinsel bilgi de çağımızda en az bilimsel bilgi kadar cüretkârdır. Bilimsel bilginin modern çağlardaki üstünlüğünün yarattığı avantajdan yararlanmak isteyen dinsel bilgi, bilimsel bilgi gibi deneysel verilerden değil, siyasal konjonktürden kuvvet alarak hakikati tıpkı bilimsel bilgi gibi kendi tekelinde tutmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan ikisi benzeşir. Ama dinsel bilgi değişmeyi reddeder, çünkü kurduğu önerme ile o önermenin nesnesi, hep ruhani yorumların öznel kurgusuyla oluşturulur. Bu doğasıyla dinsel bilgi, bilgi vermez; o da tıpkı bilimsel bilgi gibi bir bütün olarak bilginin ayrımlaştırılamaz bütünselliğine yabancıdır. Dinsel bilgi, ancak herhangi bir dinin insanın kültürel yaşamında yarattığı etkilerin somut anlatımıyla gerçeklik düzeyini yansıtabilir. Yoksa salt metafiziksel önermeler olarak ikna edici olmaz.
-İ.Ç.: Batıda laikliği muhafazakâr sağ düşünürlerin geliştirdiğini biliyoruz. Bilimsel bilginin ilerleyişi ve dinin bilinmeyenler alanına çekilmesi, kamusal hayatı düzenleme iddiasından vazgeçip, bari tek tek inanan insanlara ve onların vicdanına bırakın diyen bir hali vardır. Bunu teokratik düşünenler neden anlamıyor, anlamak zor mudur?
-ŞAHİN FİLİZ: Bir dine inanıp inanmamak, bireyseldir. Ancak bir dinin kültürel alanda yarattığı soyut-somut sonuçları incelemek, akademik bir sorundur ve doğal olarak kamusal nitelik taşır. Bence esas sorun, dine top yekûn bir inanç nesnesi olarak bakmakta düğümleniyor. Dinin yalnız bir yönü, inançla ilgilidir. Oysa büyük kısmı, insanın kendini Tanrı’nın diliyle tarihsel bir anlatımından oluşur. İkincisi, laikliği zorunlu kılar. İlki, bireyleri bağlar. Ayrıca din ve Tanrı’yı özdeş varlıklar olarak görmek doğru değildir. Mutlak, kusursuz, hiçbir şeye benzemeyen, her şeye egemen bir Tanrı inancını, tarihte hiçbir din doğru dürüst anlatabilmiş değildir. Bu anlatımı ancak bireyin kendi vicdanı gerçekleştirebilir.
-İ.Ç: İnançlara (rivayet?) dayalı yaşamak ne kazandırır ya da kaybettirir? Kazanç-kayıp dışında bu konuya nasıl bakılabilir?
-ŞAHİN FİLİZ: Yaşamımızı inanç değerlerine göre değil, inanç değerlerini yaşamımızın doğal sürecine göre belirlersek, hayatta kalabiliriz. Örnek vereyim: İnanç öznel bir tutumdur. Özneldir çünkü nesnel olsaydı, aynı inanç nesnesi aynı dinde oldukları halde her bireye göre binlercesine farklılaşmış olmazdı. Bu farklılaşma, bireysel ve bireyler arası kaldığı sürece toplumsal yaşam, kendi seyri içinde sürer. Kamusallaştığında, her bir inançsal tutum, kendisini “en nesnel”, “en gerçek” ve “en doğru” bir inanç tutumu olarak diğerine dayatacaktır. Oysa bu “en”lerin hepsi de bilgi fenomeninin bir kısmına değil, bütünsel doğasına birden ait olan kavramlardır. “Rivayet”, mitoloji, efsane veya dedikodu sınıfındandır. Rivayetle gerçek yaşam, her zaman çatışır.
-İ.Ç: Okul eğitimi neden bilimi temeline alır, okuldaki bilgi neden inanca değil de bilime dayanmak zorundadır?
-ŞAHİN FİLİZ: Okul, “inanılan bilgi”yi değil, inanca da yer açabilecek “araştırılan bilgi”yi önceler. Nitekim Kant, “inanca yer açabilmek için bilgiyi yadsıdım” der. Her şeyden önce bilgi ile inanç birbirinin alternatifi ya da karşıtı değildir. Okullarda ya inanca ya da bilgiye odaklı bir eğitim-öğretim olması felsefi ve pedagojik açıdan doğru olmadığı gibi, insanın varoluş özelliği bakımından da yararlı olmaz. Evet, okuldaki bilgi bilim ürettiği kadar, insan doğasına uygun bir inanca da yer açabilecek o bütünlüklü doğasıyla kavranmalıdır.
-İ.Ç: Okulda tamamen bilimsel eğitim verilirse din eğitimini kim verecektir?
-ŞAHİN FİLİZ: Din, inanç ögeleri dışında ve büyük ölçüde kültürel alanla ilgilidir. Bu alan, yine insan bilimlerinin içinde değerlendirilmelidir. Öğretimi ise, öğretilenleri, o dini kültürün gerektirdiği inanca ikna etmekle değil, o inancı tanıtmakla sınırlı olmalıdır. Bu yöntem tüm dinler için geçerli olmalıdır. Bilimsel yöntem, tamamen olgucu, deneyci ve sentetik bilginin örgütlenmiş aşamasına ulaşmak için izlenir. Türkçemizde “bilimsel yöntem”, bu dar ve özel anlamıyla değil, son derece popüler anlamıyla kullanılmakta; pozitif bilim yöntemi, her alan için geçerli sayılmaktadır. Oysa pozitif bilim yöntemi, yalnızca olgusal ve deneysel alanlarla sınırlıdır. Bu sınırlar dışında kalan insan bilimlerinin (buna din bilimleri dahil) de kendine has bilimsel yöntemi vardır.
Din öğretimi, inandırmak ve ikna etmeye değil, söz konusu dinin kültürel özelliklerine odaklı olarak gerçekleştirilmelidir. Bu alanı bilmek kamusal olarak ilgili herkesin zorunluluğu olmakla birlikte, inanmak ya da inanmamak tamamen bireysel tercihlere bağlıdır. Dolayısıyla bilimsel bilgi bilim insanları, din bilimleri bilgisi de yine ilgili alanın bilim insanları veya uzmanları tarafından verilmelidir. Okullarda, hangi alan olursa olsun, önce inanmayı veya inanmamayı değil, bilmenin yöntemleri öğretilmelidir. Bu öğretimde din adamlarının değil, dinleri bilenlerin yeri olmalıdır. Öğreticinin, öğrettiği dine inanması ya da inanmaması değil, o dini bilmesi kamusal bir koşul ve zorunluluk olmalıdır.
-İ.Ç: Kendi adıma çok şey öğrendim. Bazı düşünsel ayarlarımı güncellemem gerekecek. Eminim, Eğitişim Dergisi okuyucuları da görüşlerinizden çok yararlanacaklardır. Çok teşekkür ederim.
ŞAHİN FİLİZ: Bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.
Prof. Dr. Şahin Filiz’in Özgeçmişi
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeFelsefe Tarihi kürsüsünde öğretim üyesidir. Post-doktorasını Harvard University The Department of Neareastern Languages & Civilization’da yapmıştır. Ulusal ve Uluslararası sempozyum, panel ve kongrelere katılmıştır.Arapça ve İngilizceden çeviri eserleri ile telif kitap çalışmaları vardır.
Son üç yıldır Felsefi Sağaltım konusunda çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.
Ekim 2016 tarihinden beri Ulusal Kanal’da her hafta “Felsefe ve İnsan” programını yapıp sunmaktadır.
Telif Eserlerinden Bazıları:
- İslam ve Felsefe, Saykitap, İstanbul, 2014. (İkinci Baskı)
- İslam’da Mistik Bilginin Yeri, Saykitap, İstanbul, 2014. (İkinci Baskı)
- Farabi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2005.
- Felsefi Sağaltım, Pales Yayınları, İstanbul, 2018.
- Ahlakın Akli ve İnsani Temeli, Saykitap, İstanbul, 2015. (İkinci Baskı)
- “Tarikat, Cemaat, Kadın” Neo-Oryantalizmin Kadın Üzerinden Egemenlik Arayışı ve Siyasal İslamcılık, Saykitap, İstanbul, 2016.
- Sömürgeci Dincilik, (Emel Sünter’le Birlikte), Fel-us yayınları, Konya, 2008.
Çeviri Eserlerinden Bazıları
- Analitik Felsefeye Giriş, John Hospers’dan, Adres Yayınları, Ankara, 2017.
- Küçük Mecmua, Ziya Gökalp’ten, yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya, 2009.
- İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, Macit Fahri’den, İnsan Yayınları, İstanbul, 2013. (Yedinci Baskı)
- Nefis Muhasebesinin Temelleri, Haris b. Esed el-Muhasibi’den (Hülya Küçük’le birlikte), İnsan Yayınları, İstanbul, 2014. (Beşinci Baskı)
- Konuşma Sanatı, Leon Fletcher’dan, Saykitap, İstanbul, 2017 (Üçüncü Baskı).