“Bir evimiz bile yok, sürgünüz sadece,

Bizi kabul eden bir ülke çıksın diye

Bekliyoruz içimizde bir huzursuzluk,

Sınıra en yakın yerde”

Bertolt Brecht

Suriyeli göçmen çocuklarla tanışmam bundan bir buçuk yıl önce sınıfıma gelen iki öğrenciyle oldu. O zaman 5-6 yaş grubu öğrencilerin bulunduğu, birinci sınıf okutuyordum. Sınıfıma gelen iki kız öğrenci de altı yaşındaydı. Biri çok az Türkçe biliyor, diğeri hiç bilmiyordu. Bu çocukların aileleri de Türkçe bilmiyordu.

Daha önce hiçbir arkadaşımın mülteci öğrencisi olmamıştı ve bununla ilgili bir eğitim almamıştım. Ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrim yoktu. Karşılaşacağım sorunları öngöremiyordum. Sınıfa geldikleri ilk gün Arapça bilen bir kişinin yardımıyla öğrenciler ve velilerle tanıştım. Gelen öğrencilerimi diğer öğrencilerimle tanıştırdım ve beni neler bekliyor kara kara düşünmeye başladım. İki mülteci öğrencim de aynı sırada oturmak istedi, o gün birlikteydiler. Teneffüslere birlikte çıktılar ve oldukça mutlu görünüyorlardı. Geldikleri gün sondan bir önceki dersin teneffüsünde mülteci öğrencilerimden birinin yüzü tırmalanmıştı ve sekerek geldiğini gördüm. Ağlıyordu ve Türkçe bilmediği için ne olduğunu anlatamıyordu. Diğer öğrenciler birlikte geldiği arkadaşının yüzünü tırmaladığını ve merdivenlerden ittiğini bana anlattılar. Bunu neden yaptığını sorduğumda ise, onunla bir daha konuşmak istemediğini ve onun kendisine engel olduğunu söyledi. Onun için bunu yaptığını söyledi. Benim mülteci öğrencilerle yaşadığım sorunlar böyle başladı. Şiddet eğilimli olmaları, dil problemleri, sosyal kabul görme istekleri, kültürel problemleri gibi durumları yönetmek oldukça zordu.  Özellikle çok önemli bir durumdan bahsetmek istediklerinde can çekişir gibi anlatmaya çalışmaları beni çok üzüyordu. Zamanla davranış problemlerinden kaynaklı şikâyetler gelmeye başladı. Özellikle bir mülteci öğrencim cebine taş koyup, bahçede arkadaşlarına atmaktan tutun da okul içinde kalem getirip satmaya kadar değişik olumsuz davranışlar sergiliyordu. Davranış problemleri dışında dil bilmedikleri için de akademik olarak ilerleyemiyorlardı. Sergiledikleri olumsuz davranışlar nedeniyle hem sınıftaki öğrencilerden hem de velilerimden tepki almaya başlamıştım. Gelen olumsuz tepkilere cevap vermek için de ciddi çaba sarf ediyordum. Mülteci öğrencilerim de Türkçe bilmedikleri için sınıfta yapılan etkinliklere katılamıyorlar bu nedenle sınıf disiplinini bozacak davranışlar sergiliyorlardı. Bu durumu konuşmak için velilerini çağırdığımda Türkçe bilmedikleri için iletişim kurmakta oldukça zorlanıyordum. Bir şekilde anlaşabilsek de yoğun çalıştıklarını ve öğrenciye yeterince zaman ayıramadıklarını söylüyorlardı. Zaten Türkçe bilmedikleri için verilen ödevleri öncelikle çevirtmek zorunda kaldıklarını ve öğrenciye yetemediklerinden yakınıyorlardı. 

Bu sorunu kabullenmeli ve onlar için bir şeyler yapmalıydım. Bu öğrencilere neler yapabileceğimi, nasıl bir program hazırlayabileceğimi planladım. Dil sorununu çözmek önceliklerimden biriydi. Bunun için serbest etkinlik derslerinde tekerleme, şiir, bilmece gibi dil gelişimine katkı sağlayacak etkinliklere yer verdim. Özellikle onların aktif katılımlarını sağlayacak etkinliklerdi bunlar. Oyun ve fiziksel etkinlikler derslerinde iletişime dayalı grup oyunlarına yer vermeye çalıştım. Kültürel faaliyetlerde yöresel kıyafetler giymelerini ve yörelerine özgü yiyecekler getirmelerini sağladım. Böylelikle kendi kültürleriyle kabul görmelerini, kültürlerini tanıtmalarını ve kültürümüzü tanımalarını sağlamış oldum. Müzik derslerinde Arapça şarkılar söylemelerini istedim. Sınıftaki diğer öğrencilerin ilgisini çektiği için Arapça şarkılar söylemekten keyif alıyorlardı. Oyunlara gelince, tam olarak oyun öğrenme yaşında savaştan çıkıp geldiklerinde hiç çocuk oyunları biliyorlardı. Ailelerinden kendi çocukluklarında oynadıkları oyunları öğretmelerini istedim ve öğrendikleri oyunları oyun derslerinde arkadaşlarıyla birlikte oynadılar.

Tüm bu etkinlikler devam ederken, uyum sorunları azaldı ve Türkçeyi öğendiler. Üstelik okuma-yazmaya geçtiler. Dönem sonunda bana yazdıkları mektupta “Esra öğretmenim seni çok seviyoruz.” diye yazmaları benim için çok şey ifade ediyordu.

Sonuç olarak; savaş ortamından çıkmış gelmiş, geldiği ülkenin dilini bilmeyen ve ülkede uyum problemi yaşayan bir öğrenciyle diğer öğrencileri aynı görmek, onları kaybetmemize neden olabilir. Bu çocukları anlamak, dil öğrenme problemlerini dikkate almak, akademik başarılarını artırmak için önlemler almak, gerekiyorsa savaş sonrası travma seansları almalarını sağlamak gerekir. Bu çocukların aileleri için de dil kursları açmak ve bu kurslara ailelerin teşvikleri için çalışılmalıdır. Ayrıca bu ailelere eğitim sisteminin tanıtımı gibi seminerler vererek geldikleri ülkenin eğitim sistemi tanıtılabilir. Ancak bu şekilde başarılı olunabilir diye düşünüyorum.