Dr. Fadime Tosik Dinç ile Röportaj:

Ahıska, bugün Gürcistan sınırları içinde kalmış olan tarihi bir Türk yurdudur. Stratejik bir bölgedir ve böyle olduğu için de sık sık işgallere maruz kalmıştır. Son işgalci Rusya yaman çıktı: İşgalle yetinmedi, bölgenin nüfus yapısını değiştirmek için büyük katliamlar yaptı, insanları 1829’dan itibaren sürgüne gönderdi, kültürel soykırım yaptı. Kalanları, bir tekini bile bırakmadan 1944 yılında bölgeden binlerce km uzağa gönderdi ve yıllarca sıkıyönetim altında tuttu. Buna maruz kalanlar Ahıska Türkleriydi. Sırf Türk ve Müslüman oldukları için bu ırkçı-dinci-vahşi saldırıyla karşı karşıya kalmışlardı. Ahıska Türkleri günümüzde dünyada insan hakları ve demokrasi sıkıntısını en çok çeken, en ihtiyaçlı toplumdur. Dünyanın değişik bölgelerine dağıtılmış ve tarihi anavatanlarına girişleri halen yasaklanmış durumdadır. Bu da yine Türk ve Müslüman olmalarıyla yakından ilgili bir durumdur.

Diğerlerinin yardım, destek veya duygu sömürüsü bir yana, ağzından "insan hakları ve demokrasi" lakırdısını düşürmeyenleri Ahıska sorununun içinde ve Ahıskalıların yanında göremiyoruz. Ahıska Türklerinin insan hakları ve demokrasi mücadelesine el vermek demokratların en önemli görevi olmalıdır. Ancak burada ciddi bir sorun ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir Ahıskalı Stalin’e lanet okuyarak konuşmasına başlar. Zira kendilerine insanlık tarihinin bu çirkin zulmünü yaratan ve yaşatan Stalin’di, Ahıskalı onu bilir onu söyler... Stalin’i tahlil etmekten aciz bir sol zümre “Stalin’e lanet”i duyunca, Ahıskalıların yanından uzaklaşıyor. Türkiye’de solun en kritik sınavı Ahıska meselesidir, sol düşünce ve sosyalistler sınıfta kalmıştır.  Mazlum Ahıskalıların değil, Çarlık emperyalizminden daha gerici ve vahşi bir emperyalizmi uygulayan Stalin’in yanında kalmayı yeğlemişlerdir. Bu solu mankurt sol olarak niteleyip, gerçek soldan ayırmayı teklif ediyorum.

Ahıska sorunu son yıllarda ülkemizde daha bir ciddiyetle ele alınmaya başladı. Üniversitelerde tezler hazırlanıyor, kitaplar yayınlanıyor, konferans ve sempozyumlar düzenleniyor. Bu sevindirici gelişmelere bir yenisi, Dr. Fadime Tosik Dinç’in doktora tezi de eklendi. Bu tezden yola çıkarak bir röportaj yaptık. Bu röportaj, alışıldık görüşme biçiminde değil, internet üzerinden yazılı soru gönderip cevap alma yoluyla gerçekleştirildi (İkram Çınar).

İkram Çınar (İ.Ç.)- Merhaba Dr. Fadime Tosik Dinç, geçen ay doktora tezinizi savunup “bilgin” unvanı aldınız. Doktora tezi hazırlamak, bilim hayatında zor ve önemli bir ilk adımdır. Tebrik ederim. Doktora teziniz ile ilgili konuşmak istiyorum. Ancak Eğitişim Dergisi okuyucularına kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Dr. Fadime Tosik Dinç (F.T.D.)- 1974 Malatya-Akçadağ doğumluyum. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliğinden mezun oldum. İnönü Üniversitesi’nde Yüksek Lisans, Fırat Üniversitesi’nde doktora yaptım. 1997’den beri öğretmen olarak çalışmaktayım.

İ.Ç - Ahıska konusunu seçtiniz… Merak etmiş olmalısınız, Ahıska’yı neden merak ettiniz?

F.T.D.-Türklük ve insanlık âleminin mazlum ve mahzun bir parçası olan Ahıska Türklüğü konusunda çalışma yapma fikrini Doktora tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Ergünöz Akçora verdi, Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü Prof. Dr. Yusuf Sarınay da bu fikri pekiştirdi. 1990’larda değişen dünyada Ahıskalıların kaderinin değişmediğini görmek, onları ve tarihi hayatlarını inceleme konusunda merakımı artırdı ve çalışma azmimi güçlendirdi. “Bismillah” deyip başladık, yoğun emeklerin neticesi olarak bu eser ortaya çıktı.

İ.Ç. - Tez konunuz ya da problem cümleniz neydi, hangi soruya cevap aradınız?

F.T.D. - Tez konum “Ahıska Türkleri (1800-1921)”. Başlangıçta incelediğim çalışmalar hep 1944 sürgünü ve sonrasını işliyordu. Ahıska Türklüğünün tarihi hayatı ve özellikle Osmanlı’dan ayrılış süreci hakkında tatminkâr bilgi yoktu. Olanlar da dağınıktı. Derlenip toparlanması, geliştirilmesi, ikmal edilmesi gerekiyordu. Bu duygu ve düşünceyle yola çıktık ve hamdolsun belli bir neticeye ulaştık. Bizden sonra çalışacaklara ve Ahıska Türklüğünün tarihi hayatını merak edenlere bir katkımız olduysa kendimizi mutlu addederiz.

İ.Ç. - Tezinizi şekil itibariyle anlatır mısınız, sayfa sayısı, kaynakçadaki kaynak sayısı, harita, dipnot?.. Bir doktora tezi hazırlamanın zahmetinin anlaşılmasını istiyorum.

F.T.D. - Tez 489+27 sayfa, 330 kitap, 120 civarında makale, 500’ün üzerinde arşiv belgesi, 200 civarında gazete küpürü,1846 dipnot, ekte 7 harita, 19 belge, 2 gazete, 10 fotoğraf ve 6 tablodan ibarettir.

İ.Ç. - “Hay maşallah”, demeden edemedim. Yaşıtlarınız ve birçok arkadaşınız belki de hayatın renklerinin ortasındayken siz zamanınızı kitaplar arasında geçirdiniz… Çok çalışmışsınız. Önemli bilgileri ortaya çıkarmış olmalısınız. Bilginlere bu yüzden de saygı duyuyoruz, değil mi?  Ahıskalılar ata-dede topraklarından sizce neden sürülmüşler?

F.T.D. - Ruslar, Ahıska’yı işgal tarihleri olan 1828 yılından itibaren “Türksüz Ahıska oluşturma” politikasının bir sonucu olarak Ahıska Türklerini göçe zorladığı gibi Ahıska coğrafyasına çok sayıda Anadolu’dan göç ettirttiği Ermeniler ile Güney Rusya’dan göç ettirttiği Hıristiyan Dukhoborları yerleştirmiştir. Ayrıca Ahıska Türklerinin Türklük ve İslamlık bilincini yok etmek için de pek çok çalışmalar yapmıştır. Bütün bu çalışmalara rağmen Ruslar Ahıska Türklerinin Türklük bilincini yok edemediği gibi coğrafyadaki Türk nüfusunu da sonlandıramamıştır. Bu sebeple Stalin, Türk Dünyası ile Anadolu Türklüğü arasındaki bağı koparmak, Kars ve Ardahan’ı ilhâk etmek için bölgeyi Türk unsurundan temizlemek istemiştir.

İ.Ç. Etnik köken konusunda ırkçı-kavimci görüşü itici buluyorum. Bana kalırsa bütün toplumlar bir etnogenezin ürünüdür. Yine de bilimsel sebeplerle ve belki de son yılların antropolojik yaklaşımının etkisiyle birçok yerde etnik köken merakı da başladı. Ahıskalıların etnik kökeni nedir? Ya da şöyle sorayım; Ahıskalıların etnogenezine katkıda bulunan baskın ve dolaylı kültürler nelerdir?

F.T.D.- Elbette bütün insanlık Adem ile Havva’nın çocuklarıdır. Ancak tarih, kültür ve siyaset, insanları kavimler, toplumlar ve topluluklar haline getirmiştir. “Ahıska Türkleri” tabirinin içine giren topluluk Kıpçak-Oğuz karışımı ve sentezi bir Türk topluluğudur. Bir dönem (Atabekler çağında ve idaresinde) Hıristiyan olmuşlarsa da Osmanlı idaresine girişten sonra İslamlaşmışlar ve müteakip hayatları İslam inanç çizgisinde devam etmiştir. Yani Ahıskalılar Müslüman Türk’tür.

İ.Ç. – Rusya, Ahıska’yı neden bu kadar çok istiyor? Yaptıklarına bakılırsa, işgal ile de yetinmemiş, nüfus yapısını değiştirmeye kalkışmış… İstediğini tam olarak elde edememiş olmalı ki 1944’te kalan Müslüman-Türk nüfusu da sürgün ederek bölgeden uzaklaştırmış. Konunun insan haklarını ilgilendiren kısmı bir yana, Rusya’nın temel stratejisi nedir?

F.T.D. - Rusya’nın tarihi politikası sıcak denizlere inmek, deniz gücünden yararlanarak dünya hâkimiyetinde söz sahibi olabilmektir. Bunu herkes bilir. Bu hedefin gerçekleşmesi için, dünya coğrafyası üzerinde belirli stratejik noktaları ele geçirmek gerekmektedir. Anadolu üzerinde Akdeniz’e ulaşabilmesinin yolu da Ahıska’dan geçmektedir. Ahıska, Anadolu-Kafkasya-Türkistan güzergâhının en önemli ve stratejik noktalarından birisidir. Rusya’nın Ahıska’ya göz dikmesinin ve el koymasının ana nedeni de budur. Ahıska’yı Müslüman Türklükten temizlemesinin sebebi de budur.

İ.Ç. – 1829 tarihli Edirne Antlaşması tarihimizin en can yakan kayıplara yol açan antlaşmalarından biridir. Osmanlı Devleti’nin Batıdaki toprak kayıplarından ötürü Doğu, yani Ahıska sanki gündemde kalmamış ya da daha az önemliymiş gibi görünmüştür. Bu tespite katılır mısınız?

F.T.D.– Katılmıyorum. Neden katılmadığımı da şöyle izah edeyim. Ahıska, 28 Ağustos 1828’de Rusya’nın eline geçmesinden kısa bir süre sonra Ruslar, 1828 kışında karargâhlarına çekildikleri hâlde II. Mahmut Anadolu’da yeniden asker toplanması için ferman yayınlamış ve Serasker ve Erzurum valisi Galib Paşa’nın yerine Maden Valisi Hacı Salih Paşa’yı tayinettiği gibi, Serasker Salih Paşa’dan Ahıska ve Kars’ın kurtarılmasını istemişti. Salih Paşa’da Ahıska’nın kurtarılması için Çıldır Mutasarrıfı Ahmet Paşa’yı görevlendirmişti. Ahmet Paşa Mart ve Nisan aylarında Ahıska’nın ele geçirilmesi için iki askeri harekât düzenlemesine rağmen başarısız olmuş, bunun üzerine de Serasker Hacı Salih Paşa Haziran 1829’da bölgeye yeni kuvvetler göndermiştir. 1829 yılında Osmanlı Devleti Ahıska’yı yeniden ele geçirebilmek için yaptığı askeri hareketler başarısız olmuşsa da bu durum Osmanlı’nın Ahıska’da vazgeçmediğinin en güzel örneğidir.

İ.Ç. - Edirne Antlaşmasının Ahıska-Ahilkelek ile ilgili kısmını inceleyebildiniz mi? Sanırım 13. Maddesi, Ahilkelek’in boşaltılmasını gerektiriyor. Ahilkelek Terekemeleri (Karapapaklar) bölgeden ayrılmaya zorlanıyor. Yerlerine Anadolu’dan götürülen Ermeniler yerleştiriliyor. Sırf bu yer değiştirme bile sosyal bir facia olmalı. Bu kaçakaç dönemiyle ilgili elimizde yeterince bilgi ve belge var mı?

F.T.D.– Edirne Antlaşmasını tezin 2. Bölümünde “Edirne Antlaşması (14 Eylül 1829) ve Ahıska Bölgesinin Osmanlı İdaresinden Çıkışı” adlı konu başlığı ile ele aldım. Edirne Antlaşmasının ilgili maddelerinden bahsetmeden önce Antlaşmaya giden süreç hakkında izin verirseniz kısa bir değerlendirme yapmak isterim. Ruslar 1828 yılında Kars eyâleti, Çıldır (Ahıska) eyaletinin önemli sancaklarını, 1829 yılında da Erzurum ve Muş eyâletlerinin tamamını ve Trabzon eyâletini de kısmen işgal etmişlerdi. Rumeli’de ise Ruslar Edirne önlerine gelmişler hatta Edirne 22 Ağustos’ta teslim olmuştu. Yine aynı gün Kırklareli, Lüleburgaz, Tekirdağ, Dimetoka, İpsala ve Enez de Ruslar tarafından işgal edilmiştir. İstanbul, muhtemel bir Rus saldırısına açık hâle gelmiş, hatta Rus Kazakları İstanbul surları önüne kadar gelmişlerdi. Bütün bu gelişmeler karşısında barış yapmaktan başka çaresi olmayan Osmanlı Devleti, Rusların barış görüşmelerine esas teşkil edecek tekliflerini kabul etmek zorunda kalmıştır.

Ahıska ve Ahılkelek’in Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına neden olan antlaşma maddesi ise savaş tazminatı ile alakalı 9. madde ile Anadolu’daki Osmanlı-Rus sınırını tespit eden 4. maddedir. Görüşmeler esnasında Rusya, Osmanlı Devleti’nden 20.000.000 Macar altını istemişti. Bu miktarın yarısına karşılık olarak da Anapa, Faş, Ahıska ve Ahılkelek kalelerini istemişti. Osmanlı Devleti Rusya ile savaşa tutuşacak gücü olmadığı gibi istenilen tazminatı verebilecek durumda da değildi. Böylece Anapa, Faş, Ahıska ve Ahılkelek kaleleri savaş tazminatı olan 20.000.000 Macar altınını yarısı karşılığı olarak Rusya’ya teslim edilmiştir.

Antlaşmanın 13. Maddesi ise savaş sırasında devletlerin tebaaları arasında diğer devletten yana savaşa dâhil olmuş veya tavır ve hareketlerde bulunmuş tebaalarını taraflar tamamen affediyorlar ve bunlardan, istedikleri yerlere göçmek isteyenlere de 18 ay müddet veriyorlardı. Böylece Rusya Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfusu Kafkaslara göç ettirebilme imkânına sahip olmuştur. Gerçi 1828 yılında İran ile imzaladığı Türkmençay Antlaşmasının 15. Maddesi de aynı içerikte idi. Ruslar, Erzurum ve Kars’tan göç ettirdiği 90.000 Ermeni’nin 30.000’i Ahıska ve Ahılkelek bölgelerine yerleştirmiş, ayrıca Müslümanların ellerindeki topraklar alınarak bölgeye gelen Ermenilere verilmiştir. Böylece bölgede yaşayan Müslüman Türklerin yaşam alanları daraltılmış ve göç etmeleri temin edilmiştir. Her iki tarafın da kendi vatan topraklarından ayrılmaları her iki kesim için büyük sosyal facia olmuştur. Ermenilerden kaçmaya fırsat bulanlar yerleştirildikleri yerden tekrar Doğu Anadolu’ya gelirken, Ahıska ve Ahılkelek bölgesinden göç etmek zorunda kalan Türklerin böyle bir şansı dahi olmamıştır.

Ermenilerin göç ettirilmeleri ile ilgili elimizde yeterince bilgi ve belge varken, Ahıska ve Ahılkelek bölgesinden göçe zorlanan Müslüman Türkler hakkında yeterince bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bunun temel sebebi bölgedeki pek çok Müslüman Türk’ün Anadolu’ya gelişte Osmanlı Devleti’ne müracaat etmeden sınırdan geçmiş olmalarıdır. Ahıska bölgesi Türkleri Ahıska ve Ahılkelek’in kuşatılmasından önce Anadolu’ya göç etmeye başlamışlar ve bu bölgelerin Edirne Antlaşması ile Ruslara verilmesi üzerine de bu gelişler devam etmiştir. Kaynaklarda 1828 yılından itibaren Anadolu’ya gelen Ahıska ve Ahılkelek Müslüman Türk nüfusun sayısını tespit edemiyoruz. Osmanlı’ya müracaat ederek gelenlerin nerelere yerleştirildikleri ve yaşadıkları zorlukları kaynaklarda tespit etmekteyiz.

Edirne Antlaşmasının Ahıska ve Ahılkelek’i ilgilendiren maddelerini göz önünde bulundurarak Edirne Antlaşması ile ilgili şunları söyleyebiliriz. Antlaşmanın 4 ve 9. maddesi ile Rusya Kafkasya’da Osmanlı’nın etkinlik alanını yok ederken Edirne Antlaşmasının 13. maddesi ile Ermenileri Türkiye’den göç ettirmekle Rusya, Türk Kafkas’ı ile Türkiye arasına bir set çekmiş ve böylece bölgenin kontrolünü elinde bulundurmayı amaçladığını göstermiştir.

İ.Ç. - Moskova ve Kars antlaşmalarında Ahıska konusunun gündeme getirilmediğine yönelik eleştiriler var. Çernikina’nın bu anlaşmalara ilişkin yayınladığı görüşme ve tutanaklara bakılırsa Ahıska gerçekten de gündeme gelmemiş. Bu doğru mu? Öyleyse Ahıska’yı zihnen de karşı tarafa bırakmışız gibi bir anlam çıkıyor, ne dersiniz?

F.T.D.- Ahıska’nın Moskova ve Kars Antlaşmalarında gündeme getirilmediği doğrudur. Moskova Antlaşmasında Ahıska ve Ahılkelek’in durumlarının gündeme gelmemesini ancak iki şekilde izah edebiliriz: Birincisi, Ankara ile Türk heyeti arasındaki haberleşmenin yetersizliği ki bu durum dönemin kaynaklarına da yansımıştır. Çünkü görüşmeler devam ederken Bolşevik saldırıları karşısında zor durumda kalan ve 5 Mart’ta Ahılkelek’te halkın Sovyet yönetimini kurduğunu haber alan Gürcü Menşevik Hükümeti Başbakanı Jordanya, 6 Mart’ta Gürcistan’ın Ankara Elçisi Mdivani’ye gönderdiği telgrafta Türkiye’nin Ahıska, Ahılkelek ve Batum mıntıkalarının vakit kaybetmeksizin Türk Ordusu tarafından işgal edilmesini teklif etmişti. Bu isteğin TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmesi neticesinde Genelkurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa, 8/9 Mart’ta Şark Orduları Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafta 9 Mart akşamına kadar Batum, Ahıska ve Ahılkelek’in ele geçirilmesini istemişti. Kazım Karabekir Paşa da Ardahan’daki 2. Fırka Müfrezelerinin önemli bir kısmına Ahıska sınırına doğru ileri hareket emri vermiş ve 9 Mart’ta Ahıska, 14 Mart’ta da Ahılkelek ele geçirilmiştir. Ancak bütün bu gelişmeler olurken Türkiye’nin Moskova’da bulunan heyetine bu yeni gelişmeler bildirilemediği gibi oradaki gelişmelerden de Ankara haberdar olamamıştır. Buradan şunu söylemek istiyorum: Türkiye’nin Ahıska ve Ahılkelek’i ele geçirdiği Moskova’da bulunan heyet tarafından bilinmemekteydi. Hatta Türkiye Moskova Antlaşmasının yapıldığını ancak 20 Mart’ta öğrenebilmişti. Bu da bize Ankara ile Moskova arasında bir iletişim sorunu olduğunu göstermektedir.

İkincisi ise; Moskova’ya giden heyet neden Ahıska ve Ahılkelek’i görüşmelerde gündeme almadı? Bunun da nedeni her iki kazanın Misâk-ı Millî sınırlarına dâhil edilmemesinden kaynaklanmaktadır. İşte bu nokta da “Ahıska ve Ahılkelek niçin Moskova Antlaşması ile anavatanda kalması sağlanmadı?” sorusundan önce “Ahıska ve Ahılkelek niçin Misâk-ı Millî sınırlarına dâhil edilmedi?” sorusunun sorulması gerekmektedir. Misâk-ı Millî sınırları tesbit edildiği ve nihai olarak kabul edildiği zamanda Türkiye önemli sorunlarla karşı karşıyaydı. Bunlardan en önemlisi ise Mondros Mütarekesi’nin 24. Maddesi ile Vilayet-i Sitte denilen Erzurum, Sivas, Elazığ, Diyarbakır, Van ve Bitlis’in Ermenilere verilmiş olması ve Ermenilerin Doğu Anadolu bölgesini de içine alan büyük Ermenistan Devleti’ni kurmak istemesiydi. Bu sebeple de Milli Mücadele’yi yapan kadro Ermenilerin Türkiye üzerindeki hayallerinin sonlandırılması ve isteklerinden vazgeçmeleri için askeri bir hareketi düşünmekteydi. Ancak bu esnada da Gürcistan’ın tarafsızlığını sağlamak gerekmekteydi. Çünkü Ermenistan dışında Ahıska ve Ahılkelek’e sahip olan Gürcistan’ın da düşman tarafında olması o günün stratejisine uygun değildi. Moskova görüşmelerinin devam ettiği günlerde ise Ahıska ve Ahılkelek bölgeleri Misâk-ı Millî sınırlarına dâhil olmadığı için herhangi bir ısrar veya pazarlık konusu olamamıştır. Bunu da yine dönemin şartlarına göre ele alınması gerekmektedir.

Moskova Antlaşması, I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ve toprakları İtilaf Devletleri tarafından işgal altında olan bir milletin varlık ve yokluk mücadelesi esnasında imzalandı. Fransızlara karşı Güney Cephesinde, Yunanlılara karşı da Batı Cephesinde mücadele veren TBMM Hükümeti’nin her iki cephede mücadeleyi sürdürebilmek ve nihai zaferi kazanabilmek için para, silah ve cephane yardımına ihtiyacı vardı. Bu yardımı da ancak o günkü şartlarda Bolşevik Ruslardan temin edebilirdi. Bu sebeple de Misâk-ı Millî sınırları içerisinde yer alan Batum’un ve Misâk-ı Millî sınırları içerisinde yer almayan Ahıska ve Ahılkelek’in kaybı kabul edildi. Bunun için hem TBMM Hükümeti’ne hem de Antlaşmaya imza koyan heyete ağır eleştirilerde bulunulabilir. Ancak Moskova Antlaşması değerlendirilirken Rıza Nur Bey’in Moskova Antlaşması’nın hazırlanması ile ilgili sözleri dikkate alınmalıdır.

Rıza Nur Bey hatıratında şöyle yazmaktadır: “… Biz Moskova’da bir hudut yapıyor, Batum’u istemiyoruz. Kanaatimizce, Batum’u bize Ruslar vermezler. Batum Türkiye’ye beladır; diyoruz. Burayı korumak için daima orada elli bin kişilik bir ordu beslemek lazımmış. Batum öyle bir yer ki, Rusların can evi. Bize bırakmayacaklar, arada harp olacak. Bu kadar yaptıklarımız mahvolacak. En fecii, Türkiye yardımsız kalacak. Biz Ardahan, Artvin ve benzerlerini aldık. Antlaşmada bu durum tespit ve kabul edildi. Batum’u da bunlar ile bir sandığa koymak istemiyoruz. Nasıl olsa Ruslar bir gün Batum’u alırlar. Sandıktaki diğer şeyler de, beraber gider. Türkiye Batum’u alıp daima harbe hazır olmak, büyük bir ordu beslemek gibi aptallık yapamaz.”

İ.Ç. - Kapsamlı bir cevap oldu, teşekkür ederim. Doktora tezinizin Ahıska Türklüğüne ne gibi katkıları olduğunu düşünüyor ve değerlendiriyorsunuz?

F.T.D.– Çalışmamız daha çok Ahıska Türklüğünün ve Ahıska bölgesinin 19. ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki durumunu ve hayatını incelemektedir. Bu dönem Osmanlı Devleti’nden kopuş, git-geller ve yeniden Osmanlı Devleti ile bütünleşmek için çırpınışlarla geçmiştir.  Ahıska Türkleri ve Ahıska diasporaları da bu dönem hakkında fazla bilgiye sahip değillerdi. Bizim çalışmamız, Ahıska tarihinin bilinirliğine özellikle bu dönemle ilgili katkı sunmaktadır.

İ.Ç. - Çok teşekkür ederim; hem bu sorulara cevap verdiğiniz hem de Ahıska konusunda çok kıymetli bir araştırma yaptığınız için. Bize önemli bilgiler verdiniz. Dilerim teziniz bir an önce kitap olarak da yayınlanır ve hepimiz daha ayrıntısıyla meseleyi öğreniriz.

Ahıska Kalesi ve Ahmediye Camii (1749?) (Foto. İ.Çınar)

You have no rights to post comments