Okullarda perfomansa dayalı çalışmalar 2013-2014 öğretim yılı sonunda yapılan düzenleme ile kaldırıldı. Başta veliler ve öğretmenler olmak üzere eğitim çevresi pek bir sevindi. Performans çalışmaları büyük ölçüde el becerilerinin öğretilmesine dayalıydı. Kesme, katlama, yapıştırma… Bu çalışmalar genellikle ödev biçiminde veriliyor ve ödevleri öğrenciler değil velilerin yaptığı öğretmenlerce dile getiriliyordu. Bu çalışmaların kaldırılması beni düşündürdü.
Çocukların fiziki güç ve el becerisi gerektiren işler yaptırıldığı durumlar bazen gazetelere konu oluyor. Çıraklık veya tarım işçiliği yaparak ya da sokakta çalışanlar değil, okulda sobayı boşaltmak, sınıfı süpürmek, ev işlerine yardım etmek eleştiriliyor, kınanıyor! Bu konuyu abarttığımızı düşünüyorum.
Kendimi, çocukluğumu hatırlıyorum, kendimi ve çocukluğumda edindiğim becerileri yazacağım. Şimdi şehirlerde yaşayan benim kuşağımın çoğu ve benden önceki kuşağın neredeyse tamamı köy kökenlidir, bilirler. Köyde mutlaka hayvanlar olur. Tarım da, hayvancılık da yapılır. Bunun için fiziki güç ve beceri gerektiren işler olur ve çalışılır. Birçok iş alet kullanmayı ve el becerisini gerektirir, çalışırken büyüklerden öğrenilir. Bizim evde de birçok hayvan vardı: At, inek-boğa-öküz, manda, koyun-koç-kuzu, teke-keçi-oğlak, kaz, tavuk-horoz ve tabii ki kedi ve köpek. Bunlar evimizin hayvanlarıydı. Yavrularını ister istemez severdik ama büyüdüklerinde yetişkin hayvan muamelesi yapardık. Bu hayvanlar faydaları sebebiyle evimizdeydi. Kedinin varlık sebebi, fare yakalamaktı. Köpek dış kapı bekçisiydi ve içeri giremezdi. At, tarla veya çayıra giderken taşıt olarak kullanılır veya düğünlerde yarış eğlencesiydi. Kaz, eti ve yastık olan harika tüyleri içindi. Diğerleri de malûm...
Hayvanlardan yararlanmak için onları eğitmek gerekir. Evdeki hayvanları eğiterek çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Bir boğayı koşumluk öküz haline getirmek için onu eğitmelisiniz. Önce iğdiş etmelisiniz. Kahredici bir dram, vahşi bir sahnedir. İğdiş, erkeğin yumurtalıklarının ezilerek yok edilmesi; cinsel işlevinin imha edilerek kesin iktidarsızlığa maruz bırakılmasıdır. Eskiden elle yapılırdı, şimdi makineyle yapılıyor. Hayvan birkaç gün acısından böğürür… Önüne gelene boynuz sallayan, kayalarla, toprakla güreşip meydan okumak için böğüren, bir inek gördüğünde hemen onu koklayan boğa, iğdiş edildikten sonra büyük bir travma geçirir. Azgınlığından, taşkınlığından eser kalmaz, onu artık öküz olarak eğitmeye başlayıp boyunduruğa koşabilirsiniz. Bu da hemen olmaz. Önce sizin kontrolünüzde olduğunu ona öğretmelisiniz; teslim olmalı… Bir köpek eniğini eğiterek bir canavar da elde edebilir, uysal bir kuçu da yapabilirsiniz. At da öyledir; tay büyüdüğünde eğeri sırtına vurup, kantarmasını takarak binemezsiniz. Onu eğitirken bir kaç kez düşüp kalkmalı, buyruk altına almak için rodeoculuk yapmalısınız; hemen teslim olmaz. İyi bir yürüyüş ve koşu öğretmelisiniz. Dört nala koşusu iyidir ama yorga (arapçası rahvan) koşusu biniciyi sarsmadan yaptığı koşudur. Yoga koşan bir atın üstünde kendinizi konforlu bir otomobilim içindeymiş gibi hissedersiniz. Tırıs giderse at üstünde iç organlarınız birbirine karışabilir; yorga koşmayı öğretmelisiniz. İyi bir at binicisiyim. Köy düğünlerinde yapılan yarışlarda derecelerim vardır; üstelik koşu öyle yarış pisti gibi düz zeminlerde olmazdı; dere-tepe, çayır bayır, iniş-yokuş, doğal engeller… Neresi rast gelirse! Atın tuhaf bir asaleti vardır, onu size hissettirir, saygınızı kazanır. İyi bir atla adeta telepatik iletişim kurar, birbirinizi anlarsınız.
Hayvan eğitimi ve psikolojisine dair deneyim kaynaklı çok şey biliyorum. Her bir hayvan türünün ayrı kişiliği ve psikolojisi vardır. Cinsiyete göre de değişirler; erkekler daha sert ve haşin, dişiler daha uysal olurlar, kolay eğitilirler. Her inek de birbirine benzemez. Annem bazı inekleri öylesine sağarken, bazılarına ninni söylemezse, sevip okşamazsa süt vermezlerdi, gönlünü kazanmak gerekiyordu.
Babam köy enstitülü bir öğretmendi ve aile olarak tarım ve hayvancılık da yapıyorduk ve ailedeki herkes çalışıyordu. Çocukların da yapabileceği işler vardı. 4-5 yaşımdan itibaren çalıştığımı biliyorum. Yoruldum da, düştüm, kalktım da. İlk kariyerimi çiftçilik üzerine yapmış oldum. Birçok bitki ekip biçebilirim. Birçok hayvanı yetiştirebilirim. İyi tırpan çekerim. El ve ayak keseri, testere, nacak, çekiç, rende vb aletleri iyi kullanırım. Bıçak kullanmada da iyiyim. Ağaçtan tırmık, yaba, kızak hatta kağnı yapabilirim, öküz nallayabilirim, yeni kesilmiş bir ağacı ısıtarak istediğim şekli verebilirim, ağaç filizlerinden sepet veya çatan örebilirim, ağacı bükerek ip yapabilirim, fındık veya kavak ağacından ıslık, gül veya kuşburnu ağacından altı delikli düdük yapıp çalabilirim. Bunlara sökük dikip yama yapmak da dahil çok şey ekleyebilirim. Yüzlerce bitki, ağaç, hayvan ve börtü böceği tanırım, adlarını bilirim. Hangi bitkinin ne tür toprakta daha iyi yetişebileceğine, toprağa ve çevreye bakarak bile karar verebilirim. Kırda, dağda, bayırda, çalılıkta koşarak yürüyebilir, herhangi bir sporu ilk denememde sanki yıllardır onu yapıyormuş kadar maharet sergileyebilirim.
Köyde ve çalışarak büyümenin bana kazandırdıklarına dair çok şey ekleyebilirim. Örneğin yiyecek ve içeceğim olmadan kırlarda haftalarca yaşayıp hayatta kalabilirim. Hangi bitkilerin yenilip hangilerinin yenilmeyeceğini bilirim. Kök bitki olarak insanlar sadece patates ve havucu bilir. Oysa yüzlercedir ve bunları bilirim. Şehirde apartmanda steril koşullarda büyüyen çocuklar meyveyi manavda satılan birkaç meyveden ibaret sanır, tabiatta binlerce meyve vardır, çeşitli sebeplerle satışı yapılmaz. Yaban hayvanlarının yuvalarını bulabilirim. Bir ayı ya da domuzdan korunabilir, bir tavşanı elle yakalayabilir, yumurtayı nerede bulacağımı bilirim... Son yıllarda yeterince hareketli olmayışıma rağmen, sağlam bir bünyem vardır, kolay kolay hastalanmam, alerji filan bilmem. Midem şuna buna bulanmaz, taşı yutsam onu bile eritir. Bir kısmını saydığım bu becerileri 18 yaşına kadar aile içinde çalışarak öğrenmiştim. Olağanüstü birisi değilim; benim köyümde doğup büyüyen herkes bilir.
Şehirde doğup büyüyen çocuklar bunları bilebilir mi? Bilmiyorlar. Hayvanları fotoğraflarından biliyorlar ve sadece görünce tanıyabilecekleri kadar biliyorlar. Bakımını, eğitilmesini ve karakterini bilmiyorlar. Bir hayvan yanlarına yaklaşsa ödleri patlayacak çok sayıda çocuk vardır.
Şimdi düşünüyorum da, şehirdeki gençliğim de verimli geçmiş. Amelelik, ayakkabı boyacılığı, Kadıköy-Gebze hattında minibüs muavinliği, fırıncılık, yaptım. Sıcak ve soğuk demirciliği de denedikten sonra yağlı boyacılıkta ustalık kariyerine ulaştım. Devletin bana verdiği ustalık bonservisi bile var. Açıkçası bu deneyim birikimiyle ekmeğimi taştan değil, çelikten bile çıkarırım...
Bu konuda benim bildiklerimin çoğunu kullanmıyorum, şehirde yaşıyorum ve pek işime yaramıyor ama belgeselleri ben bilgi ve deneyime dayalı başka bir bakışla izliyorum. Bildiklerimi aktaramamanın sıkıntısını hissediyorum. Köy koşullarındaki kadınlarımızın da birçok konuda muazzam bilgi ve yaratıcı çözümleri vardı. Onlar da artık köyde değil ve onlar da binlerce yılın birikimlerini aktaramayacak. Ne yazık... Lütfen her bir şeyi yazın!
Unutmadan, bunları yaparken bir yerlerime sıkıştırdığım bir kitap daima yanımda olurdu; hayvan otlatırken de, muavinlik yaparken de. Bir tek demircilik-kaynakçılık yaparken okuyamadım, geceleri gözlerim yanıyor, yaş boşanıyordu.
En kötü denemem işçi önderliği yaparak sendika kurmaya çalışmamdı. Hem de 12 Eylülden sonra. Leş Walessacılık oynamaya kalkmıştım. İşçiler beni sattı. Tehlikeli bir maceraydı:) Etkilenmiş olmalıyım ki arkasından iki üniversite bitirerek hayatıma bir dönemeç koydum.
Sosyal dayanışma faaliyetlerimi saymamayım; ramazanda davulculuk yapıp mahalledeki yoksullara kışlık kömür almalar filan...
Ölmedim, bitmedim, üstelik birçok beceri ve maharete sahip oldum.
Bir süre önce piknik yaparken rastladım, 15 yaşında bir delikanlıydı ve bayır bir arazide yürüyemiyordu. Gıdım gıdım yürüyordu, düşmekten korkuyordu ve babasını çağırdı, elinden tutması için!
Çarşıdan alınan hiçbir oyuncağım olmadı ama hiç oyunsuz ve oyuncaksız kalmadım. Anlam veremem ama annem bana dodopal yapmıştı. Onunla oynarken yaşıtım erkek çocuklar benimle dalga geçmişti. Bir daha da oynamadım. Oğlan çocuklarının “kim daha uzağa çiş edecek” yarışması çağlarında biz başka yarışmalar yapardık. Bir gün çayırda ıslak çimlerin üstünde taş ile kayarken, yırtık bir arkadaşım “kim ağzına kurbağa sokabilir” diye yarışı başlattı. “Önce sen” dedik. Çocuk derede bulduğu bir küçük bir kurbağayı ağzına alıverdi. Tuhaf bir duygudur, o alır de sen almazsan olmaz, kaybedersin ve dalga geçilirsin. Hepimiz bir yavru kurbağa bulup ağzımıza almıştık. İğrenç bir duyguydu. İlk yapan çocuk hariç hepimiz tiksinmiştik ama yiğitliği de bozmadık. Kurbağa yarışmasını tamamlayınca eşitlendik ama bizimki bu kez, “kim kurbağayı diri diri yutacak” deyiverdi. O kadar da değildi, reddettik. O çocuk, en yiğit olduğunu kanıtlarcasına ve bizim istemememize rağmen diri bir kurbağayı yutuverdi. Bir de ağzını açıp gösterdi, saklamamış…
Kışın kızak kayardık. Kızakları genellikle ağabeylerimiz veya babamız hemen oracıkta yapardı. Birkaç ağaç parçası ve birkaç çivi yetiyordu. Sonra kendi kızağımı kendim yapar oldum. Sokaklarda kızakla virajı alamayıp damdan düştüğüm çok olmuştur. Bedenimin birkaç yerinde izleri hala kapanmamıştır. Nedense bu yaralanmaları eve duyurmamaya çalışırdık, birkaç güne kadar iyileşirdi zaten.
Demem o ki, çocuklar fiziki güç, beceri gerektiren işlerde, güvenliğini sağlayarak, gözünüzün önünde çalıştırmanızdan zarar değil, fayda görürler. Çalıştırın veletleri, korkmayın, şeker değildirler ve biraz terlemekle erimezler.
Bu yıl okullardaki performans ödevleri kaldırıldı. Bu ödevler büyük ölçüde el becerilerini geliştirmeye yönelikti. Öğretmenler de veliler de rahatladı. Çocuklar makas tutup kesme yapıştırma gibi işleri yapamayınca ödevleri aileleri yapar olmuştu. Artık rahattırlar!