Eskiden sosyalist sistemle yönetilen ülkeler, kapitalizme geçtikten sonra ciddi sosyal hastalıklarla karşı karşıya kaldılar. İnsanlar bir an önce daha çok para elde etmek ve komşularından daha zengin olmak istiyordu. Bunun için mafyalaşma bir yöntemdi. Asıl sorun devlet olanaklarını kullanarak rüşvet, yolsuzluk, akraba kayırma ve partizanlığın en büyük sosyal hastalıklar haline gelmesiydi. Gürcistan da bunlardan biriydi; rüşvet ve hırsızlık çok yaygındı. Adım başı, her yerde ve her şeyden rüşvet alınıyordu.

Birkaç seyahatim oldu. Rüşveti alanlar kendi cebine mi atıyor diye merak ederdim. Birisi bana anlattı. Alınan rüşvetler bir elde toplanıp amirinden memuruna kadar makamın şanına uygun oranda paylaşılıyormuş. Yani sistemdeki herkes işin içinde. Memuriyete giriş, atama ve yükselmeler de dahil her şey için rüşvet veriliyor. Üst yönetim kademelerinde koltuklar çok büyük fiyatlara el değiştiriyormuş. Osmanlı zamanında tımar sahibi olmak için paşalara hatta padişahlara verilen rüşvetler geliyor aklıma.

Gürcistan, rüşvet hastalığından kurtulmuş gibi görünüyor. Şaakaşvili zamanıydı, tedavi gördü. Şaakaşvili’ye rüşveti nasıl bitirdiğini sorduklarında, “ben almadım ve alanları da affetmeyeceğimi söyledim” demiş.

Azerbaycan’da rüşvet devam ediyor. Çok yaygın ve meşru biçimde hem de. Taksi şoförleri ve berberler çok şeyi bilir. Şoförüme göre ülkedeki en zengin işadamı Aliyev idi. "Ondan sonrakiler" diye sorunca, “tabii ki hükümette olanlar” dedi. Yani sanayide üretenler ve ticaret yapanlar değil, politikacılar! Adil görünmüyor. Benzer hallerin Kırgızistan ve Kazakistan’da da yaşandığına tanığım. Makamlar tımar olarak veriliyor! Üstelik bu durum Sovyetler Birliği zamanından beri varmış. 1980’lerde Sovyetler Birliği aslında çözülmüş. Konuyu dağıtma riskini göze alarak söylemek istiyorum. Bilenlerle etraflıca konuşunca 1980’lerde Sovyetler Birliğinin sarsıntısız biçimde tasfiye edilmeye karar verildiğini anlıyorsunuz. 1980-1990 arasında glastnost ve prestroyka (açılım ve yeniden yapılanma) dönemi aslında Rus İmparatorluğu’nun çöküşünü yönetme süreci gibi görünüyor.

 

Belediye başkanlığı arzusu

Bizde de kokular var. Genel konuşacağım, dedikoduları yazacak değilim elbette ama hukukun işleyişindeki sıkıntıları görüyoruz. Belediyeler dikkatimizi çekiyor. Seçimler mesela… Belediye başkanı olmak bu kadar önemli midir? Statüsü çok mu yüksek? Belediye başkanı seçiminde niye bu kadar kıyamet kopuyor? Hileler, entrikalar, mafyöz eylemler, sonuca itirazlar... Her seçim sonrasında çöplüklerde ortaya çıkan oy kuponları... Üniversiteden öğrencilerimiz geliyor aklıma. Öğrencilerimizin epeycesi seçim öncesi oy kullanmak için memleketlerine gidiyor. Öğrenci açısından masraflı sayılacak bir durum. Öğrendim ki yol paralarını destekleyecekleri adaylar karşılıyor, dahası ceplerine de hatırı sayılır miktarda harçlık koyup gönderiyorlarmış! Çok kişinin duyduğu veya bildiği gibi duyuyorum ki bazı küçük yerlerde seçmenlere irili ufaklı cumhuriyet altını dağıtılıyormuş!

Bir belediye başkanı olmak için milyonlarca liralık büyük masraflara girmek biraz tuhaf değil mi? Daha ilginci bazıları milletvekilliğini, hatta bakanlığı bırakıp belediyeciliğe giriyor! Sonuçta şehir nüfusuna göre değişmekle beraber, 10-15 bin lira civarında maaş alınan bir iştir. Normalde bir dilenciye bir lira sadaka bile vermeyen bu insanlar seçimlerde bunca harcamayı sadece başkanlık kariyeri, siyasi taraftarlık, kasabayı yönetme ve hizmet etme arzusunu karşılamak için mi yapıyorlar? Mantıklı değil. Aklımıza kötü şeyler geliyor.

Eğer başkan olunca hırsızlık yaparak harcamalarını karşılamayı düşünüyorlarsa, ki bu kaçınılmazdır, o zaman “kimin parasını çalacaklar” diye sormamız gerekiyor. Bunu sormayıp partizanlık yapıyorsak, biz de epey tuhafız doğrusu. “Bizim hırsız sizin hırsızdan daha iyi çalar, bizimki çalsın”, demiş olmuyor muyuz? Biraz abartırsak, eğer saf değilsek, bizim hırsız çalarsa belki bize de düşer gibi örtülü veya korkakça bir hırsızlık beklentisi içindeki bir ahlaksız olduğumuzu düşünmeli miyiz? Kendimizi sorgulayalım ama bu çirkin politikaya da dur diyelim. Bu işteki “işi” görelim. Gerçekten de işinde gücünde olan sıradan insanlar bu oyunda bir şeyler kazanabilir mi?

 

Menfaat şebekesi

Kapitalist ülkelerde demokrasi, çeşitli çıkar şebekelerinin paranın kaynağına ulaşmak için örgütlenip, kendi elemanını para çeşmesinin başına yerleştirip bütün akıntıyı kendisi yalayıp yutmak için sütre olarak kullanılır. Meşruiyeti sağlamak için siyasi partiler halinde örgütlenir, yarışma yaparlar. Her bir siyasi parti arkasına bir ekonomik şebeke veya grup geçer ve kendi işlerini görecek, kaynakları kendisine akıtacak olan partiyi ve adayını kazandırmaya çalışır. Bazı vatandaşların ideolojik kaygıları, demokrasi veya laiklik sorunları, bilim toplumu olmak gibi Kızılelmaları olabilir. Meydanlarda onlar konuşuluyor da olabilir ama asıl mücadele başkadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bu iş biraz daha edeplice olur, yarışma adil koşullarda yapılır ve iyi olan kazanır. Az gelişmiş ve demokrasisi yerleşmemiş yerlerde kıran kırana, tepiş tepiş, kapan-çarpanın elinde kalan bir çekişme vardır.

Bize bu ganimet paylaşımının “demokrasi” olduğu söyleniyor. Bu demokrasi değildir, demokrasiyi bunun için istemedik, bunun için de savunmuyoruz. Kaldı ki çıkar şebekelerinin figüranı olmak çok alçaltıcı bir davranıştır.

Makam ve mevkilerin rüşvet tımarı olarak verildiği ülkelerde yerli sanayi çökmektedir. Parasına ve mallarına sahip çıkmak ya da en azından kaptırmamak isteyen akıllı tüccarlar komprador ilişkiler kurmak ve komprador sanayiye yönelmek zorunda kalırlar. Kökü Pensilvanya'daki malûm cemaate ait bankaya, şirketlere, hastanelere, okul ve dersanelere el konuldu. Cem Uzan'a ait mallara da el konulmuştu. Karamehmetlere ait olanlara da... Daha önceleri başkalarınınkine... Birileri suç işleyince, ya da işlediği düşünülerek, yargılamadan mallarına el konuluyor ve paylaşılıyor. İktidar bu amaçla da kullanılıyor. Şimdiki hükümet için söylemiyorum, bizde hep böyleydi. (Akümülasyon; servet transferi,  servete el koyup paylaşma, insanoğlunun en eski yağmalama biçimidir ve bizde çıplak haliyle sürdürülür.)

Bu yağmalamayı gören kapitalistler mallarına el konulmasın diye yabancı kapitalistlerle işbirliği yapar; ortaklık kurar. Gerçekten de mallarına el konulamaz veya daha zor olur. Mesela bu yüzden yerli otomobiliniz yoktur, montaj yaparsınız. Böylece millî burjuvazi gelişmez, komprador burjuvaziniz olur. Sermayedarınızın ayakları kendi ülkesine basamaz... Onun çıkarları kendi milletinin değil, ortağının ülkesinin çıkarlarıyladır, ortağının çıkarları onun için daha önemli olur. Ekonomi çok şeyin belirleyicisidir ve milletçe hapı yutmuşsunuzdur! (Aynı şey entelektüelizm için de geçerlidir. Bu ülkenin aydını ya olmaz, komprador veya mankurt aydını olur ya da gerçek aydın varsa sürünüyordur. Çünkü kendinize dışarıdan bir abi bulamazsanız sizi yerler. O yüzde yerli-milli aydın kıtlığı da yaşanır bu ülkede. Yerli ve milli olanlar da haddini bilir, cılız kalır. Sonra da "burası niye çorak" denilir.)

 

Kleptokrasi çürütür

Kleptokrasi, hırsızlık rejimi, hırsızların hakim olduğu devlet düzeninin adıdır. Kleptokrasi, yönetimi ele geçiren bir menfaat şebekesi, siyasi grup veya sülalenin yönettiği kasaba, şehir veya ülkeyi soyduğu rejim türüdür.

Kleptokratik yönetimin hakim olduğu ülkelerde halk yönetim kadroları ve onların uzantıları tarafından soyulduğu için yoksullaşır. Böylece huzursuzluk artar. Adaletsizlik, huzur ve barışı bozar ve ülkede kargaşa ortaya çıkar. Bunu bastırmak için yönetim giderek otoriterleşir. Öte yandan, hırsız veya rüşvetçi yönetim kendini korumak için yargıyı da kirli hale getirmiştir. Kirlenen veya rehin alınan yargı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereğini yerine getiremez.

Giderek kirlenen yöneticiler dikkatleri kendilerinden uzak tutmak için ülke içinde başka suç ve ahlaksızlıkları teşvik ederler. Etrafta bataklık alanlar yaratır. Bu tür yerlerde uyuşturucu bağımlılıkları birden artar ve kontrol edilemez olur. Bir anda etnik ya da mezhep kavgaları ortaya çıkabilir, hatta ülke başka bir ülke ile kendini savaşta bulabilir. Kleptokratların dikkatleri başka yöne çevirerek arkalarında bıraktıkları hırsızlık izlerini silme yoluna gitmeleri buna bağlıdır. Kendilerini sorgulanır halde görmemek için her türlü komplo düzenlenebilir, kumpaslar kurulabilir. En büyük korkuları kendi servetlerinin konuşulması, ihale kanun ve düzenlemelerindeki değişmeler, ihalelerin kimlere verildiği, çeşitli ithalat mallarında gümrük vergisi oranlarının yükseltilip düşürülmesi ve bunlardan kimlerin istifade ettiği gibi konulardır.

Kleptokratik rejimlerde kişi ve gruplar (bunlar siyasi veya dinî de olabilir) siyasi araçları kendi menfaatleri için kullanırlar. Ulusal amaçlar ortadan kalkar ya da çok geriye düşer. Ülke uygarlık iddiasından ve mücadelesinden kopar. “Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” gibi bir amaç çoğu yurttaş için ulaşılabilir olmaktan çıkar.

Kleptokratik rejimlerde hırsızlığı sadece yöneticiler yapmaz veya çaldıklarını sadece kendileri yemez. Paylaşırlar. Bürokratlar da payını alır. Medya, çeşitli dernek ve cemaatler ve baskı grupları da susmak için paylarını alırlar. Nerden alırlar, elbette halktan! Böylece halk giderek yoksullaşır.

Kelptokrasiler saydam değildir, yaptıkları akçeli işleri herkesin gözü önünde yapmaz, ilgililere hesap vermezler. En küçük kuşku ya da hesap sorma davranışından tedirgin olur ve çok sert tepki verirler. “Ben müdürüm, sana mı hesap vereceğim, haddini bil” cümlesi ilk sarf edilendir.  Bunu söyleyen okul müdürü olabileceği gibi, belediye başkanı, bir politikacı veya bir dernekte oligarşik bir yapı kurmuş yönetici de söyleyebilir. Hesap veren, saydam ve demokratik bir yönetim, bağımsız veya hükümete bağlı olmayan denetim mekanizmalarının varlığı ile hesap sormasını bilen bir halk onurlu yaşamayı hak eder.

Dünyanın her yerinde hırsızların kleptokrasisine karşı ahlak ve demokrasi mücadelesi sürdürülüyor. Ülkede demokrasi arttıkça, yargı bağımsızlığı olan ve yönetimin şeffaf olduğu, basının özgür olduğu, halkın yöneticilerden hesap sorabildiği ülkelerde kleptokrasi olmaz.

Kleptokrasiye karşı mücadele edenlerden biri de Uluslararası Saydamlık STK (NGO Transparency International) adlı örgüttür. Bu örgüt sürekli bilgilendirme yapıyor ve yolsuzluk raporları yayınlıyor (transparency.org). Türkiye bu örgüte göre 176 ülke arasında gerilerde, 75. sırada… Kamuda yolsuzluk algılamasında ise 41. Büyük ve demokrasi konusunda iddialı bir ülke için gurur verici bir yer değil. Bu oranlar ülkelerin yatırım yapılma, rekabet edebilirlik, sürdürülebilir kalkınma gibi ölçülerini de etkiliyor. Kleptokrasinin yerleştiği ülkelerde beyin göçü olur, namuslu ve erdemli insanlar için hayat çekilmez hale gelir.

Bir ülke için şöyle bir mantık yürütülebilir: Bir ülkede kleptokratiklik yükseldikçe demokratiklik azalır. Demokrasiyi insanca yaşamanı rejimi olarak anlıyorsak, kleptokratik rejim, yönettiği ülkedeki insanları insanlıktan uzaklaştırır. İnsanca yaşamak isteyenler ise buna karşı direnirler. Bu halde de ülkede barış ortadan kalkar. Ulusal bir refleks gösterilip toparlanılmaz, demokrasi kurulmazsa çöküş kaçınılmazdır. Türkiye gibi jeokültürel cazibesi yüksek olan ülkeler leş kargalarının gözünü ayırmadıkları ülkelerdir. Böyle ülkelerde demokrasi özellikle gereklidir.

You have no rights to post comments