Bilim var olanın, edimselinin, eyleminin bilgisini ortaya çıkararak gerçeğe ulaşmak için izlenen sistematik çabadır. Örneğin kadın ve erkek var olandır. Kadınların ve erkeklerin birbirlerine âşık olmaları bir edimdir. Ayça ve Gökhan’ın birbirlerine âşık olmaları da eylemdir. Ayça ve Gökhan’ın birbirlerine âşık olmalarının yasalarını açıklayabilirsek bu bilimdir. Sonuçta Ayça ve Gökhan da diğer insanlar gibi insandırlar. Onlarda da nesnel olan yani her insanda işleyen yasalar vardır. Bu yasalara yani gerçeklere ulaşabilirsek o zaman Ayça ve Gökhan’ın gerçekten birbirlerine âşık olup olmadıklarını bilebiliriz. Ayça ve Gökhan’ın birbirlerine âşık olup olamayacaklarını da biliriz. Birlikteliklerinde çıkan sorunları çözebiliriz. Daha somut bir örnek verelim. Göz var olandır. Görmek gözün edimidir. Bir insanın elmayı, masayı, önünü görmesi görme eylemleridir. Şimdi biz kişinin elmayı, masayı, önünü görmesini sağlayan şeyin ne olduğunu bilirsek o zaman gözün nasıl çalıştığını, neden bozulacağını, bozulduğunda nasıl düzeltileceğini bilebiliriz. Örneğin görebilmemiz için ışık gereklidir. Nesnelerden yansıyan ışığın bizim beynimizdeki ışık hücrelerini uyarması sayesinde görebiliriz. Bu sürecin nasıl işlediğini bilirsek o zaman körlerin de görmesi için ne yapmamız gerektiğini bulabiliriz. Bilimsel etkinlik genel geçer olan fakat henüz bilinmeyeni, henüz ulaşılamamış olanı ortaya çıkarmaya çalışır. Ulaşılmış olanın içinde henüz ulaşılamamış olan zaten vardır. Örneğin aşkı ele aldığımız zaman canlıların üremelerinden yola çıkabiliriz. Canlıların nasıl ürediklerini bildiğimiz zaman cinsel çekiciliği öğrenmiş oluruz. Aşk cinsel çekicilikten daha üst bir duygudur fakat cinselliğin içinde aşk vardır. İnsan cinselliğini geliştirdiği noktada aşkı da öğrenmeye başlamıştır. Böylece her canlıda var olan üreme etkinliğinin ötesine geçmiştir. Aşk sayesinde kendisini öğrenen insan aynı zamanda insanlığını öğrenmiştir. Bu da bütün insanları öğrenmesi demektir. Bu nedenle Goethe’nin Genç Werther’in Anıları gibi eserleri insanlığa mal olmuştur.

Bilim sadece insanların etkinliğidir. Bilim yapabilen bitki ya da hayvan yoktur. Bu neden böyledir? Çünkü insan kendi aklına dönebilen tek varlıktır. Gerçek genel geçerdir. Kütle çekişim yasası her zaman her yerde geçerlidir. İnsan olarak biz de bunun içinde olduğumuz için kütle çekişim yasası bizim aklımızda da vardır. Hücrelerimizde, beynimizde bütün vücudumuzun her zerresinde bütün bu yasalar vardır, işlemektedirler. Bu bizim için böyle olduğu gibi bitkiler ve hayvanlar için de böyledir. Fakat onlar kendi akıllarına dönemezler. Onlar kendi akıllarını düşünce nesnesi yapamazlar. Gözüm şu ceylanı nasıl görüyor acaba diye soran bir aslan yoktur? Aslanın gözünde işleyen yasa aslanın ceylanı görmesini sağlar, aslan bu yasayı düşünmeye başlarsa o zaman kendi aklının yasasını düşünce nesnesi yapmış olur. Bitki fotosentez yaparken işleyen yasanın nasıl çalıştığını düşünebilseydi, kendisinde var olan yasayı düşünce nesnesi yapmış olurdu. O zaman nasıl beslenmesi gerektiğini bulabilirdi. Fakat ne bitkiler, ne de hayvanlar genel geçer olan ve canlılarda işleyen bu yasaları düşünce nesnesi yapamazlar. Bu yapamadıkları için de gerçeğe ulaşma olanakları yoktur. Bu nedenle insan dışındaki canlılarda bilimsel etkinlik yoktur. Bu paragrafta açıkladığımız nedenlerden ötürü insanın bilim yapabilmesi için gerekli en önemli unsur kendi aklına dönebilmesi ve bu sayede kendisinde de var olan yasaları düşünce nesnesi yapabilmesidir. Bu nedenle insanın bilimsel çabasında belirleyici olan iç süreçtir.

Ülkemizde bugün bilim insanlarının maaşlarının yetersiz olduğundan, bilimsel araştırma için yeterli maddi kaynak ayrılmadığından, laboratuar olanaklarının yetersiz olduğundan bahsedilmektedir. Bu nedenle yeterince bilimsel çalışma yapılamadığından yakınılmaktadır. Yakınanlar aslında bilime yeterince kaynak ayırmadığı için iktidarı eleştirmektedir. Oysa iktidar da kendisini eleştirenlerle aynı noktadadır. İktidar da üniversitelere yaptığı binalarla, dersliklerle, onlara aldığı yeni teknolojik aletlerle ve akademisyenlere yaptığı zamlarla övünmektedir. Bilimin bu tür unsurlar sayesinde yapılabileceği anlayışı John Locke’nin duyumcu anlayışının devamıdır. Bu anlayışa göre insan bir verir toplama makinesidir. Veri toplamamızı, verileri işlememizi ve yorumlamamızı kolaylaştıracak her şey bilimsel çabada gelişmemizi sağlayacaktır. Bu anlayışın sonucu elbette ne kadar zenginsek o kadar bilim yapabilirizdir. Çünkü maddi olanaklarınız fazlaysa en iyi veri toplama ve işleme aletlerine sahip olabilirsiniz. Böylece en çok veriyi siz toplar ve işlersiniz. Oysa hayvanların veri toplama olanakları bizden çok daha fazladır. Köpekler bizlerin duyumsayamadığı kokuları duyumsarlar ya da hamam böcekleri atom altı parçacıkları hissedebilirler. Fakat atom modeli oluşturmuş bir hamam böceği olmadığı gibi parfüm üretmiş bir köpek de yoktur. İnsanlığın gelişimine baktığımız zaman Mısır, Pers, Hint, Çin imparatorlukları gibi uygarlıkların çok zengin uygarlıklar olduklarını görüyoruz. Yani bu uygarlıkların kendi bilim insanlarına sağlayabilecekleri maddi olanaklar en üst düzeydeydi. Ayrıca imparatorluklar çok geniş alanlara yayıldıkları için bu imparatorluğun bilim insanlarının pek çok farklılıktan haberdar olmaları daha kolaydı. Farklı bitki çeşitleri, iklim ve yağış rejimleri, hayvan türleri, insan anatomileri, görenekleri, alışkanlıkları gibi unsurları gözlemlemeleri, bunlara dair veri toplamaları mümkündü. Tarih bize bunlara dair veriler topladıklarını da gösteriyor. Fakat insanlığa bugün bile yön veren bilimsel patlama zenginliği ve çeşitliliği bu büyük imparatorluklarla karşılaştırılamayacak Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Neden bilim Antik Yunan’da patlama yapmıştır. Neden Antik Yunan uygarlığının bilim insanları genel geçer gerçeklere ulaşılmıştırlar fakat diğer uygarlıktaki bilim insanları bunu başaramamışlardır? Daha önce de belirttiğimiz gibi bunun nedeni Antik Yunanistan’ın çok zengin olması, bilim insanlarına çok para vermesi, çok büyük olanaklar sağlaması ya da çok büyük çeşitlilikte bir gözlem alanı sunması olamaz. Çünkü karşılaştırdığımız diğer uygarlıklara oranla bu olanaklara daha az sahipti. Antik Yunan’ın bilimsel olarak insanlığa damgasını vurmasının nedeni felsefedir. Felsefe düşünceyi düşünme nesnesi yapmayı sağlamıştır. Örneğin tiyatro burada etkili olmuş olabilir. Çünkü tiyatro insanın kendisine dışarıdan bakabilmesine olanak sağlamaktadır. Böylece sahnede izlenilen kişi düşünce nesnesi haline getirilebilmiştir. Çünkü sahnede izlenilen kişi hem somuttur, hem de soyuttur. Somuttur çünkü sahnede oyun oynayan kanlı, canlı bir insandır. Soyuttur çünkü rol yapmaktadır. Rol yaptığı için de günlük yaşamda yapamayacağı şeyleri yapma olanağı vardır. Yani soyutlama onu özgürleştirmiştir. Sahnede yer alan kişinin istediğini yapabildiğini gören Yunanlılar başkalarının özgürlüğünü de görmüş oldular. Soyut olanın özgürleştirdiğini görmek Yunanlıları görünenin ötesine gitme konusunda güdülemiş olabilir. Sonuç olarak genel gerçek gerçeğin soyutluğunu görebilmek ve bunun özgürlük getirdiğini anlamak Yunanlıların düşüncenin bilgisinde yani felsefede gelişmelerini sağlamıştır. Yunandan sonra bilimde ikinci büyük patlama 15. Yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da yaşandı. Bu patlamanın da temelinde yine Antik Yunan’a dönüş vardı.   

Rönesans hareketi ile başlatabileceğimiz ve Descartes, Spinoza, Rousseau, Kepler gibi pek çok bilim insanın çıkmasını sağlayan ikinci büyük atılım da o dönem Batı Avrupası ile karşılaştırdığımızda çok daha zengin olan Osmanlı, Safevi, Hint ya da Çin imparatorluklarında gerçekleşmemiştir. Ortaya çıkan bilim insanlarına baktığımız zaman çok büyük zenginlikler içinde yaşamadıklarını görüyoruz. Yine bu insanların asıl olarak dışsal veriye dayanmadıkları da ortadadır. Örneğin Kepler’in görme bozukluğu neredeyse körlük düzeyindedir. Örnekler çoğaltılabilir. Bilimsel etkinlikte önemli olan insanın kendi aklına dönebilmesi ve orada var olanı açındırmasıdır. Bunu yapabilmek büyük bir birikimi, odaklanmayı ve emeği gerektirmektedir. Bütün bunları göze alabilmek ise ancak sonsuzluk kavramını anlayabilmiş ve bu sayede koşulun üstüne çıkarak özgürleşebilmiş insan için mümkündür. Öleceğini her insan bilir. Fakat sonsuz olduğunu her insan bilmez. Öleceğini bilerek ölümden korkan insan bilinmezi aşma konusunda cesur davranamayabilir. Çünkü çözülememiş bir matematik sorusunu bile çözmek yıllar, hatta on yıllar alabilir. Zaman ve uzaya yani koşula bağımlı kalan insan bu tür cesaret gösteremez. Çünkü o öleceğinden korktuğu için yaşamı sürekli işleyen patlama zamanı kendi elinde olmayan bir saatli bombaya benzetir. Bu nedenle zamana yenilmiştir. Zamana yenilmek korkuya yenilmektedir. Bu insan özgür davranamaz. Örneğin bu insan için bir an önce profesör olmak çok önemlidir. Çünkü bu sayede yaşamının daha büyük bir bölümünü profesör olarak geçirecektir. Bu insan profesör olabilmek için kimleri tatmin etmesi gerekiyorsa onların düşüncesine tabi olacaktır. Bu nedenle kendi bilinci olmayacaktır. Kendi bilinci olmadığı için kendi isteği olmayacaktır. İstekleri çoğunlukla dışsal istekler olacaktır. Dışsal istekler biçimselliğe yakındır. Böyle bir kişi bilimi araç olarak gördüğü için de en kolay şekilde yapılabilecek çalışmaları bilimsel çalışma olarak ortaya sermek isteyecektir. Bugün bilimsel çalışmanın belli şekli vardır. Belli ölçütleri karşılarsanız en itibarlı dergilerde yayın yapabilirsiniz. Örneğin ailenin gelir düzeyi ile çocuğun korteks gelişimi arasında ilişki var mıdır diye bir araştırma yapmak istediğimizi düşünelim. Eğer bu araştırmaya 5 bin çocuk ve onların anne babaları katılırsa. Çocukların korteks gelişimleri 2 yıl boyunca görüntülerle izlenirse. Bu makale en iyi dergilerde yayınlanır. Böyle bir araştırmayı yapmak için elbette para gerekir. Çünkü o kadar çocuğu izlemek, kaydetmek onların verilerini toplamak için pek çok insanın çalışması gerekir. Sadece insanların çalışması değil verileri toplamak için örneğin korteks görüntülerini almak için gerekli tıbbı aletlere gereksinim vardır. Bu ve benzeri pek çok masraf vardır. Bu masraflarını karşılarsanız araştırmayı yaparsınız ve en iyi dergide yayınlarsınız. Burada bilim daha çok verilerin toplanmasına, işlenmesine ve bunların dergilerin istediği biçemde yapılmasına indirgenmiştir.

Oysa bilim dışarıda değil akılda yapılır. Düşünmek için gerekli olan en önemli şey yani beyin bizde zaten vardır. Beynin beslenmesi ve düşünmek için gerekli zamanın yaratılması için elbette maddi olanaklara gereksinim vardır. Fakat maddi olanakların bir bilim insanına sağlayacağı en büyük katkı yaratacağı öğrenme ve düşünme zamanıdır. Yukarıda veri toplamaya odaklanmış bir bilim anlayışına sahip olduğumuzu ve bunun yanlış olduğunu belirttik. Gerçek bilime dair bir örnek verelim. Gerçek bilim olumsuzlama ilkesi doğrultusunda ulaşılmış çıkarımlarla gelişir. Bu çıkarımlara ulaşıldıktan sonra onlarla ilgili deneyler ve gözlemler yapılabilir. Örneğin, bir matematik sorusunu çözmek için neler gerektiği üstüne düşünmeye başladığımızı varsayalım. Soruyu çözmek için soruya odaklanmamız gerektiği aksi takdirde soruyu düşünemeyeceğimiz, soruyu düşünemezsek de soruyu çözemeyeceğimiz çıkarımına ulaşırız. Soruyu düşünmek demek aklımızı soruya vermek demektir. Aklımızı soruya vermemizi engelleyen bir şey soruyu çözmemizi de engeller. Örneğin soruyu çözersek bir ödül alacağımız düşüncesi sorudan çok ödüle odaklanmamıza neden olabilir. Ödüle odaklanmak ödülü istemeyi getirir. Ödül dış bir unsurun denetimindedir. Bu nedenle ödüle ulaşabilmemiz için bizim kendi çabamız yeterli olmayabilir. Soruya değil ödüle odaklandığımız için zaten soruyu çözmekte güçlük çekiyorsak o zaman soruyu çözmek yerine kopya çekebiliriz. Bu nedenle “ödül insan ahlakının gelişimine olumsuz etkide bulunur” türünden bir çıkarım bilimsel bir çıkarımdır. Her aşamasında kanıtlı bir şekilde ilerlemiştir. Gerçek bilim budur. Buna ulaşmak için de çok büyük laboratuarlara gereksinim yoktur. Bunu düşünmek için bilim insanının lüks bir semtte oturması da gerekmez. Bu çıkarıma ulaştıktan sonra bununla ilgili deneyler, gözlemler yapılabilir. Eğer deney ve gözlemler çıkarımı desteklemiyorsa o zaman ya deneyde ya da çıkarımda sorun vardır. Üstünde çalışılmaya devam edilir. İşte bu nedenlerden ötürü ülkemizde bilimin olmamasının nedeni maddi olanaksızlıklar değildir. Ülkemizde bilimin olmamasının nedenlerinden en önemlisi bizce ülkemizde bilim insanlarının özgür olmamalarıdır. Bilim insanlarımız bilimden çok siyaset ve dinle ilgilenmektedirler. Kendilerini buralarda kanıtlamaya ve bu sayede hemen yükselmeye çalışmaktadırlar. Özgürlüklerinden vazgeçtikleri noktada artık bilim insanı olmaktan da vazgeçmektedirler. Bilim milletvekili, bakan, başbakan olmanın, zenginleşmenin, popüler olmanın aracı değildir. Bilim yaşamı değerli kılmanın gerçekten yaşamanın kendisidir. Bunu anlamadığımız sürece ülkemizde bilimin gelişmesinin çok güç olduğunu düşünüyoruz. 

  •