O’nu uzaktan tanırdım. Sevgi ve hayranlıkla anardım...
Ama karşılaşmamız, çok eskilere dayanmıyor...
İlk karşılaşmamızda, sanki çok sevdiğim ve fakat epeydir görmediğim bir çocukluk arkadaşımı bulmuş gibi oldum.
O da, sanki benzer bir duygudaydı... Biribirini yazılarından bilen ve aynı, düşün ve duygu dünyalarınıpaylaşan, iki insanın buluşması nasıl olursa, işte öyle bir şey...
Deyim yerindeyse, “ilk buluşmamız”, bir yazı ortamında, oldu. Henüz karşılaşmamıştık ama, isimlerimiz aynı köşede, O’nun üstün duyarlılığıyla bir araya gelmişti. 10 Nisan 1999’da, köşesinde; Cumhuriyet’te; Sevgili İpek Yezdanî’nin özetlemesiyle, bir araştırmama yer verilmesinin uzantısında, bu araştırmayı konu etti.
Dostlar’a dönük gıyapta kusura düşmek istemem, ama işte, bir tek O, konu etti.
Marksizm’i dibine kadar bildiği ortada... Benimse, Marksizm, daha, Lyon’daki Mühendislik Okulum’da, 1. Sınıf derslerimden biri olmuş...Mühendis, işçi – işveren çatışmalarına dönük nazariyeleri bilmek durumunda... Bu kilitlenmeyle hazırlanmış müfredat daha 1. Sınıf Mühendislik Öğrencileri’ne, Marksizm’i öğretiyor. Öyle bir birikimden geliyorum, nedir ki, 1990’ların başlarıından itibaren, yapageldiğim gözlemler ve nicelemeler zemininde diyorum ki:
- Türkiye’de siyasî anatomi, bir tek emek ve sermaye çatışmasına bağlı olarak gelişmiyor. O var elbette, fakat onun yanı sıra, göç izdihamı, bildiğimiz pek çok denklemi alt üst ediyor. Bir defa, büyük kentlere göçmüş olanları, buralardaki sanayi tesisleri, Batı’dakinin tersine, tamamem soğuramıyor. Yığınlar sokakta, günü birlik yaşamaya, sıkışıyorlar. Büyük kentlere önden gelenlerle, arkadan gelenler, ilk bakışta belli belirsiz, ancak işte kabuk kabuk ayrışıyor ve çatışıyorlar. Önden gelenler yerleşikleştikçe, ki bunlara “yerleşikler” diyorum, arkadan gelenlere karşı edinimlerini korumak üzere, onları, geri itiyorlar. Arkadan gelenler ise, ki bunlara “göçerler” diyorum, kendilerine yaşam alanları açmak üzere, yerleşikleri sıkıştırıyorlar. Arkadan gelenler ayrıca yerleşikleştikçe, daha da arkadan gelen yeni göçerlerle çatışıyor ve ayrışıyorlar. Türkiye’nin siyasi anatomisi buradan kök alıyor. Hani somutta söyleyeyim, 1989’da İstanbul Belediye Başkanlığı’na Nurettin Sözen’i seçen oylarla, 1994’te, Tayyip Erdoğan’ı aynı göreve seçen oylar, pratikçe aynı oylar... Laik - antilaik çatışması da buradan kök alıyor... Hatta, Cemaat - AKP ayrışması dahi buradan kök alıyor.
1999’da, tabii o zaman, işaret ettiğim son örnek biliniyor olmasa dahi, öteki her şey benim skopuma düşmüş olarak, Türkiye’yi tasvir edecek toplumbilimsel kavram eklemlerini vaz etmek, ilk defa bana, teknik bir hocaya nasip olmuş... Sevgili Ataol Behramoğlu, burun kıvırmadan, “Bu da nereden çıktı şimdi böyle?” demeden, “Bunca adam, şunca yıldır, bunları görememiş de teknik bir hocaya mı kalmış, bütün şu denklemleri ortaya dökmek”?, demeden, büyük bir tevazu, bilim namusu ve sevecenlikle, bir anlamda “Markzisim’i tahmis eden araştırma sonuçlarımı” köşesine taşıyacak bilgeliği gösteriyor.
Marks, sınıflar oluştuktan sonra nasıl çatışırlar diye bakmış, sınıflar oluşagiderken nasıl etkileşlirler ve çatışırlar diye (kendi laboratuvarında dikkate getirdiğim kesitler olmadığı için), bakmamış... Bir de tabii, Batı’da sanayileşme kentleşmenin yegâne motoru... Bizde ise, sanayileşme kentleşmenin yegane motoru değil... Bir motoru, ama tek motoru değil, işte... Kentler cezbediyor, kırsal kesim kusuyor. Bir de terör belası boy atınca, kentlere göç izdihamı arttı. Marksizm; yaşadığımız insan hareketlerini, dinamikleri, süreci, bütünüyle açıklayamaz oldu.
Marksizm’in Ustası Sevgili Ataol, bu denklemleri (O’na gelinceye kadar oysa, kimlere ve saatlerce ve saatlerce ve yüz yüze, anlatmamıştım ki), şıp diye anlıyor, içselleştiriyor... Köşesi’ne taşıyor...
Neden sonra, toplantılarda, kürsülerde, miting alanlarında, otobüslerin tepesinde, giderek çok yazarlı kitaplarda, omuz omuza, olmaya başladık...
Bir keresinde O’nu Cumhuriyet’te Odası’nda ziyaret ettim
Benim için büyük onurdu...
Dopdolu, müthiş çalışkan, müthiş üretken, dümdüz, gıpte edilesi bir yaşamı var.
Ataol şair.
Ataol dilbilimci.
Ataol yazar.
Ataol araştırmacı.
Ataol mücadele adamı.
Ataol duygu ve düşün insanı.
Ataol Profesör Doktor.
Ataol ödünsüz olduğu kadar, zarif.
Ataol bir can dost.
Ataol güzel insan...
Ataol, hakkı, hakkaniyeti savunmak için, kalem kuşanmış. Şu ki karşısındakine, dalaşta, tırmık dahi atmamış, bir silahşör.
O’na daha nice sağlıklı, mutlu yıllarda, nice eserler vermesini nasip etmesini, Yaradan’dan niyaz ediyorum.