Üniversiteleri dünyada farklı kuruluşlar belli kriterlere göre sıralamaktadırlar. Bu sıralamaları bazıları hesap verebilirliğin bir parçası olarak görüp karşı çıksa da; üniversiteler çoğunlukla bu sıralamaları dikkate almakta ve öğrenci çekmede de kullanmaktadır. Bu çalışmada da Times Yükseköğretim Dünya Üniversiteleri Sıralaması 2014-2015 alınmış (The Times Higher Education World University Rankings 2014-2015) ve analiz edilmiştir. Bu sıralamalar yapılırken üniversitelerin öğretim,  araştırma, bilgi transferi ve uluslararası görünümleri gibi ana unsurlar dikkate alınmıştır. Sıralamada ilk 400’de olan üniversiteler yer almaktadır. Bu çalışma ilk 100 üniversite ile sınırlıdır [1]

Sıralamaya giren üniversitelerin ülkelere ve kıtalara göre dağılımı

Ülke

F

Kıta

F

ABD

45

Amerika

49

Kanada

4

İngiltere

11

Avrupa

34

Almanya

6

Hollanda

6

İsviçre

3

İsveç

3

Belçika

2

Fransa

2

İtalya

1

Kore Cumhuriyeti

3

Asya

12

Japonya

2

Singapur

2

Hong Kong

2

Çin

2

Türkiye

1

Avustralya

5

Avusturalya

5

Toplam

100

100

Yukarıdaki tabloya bakıldığında 45 üniversite ile ABD’nin birinci sırada dolayısı ile Amerika kıtasının da 49 üniversite ile ilk sırada olduğu görülmektedir.  Bu sırayı Avrupa, Asya ve Avustralya kıtaları izlemektedir. Afrika kıtasından herhangi bir üniversitenin ilk 100 arasında yer almadığı gözlenmiştir. Türkiye’den sırlamaya sadece ODTÜ girebilmiştir. Ancak, ODTÜ rektörünün basında çıkan açıklamalarına bakıldığında, ciddi anlamda kadro sıkıntısı çektikleri ve yurtdışından Harvard, M.I.T.  gibi üniversitelerden ODTÜ için dönen doktoralı öğretim elemanlarına YÖK’ten kadro alamadıkları görülmektedir. Aslında bu uygulama ODTÜ gibi köklü bir üniversiteyi aşağıya çekmekle birlikte, TUBITAK’ın 2232 Yurda Dönüş projesi ile çelişmektedir.  ODTÜ’nün kadro sorunu devam ederse bu sıralamalarda olması da güçleşebilir. Diğer Türk üniversitelerden kimlerin bu sıralamada olabileceğini de zaman gösterecektir.

Ülke olarak bakıldığında ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda, Avustralya’nın üniversite sayısı bakımından ilk beşi oluşturan ülkeler olduğu görülmektedir. Anglo-Sakson kültürüne sahip ülkelerin yüzde % 65 oranında üniversitelerinin ilk yüzde olduğu görülmektedir.  Üniversitelerinin isimlerine bakıldığında 12’sinin doğrudan teknik üniversite olduğu, üniversitedeki rektörlerin cinsiyetlerine bakıldığında da ağırlıklı olarak erkek olduğu görülmüştür.

Türk Yükseköğretim Sistemini analiz etmek için bazı sorular sorup bu sorulara cevap aramakta fayda var. Örneğin dünya sıralaması bize ne ifade ediyor? Dünya sıralaması, öğrenci çekme kaygısı olan ülkelerin bir enstrümanı olup, bizim ülke olarak öğrenci çekme gibi bir hedefimiz var mı? Türkiye’de üniversitelere rektör olmak isteyenler seçilmeden önce böyle vaatlerde bulunuyorlar mı? Gerekli midir?

Dünyadaki üniversitelerin özellikle batıdaki üniversitelerin bizde kurulan üniversitelerden daha eski oldukları aşikârdır. Türk Yükseköğretim Kurumuna bağlı üniversitelerin dünya ile yarışacak düzeyde olmasını engelleyen bazı faktörler var. Bu faktörlerin birçoğu iç içe geçmiş ve girift yapılar oluşturmuştur. Bu faktörler kültürel, politik, etik, yönetsel başlıkları altında ele alınıp tartışılabilir.

Kültürel Açıdan Yükseköğretim Kurumları

Hiçbir kişi veya kurum kendi içinde yaşadığı sistemin kültüründen bağımsız değildir.  Bir toplumda kültürel değerlerler yerleşik ise ve büyük çoğunluk tarafından içselleştirilmiş ve yaşatılıyorsa, o kültürün kurumlarında da benzer uygulamalar olur. Eğer bir toplumdaki kültürel değerler tepetaklak olmuşsa, aynı yapıyı o sistem içindeki kurum ve bireylerde de gözlemleyebilirsiniz. Bu durum Türk Yükseköğretim Sistemi içinde geçerlidir. Amacı bilimsel bilgi üretmek olan kurumların başındaki yöneticilerin en temel değeri sanırım bilimsellik, dürüstlük, açıklık ve şeffaflık olması ve bu değerlerin onların davranışına yön vermesi gerekir. Ancak, yükseköğretim sisteminin politik etkilere çok açık olması ve bireysel değer sistemindeki erozyon yüzünden, seçilen rektörlerin rol ve görev karmaşası içinde oldukları bilimsel değer üzerinden yeni değerler üretmek yerine, farklı rol ve sorumluluklar aldıkları gözlenmektedir. Buradaki en büyük sorun etik değerlerin olmamasıdır. Üniversite rektörlerinin, koltuklarından ayrılmamak için politik birimlere göre davranması, kendini başka kurumun başındaymış gibi işler yapması hem yetki aşımı hem de etik bir sorundur. Son zamanlarda bu konulara basında sık sık yer verilmektedir. Kendisini Diyanet İşleri başkanının yerine koyup cami yaptıran, hayır için yardım toplayan, bir siyasi partiye oy toplama görevi üstlenen rektörler örneği gibi. Kurumların başındaki yöneticiler değerlerin oluşturulmasında ve yerleştirilmesinde önemli rollere sahiptirler. Bulundukları kurumlara bu değerleri yerleştirmeyen, var olan bilimsel değerleri geliştirmeyen hatta yok sayan yöneticiler bilime katkı yapabilirler mi? Yükseköğretimde iyi olabilmek için toplumun bilim okuryazarı olması, bilimsel bilgiyi kullanmaya açık olması, bilime ve bilim insanına önem vermesi, bilimsel araştırmaları desteklemesi ve geliştirilmesi için politikacıları yönlendirmeleri gerekmektedir.

Eğitsel Faktörler

Yükseköğretim öncesi eğitim basamakları iyi olmayan bir ülkede yükseköğretim iyi olabilir mi?  Yükseköğretimi besleyen eğitim basamaklar iyi olmazsa girdiniz iyi olmayabilir ve yükseköğretim çıktısının niteliği de kalitesiz olabilir. Nitekim bugün Türkiye’deki yükseköğretimdeki sorunlardan birisi girdinin niteliğidir. Diğer soru ise; yükseköğretim görmemiş veli ve topluluğun niteliği düşük ise yükseköğretimle ilgili nitelikli politikalar geliştirebilir mi?  Yükseköğretim politikalarını belirleyecek kişilerin niteliklerini ve yaptıkları işi sorgulayabilirler mi? Türkiye nüfusunun ortalama eğitim düzeyi ortaokul düzeyindedir. Bu ortalamadan sağlıklı yükseköğretim politikalarını belirleyecek bir sistem üretmeleri beklenebilir mi? Dünya sırlamasında olan üniversitelerin birçoğunun hem eski üniversiteler olduğu hem de ülkelerin ortalama okur - yazar olma düzeylerinin yüksek olduğu görülmektedir. Bu durum Türkiye’nin yol kat etmek için daha çok zamana ve iyi politikalar geliştirmesine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.

Üniversite sayısının arttırılması nitelikli yükseköğretim çıktısını getirmemiştir Nitelikli yükseköğretime sahip kişiler olmayınca aşağıdaki sistemi kim düzletebilir veya geliştirebilir? Meritokrasinin gerekli olduğu bir sistem olması gerekir mi? Yükseköğretimin günlük politikalarla yürütülmesi gelecekte bu kurumların kendini geliştirerek parlak kurumlara evrilebilir mi? Bu soruların cevabını zamanla göreceğiz. Ancak biz bu soruların cevabını beklerken dünyadaki diğer ülkeler hızla ilerlemiş olacaktır.

Yükseköğretim formal eğitimin son noktasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda formal eğitimin okul öncesinden yükseköğretime kadar sarmal bir program dâhilinde yürütülmesi etkili olabilir. Herhangi bir konu okulöncesi eğitimde de ilköğretimde de yükseköğretimde de aynı olabilir. Sadece öğretilme şekli ve kullanılan kelimeler farklı olabilir. O zaman öğrenilen konu hem tekrarlanacağı için hem de konunun kendi içinde bir bütünlüğü olacağı için öğrenilmesi ve anlaşılması kolay olacaktır.  Aynı zamanda informal ortamlar ona göre tasarlanabilecektir. Bu durum yükseköğretimdeki niteliği arttırabilir.

Yükseköğretimde Liderlik Sorunu

Yükseköğretimde liderlik sorunu ve yükseköğretime de lider yetiştirme mutlaka gündemde olmalıdır. Okulöncesi, ilkokul, ortaokul ve lise yöneticisi mutlaka eğitim yönetimi alanında eğitim almalı derken, yükseköğretim yöneticilerini ıskalamamız ciddi bir paradokstur. Daha ileri bir eğitim kurumunu yönetecek yöneticiler de yöneticilik özellikleri açısından nitelik aramak gerekir. Rektörlerin şimdiki seçme ve aşamalı atama sistemi mutlaka değiştirilmelidir. Demokratik olmadığı gibi üniversitelerdeki bilim insanlarını da kamplaştırmaktadır.

Yükseköğretim Politikaları

Bilim denildiğinde aklımıza ne geliyor? Batı tarzı bir bilim anlayışı mı yoksa orta doğu ve uzak doğu yaklaşımlı, gerekli bilim bize zamanla zaten gelir, fazla zorlama anlayışı mı? Sanırım yükseköğretimin içinde bulunduğu önemli açmazlardan birisi de bu. Bilim çoğu zaman gidilecek yere gitmek için binilmesi ve uygun bir zamanda inilmesi gereken bir tren gibi mi anlaşılıyor acaba? İş bulma mı, yerleşme mi, kümelenme mi, birlikte olmayanları ezme ve yok etme mi? Politikacıların bir araç olarak kullanacakları bir mekanizma mı? Yükseköğretim kurumu ile ilgili olarak her parti muhalefette iken eleştirilerde bulunup hükümet olduğunda da bundan siyasi olarak nemalanan bir mekanizmaya dönüşüyor. Dolayısı ile YÖK siyasi olarak nemalanılan bir yapı olarak, hala yükseköğretimle ilgili politikaları tek başına belirleyen bir mekanizma olarak karşımızda durmaktadır.

Politikaların tek merkezden belirlenmesinin belli standartlara ulaşma gibi olumlu yanları olabileceği gibi üniversiteleri ve zihinleri tekleştirme gibi üniversite anlayışı ile bağdaşmayan olumsuz yanları da vardır. Yükseköğretim kurulunun tüm üniversitelerle ilgili kararı alması üniversitelerin gelişmesine, farklı fikirler üretilmesine ve farklı uygulamalara engel olmaktadır.  

Yükseköğretimin bilim insanını istihdam etme politikası da sıkıntılı alanlardan birisidir. Üniversitelerde bilim insanı işe alınırken öncelikli hedef sadece ders vermesi yönünde olmaktadır ve derse göre öğretim elemanı istihdam edilmektedir. Bu politika, bilgi üretme ve bilginin kullanılır hale sokulmasını engellemektedir. Özellikle, Antropoloji gibi bazı temel bilim alanlarının kapatılmasına ve bu temel alanlarda bilgi üretilmesine engel olmaktadır.

Yükseköğretimdeki diğer temel sorun üniversiteleri 9-5 mesaisi yapan devlet daireleri, akademisyenleri de 9-5 mesaisi yapan devlet memurları haline getirilmesidir. Üniversiteler 24 saat açık, ışıl ışıl, 24 saat hizmet veren, bilgi üreten yerler olmalıdır. Araştırmacı laboratuvarında, odasında, kütüphanede istediği saat çalışmalıdır.  Üretkenlik ve yaratıcılık mesai saati ile ilişkili değildir. Üniversiteler akşamları ve hafta sonlarının izinle girilip çıkıldığı mekânlar olmamalıdır. Bina güvenliği elbette önemlidir. Ancak bu çalışmaları kısıtlayarak değil, tam tersine önlemler alarak erişimler sağlanmalıdır.

Her açık sosyal sistem dış çevreyle etkileşim halindedir.  Çevreden girdi alır ve çıktısını çevredeki diğer kurumlara gönderir.  Üniversiteler özellikle rektör atamalarına dayalı olarak politik etkiye çok açık hale gelmiştir. Üniversiteler öğretim elemanlarının işe alınması dâhil birçok konuda dış çevreden baskı görmektedir. Bu baskılar üniversiteleri amaçlarından uzaklaştırmaktadır. Üniversitelerin gelişmesi açısından politik ve çevresel baskılardan arınmış olması gerekir.  Eğer yükseköğretimde dünya sıralamasında gerçekten yerimizi almak istiyorsak, yükseköğretim politikalarının değişmesi, üniversitelerin özerk olması ve belki de belli alanlarda uzmanlaşmaları gerekir.

Ekonomik Faktör Olarak Üniversiteler

Yükseköğretime olan talebi karşılamak için sürekli yeni üniversiteler açılmaktadır. Üniversite açmak bilim üretmek için araç mıdır, amaç mıdır? Bu üniversitelerin açılması talebi karşılama ve bu talebin karşılanması sonucu oy olarak siyasi partilere dönmesi amaç haline gelmiştir. Toplumdaki genel algı, bir ile üniversite açma, yeni binalar yapmak ve istihdamı geliştirmektir. Sonra, gelecek personel ve öğrenci hareketliliği ile ekonomiyi döndürmektir. Bu amaç gerçekleşmiştir. Ancak, beklenen kurulan üniversitelerin o ilin sorunlarına bilimsel çözümler üreterek, o ilin gelişmesine katkı sağlamak olmalıydı. Ancak, gelecekte öğrenci talebinin azalmasıyla birlikte, üniversitelerin bilimsel bilgiler üreterek bulundukları illerin gelişimine katkı yapabileceklerini ummaktayım.

Bilim İnsanlarının Bilim Anlayışı

Bilim alanları temel ve uygulamalı bilimler veya fen bilimleri ve sosyal bilimler gibi farklı sınıflamalara tabi tutulsa da, bilimde amaç sorunlara bilimsel çözümler üretmektir. Bilimsel bilginin yansız, tarafsız,  bilimsel süreçlerle üretilmesi ve aksi ispat edilinceye kadar gerçek kabul edilmesi bu bilgilerin kabulünü kolaylaştırmaktadır.  Ayrıca bilimsel bilgi ile üretilen bilgilerin insanlığın kullanımına açık olması ve sorunlara daha kalıcı çözümler getirmesi de onun kabulünü kolaylaştırmaktadır. Bilgi üretmede genellikle bilindik mevcut yöntemler kullanılmaktadır. Ancak mevcut yöntemlerin yeterli olmadığında yeni yöntemlerle sorunlara çözüm üretmek gerekmektedir. Buna Thomas Khun, “paradigmadaki değişim” adını vermektedir. Türk üniversitelerinde bilgi üretme sürecindeki temel sorunlardan birisi yöntem fetişliğidir. Her sorunu aynı bilindik yöntemle çözmeye kalkışmadır. Özellikle sosyal bilimler ve eğitimde anlayış bir ölçek bulup, uygulayıp istatistikle sonuca ulaşmaktır. Bu bilgi ne işimize yarayacak? Hangi soruna çözüm olacak? Kullanıcıları kim olacak? Bu kadar harcadığımız emek, para ve zamana değer mi? Bu soruları sormadan araştırmalar yapılmakta ve sadece biz akademisyenlere unvan kazandırmaktadır. Bu bağlamda yapılan işler aslında “bilim bilim içindir ve lükstür” anlayışını doğuruyor. Kaynaklarımızı bu tür araştırmalar için heba etmek durumunda mıyız?  Bu sorunun bir tarafıdır. Sorunun diğer tarafı da yapılan araştırmaların tüketilmemesidir. Yapılan araştırmalara sorunlara yönelik yapılmamakta ve sonuç olarak da tüketilmemektedir. Derinliği ve felsefesi olmayan bir bilim anlayışımızın olduğunu ifade etmek durumundayım.  Bu özelliklere sahip bilim insanlarımızın ve kurumlarımızın sayısının çok az olduğunu, bunların da diğerlerine lokomotif olma durumlarının şu anda mümkün olmadığını söyleyebilirim.

Sanırım biz bilim insanları çuvaldızı biraz da kendimize batırmamız gerekir. Yakındığımız sistemden nemalanıyor muyuz, yoksa değiştirmek için çaba mı gösteriyoruz? Mevcut durum ne kadar işimize geliyor? Hem öğrenci sayısından ve derslerden şikâyet edip hem de sürekli ders peşinde mi koşuyoruz? Sonra da bunu araştırma yapmaya zaman kalmıyor kılıfına mı büründürüyoruz. Unutmamız gereken şey, etik, bireyle başlayıp bireyle bitiyor. Sorunlar olsa da bu sorunun bir parçası da acaba biz miyiz deyip sorgulamalıyız.

[1] Başkent Üniversitesi.

[2] The Times Higher Education World University Rankings 2014-2015

http://www.timeshighereducation.co.uk/world-university-rankings/2014/reputation-ranking

You have no rights to post comments