Değerli araştırmacı ve derlemeci Sevgi Şenol’un “ARDANUÇ AĞZI” adlı yapıtını gördünüz mü?

Görmediyseniz ve de Ardanuç’ta, Artvin’de; Ardahan ve Erzurum’un Artvin’e yakın yörelerinden birinde yaşamış ya da yaşamakta iseniz; ya da Ardanuç’ta, Artvin’de yaşamış bir ailenin çocuğu iseniz, bu yapıtı baştan sona, sözcük sözcük gözden geçirmeniz gerekiyor, bence.

Yapıt, gözden geçirenlere, çok hoş duygular yaşatacaktır. İçinde yoğruldukları ya da yoğrulmak istedikleri yerel dilin birçok anlatım özelliğini sunacaktır kendilerine. Ön bilinçlerinde, bilince çıkmak için sabırsızlanan pek çok yaşantılarının kapısını aralayacaktır.

Başka yöre insanları ve halkbilim sevdalıları için de doyurucu bir çalışma örneğidir, “Ardanuç Ağzı”. Bu yapıt, Türkçenin ilginç bir ağzının tüm zengin ve düşündürücü güzelliklerini içeriyor.

Derin bir hayranlıkla okudum “Ardanuç Ağzı”nı. Dile getirilen, insanın kendi doğup büyüdüğü yöre olunca, çok daha özel ve öznel bir ilgi odağı oluyor, okudukları. Sayfaları çevirdikçe, bu yalın, süssüz ad altında, yaman bir hazinenin, alın terinin, göz nurunun saklı olduğunu görüyor insan. Ana kucağından beri benim de beslene geldiğim, benim kimlik ve kişiliğime de sinmiş olan birçok değere biçim ve öz kazandıran etkenler arasında yer alıyor, Ardanuç Ağzı.

Her aklıma geldikçe not ettiğim, yöremize özgü sözcük, deyim ve atasözleri, neredeyse küçük bir sözlük oylumuna ulaştı. Onları da aradım Şenol’un yapıtında. Pek çoğunu orada da görünce çocuklar gibi sevindim.

Bunlar, bu değerli yapıta ilişkin, genel yargılarımı oluşturuyor. Aşağıda, değerli okurlarla yapıtın içeriğine ilişkin daha somut ve ayrıntılı düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım.

 

Halkbilim Araştırmacısı ve Derlemeci Sevgi Şenol'un Yapıp Ettikleri

Kısaca da olsa, yapıtın içeriğine ilişkin düşüncelerimin daha iyi anlaşılmasını sağlayacağını düşündüğüm bir konuya; Sevgi Şenol’un, bu yapıtı bize ulaştırıncaya dek yapıp ettiklerine değinmek gereğini duydum.

Şenol, 1950’de Ardanuç’un İncili köyünde doğuyor. İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra iki yıl ilkokul öğretmenliği yapıyor. İçindeki öğrenme aşkı onu, gidebileceği tek yüksekokul olan eğitim enstitüsü Türkçe bölümü öğrenciliğine taşıyor. O öğrenimin ardından Şenol, emekliliğine dek ortaokullarda Türkçe; liselerde de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği görevlerinde bulunuyor.

Eğitimciliğinin yanı sıra Şenol’un içinde, onun yakasını hiç mi hiç bırakmayan bir aşk daha var: Halkbilim araştırmacılığı ve derlemecilik.

1993’te yayımladığı “ARTVİN-ARDANUÇ AĞZINDAN DERLEMELER”i, 1997’deki “Konya-Güneysınır Boncuk Oyaları” izliyor. 2000’de “ARDANUÇ’TAN BİR GÜLDESTE - ‘GÖNÜL KOCAMAZ’” adlı kitabı yayımlanıyor. 2003’te “Balıkesir Boncuk Oyaları”, 2009’da da “Geçmişten Günümüze Boncuk Oyalarımız-Anatolian Bead From Past to Present” adlı kitapları okurlarıyla buluşuyor.

Şenol, işi zamana sığdırmayı başaran yerdeşlerimizden biri. 1996’da İzmir Büyükşehir Belediyesi Çetin Emeç Sanat Galerisi’nde açmaya başladığı kişisel sergilerinin yedincisini Ankara Milli Kütüphane Sergi Salonu’nda gerçekleştiriyor.

Bitmedi. Şenol’un bir de karma sergileri var. Onları da 1994’te Ankara-Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde başlatıp 2007’de Ankara-Mesa Plaza Sanat Sokağı’ndaki sergisiyle sürdürüyor.

Sevgi Şenol, bütün bu çalışmalarıyla birlikte, Ardanuç ağzını, “dört başı mâmur” bir biçimde okur karşısına çıkarma çabasını ise, hiç aksatmıyor. Sanırım, 1993’te yayımlanan “Artvin-Ardanuç Ağzından Derlemeler” adlı kitabını 2015’te, “Genişletilmiş 2. Baskı” olarak “Ardanuç Ağzı” adıyla okurun karşısına çıkarmasını sağlayan, işte bu tutkudur.

İnsan, Sevgi Şenol’un bir koltuğa kaç karpuz sığdırdığına bakıyor da şaşıp kalıyor.

Halkbilim, toplumun geçmişini, geleceğine bağlayan güçlü bir yapıştırıcı; toplum kültürünün ana oluşturucusu. Halkbilim sevdalıları, Türk kültürünün yaşayıp gelişmesine gönül veren herkes, Sevgi Şenol’a da borçludur, diye düşünüyorum.

 

Kitabın İçeriğine İlişkin...

Kırk yıllık bir beyin emeğini kısa bir yazıyla değerlendirmek olası değil. Öncelikle bunu belirtmeliyim. Bu benim yaptığıma, dense dense “üstünkörü” bir değerlendirme denebilir. Bunu vurgulamayı, her şeyden önce bu soluklu emeğe gösterilmesi gereken saygının gereği olarak görüyorum.

“Ardanuç Ağzı”, kapsamlı bir bilimsel çalışma. Alabildiğine zengin “Kaynakça”, “Divanü Lûgat-it Türk’te, Dede Korkut’ta ve Öteki Türk Lehçelerinde, Ağızlarında da Bulunan Sözler” ve yapıtın içeriği, bu çalışmanın ancak kılı kırk yaran kırk yıllık bir çalışma ile ortaya konulabileceğini gösteriyor.

Evet; araştırmacı ve incelemeci yerdeşimiz, tam kırk yılını vermiş bu derlemelere. Bu, gerçekten büyük bir özveri, büyük bir sevda! Bütün değerli, kalıcı yapıtlar, ancak böyle bir emekle can bulmamış mıdır? Atasözleri Sözlüğü’nde olmayan, Ardanuç’a (ve çevresine) özgü 400’den fazla atasözü ve benzer söylenişte olan atasözleri; Deyimler Sözlüğü’nde olmayan Ardanuç’a (ve çevresine) özgü 500’den fazla deyim ve benzer söylenişte olan deyimler, 176 sayfalık Sözlük ile aşağıda sıralayacağım konulara ilişkin onca derleme, hem de bilimsel bir yaklaşımla başka nasıl ortaya getirilebilirdi? Derlenen onca atasözünün, deyimin ve sözlüğe giren sözcüklerle diğerlerinin, özelde yöresel kültürümüze; genelde de Türkçemize çok anlamlı ve önemli bir katkı olduğunu görmek, boynumuzun borcu olsa gerek.

Yapıtta, kaynaklara dayalı, ayrıntılı ve derli toplu bir Artvin, Ardanuç tarihinin yer alması, bana, bu derlemenin alt yapısını da görme olanağını sağladı. Bu çalışma aracılığı ile hem bilgilendim hem de çocukluğumda kanıma, iliğime işlemiş olan birçok güzel duyguyu yaşadım. “İnsanı, en az bilgiler kadar da sağlıklı duyguların insan ettiği” gerçeğini bir kez daha algıladım.

Şenol’un bu yetkin derlemesi, beni bir “Ah! Vah!”tan da kurtarmış oldu. Ardanuç’ta öğretmenlik yaptığım yıllarda, neden oranın halkbilimsel ürünlerini derlemeye çalışmadım?” diye hayıflanıp duruyordum. Bunu birisinin yapmış olduğuna; hem de derinliğine ve genişliğine yapmış olduğuna tanık olunca, derin bir soluk alıp rahatladım.

Türkçe karşılıkları bulunmasına karşın kullanılan “umumi, fayda, hâkimiyet, idare, nahiye, temas” gibi sınırlı sayıdaki sözcükler dışında yazar, arı, duru bir Türkçe, yalın bir anlatımla ortaya koymuş ele aldığı konuları.

Bu çalışma ile araştırmacımız, birçok zor işin üstesinden gelmiş. Bunlardan birini de “çeviri yazı işaretleri” ile gerçekleştirmiş. Şenol, Ardanuç ağzını geleceğe, olduğu gibi taşımak için acaba bir de bu ağzı, ses kayıt aygıtları ile kaydetmeyi gerçekleştirmiş midir ya da böyle bir çalışma tasarımı oluşturmuş mudur? Çünkü “çeviri yazı işaretleri”yle ağız özelliklerini bir bilmeyene tam olarak anlatmak olası değil bence.

Kitabın başında, “Önsöz”den sonra sırasıyla “Çeviri Yazı İşaretleri”, “Kısaltmalar”, “Kaynakça – Alıntı Yapılan Kaynaklar”, “Kitap Kısaltmaları”, “Eserlerinden Alıntı Yapılan Şair ve Yazarlar”, Ardanuç Haritası”, “Ardanuç’un Köyleri”, “Ardanuç Tarihi”, “Yer Adları”, “Coğrafi Durum”, “Sosyo–Kültürel Ekonomik Durum” yer almış. (Bana sorulacak olsa ben, buradaki “Kaynakça –Alıntı Yapılan Kaynaklar”a, kitabın sonunda yer verilmesini; oradaki yazarın özgeçmişinin anlatıldığı “Sevgi Şenol” başlıklı yazının da buraya alınmasını isterim.).

Birinci Bölüme “İnceleme” adı verilmiş ve inceleme; Giriş, Ses Bilgisi (Ünlüler, Ünsüzler), Şekil Bilgisi (Ardanuç Ağzında Ekler), Kelimeler (Zamirler, Sıfatlar, Zarflar, Edatlar), Sonuç başlıkları altında gerçekleştirilmiş.

İkinci Bölüm, “Derlemeler”e (Atasözleri, Deyimler, Ünlemler, Dualar, Beddualar, Mâniler, Bilmeceler, Çocuk Oyunları, Oyunlar, Yanıltmaçlar, Fıkralar, Düğün Geleneği, Kaçan Kız Destanı, Yılbaşı Eğlenceleri, İnanışlar, Âdetler’e) ayrılmış.

“Sözlük” diye adlandırılan Üçüncü Bölüm ise; Sözlüğün Düzeni, Çocuk Dili; Divanü Lûgat-it Türk’te, Dede Korkut’ta ve Öteki Türk Lehçelerinde, Ağızlarında da Bulunan Sözler, Yemekler–Yiyecekler, Meyve Adları, Yöreye Özgü Kişi Adları, Hayvan Adları (İçindekiler’de yazılmamış) ve Sevgi Şenol alt başlıkları altında ele alınmış.

(Yine bana sorulacak olsa ben, “Sözlüğün Düzeni”nden sonraki alt başlıkların, Dördüncü Bölüm olarak ayrı bir ad altında sıralanmasının, daha doğru ve anlamlı olacağını söylerim. Tabii yukarıda dediğim gibi, yazarın özgeçmişine Birinci Bölüm öncesindeki başlıklar arasında; “Kaynakça-Alıntı Yapılan Kaynaklar”a da kitabın sonunda yer vermek ve “İçindekiler”de en son sıraya “Kaynakça” yazmak koşuluyla.)

Belirttiğim biçimsel düzenlemeler gerçekleştirildiğinde; bir de İçindekiler’de ve metin içinde, birinci, ikinci, üçüncü derecedeki başlıkların yazılışlarında gözden kaçan düzenlemeler ile punto büyüklükleri, başlığın birinci, ikinci, üçüncü alt başlık oluşunu yansıtacak biçimde ayarlandığında, kitapta çok daha yetkin bir sıralama ve bölümleme ortaya çıkacaktır, diye düşünüyorum.

Bu titiz çalışmaya ilişkin diğer önerilerim de şunlardan oluşuyor:

Açıklamalardaki anlatımlarda sözcükler, ortak dildeki söyleniş biçimiyle yazılmalı; gerek görülürse, Ardanuç ağzı, ayraç içinde belirtilmeli: aşağıki ev (aşahki ev) gibi. “Karapan” gibi ortak dilde karşılığı olmayan sözcüklerin anlamı da ayraç içinde kısaca açıklanabilir.

Tutarlı eğitimin bir yararı da ortak dil ve söyleyişte birleşmeyi sağlamasıdır. Bu birleşme ve bütünleşme gerçekleştiği ölçüde, daha varsıl bir duyuş, düşünüş ve davranış oluşuyor. Bu yolla kültürel gelişimle birlikte çağdaşlaşma da hız kazanıyor. O nedenle halkbilime yönelik bu tür çalışma yapanlar, kendilerini duygularının seline kaptırmamalı; ortak dilde ve söyleyişte birleşmeyi sağlayan bir tutumu, belleklerinin bir köşesinde hep korumalıdırlar.

Açıklamalarda örneğin, Ardanuç tarihini anlatırken kimi sözcüklerin “Ardanuç ağzını” da belirtmek istiyorsak, sözcüğü önce Türkiye Türkçesindeki söyleniş biçimiyle yazmalı, “Ardanuç ağzı”nı, ayraç içinde belirtmeliyiz. Örneğin, önceliği “Çoruk”a değil, “Çoruh”a; “Yalağuzçam”a değil, “Yalnızçam”a tanımalıyız. Hangi nedenle olursa olsun, “ağız”ı öne çıkarmaktan sakınmalıyız. Temel amacımız, hep ortak dilde birleşmek ve bütünleşmek olmalıdır.

Ardanuç ağzında kullanılan sözcüklerin temel özelliği, bunların büyük çoğunluğunun Türkçe oluşudur. Bu önemli özelliğin herkesçe kolaylıkla görülüp anlaşılması için “Yer Adları”, “Atasözleri”, “Deyimler” ve “Sözlük” başlıkları altında Ardanuç ağzıyla sıralanan tüm sözcük, sözcük öbekleri ve tümcelerin önünde ayraç içinde, bunların günümüz Türkiye Türkçesindeki söyleniş biçimleri verilmelidir.

Yazarımız, ne pahasına olursa olsun, yapıtın yeni baskısında bunu gerçekleştirmelidir. Halkbilim sevdalıları, yöre sevdalıları, yapıtın yeni baskısında bunu görmelidirler. Yöre ağzına yabancı olanlar, ilk bakışta Türkiye Türkçesindeki söylenişini çıkaramayabileceği sözcüklerin, söz öbeklerinin ve tümcelerin önünde ayraç içinde söylenişlerini şu biçimde görürlerse, beyinlerinde anlam ışığının yanması kolaylaşır ve bu yolla onların ortak dilde de kullanımına ortam hazırlanmış olur:

Yer Adlarında: Aviluh (Ayılık), Cinnipungar (Cinlipınar), Kaşuhçi (Kaşıkçı), Ogeça (O geçe), Tikanni (Dikenli), yanuhlar (yanıklar), yolçiyoli (yolcuyolu) gibi.

Atasözlerinde: Ağzın eta, altın ata alişturma (Ağzını ete, altını ata alıştırma.). Anaların ogudi, ogutların anasidur (Anaların öğüdü, öğütlerin anasıdır.). Ey komşi, ey ana babadan eydur (İyi komşu, iyi ana babadan iyidir.). Zopa yemamiş adam, gendi yumruğuni kuski sanar (Sopa yememiş adam, kendi yumruğunu küskü sanır.) gibi.

Deyimlerde: Ayah kırmah (Ayak kırmak), (beklemek); Bulduh yiturmasah (Bulduk yitirmesek); Yukuni kedi goturur, goğluni tağ eglamiyer (Yükünü kedi götürür, gönlünü dağ eğlemiyor.) gibi.

Sözlükte: adlamah (atlamak), alaçuh (alaçık), bedihava (bedava), biyani (bu yana), eyla (öyle), izusti (izüstü), koçurmah (göçürmek, evlendirmek), megerisam (meğerse), orgi (örgü), taracuh (daracık) gibi. (Çeviri yazı işaretlerini koyamadım.)

Oyunların, bilmecelerin ve manilerin hangilerinin yöreye özgü olduklarının da belirlenmesi, bu değerli çalışmaya bir üstünlük daha katacaktır.

“Bir kişiden, bu kadar çok şeyi istemeye hakkımız var mı?” sorusu, sorulabilir. Ancak, Şenol, bu konuda yakayı ele vermiş bir kez. Bu kadar ağır yükün altından kalkmayı başaran Şenol’a, bu önerdiklerim, devede kulak bile olamaz, diye düşünüyorum. Ve diyorum ki yerdeşler olarak hepimiz, elimizden ne geliyorsa o konuda yerdeşimize destek olabilir, yardım elimizi uzatabiliriz.

Aş taşınca kepçenin pahası olmaz, demişler. Bu önerdiğim eklemelerin yaratacağı sayfa sayısı fazlalığı, böyle titiz bir çalışma için kolaylıkla göze alınabilir. Yapıtın yeni baskısında bunları görebileceğimi düşünmek, şimdiden heyecanlandırıyor beni.