Giriş

Türkiye’de sosyalist çevrelerin Stalin ile ilişkilerinin niteliği, kutsal varlık-mümin ilişkisi kıvamındadır ve bu ilişkide kutsal olan Stalin’dir. Sözlerine kutsiyet atfedilir. Stalin’e masuniyet rolü biçilir, yaptığı vahşilikler söylenince itiraz edilmez ama “yapmak zorundaydı” diye insanî ilkelere uymayan cevaplar verilir. Mantıkları şöyle çalışır: “O cennet yaratıyordu. Cennette suç işlenmez çünkü her şey idealdir, herkes her şeye doygundur. Yine de huzur bozabilecek olanların ayıklanması cennetin cennetliği için zaruridir. Ne var bunda?”. Mantık bu olunca kalakalırsınız.

Mantığın böyle işlediği bir ortamda, Türkiye’de Sosyalizm ile Stalin’i hatta sosyalizm ile Rusçuluğu ve Rusya’da aktarılan “Russkaya Derjava”yı birbirine karıştıran saygı değmez bir kitlenin türemesi kaçınılmaz oldu. Benzer durumu eski Sovyet coğrafyasında yaşayanlarda da görmek mümkündür. Stalin=Sosyalizm veya Stalin=Sosyalizm=Sovyetler Birliği! Onlara öyle anlatılmış. Sistemin içinde bulununca propaganda ile gerçeği birbirinden ayırt etmek kolay değildir. Oysa bunlar ayrı şeylerdir. Biri kişi (Stalin), biri ideoloji (Sosyalizm), diğeri devlettir (Rusya). Stalinistler, Stalin’in yaptığı her şeyi cahil bir psikopatın değil, ideal bir sosyalistin davranışları olarak görüyor, Sovyetler Birliği zamanında yapılan her şeyi Rus jeopolitiğinin gereği değil de, sosyalizmin gereği sayıyorlar. Eleştiriyi, ezberine soru sorulmuş teokrat gibi, küfür olarak algılıyorlar!

Bu türden kör, sağır, ezberci ve artık beynini kilitlediği için karşı tarafı dinlemeyen mankurt solcuyu bir tarafa bırakıp, iyi niyetle solu, sosyalizmi ve onun tarihini öğrenmek isteyenleri düşünerek doğru bilgi verme isteği, bu yazıyı yazma nedenidir. Yine, insanlığın siyasal tarihindeki önemli bir sosyalist denemeyi berbat eden bir barbarı bilmek hatta onu ayıklamak da sosyalistlerin görevidir. Bazı yerli sosyalistler bunu denemişlerdir (Zileli, 2010 gibi). Ancak düşünceleri Türkiye’de imal edilen komprador Rus solunun resmi duvarlarını aşıp genelgeçer bir hale gelememiştir. Bu mankurt mümin sol taifenin toplumların tarih ve kültürel tabanları farklı olduğu için ideolojilerin de yerli ve özgün olması gerektiğini, aynı ideoloji paylaşılsa bile her ülkenin koşulları farklı olduğu için kapitalizmlerinin de, sosyalizmlerinin de farklı olacağını, Rus solunun veya Stalin'in Rusya’da başarılı olsa bile Türkiye’de veya başka bir ülkede asla olamayacağını düşünmekten aciz olması bütün umutları kırıyor. Zira mankurtlaşık solun içinde Stalin’i hâlâ peygamber gibi görenler büyük bir kitleyi oluşturuyor.

Stalin öldüğünde Sovyetler Birliği'nde tanrı gibi tapılan biriydi. Bu adam kendisini her şeyin merkezine yerleştirmeyi başarmış ve eleştirilemezlik mertebesini ele geçirmişti. Onu eleştirmek, "haşa", sosyalizmi, "haşa" Marx’ı, "haşa" Lenin’i, "haşa" Russkaya derjavayı, büyük anavatanı, insanlığın yüce erdemlerini, kısaca iyi, doğru ve güzel ne varsa onu eleştirmek ve aşağılamak anlamına geliyordu. Zamanla insanüstü oldu ve dokunulmazlık kazandı. Öldüğünde o bir Slav tanrısıydı. O kadar kutsallaşmıştı ki, yerini alan ve ondan nefret edenler bile onun maskesini ancak zamana yayarak indirebildi. Bütün diktatörler propaganda makinesi kullanır ve o makineler tanrı imal edip insanları secdeye zorlar. Bütün diktatörler kendini devletin merkezine yerleştirir ve devlet olur! Kurum ve kuruluşlar onun emir ve arzuları doğrultusunda çalışmak için var olurlar. Ona saldıran devlete saldırmış olur, onu savunmak da devleti, milleti ve ideolojiyi savunmak gibi erdemli bir görev haline gelir! Farklı düşünenler "hain" olarak ilan edilir; dikta güvenle sürer.

Stalin ölünce (veya öldürülünce?) Kruşçev sonrası dönemde Stalin’in cilası dökülmeye başladı. Ancak Çin’den Mao, Arnavutluk’tan Enver Hoca ve Kuzey Kore’den Kim İl Sung, Stalin’i ölümünden sonra da desteklemeye devam ettiler. Onların etkisindeki dünya sol hareketi Stalin'e toz kondurmadı. Stalin’in siyasal tutum ve davranışları ciddi biçimde değerlendirilemedi. Enver Hoca’yı bilmiyorum ama Mao ve Kim İl Sung da canilikte Stalin’le yarışabilecek durumdadırlar; ellerinde milyonlarca insanın canı-kanı vardır!

Son yıllarda başka ülkelerde gerçekçi değerlendirmeler yapılıyor ancak Türk sosyalistleri hala Stalin'i anlamaya çalışmak peşindedir (Okuyan, 2016 gibi). Cahil bir diktatörden bilge-evliya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’de Stalin’i yağlayıp ballayıp ilahlaştıran o kadar çok yazı var ki. Hepsi Stalinist veya Rusçu bakış açısının ürünleridir. Objektif yazı ve çevirileri bulmak çok zordur. Aleyhte bulunabilenler ise soğuk savaş döneminde kapitalizm adına Atlantikçi bakışla yazılmış, Stalin’in gerçek yüzünü göstermek yerine Stalin'in icraatlerinden hereketle sosyalist sistemi karalamaya yönelik propaganda metinleridir… "1984" romanından başlar…

Bu yazının sosyalizme veya sola karşı değil, Stalinizm’e karşı yazılmış bir öndeyiş olarak anlaşılması dileğimdir. Stalin hakkında olumlu bir cümle kurulamaz. Ben de okuyucumun hatırına, zorlayarak bile olsa, lehte bir söz söylemeyeceğim. Stalin’e olumlu bir cümle yazarsam, Hitler’e veya Humeyni’ye methiye düzmem gerekir ki, kahrımdan ölürüm. Stalin’e methiye okumak isteyenler, bu yazının devamını okumasın! Bulamayacaklardır!

 

Bolşevizm

Çarlık Rusya’sında sosyalistler 1917’de bir devrim yapıp çekişmeli bir iç savaştan sonra ülkeye hakim olup Sovyetler Birliğini kurdular. (Kurulan devlet hemen hemen Çarsız Çarlık Rusyasıydı). Rus sosyalistleri, Çarlık Rusya’sının sömürgesi olan ve henüz bağımsızlığını kazanamamış ama ciddi biçimde kurtuluş mücadelesine hazırlanan ülkeleri, daha toparlanamadan yapay devletler haline getirip Sovyet (Şura) Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında 15 devlet ve çok sayıda özerk bölge halinde birleştirip, iri bir devlet olarak ortaya çıkardılar. Yeni rejimi bu devlette yerleştirmeye çalıştılar. Devrimin sevilen liderleri Lenin, hastaydı, 21 Ocak 1924’te, devrim açısından erken bir zamanda öldü ve ütopyasını kendi eliyle uygulayamadı.

Devrimden sonra Lenin’in etrafında bitiveren Yosif Çugaşvili (Stalin) adındaki politikacı mahir bir entrikacıydı. Entrikalarla, başta Lenin olmak üzere devrimin lider kadrosundan Troçki gibi entelektüelleri, Rusya nüfusunun yarısından çoğunu oluşturan Türklerin lideri Sultangaliyev ve başka Türk kökenli sosyalistleri meşruiyet dışına itip yok etmişti. Bu entrikaların sorumlusu Stalin, Lenin hayattayken, 1922’de Komünist Partisi Genel Sekreteri, yani en üst yetkilisi oldu, böylece tek adam diktatörlüğünü kurmaya başlamış oldu. Diktasını “sosyalizmin selameti için” diye gerekçelendiriyor ve akan sular duruyordu! Kendisinin devrimin güvencesi olduğuna ve kendisi olmazsa Sovyetler Birliği’nin dağılacağına toplumu inandırmıştı. Öylesine bencil ve narsistik belirtiler gösteriyordu ki, onu dinleyince dünyanın onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığını sanabilirdiniz. Gasp ettiği devletin koltuğunu ölünceye kadar terk etmedi.

Stalin, milyonlarca insanı, görüntüyü kurtarmak adına olsa bile hukuki bir zarfa koyma gereği duymadan katletti. Günümüzün bazı solcuları da, “ideolojinin selameti için yapmak zorundaydı yoksa devrim amacına ulaşamazdı” gibi bir zevzeklik içinde bunu savunmaya devam etmektedirler. “Parti, ideoloji ve lider, ülkeden, milletten ve insanlıktan önce gelir” anlayışını savunuyorlar! Aynı mantık Hitler ve Humeyni için de yürütülebilir. Onlar da ideolojinin başarılı olması için katlettiler. İkisi de aynı kapıya çıkar. Marks’ı okumuş olması psikopat bir katili masumlaştırmaz Kaldı ki, okumuş olduğuna da kani değilim, okuyan değil, kulaktan öğrenen biriydi, Marks’ı okusa bile onu anlayacak entelektüel kapasitesi yoktu.

Stalin’in sorgusuz-yargısız katlettiği ya da katl emrini verdiği insanların sayısı milyonlarca kişidir. Üstelik bunların ezici çoğunluğu sosyalistlerdir. Yeryüzünde en çok sosyalist öldüren kişi unvanı da Stalin’indir. Öldürülenlerin kaç milyon kişi olduğu tartışılmaktadır ve muhtemelen tam sayı hiçbir zaman bulunamayacaktır. Verilen rakam 3 milyon ile 60 milyon arasında değişmekle birlikte 20 milyon rakamı daha çok kabul görmektedir. Hitler’den ya da Humeyni’den daha çok insan katlettiği ortadadır. Katliam 1936-1938 yıllarında "repressia" zirveye ulaşmıştır.

 

Stalin’in Kişilik ve Karakterinin Oluşumu

Her insan yaşadıkları tarafından imal edilir ve her insan yaşadıklarının ve sonuçta öğrendiklerinin bir toplamıdır. Gürcistan’da bir otelde çamaşırcı olarak çalışan bir kadının bilinmeyen bir otel müşterisinden[1] edindiği gayri meşru bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir.[2] "Resmi" babası ayyaş ayakkabı tamircisi Vissarion Çugaşvili, hem ona hem de annesine aşırı derecede gaddarca davranıyor, işkence ediyordu. Neyse ki Yosif daha 11 yaşındayken öldü (Deuscher, 1969: 22). Yosif, babasının zulmünden kurtulmakla beraber, kültürel değerlerin olumsuz olarak damgaladığı biçimde dünyaya gelmekle dışlanmış, ezilmiş ve hakarete uğramış olmalı. Yoksul ve yalnız bir kadının gayri meşru bir çocuğu olarak, toplumdan yediği tekmelerle insanlara karşı kin ve nefret duygularıyla büyüdüğünü, sonradan yaptıklarına bakarak da tahmin etmek abartılı sayılmaz.

Oldukça kısa boyluydu. Başkalarıyla fotoğraf çekilirken ve konuşma yaparken ayağının altına bir yükselti koyduruyor; kompleksi var. Çiçek hastalığından kalma bozuk ciltli bir yüzü var; arkasından “çopurlu” diyorlar. Üst dudağı içe batık ve alt dudağı ileri çıkmış, sevimsiz bir görüntüye sahiptir. Bunu bıyığıyla kapatmaya çalışıyor. Kol dirseğini tam çeviremediği gerekçesiyle askerlikten çürüğe ayrılıyor, askere alınmıyor (Ama yıllar sonra kendi kendine başkomutan-mareşal rütbesini veriyor). Ortaokul-lise çağındayken bir din okuluna devam ettiğini öğreniyoruz. Anlaşılması bakımından örneklersek, bizdeki camii kurslarına ya da imam hatip okuluna benzer bir okula, üstelik düzensiz biçimde devam ediyor ve o okulu da bitirdiğine ilişkin bilgi de yok. Zira içindeki insanlara karşı hissettiği kin ve öfke duygularının yarattığı saldırganlıklarla başa çıkamayan okul yönetimi onu okuldan kovuyor.

Psikolojisi oldukça bozuk. Ergenlik çağından itibaren daima silahlı olarak dolaşıp etrafa korku salıyor. İnsanların kendine sataşmasını böyle önlüyor. Oldukça bencil, sadist, merhametsiz ve popüler olup sürekli gündemde kalma sevdalısı. Gelişmiş ve ince birisi değil, basit-kaba zevkleri ve eğlencelikleri olan biri. İnsanları ikna ederek değil, onları ezerek sindirmeyi tercih ediyor. Ona ne dost ne de danışman gerekiyordu; her şeyi o biliyordu. Etrafındakilerin emir dinleyen ve işi yapan olmaları yeterliydi. Eğitimli değildi ve aydınlardan hoşlanmıyordu. Fırsat buldukça aydınları aşağılamaktan zevk alıyordu. Yabancılara nazik davranıyor ancak onları gaflet anlarında yakalayıp mahcup etmeye bayılıyordu. Ondan herkes korkuyordu. NKVD’deki  (gizli polis örgütündeki) adı "Grozni" idi. İvan Grozni’ye benzetme. Korkunç İvan! NKVD elemanları neleri biliyorlarsa!. Duygularıyla hareket etmeyi tercih eden bütün az eğitimliler gibi duygularına hakim olamayıp tiyatroda acıklı sahnelerde metin olamayıp, uluorta, bazen seslice göz yaşı dökebiliyor, bazı durumlarda öfkeden kuduruyordu. Dikkatleri çekecek, paranoyak denilecek kadar, kuşkucuydu. Hapis, sürgün ve yaşadıkları onda paranoyaya yol açmıştı (Borev, 2013)... Nerede olacağı bilinemezdi. Birçok kolhoz, otel ve lokanta, o az sonra gelecekmiş gibi sürekli yemek hazırlardı.

Borev (2013) hizmetçisine anlattırıyor: En çok güldüğü şey oğlu Vasili daha bebekken onu kucağına alıp sigara dumanını çocuğun yüzüne üfleyip, yüzünü korkunçlaştırarak çocuğu ağlatması idi. Oğlanın ağlamasına kahkahalarla gülerdi. Tekrar üfler yine ağlatır ve gülerdi.

Çocukluğundan itibaren eksiklikleri (gayrimeşru çocukluğu, babasının işkenceleri, çok kısa boyu, cilt bozukluğu, ciddi bir okul ve üniversite okumayışı) olduğunu düşünenlerin komplekslerinin acısını çıkarmak için yetki elde ettiklerinde hakim olma ve ezme arzusunu gidermeye çalışmaları, yaşadıklarından kaynaklanıyor olmalıdır.

İlk gençliğinde serserilik, kabadayılık, eşkıyalık, haydutluk gibi meşgalelerle uğraşmıştır. Sık sık başı belaya girip, polislik olmuş ve hapse düşmüştür. Bu mahpus günlerinde hapishanedeki Çarlığın içeri tıktığı sosyalistlerle tanışmış ve sosyalizme sempati duymuştur. Lakabı Koba’dır, Gürcüce “çivi” anlamına geliyor. Kendisi uydurmuştur. Eksiği var! Sonradan uydurduğu Stalin de “çelik adam” anlamına geliyor. (Bir insan kendisine neden böyle lakaplar üretir, sorup geçiyorum.) Azerbaycan’dayken gözüpek, atılgan ve mümin bir sosyalist olur. Bu özellikleriyle parti içinde hızla yükselir. Önceki hayatındaki becerileri siyasi faaliyetlerine yansıtır, siyasi amaçlı kanlı soygunlar yapar ve haraç alır. 1906 yılında Rus işgali altındaki Kars'ta bile kanlı bir tren soygunu yapar (Montefiore, 2010). Bu davranışları parti içinde tartışma konusu olur, kaba-saba-hoyrat-antisosyalist bulunur ve eleştirilir, soygun yapma ve haraç alma davranışları yasaklanır. Buna rağmen devam eder. Bu arada Azerbaycan’da siyasi faaliyetlerde bulunur, eşkıyalık huyundan da vazgeçmez. Azerbaycan mahkemelerinde ağır mahkûmiyet de alır. Bunlardan birini Azerbaycan devlet başkanı Mehmet Emin Resulzade affeder ve salıverir. Bir süre sonra devrim yapılınca Stalin’in de Resulzade’nin ülkeyi terk etmesine izin verdiği Resulzade’nin hatıralarında kayıtlıdır.

Stalin, devrimden yani şef olmadan önceki hayatında kendisine iyiliği dokunduğunu düşündüğü kişileri devlet kesesinden abad etmeyi bir erdem bilmiştir. Kendisine hizmet edilmesini ibadet sayan bir tanrı gibi müminleri ödüllüyor. Gençliğinde ahbap olduğu kişileri millet vekili hatta devlet başkanı yapıyor. Azerbaycan’dan Mir Cafer Bağırov gibi… En çok sevip ilgi gösterip, itibar sağladığı kişiler onu korumakla görevli olan görevlilerdir.

Stalin, üniversite, yüksekokul filan okumamıştır. Hitler ve benzeri birçok diktatör gibi iyi bir eğitim almamış, okuma yazma kültürü edinememiş, yarı buçuk bir din bilgisi edinmiş, sistematik düşünemeyen ama zeki ve kurnaz birisi olarak insanlığın başına bela olmuş, lanet olarak yağmıştır.

 

Entrika ve kumpas

Azerbaycan’da bulunduğu sırada, partinin Kafkaslardaki en önemli elemanı olmayı başarır. Entrika çevirebilme kurnazlığı ve gözü karalığı, onun devrimde Moskova’da bulunmasını sağlamıştır. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi-Bolşevik politbürosu genellikle Lenin, Troçki, Kamenev, Zinovyev gibi nice entelektüelden oluşuyordu. Onların yanında entelektüel poz dahi veremeyecek olan Stalin’de onlarda olmayan bir yetenek vardı: Kurnazlık ve entrika çevirebilme mahareti! Üstelik sokaktan, halkın içinden ve en alttan geliyordu! Doyumsuz bir hırsı vardı. Bu nitelikleriyle kısa sürede partiyi ele geçirdi ve sağlık sorunları olan Lenin’e darbe yapıp, saraya hapsetti (Sahil, 2017). Troçki ve diğerlerinin peşine adam taktı, telefonlarını dinledi, dinleti. Sultan Galiyev gibi birçoğunu da yarattığı entrika ve kumpaslarla gizli polis eliyle ayağını kaydırdı veya imha etti. Kısa zamanda partiyi ve devleti ele geçirdi. Etrafında kafası çalışan ve kendine karşı gelebilecek kimse bırakmadı. Bir itaat düzeni kurdu ve biat etmeyeni imha etti. Teoriyi bir tarafa bırakıp kendi aklınca, uyduruk, demir yumrukla ancak yürütülebilen, kolayca yıkılabilecek bir sosyalist düzen kurdu. Nitekim Stalin öldükten sonra da devlet sosyalist demokrasiyi kuramadı ve daha 70. yılında darmadağın oldu.

Fotomontaj... Stalin’in Lenin ile birlikte samimi halde göründüğü bu fotoğraf, Lenin öldükten sonra Stalin tarafından fotomontajla imal edilmişti. Halk tarafından sevilen Lenin ile ne kadar yakın olduklarını göstermek için! (Brackman, 2001: 149).

Lenin, Kafkaslardaki başarısından ötürü, Stalin’in karakterini yeterince tanımadan Kremlin’e getirmiş ama kısa sürede onun gerçek yüzünü görmüş ve tiksinmiştir. Ancak onu geldiği yere geri gönderememiştir! Lenin’in hasta olduğu bir zamanda yine bir entelektüel olan Lenin’in eşi Nadejda Krupskaya’yı bir konuşma sırasında dövecek kadar kaba-saba bir varlıktır. Üstelik Lenin’e darbe yapmış, onu adeta Kremlin sarayına gömmüş, kıpırdayamaz hale getirmiştir. Lenin 1921’de Stalin'i yine Stalin’in arkadaşı Feliks’e şikâyet edip, Stalin karşısında kendisine yardım etmesi için yalvarıyordu (Sahil, 2017). Lenin mektubunda Stalin’in kendisini hapsettiğini, halk ile ilişkisini kestiğini, devletten ve siyaseten uzaklaştırdığını (…) yazıyor! “Zavallı” Lenin, “başıma gelenlerin hepsi Stalin ve onun adamlarının işi” diye yazıyor. Bu mektup bile önce Stalin’e gidiyor ve onlarca yıl saklanıyor! Stalin, Lenin’in vasiyetinin bile yıllarca açıklanmasına izin vermemiştir. Lenin’i de, Leninizm’i de öldüren Stalin’dir. Hayranlarının savunduğu Stalin budur.

Stalin, bütün önemli birimleri kendisine bağlıyor. Hem İstihbarat örgütü başkanı, hem İçişleri Bakanı, hem Savaş Bakanı hem de parti ve devlet genel sekreteriydi yani başkandı. Bir ilahiyat okulunu bile bitirememiş sokak propagandisti bu zat, kendi adıyla kitaplar yazdırtır, büyük düşünür oluverir! Zira, bilimsel-felsefi kitaplar yazabilecek entelektüel donanımı yoktur. Bir de kendisine mareşal unvanı alır. Artık Sovyetler Birliği yok, Stalin vardır, sosyalizm yok, Stalin’in kişisel arzuları vardır! Medya ile propaganda sonucu kısa sürede Stalin tanrı haline getirilir. Dinî inanç tasvip edilmez ama halkın Stalin’e tapması sevaptır!

En küçük bir eleştiri ve itirazın dahi ölümle sonuçlandığı koşulları oluşturup, saçmalama tonundaki safsatalarıyla kitlelerin iradesini yok etmiş, bir gün Ermenilerin, başka gün Gürcülerin gönlünü almış, ama hep Rus ırkçılığının kucağında oturup yerine göre Türkî devlet ve halklara hep haksızlık etmiş veya ezip aşağılamıştır. Kendi hastalıklı mantığını da topluma yüklemiştir. Diktatörlerin en büyük kötülüğü de toplumun mantık ayarlarını bozmaktır. Bunu en iyi biçimde yapmıştır.

Cahil ve kaba-saba da olsa her politikacı bir kitleye dayanmak zorundadır. Kitle tabanını Rus ırkçılığı oluşturur. Yoksa Stalin’in onca hunharlığına rağmen Rusya bu adama neden katlansın?

Kısa cevap, Stalin'in ihtiyaçları ile Rus ırkçılığının beklentilerinin örtüşmüş olmasıdır. Bu soruya tatmin edici cevap vermek, Rusya tarihinin son birkaç yüzyılını bilmeyi gerektirir. Rusya, Hun, Göktürk, Tataristan ve Deşt-i Kıpçak coğrafyasında, Türk toprakları üzerine yayılarak, Türk nüfusu imha ederek ve/veya Ruslaştırarak büyümüştür. Son birkaç yüzyıldır neredeyse sadece Türklerle savaşmaktadır. Üstelik savaş, Türkler bilimden giderek uzaklaşıp dinin çaresizlere sağladığı sığınakta sindiği zamanlara denk gelmiştir. Dahası, Büyük Petro’nun ortaya çıkardığı bilim toplumu olma dinamizmi ile giderek güçlenmiş ve saldırganlaşmıştı. Rusya, Sibirya’da yağmaladığı kürklerden elde ettiği gelir ve bilimsel akılla bilimi ve Türk ruhunu terk edip dini teslimiyete sığınan Osmanlı Devletini Balkanlarda ve Kafkaslarda perişan etmişti. Birkaç yüzyıldır Rusya’nın bütün ufku ve dikkati Türk düşmanlığı ve Türk topraklarının fethi üzerine kuruludur. Yine de onca üstünlüğüne rağmen Çarlık Rusyası uçsuz bucaksız Türkistan’a hakim olamamıştı. Rus ırkçılığı Stalin’in arkasında durarak Çarlık döneminde yapamadıklarını Stalin’e yaptırıyordu: Türk kültürüne ait halkların entelektüel ve tarihi birikimini yok etmek, Türk demografyasının imhası ve Türk jeokültürüne ait Kırım ve Kafkasya’daki halkları sürgüne göndererek demografik ve kültürel olarak olabildiğince yok etmek. Kafkasya’da Türkiye sınırındaki Türk jeokültüne ait halkları tarihi topraklarından sürgün ederken Kafkasya’ya Çarlığın kuramadığı karakolu, Ermenistan adıyla kurulması ve büyütülmesi. Stalin, karakterinin uygunluğu ve Rus kökenli olmadığı için dikkat çekmemesi avantajıyla,  Rus şovenizminin, Rus jeostratejisinin ileri ihtiyaçlarını karşılamada kullanabileceği en uygun araçtı, kullandı.

Stalin neler yaptı? Önce devrimi birlikte yaptıkları Türk dünyasına cephe alır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir yana, büyük bir entelektüel katliamı başlatır. Sadece entelektüeller değil, okuryazar olan ve köpekleşmeyen milyonlarca insanı “rejim karşıtı olmak” gibi ağır bir günah ile aforoz edilerek, neredeyse hiç yargılamadan öldürtür. Bunların içinde Ruslar ve Yahudiler de vardır ama asıl darbeyi Türk dünyası yaşamıştır. Sosyalizm için mücadele etmiş olsa bile politikacı, şair, yazar, gazeteci ve kafası çalışan, okuma yazma bilen her Türk “pantürkisttir” bahanesiyle katledilmiştir. Toplu katliamlar bile yaptırmıştır. Yakın arkadaşı Taşnak Ermeni faşisti Levon Mirzoyan'ı Kazakistan devlet başkanı yapmış; Kazakistan’ın nüfusunun % 40’ı yapay kıtlıklar yaratılarak açlıktan öldürülmüştür. Diğer Türkî ülkelerde de öyle. Kırım, Ahıska, Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’dan milyonlarca Türk ya da son tahlilde gönlünün Türkiye’den yana olduğunu düşündüğü kitleleri, çok kötü şartlarda Türkistan’a ve Sibirya’ya sürmüştür. Gürcistan, Ermenistan ve Rusya’nın alfabesi değiştirilmezken, Kazakistan, Azerbaycan ve diğer Türkî devletlerin alfabelerini değiştirtmiştir. Örneğin Azerbaycan Latin harflerine geçmişti. Türkiye de Latin abecesine geçince bu kez Azerbaycan’ın harflerini Kril abecesine dönüştürttü. Arap, Latin ve Kril… Bir kuşağın farklı üç alfabeyle okuma yazma öğrendiği bir toplumun entelektüel sorunlarını düşünebiliyor musunuz? Türkî toplumlar birbiriyle iletişim kuramasın diye harfleri farklılaştırmadan başlayarak her türlü engeli koymuştur.

Ermeni - Müslüman (yani Türk) çatışmasından yeni çıkılıyorken, Türkî devletlerin başına veya üst yönetimlerine özellikle Ermeni kökenlileri yerleştirmiştir. Mirzoyan adlı Ermeni faşist Türk Dünyasında terör estirmiştir! 1936-38'de Stalin'in Kazakistan devlet başkanlığına getirdiği Mirzoyan, bizzat 16 binin üstünde Türk'ü yargısız kurşuna dizdirmiştir. Ermenilerin Kafkasya'daki terör ve katliamlarından haberi dahi olmayan Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan gibi yerlerde arkasındaki Rusçu-Stalinist güçle Ermeni ırkçılığının neler yapmış olabileceğini kaç kişi merak etti? Örneğin, Özbekistan’dan yazar Adil Yakubov’un, “Adalet Menzili” adlı belgesel romanda bir şeyler çıtlatılır!

Lanetlinin yaptıkları saymakla bitmez. Onun yaptıklarını savunmak insanlığa karşı küfürdür. Türkiye’deki her türlü mikro etnikçiliği ilericilik, solculuk adına savunurken, SSCB nüfusunun yarısını oluşturan Türklerin liderlerini, Sultan Galiyev’e, Sosyalist Türkistan Devlet Başkanı Turar Rıskulov’a, Azerbaycan’ın sosyalist Devlet Başkanı Neriman Nerimanov’a, Özbekistan Devlet Başkanı sosyalist Ekmel İkramov’a Stalin’in baktığı gibi bakacaksın!.. Stalin bütün bunları Gürcü olduğu için değil, Rus ırkçılığının desteğini alıp taban bulmak için yapmıştır. Rus, komünist olunca da Rus!

 

Yaşadığı dönemde şehirlere bile adı verilerek tatmin edilen Stalin, ölür ölmez kamu kurumlarındaki heykel ve fotoğrafları kaldırılmış, onun fotoğrafının olduğu banknot ve posta pulları imha edilmiş, şehir, cadde ve sokak adları değiştirilmiştir. Bununla da kalınmamış, dönemindeki birçok icraat hukuki yönden yeniden değerlendirilmiş, keyfi kararlar düzeltilmeye çalışılmış, kurbanlardan özür dilenmiştir. Katlettirdiği aydınların neredeyse tamamının itibarı Komünist Parti tarafından iade edilmiştir. Yani Stalin’in keyfi yargısız infazları sonucu haksız yere katledildikleri açıklanmıştır! Ayrıca Kremlin’de Lenin’in yanında gömülü olan cesedi de oradan atılmıştır. Stalin’i savunmak uğruna bunları bile dikkate almıyorlar. Bu psikopat serseriyi savunanlar bir de Türk solcuları! Türkmüş!.. Gidinin mankurdu! Böyle bir adama saygı duyduğunu söyleyenlere selam vermek bir yana, selamını ayıp olmasın diye almak bile utançtır.

Bu manyak diktatör kendi saltanatını sürdürmek, tek adamlık rejimini (tiranlık) devam ettirmek uğruna dünya savaşını provoke etmiştir. Hitler’le yaptığı güya saldırmazlık antlaşması ve Almanlara silah üretmesi Hitler’e cüret kazandırmıştır. İkinci Paylaşım Savaşı'nın ve orada ölen 60 milyonun üstünde (Soljenitsin) insanın ve yok edilen uygarlığa dair sanayi ve sanat ürünlerinin imhasının ilk sorumlularından biridir.

Faşizmin kudurganlığından insanlığı tek başına da kurtarmamıştır, emperyalist dediği ABD ve diğer Batı ülkeleri olmasaydı tek başına hiç bir halt edemezdi. Bunu söylerken savaşta ön cephede en büyük kayıpları verenlerin çoğunun Türkî halklarların askerleriydi.

Kompleksleri yüzünden yapışıp kaldığı koltuğunu korumak uğruna başlamasına sebep olduğu savaşta Rusya’yı kurtaran da, kaderin pis bir şakası olarak, Rusların “iç düşman” olarak gördüğü Türklerdi. Sovyet milletlerinin, içlerinde en çok kayıp verenler Türk toplumlarıydı. Hep ön cephede olmuşlardır. Onların faşizme karşı mücadelesini saygıyla yad ediyorum. Türklerden 17-50 yaşları arasındaki bütün erkekleri askere almışlardı. Hitler kuduzluğunun merkezi Berlin’e zafer bayrağını diken, o ünlü fotoğraftaki kişi bile Dağistan - Hasavyurtlu Abdülhakim İsmailov idi. Milyonlarca Türk Stalin psikopatlığının yarattığı cehennemde kendileriyle bir problemi olmayan Hitler’e karşı kendilerini mahveden Rusya’yı savunmak bahtsızlığına uğramıştır. O Rusya ki yüzyıllardır Türk katliamlarıyla Türk coğrafyasında yayılan emperyalist bir lanettir!

Gürcistan ve Azerbaycan'da Türklerle olan ilişkisinde başından neler geçtiyse, devrim öncesinden itibaren fanatik bir Türk düşmanıdır. Kurtuluş Savaşımızı yaparken, Lenin'in etkili olduğu sırada, Rusya ile işbirliği yapmıştık. Bu işbirliğine bile, Lenin'e rağmen yanına aldığı Orjonikidze ile muhalefet etmiştir (Sayılgan, 2009: 78). Lenin sonrasında Türkiye’yi sattı. Bizimle Moskova Antlaşmasını imzalayıp, savaşta bize destek vereceğini vaad ederken aynı günlerde İngiltere ile de ticaret anlaşması imzalıyor ve onlara Türkiye’ye yardım etmeyeceği sözünü veriyordu. Nitekim yardım etmediler. Gelen yardımlar, Türkistanlı kardeşlerimizin bize gönderdikleriydi ve Timur’un hazinesiydi. Üstelik büyük kısmına Rusya el koymuştu! İkinci paylaşım savaşının sonlarında da Türkiye’yi köşeye sıkıştırdı. Ardahan ve Kars’ı alıp Gürcistan’a katmak ve boğazlardan ayrıcalık istedi! Türkiye, bu saldırganlıktan kurtulmak için apar topar Nato’ya girmek zorunda kaldı. Türkiye’yi emperyalizmin kucağına iten emperyalizmin işbirlikçisi de Stalin’di.

 

Sonuç

Solculuk uğruna Stalin savunucularına soruyorum; Stalinperestlik yaparak aslında neye saldırdığınızın farkında mısınız? Sosyalizm saygıdeğer felsefi ve siyasi bir düşüncedir. Ciddi bir sosyal adalet sistemidir. Sosyalizmi Stalin ile eşleştirerek, aslında tanımadığınız bir psikopatı korumak uğruna bu düşünce ve sistemi telef ettiğinizin farkında mısınız ve böyle yapmakla solculuk adına utanmıyor musunuz? Yaptığınız şey, Liberalizmi ve onun demokrasisini savunmak isteyen birisinin Hitler'i ve Nazizmi savunarak liberal demokrasiyi savunmak istemesinden farksızdır.

Stalin ve onun gibilerin ölçü ve ayarı akıl, mantık, hukuk, bilim hatta ideolojik amaçlar değil, kendi kişisel arzuları, ihtirasları ve kaprisleridir. Rusya’nın Eğitim ve Bilim Bakanı Vasiliyeva, (ve daha birçok Rus aydın ve devlet yöneticisi) Stalin’i “tiran” olarak niteliyor. Tiranlık, tek adamlık dikta rejimidir, sistem devletin veya halkın değil, O kişinin çıkarlarını korumak için sürdürülür! Bazıları da onun sayesinde çöplenir ve sistemi el birliğiyle ayakta tutarlar.

Şoven Ruslar Stalin’i hala sever (neden acaba?), vicdanlı olanlar ve gerçekten komünist olan Ruslar ise Stalin’den tiksinir (neden acaba?). Eski Sovyetler Birliğinde yaşayan herhangi bir Türk kökenli insana “repressiya nedir” diye sorun ve yüzündeki ifadeye bakın. Bir Rus’a ya da Yahudi’ye de sorabilirsiniz. 1937’de katliam doruğa ulaşmıştır. “Büyük terör”, “reppressiya dönemi” olarak tarihe geçmiştir (İng. Great Terror, Rusça: Большо́й терро́р). Bazı Türk sosyalistlerinin hala onu “bizim oğlan” sayıp anlamaya çalışması, insan hakları bilinci, tarih bilinci, sosyalist şuur, Türklük bilinci ya da hangi ölçütle bakarsanız bakın, utanç vericidir.

Gürcülerin çoğu Stalin’i sever. Bu sevgileri içlerindeki bir zübüğü başlarından savdıkları için mi yoksa dünyaya bir siyasi lider armağan ederek Gürcü adını duyurdukları için midir bilinmez. Ama Türkiye’ye kaçıp gelen Batumluların sol şubesinin Stalin’e taptıklarını gözlüyorum. Kardeşlerine sahip çıkmalarını anlayabilirim. Ötekilere ne olduğunu anlayamıyorum!.. Gürcülerin Stalin sevgilerinin bir sebebi de Gürcistan’dan Ahıska’da yaşayan Türkleri Kazakistan, Kırgızistan gibi yerlere kovalayarak, onlardan gasp ettikleri evi-barkı, tavuğundan keçisine kadar mal-mülkü Gürcülere dağıtmasıdır. Minnet borçludurlar. Eklemek zorundayım; nicedir Türkiye’dekilerin kalbi Türkiye ile değil, Gürcistan’la atmaya başladı. Hallerine üzülüyoruz...

Rusça bilenimiz az. Rusçadan okuyamıyoruz. Çevirileri ise genellikle Stalin güzellemesi yapanlar yapmış ve Stalin’e toz kondurmayan kitaplardan seçip çevirmişler. Batı yazınının Soğuk Savaş sonrası dönemde yazılan bilimsel metinleri biraz daha makul görünüyor. Artık lütfen şüphelenin!

Yazıyı bir Ahıskalının gözlemiyle bitireyim: “Babam ve amcam kavgaya gitmişti, Alman faşistlerle vuruşuyorlardı. Savaş bitene yakın, ben on yaşındayken, bizi Ahıska’dan Kazakistan’a sürdüler. Anam ve iki kardeşim yolda öldü. Çok kimse öldü. Babam savaştan dönmedi. Mezarının nerede olduğunu, hatta mezarının olup olmadığını bile bilmiyoruz. 17-50 yaş arası bütün erkekleri askere almıştı. Çok azı geri geldi. Bana dayım sahip çıktı. Bize öyle bir Stalin anlattılar ki Stalin öldüğünde çok kahırlandık, günlerce ağladık, dövündük... Türkiye’ye geldikten sonra, geçmişe bir daha bakınca bizi can düşmanımıza ağlattıklarını gördüm. Vah ki ne vah!”

Stalinist Türklere artık mankurt demek az gelecek; kozkamandırlar!

 

Kaynaklar

Borev, Yuri. 2013. Stalinida: Başqalarıının Danıdıqlarına, Tarixi Ehvalatlara ve Müellifin Düşüncelerine Esaslanan Xetireler. (Çev. Nadir Qocabeyli) Bakı: Qanun Neşriyyatı.

Brackman, Roman. 2001. The Secret File of Joseph Stalin: A Hidden Life. London: Frank Cass Publishers.

Deutscher, İsaac. 1969. Stalin 1: Bir Devrimcinin Hayatı. (Çev. S. Hilav) İstanbul: Ağaoğlu Yayınevi.

Geyer, Michael and Fitzpatrick, Sheila (Ed). 2009. Beyond Totalitarism: Stalinism and Nazism Compared. Cambridge University Press.

Hollovey, D., Reyfild, D., Ferr, Q. 2014. Beriya: Qulaq İmperiyası. (Çev. Serkaroğlu) Bakı: Qanun Neşriyyatı.

Jukov, Yuriy. 2013. Öteki Stalin. (Çev. Orhan Uravelli) Lena.

Montefiore, Simon Sebag. 2010. Genç Stalin. (Çev. Yavuz Alogan) İstanbul: İthaki Yayınları.

Okuyan, Kemal. 2016. Stalin’i Anlamak. Beşinci baskı. İstanbul: Yazılama.

Resulzade, Memmet Emin. 1992. Bir Türk Milliyetçisinin Stalinle İxtilal Xatireleri. Bakı: Elm. Neşriyyat.

Sahil, Reşad. 2017. “Leninin SSRİ dövründe gizledilen mektubu”. Enter News. http://www.enter.news/az/news/interesting/75945/leninin-ssri-dovrunde-gizledilen-mektubu-o-mektubu-dzerjinskiye-yazibmish#.WagrnsZLfDe ve ayrıca “Leninin ölümünü tezleştiren telefon muharibesi”. http://www.enter.news/az/news/interesting/22125/stalinle-leninin-xanimi-krupskaya-arasinda-olan-meshhur-danishiq-leninin-olumunu-tezleshdiren-telefon-muharibesi#.WagttcZLfDe

Sayılgan, Aclan. 2009. Türkiye'de Sol Hareketler. Beşinci baskı. (Haz. Erol Cihangir) İstanbul: Doğu Kütüphanesi.

Suny, Ronald Grigor. 1997. Stalin and his Stalinism: Power and Authority in the Soviet Union 1930-1953. İçinde: Ian Kershaw and Moshe Lewin, eds., Stalinism and Nazism: Dictatorships in Comparison (New York: Cambridge University Press, 1997).

Vasilyeva, Olga. 2016. “Rusya Eğitim Bakanı Stalin’i Tiran Olarak Niteledi.” Haberrrus: Rusya ve Avrasyadan Güncel Haberler. http://haberrus.com/headline/2016/11/07/rusya-egitim-ve-bilim-bakani-stalini-tiran-olarak-niteledi.html

Yermelyanov, Yuriy. 2014. Stalin: İktidara Giden Yol. (Çev. Orhan Uravelli) Lena Yay.

Zileli, Gün. 2010. Stalinizm: Bir İdeolojinin İflası. Özgür Üniversite Kitaplığı.


[1] Bu otel müşterisinin Nikolay Mihayloviç Prjevalski adında bir yahudi gezgin (oryantalist) olduğu söylenir. Kaynaklar, Stalin'in bu adamı babası olarak işaret ettiğini, kendisine baba olmaya layık bulduğunu (!) kaydediyor. Bkz. Отец Сталина: легенда или сенсационное открытие. Ne kadar önemli bir malumattır bilinmez ama malumattır işte; Rusya'da gerek Prjewalski gerekse Çugaşvili adının yahudiler tarafından kullanılan soyadları olduğu biliniyor. Bir de Etnakaşvili adlı birisi olduğu söylentisi vardır. Etnakaşvili soyadlı iki kardeş, Stalin’den abartılı ilgi ve sevgi görüyorlar. Kayırılıyorlar. Öyle ki, Gürcistan Yüksek Sovyeti üyesi oluyorlar!

[2] Stalin, Sovyet hakimiyetini ele geçirdikten sonra hakkındaki malumatın yayılmaması için Gori şehrinde çok sayıdaki kişiyi öldürtmüştür (Borev, 2013: 49).

You have no rights to post comments