ÖĞRETMENİM JALE GÜNEŞ
Öğrencilik hatırası yazmak öğretmen yetiştirme veya öğretmen geliştirmeye hizmet eden önemli araçlardandır. Hatıralar birer örnek olay olarak çözümlenerek öğretmenlik becerileri geliştirilecek olanlara yararlı kazanımlar sağlanabilir. Anlatılan hatıra bu amaca yöneliktir.
Kütüphane faresi tipinde bir öğrenciydim. Lisede okuldan çıkınca genellikle halk kütüphanesine ilişirdim. En mutlu olduğum yerdi ve yalnız olabiliyordum. Genellikle yerli edebiyat okuyor ve çıkınca da okuduklarımın etkisinde sokaklarda dolaşıyordum. Bu dolaşmalarımdan birinde kendimi otobüs terminalinde buldum.
İl merkezine günübirlik yolcu taşıyan otobüs geldi ve yolcuları inmeye başladı. İlgisiz ve boş gözlerle otobüsten inenlere bakıyordum, genellikle aşina olduğum ama vilayete gittikleri için kendince iyi giyinmiş yöre insanlarıydı.
Derken farklı biri indi; kara kuru bir kız. Önce bir etrafa bakındı, bakışlarıyla bir şey ya da birini arıyordu. Bulamadı. Otobüsün bagajına doğru giderken etrafa bakınmaya devam ediyordu. Buraya ilk gelişi olmalıydı. Nasıl bir yere geldiğini merak eden, biraz da tuhaf bulan, ama daha çok da bu kasabayı tanımlayamamış bir hali vardı. Bagajdan bavulunu aldı. Kocamandı, neredeyse kendisi kadardı. Tekerlekliydi sanırım ama zemin o kadar bozuktu ki, tekerleklerin çalışmayacağını anladım, yardım etmem gerektiğini düşünerek yanına yaklaştım. Etrafına bir daha bakındıktan sonra kendine doğru gittiğimi fark etti.
- “Acaba bir taksi var mı burada”, diye sordu, bu küçük kasabada taksinin olmayacağını anlamış bir hali vardı. Cevapladım:
- “Taksi yok ama size yardım edebilirim”, dedim. Sevindi. Nereden aklıma geldiyse, Nefertiti’ye benzettim.
Bavulu aldım, çok ağır değildi ama onun taşıyamayacağı bir büyüklüğü vardı. Bavulu nedense sırtıma aldım. Liseye yeni atanan öğretmen olduğunu söyledi. Adı Jale imiş. Önceden duymadığım, kulak tırmalayan bir addı. Lisede öğrenci olduğumu söyleyince sanki daha bir rahatladı. Benim de kafamdaki yabancı muamması çözüldü. Birkaç kadın öğretmenin birlikte kaldıkları bir evi tarif etti. Onların evine kadar eşlik ettim.
Birkaç gün sonra derste karşılaştık. Kimya dersimize geliyordu. Kimya dersim, dahası içinde sayıların olduğu derslere karşı başaramayacağıma inanç duygusu hakimdi ve çalışmaya bile gerek duymuyordum. Kimya da bunlardandı. Hocayla olan tanışıklığımızı önemsemedim, beni hatırlamaması dileği ile derse katıldım. İlk dersi ve ilk öğretmenliği idi. Acemice ama her anı düşünülmüş adımlarla sınıfa girdi. Bastırmaya çalıştığı belirgin bir heyecanı vardı. Sesi ve bazen elleri kontrolünden çıkıp titriyordu. Aslında gürültülü patırtılı bir sınıftık ama hocayla ilk kez karşılaşıyorduk, herkes suskundu. Havada asılı bir tedirginlik, kaygı ve heyecan vardı. Birden beni gördü.
- “Aaa, İkram, bu sınıfta mıydın”, diye sevinçle sordu. Bana dokunarak sınıfa dokundu, köprüyü kurdu, rahatladı. Arkadaşlarım bana baktılar, nereden tanıdığım merak konusu oldu sanırım. Adımı hatırlamasından ve ilgi odağı olma durumundan hiç hoşlanmadım. Öğretmenlerin beni adımla bilmelerinden hiç hoşlanmazdım. “X” olarak arada kaynamayı tercih ederdim, hele ki, başarılı olmadığım sayısal derslerde... Derslerin çoğu da öyleydi, çalışkan olduğum için istemediğim halde Fen koluna yazmışlardı. Hocaya ilgi göstermeyerek kendimi unutturmaya çalıştım ama Jale Hanım her derste bir şekilde hatırımı sorarak, bunun olmayacağını anlatmış oldu.
Hocanın ilgisine rağmen kendimce ilgi göstermemeye, karşılık vermemeye devam ettim. Silik bir öğrenci olarak kalınca, başarısızlık halinde mahcup olmadığını öğrenmiştim! Bu arada bir yazılı sınav olduk ve sınavım iyi geçmedi, çok da önemsemedim. Bir sonraki derste hoca kâğıtları da getirmişti, puanları söyleyecekmiş. Herkesin puanını söyledi, herkesin kâğıdına bakıp nerede yanlış yaptığını, doğrusunun nasıl olması gerektiğini filan söyledi. Bana da bir şeyler söyleyeceği belli olmuştu ve sıkıntıdan patlamak üzereydim. O an zil çalsaydı, çıkar ve bir daha derse girmezdim. Kaçınılmaz olan oldu, benim kâğıdım en sondaydı. Zayıf puan alacağımdan eminim, buna üzülmeyeceğimi de biliyorum ama hocanın uzatması canımı sıkacaktı…
- “İkram çok üzgünüm, iyi bir puan alamadın, maalesef: Üç!”, dedi. Gerçekten üzülmüştü ve mahcuptu. “Gayret edince bunu aşacağını biliyorum…” Aldığım puan benim için gayet normaldi ve üzülmedim ama beni teselli etme gayretini fark ettim. Pek yabancı olduğum önemsenmenin nasıl bir şey olduğuna karar veremezken, bir yandan da sınıfta konu olmaktan ötürü kan ter içinde kaldım. Jale Hanım bir hayli teskin-teselli sözü söyledi. Diğer öğrencilere göre bana daha farklı bir yaklaşımı oldu, daha yakın buluyor olmalıydı. İlk tanışılan öğrenci olmak, bavul taşımanın hatırı bir hukuk oluşturmuş olmalı. Bir önyargı oluşmuştu; ona göre “iyi çocuktum” ve derste de iyi olmam gerekiyordu ama olamamıştım, buna şaşırmıştı! Benim çok umurumda değildi ama hocayı üzdüğüme gerçekten üzüldüm. Asıl, “sen bunu yaparsın, yapacaksın!” deyişi zihnime takılmıştı ve söz aramızda, hala gözlerimin önündedir. Doping yapan bir güdüleme oldu.
Oturup ciddi ciddi Kimya çalıştım, iyi mi! Çok değil ama ciddi çalıştım. Birkaç günlük bir çalışmaydı ve yapabildiğimi gördüm. İlk sınavda üç almıştım, sonrakinde yedi ve sonuncuda dokuz aldım… Arkadaşlarımdan kimyayı öğrenmek için bana başvuranlar oldu, keyifliydi. Yapabildiğimi görmek büyük bir güven kazandırdı. Biraz daha ilgilenen olsaydı, evden veya öğretmenlerden, matematiğe bile çalışabilirdim çünkü Jale Hanım bana neyi nasıl yapmam gerektiğini, konuyu öğrenmek için nasıl ısrar göstermem gerektiğini öğretmişti.
Hiç lazım olmadı ama redoks problemlerini hala çözebilirim. Sonraki sene Jale hoca dersimize gelmedi, ben de üzülerek çalışmayı bıraktım, önceki istikrarlı başarısız halime geri döndüm. Ama nasıl yapınca öğreneceğimi öğrenmiştim.
Çocuklukta ve gençlikte yaşadıklarımızı sanırım bir çıkının içine dolduruyoruz. Sonradan onları çıkarıp kullanıyoruz. Öğretmenlik eğitim aldıktan sonra ister istemez öğrencilik hatıraları gözümüzde canlanıyor. Jale Hanım'ın bende başardığı neydi ve nereden kaynaklandı? Bunu epeyce düşündüm ve şuna karar verdim, Jale Hanım benden açık bir başarı beklenti içine girmiş, bu beklentisini bana hissettirmiş. Üstelik beklenti düzeyini hayli yüksek tutmuş. “Yapabilirsin!” diyerek bende olmayan bir başarı inancı yüklemişti. “Ben bilmiyorum ama hoca benim başarabileceğimi biliyor, o doğruyu biliyor, çalışırsam yaparım” şeklinde bir mantık yürütmemi tetiklemiş olabilir. Öğrenciyi yakın tutma, temas edilen ilk öğrenci olmaktan mütevellit, düşük not almama üzülmesi de beni etkilemiş ve ders çalışmaya yönelik duyuşsal bir güdü ortaya çıkarmış olabilir.
Jale Hanım'ın, bendeki öğrenilmiş çaresizliği çözdüğü söylenebilir. Bu kavramı hatta birçok pedagojik kavramı o zamanlar bildiğini sanmıyorum. Doğal bir insanî tavırla o sonucu elde etmiş olmalı. Öğrencilerime genellikle söylerim, bir sürü eğitim bilimi kavramı yutmak yerine duyarlı bir insan iseniz, gelişkin olmak, mükemmele ulaşma çabasında iseniz iyi bir öğretmen olursunuz, diye. Elbette hem duyarlı ve kaliteli bir insan olup hem de eğitimbilimsel kavramlara vakıf olmanın bir sakıncası yok.
Aradan çok yıllar geçti ama tabii ki hocaya sorulabilir. Öğretmenlikteki ilk yılın deneyimsizliği veya heyecanıyla ne hatırlayabilir ya da ne kadarını bilinçli olarak yaptığı sorulabilir? Otuz yıla yakın zaman geçmiş. Neyse ki internet sayesinde hocamı buldum ve soracak oldum. Yazışmalarımızda maalesef Jale Hanım beni hatırlamadı. Karşılaşıp görüşemedik, ama görebildiğim fotoğraflarında daha bir Nefertiti’ye benziyordu…
Kendimi şanssız sayanlardandım. Fikrimi değiştirdim; Jale Güneş hoca ile karşılaşmış olmak benim şanslı olduğumu gösterir.