İnsanı nitelikli kılmak, insanlaştırmak için doğru eğitim birincil koşulsa eğer, bu eğitimi bir an önce ülkemizin her noktasında, ilke ve yöntemlerine uygun olarak uygulamaya koymamız gerekmez mi? Ülkemizde uygulanmakta olan eğitimin büyük oranda doğru (çağdaş) eğitim ilke ve yöntemlerine uygun olduğunu ileri sürebiliyor muyuz? Uygulanmakta olan eğitimle çocuk ve ergenleri çağdaş yaşamın gerektirdiği bilgi, beceri ve değer duygularıyla donattığımızı söyleyebiliyor muyuz? Çocuk ve ergenlerin eğitimi için hazırladığımız maddesel ve toplumsal-ruhsal ortam, onların gelişim gereksinimlerinden kaçını doyurucu düzeyde ve dengeli bir biçimde karşılayabiliyor? Anne baba ve öğretmenler, çocuk ve ergenlerin gelişim gereksinimlerini doğru dürüst gidermek için üzerlerine düşen görev ve sorumluluğun ne kadarını yerine getiriyorlar? Öğrencilere “doğru eğitim” diye sunduklarımız, tümüyle söylem düzeyinin kaç adım ötesine geçebiliyor?
Bu ve benzeri soruların olumsuz yanıtlarını olumluya dönüştürebilmek için neler yapmamız gerekiyor? Bunların belli başlılarını kısaca görelim.
Anne baba ve öğretmene doğru eğitim becerisini kazandırmalıyız
Çocuk ve ergenin sağlıklı bedensel ve toplumsal-ruhsal gelişimi, önce annelik ve babalık görevini bilinçle yerine getirmemize bağlı. Bu gerçeğin bilinmesine karşın, ülkemiz insanları, yeterli bir anne baba olmaya hazırlanmadan bu rolü üstleniyorlar. Böyle hazırlıksız anne baba olanların büyük bir çoğunluğu, kendilerine, kardeşlerine nasıl bir eğitim uygulanmışsa, çocuklarına da onun benzeri bir eğitimi uyguluyorlar. O nedenle bu çocukların büyük bir çoğunluğu eksik, çağ dışı tutum ve davranışlar edinerek büyüyorlar.
Doğduğunda tam bir asalak olan insan yavrusu, büyüme ve gelişim sürecinde iyi beslendiğinde, bilinçli olarak korunup kollandığında, sağlıklı bir bedensel gelişim sağlayabiliyor. Çocuk ve ergen, ekmek kadar, su kadar gereksindiği özgüveni, özsaygıyı, toplumsallaşmayı ve duygusal dayanıklılığı ise sevildiği, değer verildiği ve başarıları desteklendiğinde geliştirebiliyor.
Özgüven, özsaygı kazanımı, toplumsallaşma ve duygusal dayanıklık edinimi
Özgüven, özsaygı, toplumsallaşma ve duygusal dayanıklılık, çocuk ve ergen kişilik gelişiminin en önemli göstergeleridir. Özgüvenli kişi, yapacağı işlere girişmekte duraksamıyor ve giriştiği işi var gücüyle çalışarak bitiriyor. Özsaygı geliştiren kişi ise varoluş biçimi ve kişilik özellikleriyle barışık yaşıyor. Toplumsallaşmayı başaran kişi de insanlarla başarılı ilişkiler kurmanın ve bunları sürdürmenin üstesinden gelebiliyor. Çocuk ve ergen, sevmeyi, saymayı, hakkı, hukuku, acıma duygusunu, sorumluluklarını, yardımseverliği öğrenip içselleştirdikçe özgecil bir varlığa dönüşüyor. Duygusal dayanıklılık kazandığında da, duygularını başarıyla yönetiyor.
Bu saydığımız ve benzeri nitelikleri edine edine 18–20 yaşına gelen kişi, kendini yönetmeyi, hak ve sorumluluklarına sahip çıkmayı bilen bağımsız kişilikli bir yetişkin kimliği kazanmış oluyor. Çocuk ve ergenler, kendilerinden beklenen gelişimi evde anne babanın; okulda da öğretmenin sağlaması gereken bir dizi doğru öğrenmelerle gerçekleştirebiliyorlar.
Doğru öğrenmelerin bir bölümünü, çocuk ve ergenin bilmesi gereken kural ya da engeller oluşturuyor. Bunların niçin gerekli olduğu, konuşulup tartışılarak çocuk ve ergene benimsetilmeye çalışılıyor. Yararlılığı düşünülmeden ya da anlamı bilinmeden konulan kural ya da engelin; suçlama, ayıplama ve utandırmanın, doğru eğitimde yeri bulunmuyor. Çünkü bunlar, sorun yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Baskı altında tutulmak, kendi olumlu istek ve eğilimleri yönünde davranmaktan alıkonulmak, çocuk ve ergen için ne denli sakıncalı ise, başıboş bırakılmak da o denli sakınca oluşturuyor.
Çocuk ve ergene, yararlı kural ya da engelleri kabul ettirmekle de bitmiyor iş. Bu kural ya da engellere uymayı yerleşik davranış durumuna dönüşünceye dek, çocuk ve ergeni izlemek; o kural ya da engellere uymayı aksattığında uyarmak; zorlandığı yerde çocuk ve ergene yardımcı olmak gerekiyor.
Nedenini bilmedikleri kural ya da engellerle karşı karşıya bırakılan; sıklıkla suçlanan, ayıplanan, utandırılan çocuk ve ergenlerin birçoğu, ileride iki olumsuz tutumdan biriyle davranan kişiler olarak karşımıza çıkıyorlar. Bunlar ya saygısız, utanmaz, bile bile kural ya da engeli çiğneyen, insanlara ve çevreye saldıran, zarar veren ya da içekapanık, gereksiz yere kendilerini suçlayan, aşağılayan, özgüvensiz, huzursuz ve mutsuz kişiler oluyorlar.
Doğru öğrenmelerin ikinci bir bölümünü, çocukta içdenetim sağlama oluşturuyor. Çağdaş eğitim, dış denetimi fazla önemsemiyor; çocukta içdenetim oluşturmaya önem veriyor. İçdenetim, “kendisi ve çevresiyle uyumlu yaşaması için bireyin kişisel istenç ve kararı ile gerekli alışkanlıkları kazanması süreci” olarak tanımlanıyor. Bu süreçte eksik, yanlış davranan, suç işleyen çocuk ve ergen, kendisinde korku uyandırabilen uygulamalardan uzak tutuluyor. Çocuk ve ergenler, neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda bilinçlendirilerek; kendilerini denetlemeyi, zararlı davranışlardan sakınmayı öğreniyorlar.
İçdenetim de anne baba, öğretmen ve yöneticilerin, çocuklarla birlikte enine boyuna tartışarak belirledikleri ve uyulması için görüş birliğine vardıkları demokratik bir ev ve okul ortamında gerçekleştirilebiliyor.
Dışdenetim ise çocuğu, yetişkinlerin, kendi koydukları kural ya da engellere uymaya zorlayan çağdışı bir anlayışı dile getiriyor. Çocuk haklarıyla, dolayısıyla çağdaş eğitimle bağdaşmayan bu denetim anlayışı daha çok, kuralların jandarmalığını yapan kişi ya da kişilerin varlığı duyumsandığı sürece etkili olabiliyor.
Doğru öğrenmelerin üçüncü bir bölümünü ise çocuk ve ergene toplumsal-ruhsal olgunluk kazandırmak oluşturuyor. Bir kişinin yetişkin sayılması için, yalnızca takvim yaşının 18-20’lere gelmesi yetmiyor. Toplumsal-ruhsal olgunluğunu tamamlamamış olan genç, ileri yaşlarda da çocuksu duygu, düşünce ve davranışlar sergileyebiliyor. Toplumsal-ruhsal gelişim yönünden çocuk kalmış yetişkin, örneğin, olur olmaz yer ve zamanda, olur olmaz şeylere kızıyor. Gereksiz yere ve çabuk kırılıyor ya da bozuluyor. Dahası, darda kaldığında, çözüm üreteceğine, düş kırıklığı yaşıyor; yakınmaya, ağlayıp sızlamaya ya da bağırıp çağırmaya sığınıyor. O nedenle çocuk ve ergene, sağlıklı bir kişilik geliştirmede en az maddesel olanaklar kadar da kendine ve çevresine yabancılaşmaya karşı koruyucu öğrenmelerin sağlanması ve duygusal dayanıklığın kazandırılması gerekiyor.
Bilinçli tutum ve davranışlar edinmiş olarak aydınlık bir dünyaya yüzünü döndüren kişi, maddesel olanakları sınırlı bile olsa, aklını kullanarak sorunlarla savaşmaktan ve mutluluğu yakalama umudundan asla vazgeçmiyor. Örneğin, Mustafa Kemal’in önderliğinde, onca yokluk ve yoksunluklara karşın Kurtuluş, sonra da Kuruluş Savaşımızın kazanımı, en yaşlısından en gencine dek her yurttaşın beynine yerleştirilen bağımsızlık, çağdaş olma ve onurlu yaşama bilinci ile kazanıldı. Köy enstitülerinde okuyan öğrencilerin, çok daha donanımlı öğrenim ortamlarında gerçekleştirilemeyen başarılara imza atmalarının gizi de onların beyinlerine yerleştirilen, köyü canlandırma bilinç ve inancıydı.
Anne babanın ve öğretmenin doğru eğitimi bilme sorumluluğu
Okulda öğretmenin, evde de anne babanın çocuk ve ergenlere, belli amaç ve ilkeler doğrultusunda temel bilgi, beceri ve değer duygularını kazandırmak; onları bu bilgi, beceri ve değer duygularını yaşamalarına ve yaşatmalarına olanak sağlayabilecek düzeyde eğitmek gibi bir sorumluluğu bulunuyor. Evde, okuldaki gibi yazılı birtakım amaç ve ilkeler olmasa da her anne babanın, çocuğuna benimsetmesi gereken çağdaş tutum, davranış ve değer duygularının neler olduğunu bilmesi gerekiyor. Çağdaş bir kafaya sahip olan anne baba da öğretmen gibi çocuk ve ergenin sağlıklı bir bedensel ve toplumsal-ruhsal gelişim göstermesini engelleyen tutum ve davranışlardan kaçınma; ortaya çıkacak sorunları çözmeyi bilme; bilmiyorsa bunları öğrenme zorunluluğu bulunuyor.
Evde ve okuldaki çağdaş eğitimciler, engelleyici değil; geliştirici tutum ve davranışları benimsiyorlar. Yersiz ve anlamsız engellemeleri; aşağılayıcı, incitici cezaları, çağdaş eğitimden yana olan öğretmen ve anne baba, aklına bile getirmiyor. Ceza verme zorunluluğu duyduklarında, nedenini açıklamak koşuluyla eksiğini tamamlatmayı, yanlışını düzeltmeyi amaçlayan geliştirici cezalar uyguluyorlar.
İşte bu nitelikte bir eğitimi başarabilmeleri için anne baba ve öğretmenlerin, doğru ve etkin bir anne babalık ve öğretmenlik eğitiminden geçmeleri zorunluluğu doğuyor.
Maddesel donanımın önemi
Çocuğun özgür ve bağımsız kişilikli bir birey durumuna gelmesi; eş deyişle insanlaşması için öğrenci odaklı eğitimin bir başka adı olan çağdaş eğitimden daha iyi bir yol, şimdiye dek keşfedilmedi. Bu eğitimde olumlu bir toplumsal-ruhsal ortamın varlığı kadar, iyi bir maddesel ortamın varlığı da elbette yarar sağlıyor. Öğrenci odaklı eğitim en iyi, bu eğitimin uygulanmasını kolaylaştıran masa, sandalye, kitaplık, bilgisayar ve benzeri araç gereçlerle donatılmış derslik, laboratuvar, atölye, salon ve diğer uygulama alanlarında gerçekleştiriliyor.
Toplumsal-ruhsal sorunlar yaşamanın kaçınılmazlığı ve bunların çözümü
Elverişli ortamlarda bile çocuk ve genç, birtakım toplumsal-ruhsal sorunlarla karşılaşabiliyor. Bu sorunların bir bölümü, çocuk ve ergende yoğun acılar uyandırıyor. Çocuk, özellikle ilk yaşlarda bu yoğun acılardan kurtulmak için, onlara yol açan dürtülerinden bir bölümünü, istençdışı bastırmak (bilinçdışına itmek) zorunda kalıyor. Çünkü bütün toplumlarda ayıp, çirkin, kötü, yasak ve günahla ilgili göreceli yaptırımlar, çocuğun kimi dürtülerinin doyumuna izin vermediği gibi, onların varlığını türlü biçimlerde olumsuzluyor. Ayrıca, çocuk, örneğin, şimşek, gök gürültüsü, deprem, fırtına ve yangın gibi doğal etkenlerin olumsuz etkilerinden de tümüyle korunamıyor. Onun için eğitimcilerin, bu tür sorunlarla savaşmaya hazır olmaları gerekiyor.
İşte bu nedenlerle çağdaş eğitim, düşünsel zekâ ile birlikte duygusal zekâyı da yeterince geliştirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda yetişen birey, hem düşünen, soru soran ve sorun çözebilen, üreten ve yaratıcı etkinlik gösteren hem de seven, sevilen, mutlu olan ve mutlu eden bir kişi düzeyine ulaşıyor. Bu birey, içinde aşırı korku, kaygı, öfke, kin ve nefret gibi duyguların çöreklenmesine izin vermeyen bir kişilik oluşturmuş oluyor. Bu nitelikte bir kişilik geliştirenler, kavgalı gürültülü yaşantılar yerine, bilgi ve bilincin aydınlığında etkin, coşkulu ve mutlu yaşantıların ardına düşüyorlar.
Çocuğa değerli olduğunu duyumsatmalı, onu sevgiye doyurmalıyız
Eğitimde başarının yolu, sevginin eşlik ettiği ilişkilerden geçiyor. Örneğin, okuldan eve dönen çocuğa önce o gün aldığı not değil; nasıl, nice olduğu sorulmalıdır. Çocuğa nottan önce hatırı sorulduğunda ona “Sen, benim için, her şeyden daha önemli ve değerlisin. Elbette notunun iyi olması, senin daha iyi, daha mutlu olmana katkı sağlayacaktır. Ancak her şeyden önemli olan, sensin.” iletisi verilmiş oluyor. Çocuk için böyle bir ileti, kestirimlerin çok üzerinde bir anlam ve önem taşıyor. Çünkü bu yaklaşım, çocuğa sevildiğini, kendisiyle ilgilenildiğini, kendisine değer ve önem verildiğini duyumsatıyor; onun özgüvenini ve yaşama sevincini güçlendiriyor. Bu nedenle anne baba ve öğretmen, çocuk ve gence başarısızlıklarını anımsatmadan önce ve ondan çok daha fazla, başarılarını övmeli, olumlu davranışlarını beğendiğini belirtmelidir.
Çocuğun bizden beklediği, karşılıksız sevgidir. Bu beklentisi giderilmeyen çocukta belli gelişim aksaklıkları ortaya çıkıyor. Eğer anne baba olarak ona kendisini koşulsuz sevdiğimizi anlatmayı bilmiyorsak bunu öğrenmek zorundayız. Bu sevgi iletimini yüz anlatımımız, davranışlarımız, kullandığımız tümce, ona sesleniş biçimimiz (ses tonumuz) ve bakışlarımızla da gerçekleştirebiliyoruz. Onu sevdiğimizi; onun, bizim için biricik olduğunu bu yollarla; ama doğal, ölçülü bir biçimde yansıtabiliyoruz. Yerinde ve dozunda “Seni seviyorum.” demek de bu yollardan biridir. Çocuğumuz, kendisine ve dış dünyaya güvenle bakıyorsa; yaşına uygun sorumluluklarını çoğunlukla ve isteyerek yerine getiriyorsa; yaşama sevincini yansıtıyorsa ona dengeli ve doyurucu bir sevgi ve ilgi gösteriyoruz demektir.
Sevgi, insanı insana; insanı diğer canlılara ve nesnelere yaklaştırıyor; paylaşıldıkça da çoğalıyor. Evde anne baba, okulda öğretmen ve yöneticiler, çocuk ve ergene dengeli ve doyurucu bir sevgi ve eşduyumla yaklaşmayı başardıklarında, baş ağrıtan pek çok sorunun, kendiliğinden ortadan kalktığını göreceklerdir. Ancak içtenliksiz, yetersiz sevgi ile aşırı, bulaşık sevgilerin, sağlıksız ilişkilere kapı araladığı da unutulmamalıdır.
Kıskançlığı, içekapanıklığı ya da saldırganlık ve türevlerini yaşayan çocukların tama yakını, sevilmediklerini algılayan çocuklardır.
Birçok ruhsal sorun, “Geliyorum.” demeden, içten içe, gizliden gizliye uzun bir süre kişinin sağlığını kemiriyor ve günün birinde de gözle görülür duruma geliyor. Onun için, sorunlar karşısında devekuşu gibi davranmamak; ilk belirtiler görülür görülmez, sorunun üstüne gitmek gerekiyor.
Kendisiyle koşulsuz sevgiye dayanan ilişkiler kurulduğunda çocuk, en büyük güç kaynaklarından biri olan merak ve girişim duygusunu, yetkinlikle kullanıp gelişme ve insanlaşma mucizesini gerçekleştirmede zorluk çekmiyor.
Çocuğu anlamaya çalışma ve onun sorduğu soruları önemseme
Çocuğun yaşadığı sorunun, onun penceresinden nasıl göründüğünü algılamak (eşduyum gerçekleştirmek) ve sorunu ona göre değerlendirmek, çözümü oldukça kolaylaştırıyor. Çocuğu değerli bir varlık olarak görüyorsak, onu anlamaya çalışmak, onun sorduğu her soruyu dikkat ve ilgiyle dinlemek ve bu soruları onun yaşına, gelişim düzeyine uygun kapsamda, doğru ve açık bir dille yanıtlamak zorundayız. Bu yanıtlarımızla hem çocuğu aydınlatmış hem de çocuğun güvenini kazanmış oluyoruz.
Birçok anne baba, çocuk ve ergenin en çok cinsel ve dinsel soruları karşısında zorlanıyor. Çünkü cinsel soru ve konular söz konusu olunca, toplumumuz insanlarının çoğu utanıyor, bunları hâlâ ayıp sayıyor. Daha da önemlisi, bu tür soruların nasıl yanıtlanacağını bilmiyor. O nedenle bu tür sorular ya geçiştiriliyor ya çocuğa gerçek dışı, yalan yanlış yanıtlar veriliyor ya da bu tür soruları soran çocuk susturuluyor. Oysa anne baba, bu soruları da doğru ve çocuğun yaşına uygun yeterlikte yanıtlamak, çocuğun öğrenme merakını doğru yanıtlarla gidermek zorundadır.
Anne baba, hangi soruya ne kadar ve nasıl yanıt vereceğini bilmiyorsa, bunu güvenilir kaynaklardan öğrenerek çocuk ve ergeni o konularda da aydınlatmalıdır. Çocuk ve ergen, bu duyarlı konuda en güvenilir bilgileri, anne babasından ve okulun rehber öğretmeninden alabilmelidir. Böylece kuşkulu kaynaklar aracılığı ile yalan yanlış bilgilenmekten ve yok yere birtakım bunalımlara düşmekten uzak tutulmalıdır.
Sağlıklı cinsel gelişim için ayrıca çocuğu zamansız ve aşırı cinsel uyarımlardan uzak tutmak amacıyla anne babanın, çocuğu rastgele çimdiklemekten, dudaklarından öpmekten, “sevgilim, aşkım” gibi sözcüklerle sevmekten, yatak odasına almaktan, yatağında yatırmaktan, onun yanında soyunup dökünmekten de sakınması gerekiyor. Çocuk, günü gelince, cinsel uyarımları zaten yoğun bir biçimde algılayacak ve yaşama geçirmek isteyecektir. Bu önlemlerle çocuk, erken uyarılmanın zararlarından korunmuş olacaktır. Gününden önce uyarılması, çocuğu birtakım cinsel sapmalara da hazırlayabiliyor.
Dinsel soruları yanıtlamanın güçlüğü ise alanın soyutluğundan ve yine hangi konuda, hangi yaştaki çocuğa hangi düzeyde bilgiyi, nasıl bir yöntemle vermenin doğru olacağının bilinememesinden kaynaklanıyor. Bu konuda verilen yalan yanlış bilgiler de çocukluk ve yetişkinlik döneminde birçok travmaların yaşanmasına ve yaşatılmasına yol açabiliyor.
Çocuğu yarış atı yapma yerine, kendini geçmeye özendirme
Bir başka önemli ve olumlu tutum ve davranış, çocuğu başkalarının omzuna basarak ilerleyen bir yarış atı olmaya zorlamaktır. Çocuk ve ergen, sürekli olarak ve dengeli bir çabayla kendini geçmeye özendirilmelidir. Bu, hiçbir zararı olmayan; tam tersine, özgüveni artıran, bireyi mutlu kılan bir yarışma türüdür. Çocuk ve ergen, kendini cüce ya da dev olarak gösteren aynalarda değil; olduğu gibi gösteren düz aynada görebilmeyi, ancak bu gerçekçi yaklaşımla başarabiliyor.
Çocuk ve ergenin 24 saatini verimli kullanmasını sağlamalıyız
Çocuk ve ergen, günün 24 saatini ancak, anne baba ve öğretmeninin yapacağı bilinçli yardım ve destekle yapacağı plan çerçesinde verimli kullanabiliyor. Bu planda çocuk ve ergenin her türlü gereksinimine yer ve zaman ayrılıyor. Bu gereksinimlerin belli başlılarını uyku; kalkma, yıkanma, kahvaltı etme ve yemek yeme; okula gidip derslere girme, arkadaşlarla gezme, oyun oynama; tiyatroyla, müzikle ilgilenme; spor, resim yapma ya da bunları izleme; ders çalışma; alıştırma, ödev yapma; televizyon izleme, bilgisayardan yararlanma, kitap okuma, yazı yazma, dinlenme oluşturuyor. Görüldüğü gibi bunların bir bölümü zorunlu; bir bölümü ise ilgi ve isteğe bağlı gereksinimlerdir. Ancak yer ve zamanı belirtilen etkinliklerin uygulanmasına süreklilik kazandırıncaya dek çocuk ve ergen, anne babası ve öğretmeni tarafından izlendiğinde, yüreklendirildiğinde ve gerekirse kendisine yardım edildiğinde anlam kazanıyor.
Oyun ve oyuncağın çocuk için önemi
Oyun ve oyun aracı olan oyuncak da çocuk için ekmek gibi, su gibi bir gereksinimdir. Çocuk, birlikte yaşamanın kurallarının birçoğunu en iyi, yaşıtlarıyla oyun oynarken öğreniyor. İşbirliği, iş bölümü, paylaşım, yardımlaşma, sırasını bekleme, düzenlilik, hakkına razı olma, hakkını savunma, görev ve sorumluluklarını yerine getirme, önemli ölçüde bu birlikteliklerde kavranılıp pekiştiriliyor. Oyun, ayrıca çocuk ve ergenin birçok arkadaş, sırdaş edindiği; duygu, düşünce ve becerilerini geliştirip bunları ortaya koyma olanağını bulduğu bir etkinliktir. Çocuk, arkadaş sevgisini yaşamaya oyun içinde başlıyor. Bu yolun devamında da ulusal ve evrensel boyutlu sevgiyle buluşuyor. Bunlar, ne azımsanacak ne de küçümsenecek kazanımlardır.
Çocuk için oyun, savsaklanamaz bir gereksinim olduğuna göre, doğru davranış, özellikle ilköğretimin ilk üç yılında onu her gün ödeve boğmak yerine, oyuna doyurmaktır. Çocuğa bu sınıflarda ödev verilmemesi yönünde Milli Eğitim Bakanlığı’nın defalarca yaptığı; ama uygulamada pek uyulmayan uyarılarının birden çok haklı nedeni vardır.
Haklı nedenlerinin ilki, çocuğun eksik öğrenilen ve yanlış anlaşılan bilgileri pekiştirme tehlikesidir. İkincisi, sabırla çalışma yeteneğinin, uzunca bir süre çalışmak için gerekli dikkatin, bu yaş çocuklarında henüz gelişmemiş olmasıdır. Üçüncüsü de bu yaşlarda çocuğun yoğun bir oyun gereksinimi duymasıdır. Onun için bu sınıflarda doğru uygulama, bütün öğrenme ve öğrenilenleri pekiştirme çalışmalarının, okulda ders saatleri içinde, öğretmenin gözetiminde yapılmasıdır.
Okulun günlük vakit çizelgesine, bunlara yetecek kadar ders saati konulmuştur Bu yaşlarda çocuğa verilen hadsiz hesapsız alıştırma ve ödevler, sayılan nedenlerle çocuğun ruh sağlığını bozabiliyor. Bu nedenle planlı alıştırma ve ödevlere 4. ve 5. sınıfta başlanılmalı; 6. 7. ve 8. sınıflarda da kurallarına uygun alıştırma ve ödevler yaptırılmaya geçilmelidir. Bu sınıflarda da çocuğun oyun oynama istek ve eğilimi olumlu karşılanmalıdır.
Hangi sınıfta olursa olsun, çocuk ve ergenin uyku ve dinlenme saatlerinden çalacak, çocuk ve ergene ve onunla birlikte anne babaya karabasanlar yaşatacak kadar uzun günlük ev ödevleri, zararlı ödevlerdir. Çocuk ve ergene verilen her ödev ya da alıştırma, onun serbest zamanının bir bölümünde rahatlıkla bitirilebilecek kapsamda olmalıdır. Sözlü ya da yazılı uzun ev ödevleri, ayrıca her sınıftaki öğrencinin yazısının bozulmasına, okuma isteğinin azalmasına ve okuldan soğumasına yol açabiliyor.
Çocuk ve ergenin televizyon izlemesi ve bilgisayar kullanması sorunu
Televizyon ve bilgisayardan çocuk ve ergenin doğru yararlanması, özel bir önem taşıyor. Bu konuda ilk işimiz, televizyonu sınırlı bir süre izlemenin; bilgisayarı belli bir süre kullanmanın gerekliliğini çocuk ve ergene, anlayacağı bir dille anlatmak; onun görüşlerini de dinleyip değerlendirmek olmalıdır. Ardından da çocuğun ne kadar süre televizyon izlemesinin, bilgisayar kullanmasının uygun olacağı, çocuk ve ergenle birlikte kararlaştırılmalıdır. Kararlaştırılan süre içinde, kendisine uygun programlardan istediği belli sayıdaki programı, çocuk ve ergen kendisi seçebilmelidir. Hafta sonunda istenirse, bu sürenin, sınava hazırlanma gibi zorunlu durumlar dışında, biraz daha uzatma esnekliği de sağlanmalıdır.
Gerekirse çocuk ve ergenin televizyonu ve bilgisayarı sınırlı kullanmaya alışması uğruna anne baba da televizyon izlemekten ve bilgisayarın başında oturmaktan vazgeçebilmeli; televizyonu ve bilgisayarı kapatabilmelidir. Çocuk ve ergen için incitmeyen, ezmeyen, anlayışlı, esnek; ama üstünlük sahibi, kararlı bir otorite olabilen anne babalar, bu nitelikleriyle bütün bunları başarmakta fazla zorlanmıyorlar. Televizyon ve bilgisayarın iyi kullanılmadığı zaman, tehlikeli birer araç durumuna geldiğini, zamanın boşa harcanmasına, bağımlılığa yol açabildiğini duymayan yoktur. Çocuk ve ergenin, 18 yaşına gelinceye dek kullandığı televizyon ve bilgisayarı filtrelemek de alınması gerekli bir başka önemli önlemdir.
Okuma alışkanlığı kazanımı
Okumayı çocuk ve ergenin severek sürdürdüğü bir uğraş durumuna getirmesinin yararını da herkes biliyor; ama çocuk ve ergenlerin büyük çoğunluğuna bu alışkanlık kazandırılamıyor. Kitap ve diğer yazılı kaynakları okumakla çocuk ve ergen, sözcük dağarcığını zenginleştiriyor; duygu ve düşünce dünyasını geliştiriyor; sözle, yazı ile anlama ve anlatım becerisini, yorumlama yeteneğini güçlendiriyor. Kitap ayrıca, çocuk ve ergenin sıkıntı ve üzüntülerini unutmasına, zamanını hoş ve dolu geçirmesine yardımcı oluyor.
Okuma alışkanlığı kazandırmak amacıyla küçük yaştan başlayarak çocuğa hoşlanacağı masallar, öyküler okunuyor. Çocuk, okumayı öğrendikten sonra öykü ya da masalın belli bir bölümü kendisine okunup, heyecanlı bir yerinde bırakılarak devamının okunması çocuğa bırakılıyor. Kendisine verilen bir kitabı okuduktan sonra anne babaya, sınıfa anlatması ya da sesli okuyup dinletmesi; kitabın özetini çıkarması da çocuğa okumayı sevdirmede başvurulan uygulamalar arasında yer alıyor. Çocuk Kitapları Haftası’nda, yılbaşında, doğum gününde ve başka özel günlerde çocuğa kitap armağan edilmesi de okumayı alışkanlığa dönüştürmede başvurulan etkili yollar arasında yer alıyor. Çocuğun öğretmeninin destek ve önerileri de bu konuda önemli bir etken oluyor. Bir başka güçlü etken ise çocuğun, anne babasının ve öğretmeninin elinde sıklıkla kitap görmesidir.
Kitap konusunda bilinmesi gereken önemli bir nokta da bir kitabı çocuğa vermeden önce o kitabın çocuğun gelişim düzeyine, duygu ve düşünce dünyasına uygun olup olmadığını anne baba ya da öğretmenin belirlemiş olmasıdır. Anne ya da baba, kendine güveniyorsa, bu belirlemeyi kendileri yapmalıdır. Kendini yetkili görmeyen anne baba, bilen birisinden bu konuda yardım almalı ya da tutarlı kaynaklardan yararlanmalıdır. Görüldüğü gibi okuma alışkanlığı edinmek, yalnızca kitabın yararlarını bilmekle, çocuğa yalnızca ve sıklıkla “Oku!” demekle içinden çıkılabilecek bir konu değildir.
Anne baba ve öğretmen, gerektiğinde değişime hazır olmalıdır
Çocuk ve ergenden duygu, düşünce ya da davranışlarını değiştirmesini isteyebilmeleri için anne baba ve öğretmen, önce kendileri, gereken her koşulda değişime hazır olmalıdırlar. Çocuk ve ergenin sağlıklı bir gelişim göstermesi yolunda ondan elbette kimi duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmesini beklemek gibi bir hakkımız vardır ve bu doğrultuda onun değişmesi için elbette uğraşacağız. Ancak, çocuk ve ergenin sorunu anne, baba ya da öğretmenin yanlış tutum ve davranışından kaynaklanıyorsa, o sorunun ortadan kaldırılması için önce anne baba ya da öğretmenin bu yanlış davranışını değiştirmesi söz konusu olacaktır.
Çocukla anne baba ve öğretmen arasında yaşanan sorunların birçoğunun, anne baba ve öğretmenin eksik ya da yanlış tutum ve davranışından kaynaklandığı, bilinen bir gerçektir. Örneğin, ailenin ikinci çocuğu dünyaya geldiğinde, “Büyük, nasıl olsa başının çaresine bakıyor.” diyerek anne baba, onu adeta unuttuğu zaman büyük çocuk, bu davranışı kendi çocuk mantığıyla daha az sevildiği biçiminde yorumluyor ve kardeşini aşırı derecede kıskanmaya başlıyor. Bu durumda çocuğun kıskançlığının azalması, anne babanın, büyük çocuğa da yeterince sevgi ve ilgi göstermesine; yani bu konudaki tutum ve davranışını değiştirmesine bağlıdır.
Kimden kaynaklanırsa kaynaklansın, sorun yaratan tutum ve davranışın değiştirilmesinden ya da ortadan kaldırılmasından kaçınıldığı sürece, o sorunun yarattığı rahatsızlıktan kurtulmak olası değildir. Öyleyse, yanlış ya da eksik davranışı kendisine anımsatıldığında, “Ben böyleyim; değişemem.” diyen ya da eksiğini, yanlışını görmek istemeyen anne baba ve öğretmenin, çocuk ve ergenle arasındaki sorunu çıkmaza sokarak çözümsüz bıraktıkları söylenebilir.
Hepimiz, gerektiğinde değişime hazır olmak zorundayız. Değişmesi gereken duygu, düşünce, tutum ya da davranışlarımızı belirlemek; ardından da onu değiştirmek için aklımızı ve istencimizi kullanıp gerekli ve doğru çabayı göstermek, bu konudaki biricik işimiz olmalıdır.