Bundan altı sene önce, karnında bir oğlan olduğunu öğrendiğinde, nasıl sevinerek eve gelip annesine haber verdiğini dün gibi hatırlıyordu... İlk evladı zaten altı senelik hasretin bitim yeriydi; ikinci evladı da bir o kadar zaman sonra müjde gibi gelmişti... Doğuma yakın zamanlarında, rüyasında bir büyük zat -kim olduğunu hala söylemez- 'Adını İbrahim koy kızım' dedi diye, eşine ricacı olmuş; onlar da 'Yiğit düşünüyorduk, ikisini bir koyalım, ne yapalım' demişti. Dedikleri gibi oldu, adı İbrahim Yiğit konulmuştu sarı yağız erkek evladının... Bir zaman, rutin aşı gününde, hemşire 'Bu aşı kartını sakın kaybetmeyin, muhakkak sizden orijinali istenecek okul kaydında' demişti ve üzerinde evladının adı el yazısıyla karalanmış bir beyaz kart vermişti...

Zaman rüzgârı sert esti bir sıra, hayat hengâmesi yahut esfele safilin beşer, anasını evladından ayrı düşürdü...

Gözünü açıp da hastanede, kendini ve anne babasını tanır hale tekrar geldiğinde uzunca bir hastalıktan sonra;  ana, adını rüyasında koyduğu evladının hasret acısını; kabuk nedir bilmez gönül yarasında dağladı durdu...

Hem mahkeme de evladını ona da vermemişti hastasın sen diyerek…  Kızı da oğlu da, bir koşu mesafede ama bir ömür uzaktaydı artık... Kendi derdine ilaçlar kifayet etse de; evladının yokluğuna, hasretine gram su serpecek bir ilaç bulunamamış ve bulunamayacaktı...

On sekiz sene hizmet edip gelin olduğu evinden 'artık siz bakın hastanıza' denilerek baba ocağına gönderilirken getirdiği iki çantadan birinde bulduğu o 'aşı kartı' onu evladına götürüyor, aman bulmaz hasretini 'okul zamanı nasılsa isteyecekler' hayaline bağlayıp, kimsenin anlayamayacağı bir ferahlık veriyordu...

Bir aşı kartı; anayı evladına, mazlumu umuda, zalimi cehenneme böyle bağlıyordu...

Bir aşı kartı, küçük, beyaz bir kart..

You have no rights to post comments