Bir beyne sahip olmamız ve beynimizin öğrenme işlerimizi kontrol ediyor olması nedeniyle hepimiz eğitim-öğretim faaliyetleri ile bir biçimde ilişkiliyizdir. Beşikten mezara kadar devam eden öğrenme ve öğretme faaliyetleri bazen okullarda bazen de okul dışında sürer gider. Bu kadar yaşamımızın içinde olan öğrenme ve öğretme kavramları üzerinde aynı oranda düşündük mü? Bu iki kavram bizim için ne anlam ifade ediyor/etmeli?

Fizikçiler ışın düalite/çift durumlu olma yapısından bahseder. Bazı deneyler ışığın bir dalga olduğunu ön plana çıkarırken, bazı deneyler ışığın parçacık olduğunu bize öğretir. Işığın bu çift durumlu yapısı bizim için sıra dışı olsa da doğal bir durumdur. Yani doğa da bir oluğu/kavram bakış açısına göre farklılık içerebilir. Bu durumu “öğreşme” kavramını anlamak için kullanmalıyız.

Öğreten ve öğrenenin bulunduğu bir ortamda, öğretenin gözüyle bir öğretme, öğrenenin gözüyle bir öğrenme gerçekleşmektedir. Bu olay gözlemciden bağımsız olarak bir “öğreşme” durumudur.

Öğreşme kavramı sadece yaşananı gözlemciden bağımsız olarak ifade etmemize yaramaz; ayrıca bu tecrübenin çift yönlü olduğunu bize anımsatır. Newton yasalarından etki-tepki ilkesine göre her etki eşit büyüklük ve zıt yönde bir tepki ortaya çıkarır. Bu ilke uyarınca her öğretme faaliyeti öğretenin gözlemleyeceği, hissedeceği bazı tepkileri ki buna dönüt diyoruz tepki olarak bize bildirir. Bu durumu eğitimciler gayet iyi bilir. Öğrenen öğrencilerin öğrenmeleri hemen öğretmene yansır. Öğretmenin dönütü ve öğrenmenin dönütü bu çift yönlü etkileşimin birinci boyutudur. İkinci boyut pratik olarak bize “öğretmek istiyorsak, öğretmek istediğimiz kitlenin öğretmesine açık olmalıyız” prensibini akıllara getirir. Öğrencilere soru sormaz iseniz, soru sormalarını beklememelisiniz ya da öğrencilerden özür dilemez iseniz, izin almaz iseniz aynı öğreşme durumu ile karşılaşmazsınız. Tabii ki bahsettiğimiz örnekleri doğal ortamlar için değerlendirmekte fayda vardır. Not zoruyla, baskıyla anlatılanların kısa süreli belleğe alınıp unutulacağını tüm eğitimciler hatırdan çıkarmamalıdır.

Öğreşme kavramı hem gözlemciden bağımsız bir algıyı ortaya koyması hem de çift taraflı olması termodinamiğin dört temel ilkesinden beslenmektedir. Bu ilkeleri derinlemesine anlatmak burada sıkıcı olabilir ama burada sadece eğitim sistemi açısından özelde ise öğreşme kavramı açısından ele almayı planlıyorum.

Sıfırıncı Kanun (Öğretmen ve öğrenci kavramları durağan değildir): Bu kanun aslında etkileşimde bulunan üç sistemin ayrı ayrı termal dengeye ulaştığında tüm sistemin termal dengeye ulaşacağını yani ısı akışının kesilip sistemlerin eşit sıcaklıkta olacağını söyler. Bu kanuna göre eğitim sistemimizin üç ayrı parçası etkileşimde ise bir nokta gelecektir ve öğretmen öğrenciye bir şey öğretemeyecektir. Bu öğretme işinin sürekli olmayacağını ve rollerin değişebileceğini bize gösterir.

Öğreşme kavramı bu noktada anlamlı olmaktadır. Zira iki ayrı sistem olmaz ise etkileşim olmaz ve ısı akışı gerçekleşmez. Öğrenmenin vazgeçilmezi etkileşimdir ve sistemler için durağan bir rol tanımı yapmak yanlış bir yaklaşımdır. Şimdi öğretmen olabilirsiniz ama bir süre sonra öğrenci konumunda öğrencinizden ders alabilirsiniz. Stajyerlik yıllarımda rehber öğretmenime yıllar sonra hizmet-içi eğitimde ders anlattığımı düşünüyorum da bu duruma kendi hayatınızdan da örnekler bulabilirsiniz. Bu durum için ayrıca yılların geçmesi de gerekmez.

Birinci kanun (Davranış değişikliği şart değildir): Bu durum eğitim dünyasında önemli değişikliklere neden olmuştur. Önceleri eğitimciler davranış değişikliği olmasının öğrenmenin tek göstergesi olduğunu düşünüyordu. Zamanla anlaşıldı ki davranış değişmiyorsa da öğrenme gerçekleşmiş olabilir. Bunu termodinamiğin birinci kanunu “eğer sisteme enerji girişi varsa iş olmasa bile iç enerjide değişim olabilir” şeklinde ifade eder. Bu iç enerjideki değişim beyinde nöronların yer değiştirmesidir ki her öğrenme yeni bir beyin haritası demektir. Böylece öğreşme kavramı etkileşimin çift yönlü olduğunu vurgularken tepkinin gözlemlenememe durumunu da izah eder. “hani öğretme çift yönlüydü, ben anlatıyorum karşımda tık yok” diye okuyucularımız bu yasayı iyi anlamalıdır. Bazen davranış gözlemlenmez ama etki/enerji girişi/bilgi akışı sadece iç enerji değişimine neden olabilir.

Q=W+U ……………………………………………………….(1)

Termodinamiğin birinci kanununu (1) Numaralı formül açıklar. Burada “Q” sisteme giren enerji, “W” sistemin yaptığı iş ve “U” ise sistemin iç enerjisindeki değişimdir. Dolayısıyla sisteme giren enerji hem iç enerjide hem de ortaya konulan iş te kendini gösterir.

Çok genel olarak bu şekilde özetleyeceğimiz kanunda “Q” anlatılan bilgiyi, “W” değişen davranışları ve “U” ise öğrenmeyi bize çağrıştırır. “W= 0” olacağı durumlar olsa da “∆U=0” olacak bir durum söz konusu olamaz. Bunun nedeni ikinci kanundur.

İkinci kanun (anlattıklarınızdan anlaşılmayan mutlaka olacak): Bu madde aslında öğretmen yetiştirmede vurgulanmayan çok önemli bir kanundur. Öğretmenler her anlattıklarının anlaşıldığını düşünür ama bu ikinci kanun verimin yani alınan/verilen’in 1 olamayacağını, her zaman kayıp olacağını söyler. Bu kayıp nedeniyle ne yaparsanız yapın öğretiminiz eksik kalacaktır. Bu ilke “boş verin nasıl olsa eksik kalacak” düşüncesi oluşturmak yerine “ne yapmalıyım da bu eksik daha az olmalı” yönünde düşünmemizi sağlamalıdır. Yeni öğretmenler hep anlaşıldığını düşünür ama o soğuk an yaşanır ve öğrencisinin anlattığını anlamadığını fark eder. Bu soğuk anı daha önce yaşatmalıyız öğretmen adaylarına…

Öğreşme kavramı açısından ele alırsak düz anlatımın verimsizliği yerine, etkileşimi arttıran; soru-cevap, tartışma gibi teknikleri kullanmanın önemi ortaya çıkar.

Üçüncü kanun (sıfır öğrenme yoktur): Sıfır Kelvin sıcaklığa ulaşmak nasıl imkansız ise sıfır öğrenme de mümkün değildir. Dolayısıyla öğretmen ölçtüğü bir öğrenme için “sıfır” notunu kullanmamalıdır. Az öğrenmeyi açığa çıkarak hassaslıkta ölçüm yaklaşımları denemelidir. Ölçüm sonunda sıfır öğrenme çıkaran ölçüm araçları gözden geçirilmelidir.

Öğreşme kavramı açısından ise bu kanun bize “anlattıklarınız tamamen öğrenilemese de (ikinci kanun) hiç öğrenilememiş de sayılamaz” fikrini oluşturmalıdır.

Özetleyecek olursak;

0: Öğreşme çift yönlü ve dinamik öğrenme-öğretme ortamlarını betimler ve bu roller değişebilir.

1- Öğreşme bazen gözlemlenemeyecek biçimde değişimlere neden olabilir.

2- Öğreşme sürecinde gözlemlenen verim hiçbir zaman “tam” gerçekleşmez.

3- Öğreşme sürecinde gözlemlenen  öğrenme hiçbir zaman “sıfır” gerçekleşmez.

İlk paragrafta sorduğumuz soruya geri dönecek olursak; öğreşme bireysel anlamda beynimize, toplumsal anlamda yaşamımıza/kültürümüze giren bilgi, kavram ve olayların birbiriyle etkileşerek yeni oluşumlar meydana getirmesi gerekmektedir. Bu etkileşimlerin sayısının artması daha güçlü bir kavrayış ve çözülmemiş problemlerin çözülmesi demek iken etkileşimsizlik öğreşmesizlik demektir ve özgür olmayan ortamları bize hatırlatır. Bu bağlamda özgürlük ve bağımsızlık öğreşmenin ilk ve vazgeçilmez basamadığıdır. Daha bağımsız olmak öğreşmeyi arttıracağı gibi daha çok öğreşme girişimleri de kişiyi/toplumu daha bağımsız ve özgür kılacaktır.

Eleştirilerinizi bekliyor ve sevgilerimi sunuyorum….

Daha fazla okumak için;

Bülbül, M. Ş. (2005). Türkçe dilbilgisi kurallarının termodinamik yasalar açısından değerlendirilmesi. In 23. Uluslararası Fizik Kongresi(p. 655). Muğla.

Bülbül, M. Ş. (2013). Bireysel öğrenme materyallerinden tam kaynaştırmalı öğrenme ortamlarına; evrensel tasarım, bağlam temelli yaklaşım ve bilgelik çağı. Middle Eastern & African Journal of Educational Research1(3), 43–58. Retrieved fromhttp://www.majersite.org/issue3/4bulbul.pdf

Bülbül, M. Ş. (2013). Chaotic learning and chaotic curriculum. The Journal of Academic Social Science Studies6(4), 805–815. doi:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS821

İletişim;

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

www.fizikli.com/editor