Sürü mantığı

Kişioğlunun eğitimli olduğunun belirtilerinden biri de kendi kararlarını kendisinin verip sonuçlarına katlandığını göstermesidir. "Elalem ne der" diyerek hareketlerini, davranışlarını, düşüncelerini kısan, hallerini yabancılar için sergileyen kişi dışarıdan kontrol edilen kişidir. Birileri ona ödev vermedikçe sorumluluk üstlenmez. Dışarıdan denetim içeriden denetim haline gelememiştir. Olgunlaşma, dışarıdakilerin denetimi yerine kişinin özdenetimini yapabilir hale gelmesiyle olur. “El alem” dikkate alınabilir ama “onların hoşuna gitsin”,  diye kişi istemediği şeyleri yapmak zorunda kalıyorsa, kendine kendisi kumanda edemiyor demektir.

Sonuçlarını düşünmeden hoppa-züppe yaşayıp, çıldırım çüş oynadıktan sonra "vah benim kötü kaderim", "hep şunların / bunların, onun / bunun yüzünden" deyip kendi günahını şeytana yükleyen de sorumluluk alamayacak kadar az gelişmiş, olgunlaşamamış kişidir. Olgunlaşamamışsa, üzülmeye gerek yok, can tenindeyken kendisi olması için hala umut vardır... Kendisi olmak da kolay değil hani, her davranışı aklın süzgecinden geçirmek ve genellikle de dürtülerini kontrol etmesi gerekir ki, azim ve irade gerektiren zahmetli bir iştir.

Sürüye katılıp el aleme uyarak, onlar gibi, kendisi olabilenlere, özgün davranabilenlere, aykırı tiplere, kendi yapamadığını yapabilenlere verip veriştirmek daha kolaydır. Toplumca sürüye uymayanlara verip veriştiren de biziz... Bir hırsız, bir arsız, hayâsız, hain, namussuz, edepsiz, kahpe, kalleş, zalim, yalancı, katil… Bunlar “el alem ne der” diye düşünmeyenlerdir.

Arifler anlamıştır ama herkesin arif olma mecburiyeti yok. “Sürüye uymayın” derken “psikopat-sosyopat olun” demiyorum.

 

Fütüûhat

Yüzlerce yıl önce fethedilen bir şehir için fetih yıldönümünü kutlamak bana tuhaf geliyor. Bazılarımız oraları hala fethettiğine inanamıyor olmalılar! Fetih kutlamaları bir anlamda, "burası bizim değildi, zorla aldık" demektir. Bu durum çocukça ve kaba bir şişinme değil midir? Fetih yıldönümü kutlamak "burası bizim değil" demeyi sürdürmek anlamına gelmiyor mu? Hatta hatta birisine, "defolun, geldiğiniz yere gidin" deme hakkı verilmiyor mu?

Birileri elinizden almaya çalışır da, ona "haddini bil, biz şunca şehit verdik", demek adına öyle bir durumda kutlama yapılırsa bunu anlarım ama durduk yerde fetih kutlamasını tuhaf buluyorum. Fetih kutlaması yerine işgale uğrayan yerlerin işgalden Kurtuluş günlerini kutlamak bana daha olgun ve saygıdeğer bir davranış gibi gelir... Başkalarının yerini işgal etmek değil, işgal edilen yerini savunmak daha saygıdeğerdir.

İlgili bakanlığın adı pekâlâ "Savaş" Bakanlığı olabilecekken neden Millî "Savunma" Bakanlığıdır? Saldırganlık saygıdeğer bir davranış değildir de ondan. Vatana sahip çıkmak "şunun bunun yerlerini aldık" demeden, milletçi olmak ceddinin savaşçılığının arkasına saklanmadan yapılabilmelidir. Vatansever ve milliyetçi olmanın da saygıdeğer yolunu kullanmalı. Siz hangisindensiniz; saygı bekleyen mi, “benim dedem senin dedeni dövmüş” diyenlerden mi?

Özellikle bir ideolojik dalga bunu hep yapıyor; eylem yapmak için sureti haktan meşru zemin keşfetmiş olmalı… Yine de fetih kutlayanlara “niye gözün üstünde kaşın var” demedik. İnceliği hatırlattık.

 

Sorgula-Kritik et

Bazen kavramların anlaşılmadığını düşünürüm. "Sorgulama" bunlardan biri. Sorgulamak, yani ne yapmak? Yazılan, söylenen sözleri, kim söylerse söylesin, ne söylerse söylesin, "acaba, öyle mi" diye kuşkuyla karşılamak, şüphelenmek, lehte veya aleyhte kanıt aramak, akıl süzgecinden geçirmek, "ne, neden, nasıl, niçin, kim, ne alaka, niye şimdi, kanıtı-belgesi var mı, mantıklı mı..." gibi muhakeme sorularına cevap aramak, sonra o söz ya da yazıdaki bilgiyi "yeni bilgi elde edinceye kadar" bekletmek, olumlamak ya da reddetmek... Başlangıçta huzursuz edicidir; her söze inanıp, "ona inanmıştım" diye sorumluluğu başkasına atma kolaycılığı varken... Sorgulayın efendim, birinin dediği gibi, "düşünmek beyninizi acıtmaz".

 

İstisna kuralı bozar mı?

“İstisnalar kuralı bozmaz”. Bu deyimi İngilizceden almışız. İngilizce aslı şu: The exception proves the rules. Yani "istisna kuralı bozar" diyor. "Bozmaz" diye çevirmişiz, işimize öyle gelmiş olmalı. Sorarım size, istisna kuralı bozar mı, bozmaz mı? Kapıyı birazcık aralık bırakırsanız ardına kadar açılacaktır.

İstisna, kuralı da, kaideyi de, her şeyi de bozar.

 

Propagandist

Propagandistler, seçmenin beynini belirli bir partiye ya da lidere kilitler, anahtarı da denize atarlar. Böylece propagandanın başarısı, demokrasinin yavşamasına yol açar.

 

Ecevit

Dedesi Mekke valisiydi. Babası profesör ve politikacı, annesi ressam. Son padişah Vahdeddin ile anne tarafından akrabaydı. Bunların hiç sözünü etmedi. Kendisi olmaya çalıştı. Şair ve gazeteciydi. Dedesinden miras kalan Mekke’deki servetini ölümünden birkaç yıl önce Diyanet İşleri Başkanlığına bağışladı. Çanakkale’nin savaş yerinde yangın çıkıp ormanlar yanınca evini satıp oranın ağaçlandırılması için bağışladı. Atatürk’ten sonra mal varlığını millete bağışlayan tek liderdi. Karaoğlandı. Dürüst ve halkçıydı. Ahlâklı oluşuyla herkesten takdir topladı. İktidara getirilmemesi için Abd destekli Cephe hükümetleri kuruldu. Tek başına iktidar olması hep engellendi... Yerli ve millî idi. Ecevit’e rahmet dilerim.

 

Lanetli

Şimdiye kadar İslam ülkelerini Batı hesabına karıştırdık; karıştırma eşbaşkanlığı yaptık! Elimiz kanlı. Irak, Libya ve Suriye, Mısır... “İslam” diye diye Müslümanları boğazlattık. Milyonlarca insan… Avrupalı gavura sığınmak için kendilerini derya denize vurdu, çocuklarını boğdular… Kadınlarını... Bu kadar eli kanlı olmak bizde de huzur bırakmayacak. Bize de sıçrayacak. Yıllardır diyoruz… Ortadoğu batağına paldır küldür yuvarlanıyoruz. Akıl ve bilim ülkesi olmaktan çoktan vazgeçtik. Lanet bağıra bağıra geliyor. Lanetliyiz.

 

Afyonkeş entel

Aydınlarımızın afyonlanmadığını kanıtlamalarını beklemenin beyhudeliğini boşa çıkarmalarını seyreylemenin iflah olmaz ağırlığı altındayım. (Ne dedimse dedim)

 

Soru sorudur

Ülkenin çivilerini sökmeyi devrim yapmak sanan bir 16. yüzyıl diyasporası var. Çocuklarımızın şehadeti, söktüğünüz çivilerin neyi tuttuğuna bakmadan sökmenizden kaynaklanıyor olabilir mi?

- Efendim?

 

23 Nisan

23 Nisan’ı içine alan hafta ulusal egemenlik haftasıdır. Hâkimiyetin kutsal tek kişiden (firavun, halifeyi ruyu zemin-padişahtan) millete geçişini kutluyoruz. Bunun anlamı demokrasiye şeklen geçişimizdir, özde de geçmek için yasal alt yapının tesisidir. Yani 23 Nisan bizim Demokrasi Bayramımızdır. Ağzını her açışta demokrasi geveleyen demokrasiperestlerin bu bayramı dolu dolu kutlamalarını bekliyoruz.

Hakkını yememek lazım, hâkimiyetin millete devrini Meşrutiyete borçluyuz. Ulusal egemenlik gününü Meclisi Mebusan’ın açılışıyla başlatmak gerekirdi, olsun, Cumhuriyetimiz akıl etmiş. Elbette meclis açılışını, egemenliği “reayaya” devretmeyi padişah ihsan etmemişti. Osmanlı'nın "Hürriyet Kahramanları"nı da yad ediyorum. Demokrasiye geçişte onların büyük çabaları olmuştu. Şu ya da bu yöndeki bir takım çağdışı densizler yüzünden demokraside istediğimiz noktaya gelememişsek de, geleceğimize inancımız ve mücadelemiz sürüyor.

23 Nisan, milletin kendi patronu olma günüydü. Egemenliğin millete ait olduğunun anayasaya girdiği gün. Eskiden nasıldı? Egemenlik padişahındı. Padişahların bir unvanı da "Halife-i Ruyu Zemin" idi. Ne demek bu? Allah'ın yeryüzündeki vekili... Firavunu öyle biliyoruz ama aşağı yukarı dünyanın her tarafındaki padişah, imparator, kral gibi bütün yöneticiler öyleydi. Bu firavun kendilerine tanrılık payesi vererek kendilerinin neden diğer insanlardan üstün olduklarını anlatıyorlardı ve biz insanlar da onların her türlü kaprislerini, zulümlerini sineye çeker oluyorduk.

Sonra insanlar uyandı. Demokrasi diye bir kavram ortaya çıktı. Kralları, padişahları yokladık, bir baktık ki Allah bunlara vekâlet filan vermemiş, meğer bizi kandırıp sindiriyorlarmış. Biz sadece reaya (koyun sürüsü) imişiz.

İşte o zaman hâkimiyetimizi krallardan, padişahlardan devraldık. Hâkimiyet milletindir, yani hepimizindir, dedik. Türk milleti bu konuda Avrupa'dan biraz geç kalmıştı. Osmanlı'nın son döneminde meşrutiyet filan gibi denemeler yaptık, mebusan meclisi açtık ama yerleştirmeye fırsat bulamadık. Batının emperyalistleri üzerimize çullandı. Savaşlardan göz açıp demokrasiyi uygulayamadık. Nihayet cumhuriyet döneminde bunu yapabildik. İcraatın vekâletini padişah, kral, başkan filan gibi kerameti kendinden menkul lafazan safsatacılar değil, egemenliği kendimiz yürüteceğiz.

Bunun için padişahın kulu değil “yurttaş” olmamız gerekiyordu. Cumhurbaşkanı ne kadar insansa Ali, Ahmet, Anşa, Fedime, Ali Haydar da o kadar insandır. Herkes sosyal ve yasal yönden eşittir, dedik. Ağa, bey, paşa yok, “vatandaş” var, dedik. Bu anlayışta insan yetiştirmeye çalıştık. 1950'ye kadar böyleydi... Sonra NATO’ya girdik…

“Hakimiyet milletindir” diye diye milletten aldıkları oyla milleti ezdiler. Herkese deli gömleği giydirdiler. Nato kafalılar Kemalistleri ezdiler, sosyalistleri yok ettiler, islamcıların kafasını kırdılar, ülkücülerin kulağını kestiler, kafası çalışan ve millet için fikri olan herkesi perişan ettiler.

Ulusal egemenlik bize lazımdır. Ulusal egemenlik demokrasi demektir! Anlamadığınızı biliyorum. Ulusal egemenlik ve çocuk bayramınız kutlu olsun.

El alem ya da mahalle baskısı

İnternet videolarından birinde izledim; Muhsin Bey, kendisini terk eden eşi Tülay hanıma ağlaya böğüre yalvarıp geri dönmesini istiyordu. Muhsin Beyi küçümsemişim. Arsız ve haysiyetsiz bulmuş olmalıyım. Otomatik değer tepkisi. Alışkanlık. Ölçü ne? Toplumun ortak değer yargısı. Özümsemişim ve kendimi yakaladım. Normal olana (ortalama ve çoğunluk insan yığınına) yakın tepki göstermişim. Normal insanlardan olmaya şartlanmışlık! Birçok insan böyledir. Neden normal olana şartlanmış oluyoruz? Çoğunlukta olanları normal saymak normal midir? Normal insanlar çok mu doğal, olumlu, haklı? Hayır. Hımmm. Sürü mantığından ayrılamıyorum(z). Neden? Sürüden ayrılanı kurt kapar. "El alem denilen kamuoyu ne der" kaygısı. Lüzumsuz insanların kınama ve eleştirilerine, dışlamalarına muhatap olmamaya çalışmak... Kalabalıktan korkmak mı? Ama modern toplumda devlet niye var? Tam da benim gibileri bu güruhtan korumak için değil mi?

Aslında bir yere kadar el alemi umursamam, genellikle burnumun dikine giderim; inat olsun diye değil, okuyup bildiklerimin sonucunda aklım öylesini uygun bulduğu için… Onlar bana uysunlar! Muhsin Beyi neden genel ahlaka göre yargıladım ve aşağıladım? Refleks? İçimize yerleşmiş. Muhsin Bey, sizi hala tanımıyorum ama içtenlikle özür diliyorum. Haddimi bilmedim. Tülay ya da Dülsine ya da kızılelma senin için televizyonda normal insanların tepkilerini hiç hesaba katmadan, onların önünde böğüre böğüre saklamadan ağladın, seni takdir ediyorum. Sevgini, özlemini, pişmanlığını dolu dolu haykırma cesaretine hayran oldum. Duygularını dibine kadar yaşamasını gösterdin. Azim, kararlılık ve duygularını derinliğine ve saklamadan yaşaman, sergilemekten çekinmemekle delikanlılığın kitabına not düştün. Tülay'ı döverek yaptığın eşekliği adam gibi özür dileyerek düzeltme yoluna gittin.

Bu arada, sen neymişsin Tülay Hanım!

You have no rights to post comments