Gürcistan’a gittim ve Ahıska’da turist olarak gezip dolaştım. Kısa kısa notlar aldım, yazıyorum…
Ahıska, Gürcistan'ın Türkiye'ye komşu şehri. 100 yıl öncesine kadar halkının büyük kısmı Müslüman Türk olan bir şehir. Bugünkü Azerbaycan'ın önceki halleri olan Safevi gibi devletlerle yaşarken, 1578'de Osmanlı Devleti'nin eline geçiyor. 1800'lerde Rusya’nın bölgeye burnunu sokmasıyla birlikte kan, gözyaşı, kaçakaç, sürgün ve katliamlar başlıyor.
Mesketkızı Nazire'nin Kitabı
Ahıskalı Nazire, öğretmen okulundayken sürgün kararı çıkar ve kendisini Kazakistan'da bulur. Bütün Ahıskalılar gibi çok zorluklar çeker. Uyum sağlayamazlar o uzak diyara. "Biz aslında Gürcüyüz" deyip, yemin billah ederek, tekrar Gürcistan'a dönerler. Tazminat bile alır! Nazire sürgünü, Ahıska Türklerini, Kazakistan'ı ve Ahıska Türklerinin az da olsa folklorundan bahsediyor kitabında. Elbette Gürcistan vatandaşı olmayı başarmıştır ve Gürcü olmayı sürdürerek yazar hatıralarını... Aşağıdaki satırlar Gürcistan'da basılan o kitabı inceledikten sonra bende kalanlara binaen yazıldı...
Stalin’in 1944’teki sürgünlerinin 1980’lerde kendilerini ifade etmeye başladıkları anlaşılıyor. Sesleri Tiflis’e de ulaşmış olmalı ki, 1979 yılında Gürcü entelektüelleri başkan Şevardnadze’ye başvurarak “haksızlığa uğramış Gürcü halkının bir kısmının, adaletin yerine getirilmesi için” sürgünden dönderilmelerini istemiş, yani Ahıskalıların. Yani sırf “Türk oldukları için” etnik temizlik adlı iğrenç insanlık suçunun mağdurlarının… Sürgünlerin… Bu arada Ahıska’ya fazlaca Ermeni yerleştirdiklerini fark etmiş olmalılar ki, bu Ermeniler de nerden çıktı diye hayıflanırken… Muhtemeldir ki, sürgüne gönderilen Ahıskalıların içine kazara karışan Müslüman Gürcüler ya da Türk oldukları halde sırf vatanlarına dönmek için “Biz de Gürcüyük, Kartvelik, bizim evimize dönmemize izin verin.” diyenlere bakarak Türkistan’a sürgün edilen Ahıskalıların dönüşünü istemişler… Şevardnadze de bu Gürcü tosunların isteğini kabul ederek 300 aileyi Gürcistan’a yerleştirmiş (s. 5).
Gürcü tosunlar arasında yer alan ve Müslüman Ahıskalıların dönmesi için makaleler yazan Gamsahurdiya, 1989’da “Gürcülüğünü kaybetmiş olanlarla özel olarak ilgilenilmesi gerektiğini” yazıyordu!.. Onu kim işlemişse, Ahıska Türklerinin "Gürcülüğe küsüp kendini Türk sanan aptal Gürcüler" olduğunu, kendileriyle ilgilenilirse tekrar "Gürcülüğe kazanılabileceği” inancına sahip olmuş. Bu sırada Fergana olayları başlayınca Ahıskalılar yeniden Gürcistan’ın gündemine gelmiş. Fakat Gamsahurdia bu arada Ahıskalıların gerçekten Türk asıllı olduklarını anlayınca fikrini değiştirmiş. Değiştirmekle kalmamış, bu soykırımcı yamyam, halısını kilimini, kedisini köpeğini bile çalıp, atalarının topraklarından sürdüğü Ahıska Türklerinin geri dönmemesinin şampiyonluğuna soyunmuş. Gamsahurdiya’nın sloganı, “Gürcü toprağında tek bir Türk dahi kalmayacak” imiş!.
Gamsahurdia’nın propagandası Gürcistan’da çok etkili olmuş ve Ahıskalıların aleyhinde kampanyalara sebebiyet vermiştir. Yine, Akaki Bekradze adlı kanaat önderi “eğer sürgün mesketyalılardan herhangi biri Gürcistan toprağına ayağını basarsa Gürcistan tarihi sona erer” diyebilmiştir (Vaçinadze, Nazira. 2004. 6. Sürgün Mesketkızı Nazira’nin Kitabı. Neyire Gelaşvili’nin önsözünden).
Geçen yüzyılda Gürcistan ve Rusya’nın Türkiye’ye sürdüğü Acar ve Hemşin Batumluları (Şimdi kendilerine Gürcü diyorlar) bizim devletimiz, Ordu, Sakarya, Samsun ve Bursa gibi yerlere yerleştirmiş, çok değerli araziler vermiş, mutlu huzurlu yaşatıyor… Din kardeşiyiz diye yabancı da saymamışız, tavuklarına “kışş” diyen bile olmamıştır. Binlerce Batum (Gürcüsü), Türk vatandaşı olarak, devletin üst katları da dahil her yerde bulunuyor ve bilebildiğim kadarıyla, hiçbir dışlanmaya maruz kalmadan, kendilerine Türklerin tahsis ettiği güzel mülklerinde mutlu-mesut yaşıyorlar. Biz, emanet Gürcülerimizi iyi yaşatıyoruz. Gürcistan kendi Türklerini nasıl yaşatıyor acaba? İyi yaşatmıyor, hatta yaşatmıyor, barındırmıyor. Ahıska’da yaşayan Türkleri 1944'te sürgüne hatta ölüme gönderdi. Ölmeyip kalanlar geri, anavatanlarına dönmek istiyor ve almıyorlar! Mallarına el koydular; eşyalarıyla birlikte evlerine el koydular. Kedi ve köpeklerine, hasır ve kilimlerine bile el koydular. Gürcistan bu utanç ile ne kadar daha yaşayabilecek? Atalarının topraklarını, mezarlarını görmek için Ahıska’ya turist olarak giden Ahıskalıların yüzüne bakarken yüzleri kızarıyor mudur?
Sosyalist Mimari
Kazakistan ve Kırgızistan’da görmüştüm Ahıskalıların evlerini. Emekli olunca edinme hayalleri kurduğum evlere onlar şimdiden sahipler ama yad ellerde kalmaktan muzdaripler. Müstakil bahçeli-balkonsuz evler; bahçe, bostan (agarot), ferahlık, kendi kendine yeten bir aile düzeni… Böyle bir evde insan huzurla yaşayabilir. Çevrilmiş bahçesinin içinde insan özgür de olur, istediği kadar çocuk da yapar ve onlara insan gibi bakabilir de. 90 metrekarelik apartman aralarından “en az üç” çocuk yapılmaz abi. “Biz de yapabiliyoz” demek için bi tane yapar, yalnız büyümekten ötürü az yeteneklenmiş bir varlığı salarsınız ortaya. Onun da peşinden koşmakla geçer ömrünüz; damdan düşmesin diye. Konuyu dağıttım. O Kazakistan ve Kırgızistan’daki evlerde Azerbaycan ve Gürcistan’da da var. Sovyetik yapı. Demek ki sosyalist mimarinin eseri. “Sosyalist mimari” mi?
İnsanlar apartmanlarda değil evlerde yaşıyorlar. Bir ailenin ihtiyacını karşılayabilecek kadar bostan da bahçe niyetine eve dahil. Orada patates (kartol), domates (pamidor), biber, lahana gibi sebzeler ve bizde çarşı pazarda satılmayan orman meyveleri bu bahçelerin kenarını süslüyor. Ahududu, böğürtlen, yaban mersini, üzüm yabanıl diyebileceğim erik gibi meyveler de bol miktarda bulunuyor. Bunlardan genellikle mürebbe (reçel), pestil, pelverde (marmelat) ve yemeklerde kullanılan çeşitli soslar yapıyorlar. Apartman hayatı bizi mahvedecek, demedi demeyin. Biz bu kadar geniş bir ülkede neden üst üste yaşıyoruz?
Konakseverlik
Gürcistan’dayım. Turist dediğin içine girdiği ülkede toplumun içine girip tanımalı. Komşu ülke olmaktan kaynaklı bir temiz ve samimi duyguyla tanımadığımız insanlara çat kapı ev ziyareti yapıyoruz. Konukseverliklerine hayran oluyorum. Güler yüzlü karşılama ve hoşbeşten hemen sonra sofra kuruluyor. Yiyecek pasta-çörek, içecek meyve suyu, şerbet gibi bir şeyler konuluyor. Sohbet ederken sofra giderek zenginleştiriliyor. Evin gelini ya da kızı yemek hazırlıklarına başlıyor. Sofradakileri "siz yiyesiniz" diye getirseler bile kendileri de eşlik ediyor, davetlerinde samimiler. Dikkat isterim; habersiz, davetsiz gidiş! Eskiden bizde de öyleydi, “tanrı misafiri” derdik, geleni baş tacı ederdik, şimdi biraz değiştik sanki. Konuya döneyim.
Misafirlikteyiz. Biraz sonra içki teklifi geliyor, Arak ya da çakır. Arak, rakıya, çakır şaraba diyorlar. Bir Müslümana içki içirmiş olmaktan hınzırca bir keyif aldıklarını hissediyorum. Birkaç defa davete icabet ettim. Rakıları anasonsuz, bizimki gibi kokmuyor ama acı. Çakır ise neredeyse meyve suyu kıvamında ve çok güzel. Kendileri evlerinde imal ediyorlarmış. İçki kültürünü anlamaya çalışıyorum. 87 yaşındaki bir dede şunu dedi: "Sabah 50 gram arak ile güne başlarım. Öğlen iki bardak çakır ve akşam da yemekle yine iki bardak çakır atar günü tamamlarım. Bazen misafirimiz olur fazladan bir ya da iki bardak daha alabilirim. Sarhoş olmayı hiç sevmem ve ayarımı bilirim. Sarhoş olanlarla oturmam. Sağlığımı bunu içmeye borçluyum", diyor. Bilmiyorum. Erken ölenlere yaramamış olabilir. Şarap için yıllık bir ton üzüm kullanarak kendileri imal ediyormuş... Benim aklım o kadar çok şarabı almıyor.
Gürcistan'dayım. İçki teklifine "evet" dediğinizde gözlerinin parladığını, farklı bir boyuta geçtiğini hissediyorsunuz. İçmek adeta dini bir tören gibi. Kadeh kaldırmak "dualama" merasimi. Kadehi kaldırınca, "Allah sana sağlık, sıhhat versin, eşinle bir ömür mutlu olun, dünya güzel olsun, Allah iyilere fırsat versin, kötülerin elini kolunu bağlasın" gibi bir dualama ve arkasından kadeh tokuşturma.
Kadehi niye tokuşturduklarını soruyorum. "Allah'ın emri böyle" diyor, farz! Espri yaptığını düşünüyorum. Ciddiyetini görünce şaşırıyorum, açıklıyor. Onların dinince Allah, "Çalışın, verdiğim nimetleri yeyin, için, mutlu olun ve eğlenin. Eğlenirken kadehleri birbirine vurun, kadeh sesini işitip kullarım mutludur diye ben de sevineyim" diye buyurmuş. "Çınçın sesi kutsal bir sestir." diyor ve ekliyor, "aynı Allah'a inanıyoruz". Ben bundan pek emin olmadığımı, bizim imamların bize farklı anlattığını söylüyorum... Sözü değiştirip, "Allah dünyayı güzelleştirenlerin yolunu açık etsin" deyip iyi insanlara kadeh kaldırıyor. Alkol kullanmam ama tövbeli de değilim. Bazılarına yakışıyor, yaşama sevinçlerini artırıyor, hayata bağlıyor.
Ahıskalının 33. Farzı
1990 Öncesinde sosyalist ülkelerdeki okuryazarlık oranları, kitap satışları ve insanların bilgi ve kültür seviyesini görür, hayran kalır, imrenirdik. Sonra sosyalist sistem çöktü. Doğu blokundan insanlarla konuştuk, görüştük, tanıştık, tartıştık. Gerçekten kültürel birikim ve dünya görüşü yönünden bizden ileride idiler. Ahıskalılar da öyle...
Sonra onlar da kitap okumayı bıraktılar. Türkiye'deki Ahıskalılardan çoğunun evinde kitaplık yok. Oradan buraya kitap getirecek değillerdi, burada da yeni yurt-yuva kuruyorlar diye kendimi avutuyordum. Kazakistan-Kırgızistan'da Ahıskalı evlerine gittim, kitap ve kitaplık göremedim ya da tek tük. Çok üzüldüm.
Geçen hafta Erzincan Üzümlü'deydim. Birkaç Ahıskalı gence "Atabek Yurdu" adlı kitabımdan hediye ettim. Heyecanla, sevinçle aldılar. Türkçe olduğunu görünce birisi "Rusçası var mı" dedi. Gençler ve yetişkinlerin hepsi Rusça okumuşlar, okuma hafızaları Rusça. Tahmin ediyorum, Türkçe kitap ve yazı okumak zorlayıcı ve sıkıcı oluyordur... Ahıskalıların şimdiki kuşağının böyle bir entelektüel sorunu var. Okumaktan uzaklaşıyor, entelektüel erozyona uğruyorlar. Bilgi, görgü ve kültürel birikimlerini yitiriyorlar. Ahıska liderleri ve aydınlarının bu eksiği gidermeleri gerekiyor, çok tehlikeli bir yere gidiliyor... Üstelik bu kaliteli insanlar Türkiye’de hayatlarına en alttan, sıfırlanmış olarak başlıyorlar.
Ahıskalılarla ilgili bir diğer kaygım da Rusçayı unutmaları ya da çocuklarına öğretmemeleri.. Bir Tatar aydınının 19. yüzyılda dediğini hatırlıyorum:. "32 Farz bizim için 33'tür. 33 üncüsü Rusçayı öğrenmektir." Rusça lazım, bilmem anlatabildim mi?
Taya...
Axilkelek'te taa 1830 yılında Kars'tan göçen, daha doğrusu Rus General Paskeviç tarafından götürülen bir Ermeni konuşuyor:
- Ahbu pululdur, bunnarı üstüste yığiyerux, “yığın” diyerux. Bunnari da xarmanda yığanda “loda” oliyer, Eyicana böyüg olana da “taya” diyerux.
- En böyüge ne diyersiz?
- Taya, taya diyerux olacan.
- Hımm, gözel. Teşekkür ederim.
"Taya" sözcüğüne dikkati çekmek istedim. Taya-Tayga (bozkır-dağ?) arkaik bir sözcüktür. Eski Türkçedir. Ermeni komşumuzda bu kelime yaşıyor.
Bedva
Ahıska'da bir Gürcü ile konuşuyoruz, Türkçe olarak:
- Anam misliman idi, diyor. (Türk diyemiyor, demiyorlar. Bizimkilerin adı Misliman, konuştuğumuz dil de Mislimanca!). Anam Ermanilardan heç hazetmazdi. Bir güni dedi ki, "Allah abu Ermanilara uyuz versın da tırnax vermasın, gendini kaşiyamasınnar". Anamın bu sözüni heç unudamadım...
Bu ne kadar yüksek dozda nefret içeren bedduadır! Neler yaşamış, görmüş veya ne zulme tanık olmuştur, kim bilir?
Ne milletsin?
Nuri Dede, Ahıska'nın Lelivan köyünden, 86 yaşında. Ahıska’dan sürgüne gönderilirken 14-15 yaşlarındaymış. Nuri dede “Türk olduğu için” Ahıska’dan Özbekistan’a, orada sorunlar çıkınca Ukrayna’nın Donetsk’ine sürülmüş. Ukrayna’da savaş ortasında kaldıkları için buradaki vatandaşların homurdanması üzerine Türkiye hükümeti insafa gelip Türkiye’ye almış. Nuri dede üç ay önce Erzincan-Üzümlü’ye gelebilmiş. “Türk olduğu için” sürülmesine rağmen şimdiki Gürcistan devlet yetkilileri Ahıska Türkleri için “siz aslında Gürcüydünüz, Müslüman olduğunuz için kendinizi Türk sanıyorsunuz” diye takılıyorlar, eskiden ciddi ciddi söylüyorlardı, Ahıskalılar Gürcülere anladıkları dilden cevap verince vazgeçtiler sanırım... Bunu anlatıp soruyorum:
- Ata-dedeniz size kim olduğunuzu söyledi mi? Ahıska şennigi ne millet idi?
-Türkoğli Türk idux ola! Ahbu Türkiyadakilardan daha temüz Türk idux. Bunnarın içına birsüri millet karişmiş.
-Şimdiki Gürcüler sizin Gürcüden dönme olduğunuzu söylüyorlar...
-Adam olacax ki söyletmiya!.. Biz buradayken (Ahıskadayken) birisi bene de demişti. (Gülüyor) Çöktüm. Çökiyerdux ola, daha da diyamiyerdilar... Dögiyerdux. Bizdan korxiyerdilar. Sora biz da onnara diyerdux, diyerdux ki, hapımız kıristiyan Türk idux. Biz misliman oldux, siz olmadız sora kartvellaştız, gendizi Gürci zaniyersiz, diyerdux… Ele axşam ediyerdux... Ama bu ommiyacaxlar meger bizi Stalin’a şikiyatlaniyermişlar... Bizim tolanacağımız da eyidi. Megerim ona da göz tikmişlar. Hapısıni bir ettilar sürdilar. (Gözleri dalıyor, bir süre susuyor. Daha bir dik durarak söylüyor:) Çox şükür gena ayaxtayux.
Misliman
Gürcistan'da Batumlu-Ecereli bir Müslümanla sohbet halindeyiz. Yaşı 90'a yakın. İyi derecede Türkçe biliyor, evde Türkçe konuşuyorlarmış; "misliman dilidur" diyor. Türkçe demiyor, "misliman, mislimanca konuşur" diyor. Türkçenin buradaki adı mislimanca! Adamın iki adı var, biri Gürcü, biri "Misliman". Dini bir sohbete girdik, hoş bir sohbetti. Dini sohbetlerde ben Mevlevi-Bektaşi ayarına geçerim. Söyleştik... Birden, "O Türkmenler gene ele kafir midur" diye sordu. Beklemediğim bir ifadeydi. "Ne biçim söz öyle dede" diye başladım. Türkmen derken Alevileri kastediyordu. Bizde de Türkmen demek Alevi demekti. Sorarken oldukça masumdu, genelgeçer bir doğruyu söylüyormuşçasına da kendinden emin! Bu ihtiyar, komşusu Hıristiyanlarla çok iyi geçiniyor, dost, ahbap filan ama Türkmen (Alevi) düşmanı. Hayatında hiç Alevi gördüğünü, oturup konuştuğunu sanmıyorum. Öyle öğretilmiş. Bu dede dini, sünni kanattan, Türkiye’den gidenlerden, yani bizimkilerden böyle öğrenmiş... Son yıllarda sünni inancın içine gizli bir antitürk-proarap propaganda yerleştirildiğini hissediyorum. Önemli midir bilmiyorum ama gerek İmam Hanefi, gerekse Maturidi Oğuz asıllıydı. Sonraki birilerinin kendi kurdukları mezhebin içine antitürk lakırdılar yerleştirmesine kızar mıydılar bilmem ama üzülürlerdi herhalde...
Barbaris - Kızambık
Önceki bayramda Kazakistan'da Ahıskalılar arasındaydım. Bayram ziyaretlerinden birinde meyve suyu niyetine bir bardak şerbet ikram ettiler. Tadı çok güzeldi ve hiç de yabancı gelmemişti. Adını sordum, "barbaris" dediler. Olur ilçesinde adına "kızambık" diyorlar. Posof'ta köyde yüzüne bakmadığımız bir dikeninin meyvesiydi. Mal-davar otarırken, körpeyken ekşi yapraklarını, meyvesi olgunlaşınca da meyvesini yerdik, ekşi ekşi :) Kosaxor denilirdi, Farsçaya benziyor, köftehor, köfte yiyen sözcüğündeki gibi. Bu meyve Ahıska pazarında satılıyor ve çayını demleyip içiyorlarmış.
Koçak Nebi
Kafkas’ta Azerilerin Kaçak Nebi’si bilinir, destanı yazılmıştır. Ahıska’nın da Koçak Nebi’si vardır. Ahıskalılar kendi derdine düşünce destanını yazamamışlar. Maceraları belki de Kaçak Nebi’ye de mal edilir olmuştur. Biri Kaçak, diğeri Koçak!.. Koçak Nebi, iri yarı, babayiğit, kabadayılıkla nam salmış Ahıskalı bir babayiğit.
Geçen kışın Ardahanlı bir dernek başkanı Ahıskalılarla ilgili haddini aşan laflar etmişti. Ahıskalıların Ahıska’yı, ata-dede toprağını terk edip Türkiye’ye gelmemekle yanlış yaptıklarını çirkin biçimde söylemişti. Ettiği lafları Kazakistan’da bir Ahıskalıya anlatınca bana Koçak Nebi’den bahsetti:
Vaktiyle Ardahan’da birisi bir kahve sohbetinde Ahıskalı Koçak Nebi’den söz ediyor ve bileği bükülmez bir babayiğit olduğunu, maceralarından örnekler vererek anlatıyormuş. Derken karşısındakilerden biri çenesini tutamamış ve “de get ola, o da kim oluyormuş” diye başlayıp, Koçak Nebi’yi küçümseyici ve aşağılayıcı laflar etmiş.
Gel zaman-git zaman derken Ardahanlı kem sözlerinin Koçak Nebi’nin kulağına gittiğini, dahası, Koçak Nebi’nin küplere bindiğini, ilk fırsatta Ardahanlının hesabını göreceğinin söylentisini duymuş. Korkudan Ardahanlının etekleri tutuşmuş. Beladan nasıl sıyrılabileceğini düşünmüş taşınmış ve o gelmeden kendisinin gidip af dilemesi halinde daha kolay kurtulabileceğine karar vermiş, gecikmeden Ahıska’ya doğru yola çıkmış.
Hayli yol aldıktan sonra yolda bir atlıyla karşılaşmış. Talihe bakın ki atlı Koçak Nebi imiş ve Ardahanlı Nebiyi tanımış, Nebi onu tanımasa da. Selamlaşmadan sonra konuşmaya başlamışlar. Ardahanlı yolunun Ahıska’ya doğru olduğunu söyleyince Koçak Nebi ona Ahıska’ya niçin gittiğini sormuş. Ardahanlı af dilemek için uygun fırsat olduğunu düşünmüş ve:
- Ardahan’da bir pox yedim, Kür çayında ağzımı çalxalamaya gediyerim, demiş...
Bu imalı söz üzerine Koçak Nebi kendisiyle ilgili densizliği yapanın bu kişi olduğunu anlamış ve bu samimi tavrı hoşuna gitmiş, Ardahanlıyı affetmiş.
***
Ahıska kültürü dopdolu ve kendi vatanında yaşanmıyor. Koçak Nebisiz kalınca densizler de meydanı boş bulup çemkiriyor. Bu anekdot bilinseydi, birisi yapıştırırdı cevabı. Demek ki Ahıska kültürü, her türlü anlatısıyla yazılı hale getirilmek zorundadır.