Başbakan muhafazakârlık konusunda: “Değerli vatandaşlarım, biz muhafazakâr bir partiyiz. Muhafazakâr, mahfuz eden, koruyan, saklayan demektir. Bizi biz yapan sosyal özelliklerimizi korumak, yenilik adına yapılan düzenlemelerin kültürel değerlerimizi bozmasını engellemek ve varolanları geliştirip derinleştirmek bizim siyasal varoluş sebebimizdir. Atalarımızın ortaya çıkarıp geliştirdiği, bugünlere taşıdığı ve bize emanet ettiği vatanımızı, milletimizin ahlakî tutum ve davranışları, dini töre ve adetleri, sevgi, saygı ve görgü kültürünü derinleştirerek emanetin asıl sahibi çocuklarımıza iletmek sağcı bir parti olarak siyasi hedefimizdir. Sağcıyız, siyasi yelpazenin merkez sağında yer alırız ama uç değiliz. Bizim solumuzda ise merkez sol partiler vardır. Sol partiler bizim tersimize yenilikçiliği savunurlar. Biz varolanı koruruz onlar ise yeni bir şeyler varsa onu önerir, getirirler. Kültürümüze yeni unsurlar katar ve bizi muhafaza edelim derken donmaktan, durağanlıktan korur ve ülkemizin ilerlemesini sağlarlar. Her ikimiz de ülkemizin selameti için varız.

Demokrasiyi güvercine benzetirler. Sağ ve sol bu güvercinin kanatlarıdır. Birimiz olmazsa ötekimiz tek kanatla uçamaz. Sağ varlığını soldan alır, onlar olmazsa biz de olamayız. Onlarla ülkemize hizmet etmek konusunda rekabet etsek bile minnettarlığımız sürecektir. Bazen muhafazakârlığı abarttığımızda muhalefetin uyarıları bizi daha doğruları yapmaya yönlendiriyor, eleştiri ve önerilerini dinliyor ve onlardan faydalanıyoruz, minnettarız.

Muhafazakâr görüşün 1950’lerden beri iktidarda olması bizim bir şansımızdır. Rakip siyasal görüşlerin yanlışlığından çok, içinde yaşadığımız çağın ortaya çıkardığı gelişmeler bizi iktidarda tutmuş ve tutmaktadır. Binlerce yıllık tarım toplumundan sonra sanayi devrimi yapılmış ve modern çağ başlamıştır. Bu modernleşme süreci binlerce yıllık geleneklerimizi sarsmış, yenileri özümseyemeyen ve hızlı değişmelerden şaşıran milletimiz açısından bizi güvenilir liman kılmıştır. 70-80 senedir köylerden şehirlere göç olmaktadır ve toplumumuz alt üst olmuştur. Gelenekler, aile biçimi, çalışma ve yaşama biçimi çok değişmiştir. Osmanlı ıslahatları ve Cumhuriyet dönemindeki Türk devriminin hazırladığı ortamda değişim ve yenileşme adeta kendiliğinden gelmektedir ve muhaliflerimizin değişim ve yenileşme için yapacakları fazla bir şey yoktur. Her şey kökten ve hızla değişiyor. Her şey değişirken insanların değişmeyen bazı şeyleri araması onları bize yöneltmektedir. Biz de muhafazakâr görüşlerimizle bu hizmeti veriyoruz.

Eklemek isterim ki değişim sarsıntısının yanında Batılı dostlarımızın emperyalist niyetlerini de milletimiz en azından 1960’lı yıllardan beri sezmiştir. O zamandan beri Batı karşıtı hareketlere yöneldiğini hissettik. Saldırı karşısında bir millet çekirdek değerlerine yönelerek birliğini korumak ve düşmanı alt etmek için en büyük paydayı oluşturan dini ve milli birlik talep eder. Bunu tespit edince milletimizin düşüncelerine tercüman olduk. “Minareler süngümüz” dediğimizde milletimize tercüman idik. Rakiplerimiz bunu pek göremediler.

Dini ve milli birliği şu sıralar biz temsil ediyoruz. En büyük, en güvenilir ve son kale olduğumuzun farkındayız. Milletimizin bunca desteğine rağmen eğer başaramazsak, düşünmek bile istemiyorum ama bir milletin yenilmeden önceki son yerdeyiz. Muhafazakâr değerler bile kurtaramadıysa milletin güvenecek başka gücü kalmayacağını biliyoruz. Milletimiz bize, bizim ahlâkımıza, inancımıza, demokrasi anlayışımıza güvensin ve bize inansın. Zinciri, bize vurmaya çalışanlara takacağız.” 

Bu söylediklerimi yaptığımızın kanıtlarını görebiliyor musunuz?

Başbakan, belediye başkanlığı seçimlerinden sonra: "Değerli vatandaşlarım, son günlerde bir seçim yaptık; demokrasi şöleni gibiydi. Her parti büyük bir emekle sizin için ürettiği fikir ve projelerini vitrinine koydu ve siz de seçiminizi yaptınız, kararınızı verdiniz. Kararlarınıza saygı duyuyoruz.

Ancak yaptığımız seçimler ve sayımlarla ilgili basınımızda haber ve ciddi eleştiriler olmakta, ciddiye almamız gereken usulsüzlük, yolsuzluk ve kuşkulu durumlar olduğunu öğreniyoruz. Bunları ortaya çıkardığı için basınımıza müteşekkirim. Bir muhafazakâr olarak, yapılan bu tür şaibeli ve ahlaksızca işleri kınıyorum; velev ki bizim partililerimiz yapmış olsun!

Parti teşkilatımıza genelge yayınlayarak, seçimi küçük oy farkıyla kazandığımız yerlerde bile seçimlere itiraz etmelerini istedim. Hak eden kim ise, milletimiz kime teveccüh göstermişse, bu biz olmasak bile, hakkı olana verilmesi için gayret göstermelerini istedim. Demokrasiyi geliştirme görevimiz ve muhafazakâr değerlerimiz bunun böyle olmasını gerektirir. Biz ahlakçı bir partiyiz. Demokrasi ahlakı ve adalet bizim temel ölçümüzdür.

Bizim kazandığımız duyurulan bazı yerlerde yeniden yapılan sayımlarda farklı partiden adayların kazandığını öğrendim. Partimiz adına üzüldüm ve hakkını yemeye çalıştığımız kişilerden ve partilerden özür diliyorum. Onları, haklarını elde etmeleri için gereksiz yere uğraştırmış olduk, affetsinler. Bizim için seçimi kazanmaktan daha da önemli olan hak edilmiş bir kazanımdır. Her bir oy bir vatandaşımızın kararıdır ve ona saygı duyarız. Vicdanen müsterih olmak isteriz. Vatandaşın bize teslim ettiği oyları namusumuz gibi koruruz, halel getirmeyiz. Bütün vatandaşlarımız oylarının doğru yerlere gittiğinden şüphe duymasınlar, buna rağmen en küçük bir kuşkuları varsa lütfen seçim kurullarına veya gerekirse bizzat bana müracaat etsinler. Yolsuzluklara alet olan kamu görevlileri varsa en şedit biçimde üzerine gideriz. Yanlışlar içinde olanları ülkemizin dirliğini bozanlardan sayar, bozguncuları sevmeyiz. Biz bir aileyiz ve ailemizde adalet en büyük ortak paydamız, milli mutabakatımızdır."

Bu sözlerimi yerine getirdiğimizin kanıtlarını gördünüz mü?

Başbakan "paralel yapı" konusunda: "Değerli vatandaşlarım. Kaç seçimdir bize teveccüh gösteriyor, güvenerek oylarınızla vatanımızı ve milletimizi bize emanet ediyorsunuz. Siz âlicenaplığınızı yaptınız teşekkür ederim. Ama maalesef biz de müttefik olarak bildiğimiz, güvendiklerimize devleti emanet ettik. Yönetimde biz olsak da, devletin bir kısım işlerini taşerona devretmiş olduk. İşlerini iyi yapıyorlardır diye düşünüyorduk ama yanılmışız. Okyanus ötesindeki pensilvanya cemaati var ya, onlar bizi kandırdı. Mahcubuz ama durum budur. Bunlar var ya bunlar devletin çivisini çıkarmışlar. Deniz kuvvetlerinde komutada kumandan kalmamış, tatbikat yapamadık. Benim genelkurmay başkanımı terörist diye hapse atmışlar. Herkesi dinlemişler, gizlice filmlerimizi çekmişler, haremimize, mahremimize kadar girmişler.

Ey Pensilvanya! Biz artık sizin ciğerinizi biliyoruz. Yıllardır propaganda için size büyük kolaylıklar temin ettik, görmezden geldik ama nankörlük ettiniz. Bu ülkede hangi siyasi görüşe fikirlerini yayma hakkı verdik. Adamların dernek kurup bir araya gelmesine bile izin vermedik ama siz dersanecilik adı altında bizim partimizin bile sahip olmadığı imkanlardan faydalandınız. Size 17 üniversite verdik. Ne istediyseniz verdik. 17 Aralık 2013 günü benim ve bakan arkadaşlarımın telefon konuşmalarından savcılar harekete geçti. Altımızı oyuyorsunuz. Olmaaz! Bu millet buna dur diyecek. Devlet yönetiminde artık taşeronluk devri bitti, biz yöneteceğiz.

Benim ve bakan arkadaşlarım hakkında çıkan bırakın suç, en ufak bir kuşkuyu bile soruşturmaları için hukuk sistemini harekete geçirdim. Her türlü bilgiyi vermeye ve ellerini doğrultmaya hazırım. Adil bir şekilde yargılanmak ve milletimin huzuruna ak-pak olarak çıkmak istiyorum.

Değerli vatandaşlarım. Böyle olmasını istemezdik. Emanetinizi başkasına emanet etmemeliydik. Bu çetenin yıllardır mağdur ettiği subaylarımızdan ve ailelerinden, bize muhalif olmaktan başka kabahati olmayan ülkemizin değerli aydınlarından özür diliyoruz. Gezi olaylarında yaralananlara karşı üzgünüz. Beni yanlış bilgilendirdikleri için üzerlerine hışımla gitmeyi emrettim. Yaralılara şifa, vefat edenlere başsağlığı dilerim."

Bunları söylediğime siz de şahitsiniz, değil mi?

Başbakan Gezi olaylarından sonra: "Değerli vatandaşlarım, son aylarda ülkemizde işler yolunda gitmiyor. Bu beni de üzüyor ve bazen istemeden kırıcı oluyorum. Düşündüm de, özellikle son dönemimde çok kalp kırıp, çok gönül yaraladığımı fark ettim. Anlaşılan devletin bütün kadrolarına bizim partye gönül vermiş memurları getirmişiz ve kontrolsüz davranmışlar. Taksim olaylarında sekiz vatandaşım hayatını kaybetti, bazı vatandaşlarımın gözünün çıkarılmasına vesile oldum. Kardeşlerimize kimyasal gaz sıktırmış, acı verip korku salmış oldum. Hatta az kalsın bize oy veren kardeşlerimizi de onların karşısına dikerek, yüce milletimizi particilik yüzünden birbirine düşman edecektim. Neyse ki milletimiz bana sitem ederek bu yola girmemiş oldu. Artık biliyorum ki Taksimdeki olaylara vesile olanlar benim AVM projesinden vazgeçmemden sonra zaman içinde etkisini kaybedecektir. Bu yüzden milletimize kötü davranan, görev sınırlarını aşan polisleri cezalandırdım ve polisimi kendilerine ciddi bir saldırı gelmedikçe sadece göstericilerin güvenliği korumakla görevlendirdim. Göstericiler zaten iyi niyetli olduklarını ne zamandır gösteriyorlardı. Onlar da milletimizin fertleridir. Dilerim zamanla onlar da beni anlarlar. Nihayetinde insanız, hepimiz hata yapabiliriz. Değerli vatandaşlarımızın içinden geçtiğimiz krizde hükümetimize yardımcı olmalarını bekliyorum."

Bu sözlerimi siz de hatırladınız, değil mi?

* * *

Başbakan Erdoğan, demokratik bir ülkedeki herhangi bir muhafazakâr demokratın fikrî altyapısında olması ve söylemesi gereken yukarıdaki konuşmaları bu yazı yazıldığı güne kadar yapmadı, bu sözleri söylemedi.

Keşke söyleseydi, deseydi.

 

You have no rights to post comments