Uzun süren bir ara rejim döneminden geçiyoruz. Öylesine uzun sürdü ki, ara rejime ana rejim demek daha doğru olacak. 1980’lerden sonra dünyaya gelenler hep olağanüstü rejim yaşadılar, yaşıyorlar. Ben de öyle.
Bu sürecin yakın kısmında şurada burada almış olduğum notlar sık sık elime geçmeye başladı. Bir kısmını sosyal medyada paylaşmış oldum, daha bir açıkça da paylaşabilirim. Birbirinden kopuk, her biri ayrı zamanların ürünü, aforizma diyemeyeceğim, düşünce parçacıklarıdır. Her paragraf ayrı telden çalıyor. Üslubum eskiden oldukça düzgündü, sanırım ağzı bozuk politikacılar yüzünden biraz bozuldu. Affola. Düşünce parçacıkları mı, ola ki, başka düşüncelere ilham olur, fikirlere fikir olur, bir adım daha ileri götüren olur. Bende kalmasın, buyurun.
*
Ülkücünün Turancı olmayanından, İslamcının İngilizcisinden, Solcunun Sorosçusundan, kavimcinin her türlüsünden uzak duracaksın!
*
Günde 5 kadın öldürüyormuşuz. Son beş yılda kadın katliamı % 1400 arttığı "rivayet" ediliyor. Bu rivayetler üzerinden erkek korkusu üretiliyor. Sosyal problemler ve sosyal adaletsizliklerin kopardığı kıyamet, düzenin değil erkeklerin üzerine yıkılıyor. Yerseniz...
*
Oturduğum yerden gayri ihtiyari izliyorum. Lise ya da üniversite öğrencisi yaşlarında bir grup genç... Göstere göstere bi güzel abdest aldılar, caminin yolunu tuttular. Yolda bir kertenkele gördüler. Kertenkelenin etrafını çevirdiler. Öldürmek için taş topluyor, hayvanı nasıl perişan edecekleriyle ilgili, şen-şakrak espriler yapıyorlar. Bir canı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar! Kertenkele canının derdinde, kaçıp kurtulmaya çalışıyor. "Bırakın lan o hayvanı" diye bağırdım. Bana baktılar, kertenkele fırsattan faydalanıp canını kurtardı. Ben kertenkeleyi kurtararak iyi bir iş yaptığımı, ibadet ettiğimi düşündüm. Onlar ibadet için camiye gittiler.
*
Bu devirde Silivri'ye tıkılan aydın ve subaylara o kadar çok ve açık haksızlık yapıldı ki... "Keser döner sap döner, bir gün olur hesap döner" atasözünden hareketle, eğer bir gün siyasetçi Sayın Erdoğan Silivri'nin bir dağında yargılanır ve iddianame gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanır ama savunmasını aynı şekilde yayınlamazlarsa, Sayın Erdoğan'ın aile hayatı ve mahremiyeti ortalığa saçılırsa, oğulları da babasının suçlarına alet edilir, yıllarca içeride tutulursa, Erdoğan'ın yanında götürebileceğimiz kadar arkadaşını da bu fırsatla temizleyelim denilirse, Erdoğan'ın görevden kaynaklanan suçları yerine ideolojisi yargılanırsa bunları bana yapılmış sayıp her kim iseler karşılarına dikileceğim. Eğer bir gün Sayın Erdoğan bir dağ başında yargılanırsa ve onun masum olduğuna inanan yurdumun çok uzak yerlerinden nice zahmetle gelen Akp'li yurttaşlarım ellerinde sadece bayrakla onun mahkemesini izlemeye gelmiş ve mahkemeye birkaç km'den daha fazla yaklaştırılmamış ve insanlar Allah'ın dağında cam çerçeve kırmasın diye tarlalara sürülmüş, kovalayıp dağıtılması için onlarca gaz bombası atılıp Silivri'li vatandaşların tarlalarının yakılmasına yol açılmışsa ve ben de yukarıdakileri yapan o dönemin hükümetine bir de oy vermişsem, o hükümetin karşısında dikilmezsem insanlığını yitirmiş, şerefsizin tekiyim diye şimdiden ilan ediyorum.
*
Evrimleşerek çağa uyamayan toplumlar ya devrim yaparak hayatta kalır ya da yok olurlar. Devrimler zorla olur ve can yakar. Evrim ve devrimler çağın gidişatına uygun ve evrensel değerlere dayanmıyorsa da toplum yok olma yoluna girer. Müslüman ülkelerin arayış içinde olmaları sevindirici olmakla beraber, evrim ve devrimden anladıkları çağa uygun değildir ve emperyal çizmeler altında kalmaya mahkûmdur. Gelecek için geleceğe değil, geçmişteki altın çağlara özeniyor ve evrensel değerleri görmezden geliyorlar. Katliam yaptıkça yapmaya devam edecekler. Birbirlerini olduğu gibi kabul etmek yerine başkasına, hem de geçmişte kalmış yaşam biçimi dayatmaları sürdükçe daha çok katliam göreceğiz. Anlayamadığım; Irak'ta Hıristiyanlar 1,5 milyon Müslüman katleder, kadınlarına tecavüz ederken çıtırtı bile çıkarmayanların Mısır için feveran etmeleridir. Akıl, akıl, akıl diyorum da başka bir şey demiyorum.
*
Birileri tarafından yüklenmiş zanlara itikad eden bir gence itikadını sorgulamayı önermek, kendi katilini yaratmaktır. Onun sekter zanları kutsalı olmuştur. Zanlarını test ederek düşünsel omurgasını yeniden oluşturmaktansa senden kurtulmayı yeğler!
*
Yerel kültürlerin öne çıkarılması Batının uluslaşma sürecini tamamlamasından sonradır. Yeni kavimcilik 60-70'li yıllardan sonraya tekabül eder. Bu süreyi biz darbelerle geçirdiğimiz için demokrasi içinde etnik sorunu çözemedik. Birilerine karşı özellikle bir asimilasyon yapılmadı. Ama köyde herkesle aynı kavimde ve kendi kavim özellikleriyle yaşarken, ki, hala yaşanabiliyor, şehre göç ettiğinizde yerel kültürel özelliklerinizi koruyamazsınız. Rizeli Laz, İstanbul’da Rize’deki laz gibi yaşayamıyor. İstanbullu olmak zorunda kalıyor. Bu asimilasyon değil, modernliğin, sanayi toplumunun, içinde bulunduğumuz çağın dayatmasıdır. Aynı durum Kürt için, hatta Türkmen için de geçerlidir. Ayrıca küreselleşme, postmodernizmin felsefi argümanları ve BOP göz önünde tutulmadan bizdeki Kürt kavimcileşmesi açıklanamaz.
*
12 Eylül zulmünden Kürtlerin payına düşen, dillerinin, türkülerinin, birbirleriyle kendi dillerinde konuşmalarının yasaklanması oldu. Bu ülkede bir tek kul bile bunu onaylamadı. Yasağı ciddiye alan da olmadı. Ama zulüm herkesin üzerinden silindir gibi geçmişti ve vicdan sesleri, itirazlar duyurulamadı. Yine de Kürtlerden önce, onların yerine Kürtçe kaset, konuşma ve yayını Kürt olmayanlar yaparak yolları açtı. Kürtlerin büyük bir kısmı dil yasaklamak gibi terbiyesizliğe bile sessiz kaldı, sadece kırgındı. Ayrılıp Kürdistan kuralım diyenlerden çok daha büyük bir kitle "hayır" deyip durdu. Brüksel’in sokaklarını bile Şırnak’tan daha iyi bilen bizim batıcı medyamız, Ankara’dan doğusunu Kürdistan sayıp bıraktı. Bölgedeki başka halkları da yok saydı, bilmiyordu da. Terör haberleri dışında bölgeden haber vermedi. İstanbul dükalığı örtülü olarak hep "Kürtleri silkeleyip atalım, kurtulalım" dedikçe, Kürtler bu ülkenin birliğine, dirliğine sahip çıktı. İstediğiniz kadar güçlü bir ordunuz olsun, günümüzde bir kitle ayrılmak isterse ayrılır. Kürtler ayrılmadıysa, ayrılmak istemediğindendir. Terörle mücadelede de Kürtleri gördük; asker, subay olarak, korucu olarak, politikacı olarak. Ama dillerinde okuyup yazmak, kendi kültürlerini geliştirmek de istiyordu. İstediği bir ayrıcalık değil, zaten olması gerekendi. Silahla mücadelenin bir şekilde bittiği bir zamanda işbaşına gelen hükümet atılması gereken adımları atmayıp terörü yeniden tırmandırdı. Açılım politikaları çok kötü yönetildi. Talepler değiştirildi, abartıldı. Terörün batı desteğini de aldığı en güçlü olduğu zamanda masaya oturdu. Her şeye rağmen şimdiye kadar üniter ulus devlete zarar verecek düzenlemeler yapılmadı. Ama toplumu geren, kaygıları artıran o kadar gerilimli bir politik davranış sergiliyorlar ki, toplumları bir arada tutan bağlar her gün biraz daha zayıflıyor. Bazen bu ülkeyi dağıtmaya mı çalışıyorlar diye düşünmemek elde değil... Bdpci Kürtler mi, onlar ayrı bir alem.
*
12 Eylül işkenceleri denilince akla hemen Diyarbakır cezaevinde yapılanlar geliyor, oradakiler konuşuyor, konuşturuluyor. O yıllarda çocuk sayılırdım ve İstanbul’un sokaklarında işkenceden çıldırmış yüzlerce kişi gördüm. Deli-divane olmuşlardı. Birini hatırlıyorum, herkesin polisten tırstığı bir zaman ve yerde, onca polisin ortasında "Yaşasın bağımsız Türkiye" diye bağırıyordu ve polisler gülüyordu, "delidir" diye. Delirtmişlerdi. Onlar ne Diyarbakır cezaevine girmiş ne de Diyarbakırlıydılar. Onları da konuşturun, olur mu? Kürtler bütün felaketlerin Kürt oldukları için kendi başlarına geldiğini sanıyor. Buna iman etmek hoşlarına gidiyor, kendilerini akladıklarını sanıyorlar.
*
Mono etnik (tek kavimli) bir yerde yaşamak istemezdim. Tek din ve mezhepli yerde de yaşamak istemem. Bana hep hoşgörüsüzlüğü ve dayatmacılığı hatırlatır. Kürtleri de bu ülkedeki diğer kavimleri de vatandaşız diye severim. Ayrıca en yakın arkadaş ve dostlarım Kürt kökenlidirler. Özellikle seçmedim ama severim. Arkadaş seçerken kavmine ve mezhebine bakmam. Bir kimsenin kendi kavmini (bir anlamda kültürünü) daha çok sevmesine de itiraz edemem, doğaldır. Ama, Kürtçüyü (kavim ayrımcılığı yapan Kürdü) sevmem. (Başka kavimlerin kavimciliğini yapanı da sevmem.) Kürtçü olanı sevmeyişim Kürtleri sevmediğim, yok saydığım anlamına gelmez. Kaldı ki, birilerini sevip sevmememin hiçbir anlamı da yoktur. Sadece kavimcilik benim kabul alanıma, esneklik çerçeveme girmez. Bir insanın kendi kavminin özellikleriyle yaşaması da beni rahatsız etmez, yeter ki Türkiyeci olsun. Türkiyeci olmayabilir de. Keyfi bilir ama benden saygı bekleyemez.
*
Buraya görüşlerimi, notlarımı kaydediyorum. Birileriyle tartışmak zorunda değilim. Benden açıklama istenebilir, ne demek istediğim açıklattırılabilir. Katılırsın, katılmazsın, beğenirsin ya da beğenmezsin, umurumda değil. Tartışmalı konular oldukça görelidir, hele ki sosyal olaylarda. Gördüklerin, baktığın açıya göre değişebilir. Farklı açılardan bakınca farklı şeyler görürsün. Birbirine ters çok farklı görüşlerin hepsi de doğru olabilir, yeter ki öğren, akıl ve bilimle bak, felsefeyle sorgula, öyle konuş! Ben gördüğümü söylüyorum, doğru olduğunu düşündüğüm için böyle diyorum. Sen manzaraya farklı yerden bakarsın ve başka şeyler görürsün. Seninki de doğru olabilir ama benimkine ters düşüyor diye niye benimle uğraşmak zorundasın ya da ben niye seni ikna etmeye çalışayım ki?
Bir de hayatında hiç kitap okumamış, kendi düşüncesi olmadan, şurdan burdan güdümlü medya ya da bir merkezden alınan haberlerin avukatlığını yapanlar oluyor. Attığı sloganın anlamını bile bilmiyor. Muhatap almak zorunda mıyım? Bireysel farklılıklar, görüş ayrılıkları diye bir şey de var. Ben böyle düşünüyorum ve münazarada da değilim. Beynini kilitlemiş bir taş kafayı anlamaya çalışma sabrını göstermekten artık yoruldum.
*
Devlet ricalinin yüksek kültürden alt kültüre düşmesi, kirlenme ve yozlaşma Menderes ile mi başladı yoksa çok partili hayata geçmek (oy kaygısı) ve cahil bırakılmış insanlara ulaşma çabası mı? Nitekim çok partili sistem çıkınca Chp de çok değişmiştir. Menderes'in kişisel olarak yüksek kültürü temsil ettiğini düşünüyorum ama nabza göre şerbet verdiği, buna zorlandığı da bir gerçek. Türkiye'nin Nato eliyle batıya bağlanması İnönü ile olmuştur (1947 tarihli anlaşmalar) Nato Türkiye’yi batıda tutmak için bu ülkede yıllardır çok pis oyunlar oynamış, laboratuar olarak kullanmış, kullanmaktadır. Ilımlı İslam projesi de bir deney idi ve başlangıçta Türkiye’de başarılı bulunduğu için Araplara dayatıldı. BOP budur ama şimdilerde Mısır'daki ılıklık projesinin başarısız olduğu görülmüş ve Mısırdakiler engellenmiştir. Bizdeki, aşırı İslamcıların önünü kesmek için üretilmiştir. Türban da öyle. Çarşaf giymesinden iyidir diye pardesü-saç örtüsü üretilmiştir. Neyse. Araplaşma başka mesele. Arapların bunda hiç vebali yok. Batılılar Türkiye’nin kalkınmaması için irticaın hep bir numaralı destekçisi olmuştur. Başkalarını da kullanmıştır. 78 kuşağının sağcıları ve solcuları masum olmakla birlikte Batı için hizmet vermişlerdir, istemeden de olsa. Bunlar istihbarat operasyonlarıdır. Hepsini Menderes yüklemek haklı olmaz gibi geliyor bana. Devlet bazen birileriyle çatışmaktansa birileriyle uzlaştırıp sisteme katmaya çalışır. Menderes ve AP nurcularla bunu yapmaya çalıştı. Chp de bir ara Pkk ile denedi. Pkk ayrı bir kürtçü parti kuracağına Chp içinde sisteme katılsın diye Chp’ye bu görev verildi. (SHP miydi?) Hem tutmadı hem de Chp kötü bir damga yemiş oldu. Bugün sol hala o damgayı temizleyemiyor. Menderese yüklediğiniz günahları da böyle değerlendirmek gerekir. Menderesi götürenler de Abd’nin our boyslarıydı. Gerçekler biraz farklı.
*
Son yıllarda belki de postmodernizmin etkisiyle "ölçüsü" olmayan bir toplum olma yolunda tam sürat ilerliyoruz. Ne derseniz gidiyor. "Bana göre" diye konuşmaya başladığınızda her türlü sözü söyleyebiliyor hatta saçmalama hakkı bile elde ediyorsunuz! Sana göre öyleyse, sözümüz yok, diyecek oluyoruz. Demokrasiye göre öyle, muhafazakâr değerlere göre böyle, Kemalizm’e göre şöyle... Aslında bunlara minnettar kalacağız çünkü en azından (doğru anlaşılmışlığı bir yana) bir ölçüsü var. "Bana göre" de "bu budur" diyebiliriz ama sorarım, sen neye dayanarak öyle diyorsun? Hangi bilgi temeli, hangi felsefe... hangi ölçüt? Sokrates zamanındaki sofistten ne farkın var? Sokrates ölçüyü ortaya koymuştu. İyilik, yararlılık, ahlak, toplumun menfaatleri... Neyse.
*
Ne tuhaf, bugün aynı dinin farklı anlayışlarında değer çatışması ortaya çıktı. Bir kısmımız Kerbela şehitlerinin acısını çok yoğun hissetti, dövündü. En acılı dini gündü. Bir kısmımız ise Nuh peygamberin tufan sonrası karayı görmesi, Musa peygamberin kızıl denizden geçerek ben-i israili firavundan kurtarma günü şerefine aşure tatlısı yedi. Bir kısmımız için AŞURE tatlı, bir kısmımız için ise AŞURA acı. Aynı kelimeyi farklı söylemeye başladık. Aşure tatlısı da güzeldir ama hiç değilse bugün yemeseydik. Nihal Atsız der ki (mealen), Kerbela, Arapların kendi içinde birbirleriyle yaptıkları bir mücadelenin acı sonucudur. Türk'ü ilgilendiren yönü yoktur. Ağlamak istiyorsanız tarihimizde ağlanacak çok olay vardır... Bu sözleri bana yarını hatırlattı: 14 Kasım 1944 günü hemşerim Ahıskalıların toptan Rusya içlerine sürgünü ve yollarda binlercesinin soğuk, açlık ve benzeri koşullarda öldürülmelerinin yıldönümü...
*
1944 Yılı
-Gürcistan’da kalan Ahıska’dan yüzbine yakın Türk tehcir edildi, önemli kısmı yollarda öldü. Kalanlar hala Asya’nın çeşitli bölgelerinde sürgünde.
-Kırım’dan 300 binin üstünde Türk Siberya’ya sürüldü. Onbinlercesi yollarda öldü.
-Dağistan'daki Türk veya jeokültürüne yakın Nogay, Çeçen, İnguş, Balkarlar Siberya’ya sürüldü.
-Yiyecekleri ellerinden alındı ve Gagauzların % 70’i açlıktan öldü.
-Erdel’de (Romanya) Sekellerin % 60’ı katledildi.
-Kazakların % 40’ı açlıktan ve rejim karşıtı olmak suçlamasıyla öldürüldü.
-Doğu Türkistan Çin işgaline uğradı, hala kurtulmaya çalışıyorlar.
-Bulgaristan, Macaristan ve diğer Balkan ülkelerindeki Türkler katliamlara uğradılar ve Türkiye’ye göçe zorlandılar.
-İran, Irak…
-Türkiye’de Turancılık davasından Nihal Atsız ve düşündaşları tutuklandılar. Dahasını yazmayayım. Tarihçilere de iş düşsün. Hepsinin aynı yıl içinde olması nasıl bir tesadüftür?
Ne yıl imiş 1944!
*
Şair Necip Fazıl, bohem hayatı yaşamayı pek bir severdi. "Lüküs hayat", içki ve kadınlar için bol miktarda paraya ihtiyacı vardı. Şiirlerinden ve memuriyetinden gelen para buna yetmiyordu. İmdadına Menderes yetişti. Muhalefet partisine cevap yetiştiremiyordu ve onun da yardıma ihtiyacı vardı. Eğer muhalefet partisini eleştiren yazılar yazarsa para alabilecekti!.. Necip Fazıl kolları sıvadı. "Chp Zihniyeti" edebiyatına başladı. Çağdaş, modern, medeni ve demokratik olan ne varsa, 1920 ve 30'larda hangi yenilikler yapılmışsa onun saldırı alanına girdi, yaylım ateşine başladı. O kadar etkili yazdı ki, o edebiyat sermayesi bugün bile kullanılıyor. Ama. Sonuçta bu sermaye ile Türkiye'nin çağdaşlaşmasına karşı çıkan büyük bir kitle imal edilmiş oldu. Türkiye’ye, özellikle Türk sağcılığına büyük bir kazık atılmış oldu; şanssızlığımızdır.
Necip Fazıl Menderes'ten değişik zamanlarda bu işten 147,500 lira aldı. Milletvekili maaşının 200 lira olduğunu hatırlarsak, iyi para. Bu paralar Menderes'in ya da partinin cebinden çıkmadı. Menderes başbakanlığın örtülü işlerde kullandığı ödenekten vermişti. Yani ayağına kara lastiği ancak giyebilen fukara milletin parasını Menderes NFK'nın serseriliğine peşkeş çekmişti! Yassıada mahkemelerinde faş oldu... Belki de adam yokluğundan, muhafazakârlarımızın akıl hocası olmaya devam ediyor.
*
Atatürk'ün yerinde olmak istemezdim. Elinden gelenin fazlasını yaparak ortaçağda kalmış bir toplum ve yıkık bir devletten modern bir devlet ve toplum inşa ediyorsun da ne oluyor... Bir kısmı hala ortaçağa özlem duyuyor, kurduğun düzende canına minnet yaşıyor ama açılan yoldan otoban yapmak yerine yolları yıkıyor. Bir kısmı arkanda saf durmuş, bir mehdi yaratmaya çalışıyor ve gelip kurtarmanızı bekliyor. "Defolun", derdim.
*
Doğru, "O olmasaydı da olurduk". Başkası da olabilirdi ama "O" oldu!
*
Başbakan, "Gazi Mustafa Kemal’i kullandılar" dedi. Doğru, Nato-Gladyosu ve onun yerli işbirlikçileri yaptıkları her pislikten sonra Atatürk deyip durdular. Sizin iktidarınızı sağlayan Kenan Evren de kullananlardandı. İyi de bunda Atatürk'ün ve Atatürkçülerin kabahati ne? Devr-i iktidarınızda her şeye rağmen Atatürk diyenlerin hiçbir çıkarı yoktur ve ortadakiler gerçek Atatürkçülerdir. Ne yani, "birileri" de dini kullanıyor diye dinimizden mi vazgeçelim?
*
Bir bakıma, modernliği öğrenemeyen ya da sıkıntılarına dayanamayıp gelenekselliğe sığınanların ideolojik kampına İslamcılık denir. Aslolan modernliği öğrenip, sıkıntılarını aşmaya çalışıp modernliğin kazanımlarını Müslüman olarak yaşayabilmektir. İslamcı okumuşlar Müslüman modernleşmesini üretmek yerine modernleşmeye toptan karşı çıkıyorlar. Modernleşmenin kazanımlarını yok etmeyi (demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler, laiklik) devrim, reddetmeyi de muhafazakârlık sanıyorlar. Bu kötü tercihlerini başkalarına dayatma hakkını kendilerinde görmeleri de işin fecaatidir. Şeklen öyle olması gerçeği değiştirmez. Toplum tasavvurları premodern. Sosyal olayları demokrasi içinde çözmek yerine polisiye tedbirlerle zorla ve onların zihniyetine göre çözmeye çalışıyorlar. Mesela "kul hakkı" kavramını insan hak ve özgürlükleri ile birleştirmek yerine kendi ortaçağ köylüsünün geleneklerini Hz. Ömer rivayetleri ile sürdürmeye çalışmaları gibi... Eğer kendileri modernleşmenin nimetlerini kullanırken halkı bundan mahrum ediyorlarsa, halkı reşit görmemelerinden olabilir. Nimetleri sadece kendilerine saklama, paylaşmama bencilliği de denilebilir. Yediği kaba tükürmek belki de... Demokrasi modernleşmenin sonucudur, iktidara demokrasi sayesinde gelmişlerdir ve kabı kirletmeye başlamışlardır. Son günlerdeki konuşma ve tartışmalar faciadır.
*
Türkiye'de sağ ideolojiler hâkim. Ama bu hâkimiyet, muzaffer sağcı aydının eseri değildir. Solsuzluktandır. Sağcı aydın tembeldir. Solcu aydınla eşit koşullarda, adil bir entelektüel mücadele sonunda zafer kazanmış değildir. Solcu aydını polis-yargı-darbe-iktidar marifetiyle yere sermesindendir. Artık tembelliği "Allah'tan korkmaz, yerinden kalkmazlık" seviyesindedir. Günümüzün sağcı aydını Oblomov'un son sürümüdür. Şimdi de dinin arkasına saklanıyorlar üstelik imanları bile su götürür.
Özgürlük ve dolayısıyla laiklik, liberalizmin geliştirdiği kavramlardır. Sağcılığa aittir. Eşitlik ve adalet ise sosyalistler geliştirdi. Özgürlük ve laikliği Türkiye'de niye solcular savunuyor, sağcılar nerede?
*
Türkiye'de siyasi zemin o kadar sağa ve muhafazakârlığa kaydı ki, normal demokratik bir ülkede sağcı olan birisi Türkiye'de aşırı solcu durumuna düşebilir.
*
Solda en çok lafazanlık yapan kişi lider olur, başa geçer! Arkasına da bilmem hangi istihbaratı alırsa, medyada da cilalanır... Beni söyletmeyin. Yıllar sonra uzaklaşsa ne olur. Atı alan... Tiyatrocuları sadece tiyatroda mı sanıyorsun. Ne devrimci ahlakçı rolü oynayanlar gördük. Bu zübük-işbirlikçi sözde sosyalistlerden söz ederek, canını ortaya koyacak kadar idealist olan solculara saygısızlık etmek istemiyorum. Emperyalizm ile işbirliği yapan, kapitalizme bela olmayan adam sosyalist olamaz. Yurtsever (hatta milliyetçi), halkçı olmayan kişi solcu olamaz.
*
Siyaseten İslamcılar, kişinin içindeki, vicdanındaki din duygusunu, dahası imanını kamusal bir gösteri aracı haline getirerek, inancından başka sermayesi olmayan bir insan tipi üretiyor. Eğitim ve kültür düzeyinin düşük olduğunu bildiği için kalçalarını sermaye olarak kullanarak dikkati çekmeye çalışan kadın gibi. Temel ölçünün iman gösterisi olduğu bir yerde ahlak, bilim, demokrasi, özgürlük ve eşitlik yoktur. Somali ile aynı kategorideki ülkeler arasına koşar adım gidiyoruz. Bir de fetva vereyim: Allah, aklını kullanmayan toplumların belasını böyle verir.
*
Beni anlayamamak senin sorunundur. Demek ki bir entelektüel çap sorunu var. Ben pkk sayfalarında da gezerim, okurum, ben cemaati de okurum, komünistleri de okurum, ülkücüleri de, geylerin savunmalarını da! Entelektüel bir merakla kim ne söylüyor diye öğrenip kendi fikirlerimi sürekli test etmeyi fazilet sayarım. Özgün fikirlerimi de (varsa) buna borçluyum. O mekânlara takılmam hatta onlarla konuşmam beni onlardan yapmaz. Hepsinin benim de katıldığım doğrular vardır, hepsinin yanlış bulduğum düşünceleri de vardır. Kendi çapında düşünüp herkesi kendin gibi sanma yanlışına düşüyorsun. Sadık Gürbüz'ü çok severim, müziğine de bayılırım, pek çok fikri de bana yakındır. Şivanperver’i de dinlerim Ozan Arif'i de. Orada estetik ararım. Türkülere bayılırım ama operaya da. Norah Jones bana ninni söyler. Sırrı Süreyya’yı da beğenirim. Selahattin Demirtaş’ın liderlik üslubuna hayranım ama çok görüşüyle uyuşmam. Ümit Özdağ'ın da iyi bir okuyucusuyum, çok fikrim uyuşur ama uyuşmayanlar da var. Marks’ı da okurum Adam Smith'i de. Kapitalizmi insanlık düşmanı olarak görürüm ama bu da benim sosyalist olduğumu göstermez. İhsan Eliaçık'ı çok erdemli ve namuslu bir ilahiyatçı olarak görürüm ama Cübbeli hoca beni sadece güldürür. Harakani'ye hayranım ama zamane Harakanicilerini sevimsiz ve samimiyetsiz bulurum. Ben her fikir çevresinden beslenirim. Bu beni omurgasız yapmaz. Her dümen suyuna dönmem. Apolitik de değilim. Fikrim de var, zikrim de. Senin gibi olmak zorunda da değilim. Kimseye benzememeye çalışıyorum ama bazı görüşlerim birilerine yakın da olabilir. Bunu da sıkıntı yapmam. Bunları yazmak zorunda bırakarak zamanımı çaldın. Fikri, vicdani, irfani özgürlüğünü kullanamıyorsan, git kendi çapındakilerin sürüsüne katıl ve slogan at.
*
Yalçın Küçük (1938, İskenderun), Kıbrıs gazisi, Türk sosyalist, yazar, düşünür, ekonomist, tarihçi, isim-bilimci, medya ve edebiyat eleştirmeni, Kürdolog, Sovyetolog, siyaset bilimci, teorisyen, gençlik önderi.... Kaç kişi var bundan, öküzler! Kolay mı yetişiliyor sanıyorsunuz! Osmanlı kalksa sizi ayağınızdan ağaca asar, bi güzel pataklardı. Kaç kitabını bırakın, kaç yazısını okudunuz? Şunun bunun bilmem ne amaçla önünüze attığına inanıp paylaştınız! İki satır yazı okuyup yazamayanlar bilgin mahpus ediyor. Bir de seviniyorsunuz. O bir fikir adamı... Lanet olsun.
Aydın insan farklı sözler söyler, söyleyebilir. Size ezberletilenleri tekrar etmesinin ne anlamı var? Her yeni sözden ürkmen senin kabahatindir. Ben, benim gibi düşünenlerden değil, farklı düşünenlerden bir şeyler öğrenebilirim ve ona minnettar kalırım. Ülkeyi koyun sürüsüne çevireceksiniz. Farklı düşünce olacak! Ondan ilham alacaksın. Yanlışı varsa yüzüne çarpacaksın yoksa kafanı çalıştıracaksın, sen de eleştirici düşüneceksin, her şey için soru soracaksın. Bir de üniversite okuyorsun! Keşke Mehmet Akif'i onun kadar anlasaydın. Bu ülkede başta Kemalizm olmak üzere birçok şeyi eleştirenler ondan öğrendikleriyle eleştirmişlerdir. Üstelik adını bile anmadan. Bu ülkede sol-sağ ondan öğrenildi büyük ölçüde. Kalkınma planlarının epeyinde onun emek ve imzası vardır. Özal ile de Demirel ile çalıştı, her ikisiyle de ahbap idi. Bu ülkeye çok çeşitli yönlerden büyük hizmetleri oldu. Ve ödülü bu. Zaten "Bu ülkenin aydınları zindanda yetişir" derdi. Araştırmadan, bilmeden konuşmayacaksın! Hiçbir şey bilmiyorsan susmayı bileceksin. Haddini bileceksin.
*
Erkenegon dalgasında Yalçın Küçük hocaya, rivayetler değişik ama 86 yıl vermiş "özel" yetkililer. Pek bir sevindim. Birincisi dünyanın en entelektüel, en deli teröristine sahip bir ülkenin vatandaşıyım, gurur duymalıyım. İkincisi dışarıda onu gazeteciler rahat bırakmıyordu ki kitaplarını yazsın. Orada birkaç cilt tuğla kalınlığında kitap yazar. Dört gözle bekliyorum. Yalnız, orada jitem eliyle yüzlerce kişi öldürdüm diyene hocanın yarısı kadar vermişler. "Türk milleti adına" demek böyle karar veriliyor. Doğal hukuk bilirim de, “özel” rejimin hukukundan anlayamıyorum. Adalet, hukuk dediğiniz şeyin altında ezileceksiniz!
*
Türkiye'deki gerginliğin sebebi mi, merkez sağda bir partinin olmaması sebeplerden biri gibi görünüyor. Menderes-Demirel-Özal veya DP, AP, ANAP-DYP çizgisinin alicengiz oyunuyla ortadan kaldırıp, Vahhabi-Taliban çizgisine yakın aşırı sağın etrafında toplanıp muhafazakâr sağ diye yutturulması gerginlik yaratıyor. Merkez sağ liberal demokrat bir partinin kurulması Türkiye'yi rahatlatır. Demirel'e karşı yapılan yürüyüşleri hatırlıyorum. Demirel hiç bir zaman polis ile halkı karşı karşıya getirmedi. Olabildiğince. "Bırakın yürüsünler, yürümekle yollar aşınmaz" diyordu.
*
Şimdiye kadar İslam ülkelerini karıştırdık! Elimiz kanlı. Irak, Libya ve Suriye.... Mısır. Yüzbinler... Takdiri ilahi bu kadar eli kanlı olmayı bir yerlere kaydediyordur. Torunlarımız torunlarına hesap verecek!
*
Irak'ta bir milyon Müslüman katledilirken sustunuz, hatta işgalcileri desteklediniz. Ülkemizden lojistik sağladı işgalciler. 6 binin üzerinde amerikan uçağı burada bomba yükleyip Irak halkının üzerine boşalttı. Sustunuz. Kadınlarına tecavüz edildi, işkence fotoğrafları gözünüze sokuldu, kılınız kıpırdamadı. Milyonlarca Iraklı dağa taşa düştü, başka ülkelere mülteci oldular. Ümmetiz demediniz!
Libya'yı karıştırmaya, işgale asker gönderdiniz. Tunus, Fas... Hep sustunuz, ümmet olduğunuzu düşünmediniz.
Suriye için dindaşız, komşuyuz demeden kiralık katilleri saldınız ümmetin üstüne. Şimdiden 100 binin üstünde insan öldürdünüz. Bir adamın ortadan kaldırılması için 100 bin kişiyi yok etmeyi göze almak nasıl bir şeydir? Katillerin safındaydınız, evinizde eşkıya besleyip komşuya saldırtıyorsunuz, hala destekliyorsunuz. Mısır'da darbe yapıldı diye kıyamet koparmak şimdi mi aklınıza geldi. Ha, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de bunlar yapılırken buna karşı çıkanları, sokaktaki çocuklarımızı coplattınız, gazladınız. Buna da "ohh" dediniz! Nasıl bir ahlak taşıyorsunuz siz?
*
İnsan sırf insan olduğu için yaşı, cinsiyeti, memleketi, kavmi, dini, mezhebi, dinsizliği, imanının derecesine bakılmaksızın saygıdeğerdir, sosyal ve yasal yönden eşittir. Ahlaklı ve erdemli insanlar böyle kabul eder ve sağlıklı sosyal ilişkiler bu zemin üzerinden sürdürülür. Birileri kendisini cinsiyeti, yaşı, dini, mezhebi, kavmi, siyasi görüşü, takva sahibi olduğunu düşünmesi, felsefi görüşleri vb yönlerinden diğerlerinden üstün sayıp, farklı olanları aşağılıyorsa, aşağılığın tekidir. Çağdışı bir zavallının ilkel ve ahlaksızca kin ve nefreti beni değil, onu alçaltır. Çeşitli toplum kesimleri için hiç kimse değerlendirme yapamaz. İnsanı değerli kılan, sahip olduğu doğuştan gelen sosyal-genetik özellikler değil, ahlak ve erdemlerinin yüksekliği ve ülkesine-insanlığa ne kattığıyla ilgilidir ve kişiseldir. Saygı karşılıklıdır ve saygıdeğerindir.
*
Biyografi okumalarımda dikkat çekici biçimde karşıma çıkıyor: Bir önemli adam, Hıristiyan, Müslüman ya da başka dinden ise hangi dinden olduğu söylenmiyor. Ama Yahudi ise Yahudi oluşu mutlaka söyleniyor, niye? Vygotsky'nin kısa özgeçmişini okuyorum, yahudiymiş. Olabilir. Pavlov da (sanırım) Hıristiyan’dı, Biyografi yazanlar Vygotsky’nin dinini yazıp söylerken Pavlov’un dinini niye söylemiyor, öne çıkarmıyor? Neden?
*
Adorno, Hitler'i gözlemledikten sonra bir faşist karakteri nasıl bir şeydir diye araştırır. Ünlü F Ölçeğini (faşizm ölçeği) geliştirir. Otoriter kişiliği resmeder. Ona göre faşist karakteri en başta kafasında hiyerarşiler bulundurur; astlar,üstler gibi. Bu karakterin kendisi üstlerine biat eder, köpek kadar sadıktır ve samimidir. Astlardan da kendisinin üstlerine davrandığı gibi davranmasını bekler: Sorgulamayan mutlak itaat! İnsanları sosyal ve yasal anlamda bile eşit varlıklar olarak göremez. Etrafta epeyce var.
*
Aşırı uçtaki siyasal grupları kötülemek yanlış bir davranıştır. Bir toplumdaki aşırı uçlar koyun sürüsündeki keçi gibidirler; topluma hareket katarlar. Onlar olmasa mecalsiz toplum, olduğu yerde çürür. Onlar sorunları ilk fark edenler, dile getirenler ve eyleme geçenlerdir. Toplum adına talep yaratırlar, bilgiyi düzenlerler ve topluma sunarlar. Her yenilik, her değişim ve dönüşüm onların tetiklemesiyle harekete dönüşür, hareket berekettir. Topluma düşen onları kırıp yok etmeyecek bir zemin ortaya koymaktır. Aşırı uç fikirleri yok ederseniz yeni fikir üretemez, çürürsünüz. Siyasi fikir fukaralığımız sağın en aşırı uçları şımarıklık derecesinde hoşgörü görürken, solun bir avuç kişisinin üzerine bile hışımla gidilmesi ve yok edilmesidir. Sağcılara da yazık; solcu olmayınca kendilerine çeki düzen veremeyip güdük kalıyorlar. Düzenden meme emenler uç fikirlerden hoşlanmazlar. Ememeyenlerin derdi ne?
*
Demokratik ülkelerde hükümeti eleştirmek küfür değil bir vatandaşlık görevidir. Eleştiriyi "haddini bilmemek" olarak anlayanlar demokrasi kültüründen bihaber köylülerdir.
*
Yalan söylüyor, insanlara iftira atıyor. Bunlar benim en iğrenç bulduğum, az gelişmiş insanlarda bulunan ahlaksızlıklardandır. Basit konularda bile yalan söyleyen, iftira atan birisi başka nerelerde insanları kandırmaz ki! Milletin kaderi böyle birine emanet edilemez. Niye bu yola tenezzül ediyor. Ayıptır, çirkindir.
*
Un ile bol ılık su karıştırıp bir bulamaç elde edilir. Bu bulamacın adı yal'dır. Yal, köpek yiyeceğidir. Bu yalın içine konulduğu kaba yalak denir. Köpeğe yal verirken pek bir sevinir, kuyruk sallar, size minnet ifadeleri görünür yüzünde ve size bunu belli ederler. Köpek yalını yeyince, yal vereni yalayabilir. Yalaka kimmiş? Yalaka derken ne demiş oluyoruz? Yal ve yalak bilinmeden yalaka anlaşılmıyor!
*
Klodya Rut, kendisinden hazzetmem ama doğru bir şey söyledi: “Ailem beni, ‘olup bitenlere sessiz kalma, olaylara müdahale et’ diyerek yetiştirdi.” Biz nasıl yetiştirdik; "aman ha, sakın siyasete bulaşma, hökümetle uğraşma."
*
Başbakan, eğer bundan sonra devam edecekse, ona cinsiyet değiştirmesini öneririm. Muradım şudur: Bizde devlet babadır. Başbakan, öyle bir yetki vermemiştiysek de, devlet baba oldu ama ceberrut bir baba. Biz zavallı çocuklara bakmıyor, sarhoş değil ama punduna getirip dövüyor, küfür ediyor. Sanki anamız bizi önceki kocasından getirmiş gibi davranıyor bize. Cinsiyet değiştirip, baba değil ana olsun bundan sonra. Evimizin içinde biraz şımarmak bizim de hakkımız, değil mi ama.
*
Türkiye'yi Atlantik ittifakı (Nato) içinde tutmak, ülkemizde bunu canı gönülden destekleyen hükümetleri gerektiriyor. Sol partiler bunun için hiç uygun değil. Chp kuvayi milliyeden geliyor. Bir şekilde antiemperyalist oluyor, istemese de:) O yüzden Atlantik sağ partileri iktidarda tutuyor. Ama iyi şeyler yapsa da bir süre sonra içeride yıpranıyor, Atlantikçilerin kaprisi de çekilmiyor. Toplum sola yönelince, sol yükselişe geçince Nato, kendine bağlı Gladyoyu harekete geçiriyor, orduyu darbeye zorluyor. Darbe yoluyla solun kafası kırılıyor, eziliyor. Bu arada yeni sağ parti, yeni sağ lider ile işi götürüyor. Sol yeniden umut olunca, bir darbe daha. Menderes'in ilk dönemi iyiydi. Son döneminde halk umudu kesmişti ve seçimde muhtemelen Chp çıkacakken darbe oldu. İktidarı Demirel'e verdiler. 1971'de o da bitmişti, Ecevit Chp si yükseliyordu. 12 Mart'ta birçok sol aydın içeri tıkıldı, sol gayrimeşru duruma düşürüldü. Buna rağmen sol yükseldi. 70'lerin sonunda zirvedeydi ve 12 Eylül geldi. Solu öyle bir ezdi ki, bugün bile belini doğrultamıyor. İktidarı Özal'a verdi Atlantik. Özal'ın son döneminde de ortalığı berbat etti ama sol yükselişine rağmen belediyelerde başarısızlığa uğratılarak (İSKİ meselesi o kadar abartıldı ki) sağ iktidarın sürmesi sağlandı. Yeşil kuşak projesi ile yetiştirilenler Erbakan'ı (yine sağ) iktidara taşıdı ama Erbakan'ı Atlantik hiç sevmedi. Batı karşıtıydı, üstelik batı karşıtı D-8’i kurdu, indirip Erdoğan'ı getirdiler. Son döneminde içerideki memnuniyetsizlikten ötürü Erdoğan'dan batının memnuniyeti azaldı. Erdoğan'ı iktidarda tutmak için sol-kemalist aydınlara ergenekon vs operasyonları yapılıp siyaset meydanından çekildi, gazeteciler tutuklandı, sindirildiler. Chp, Mhp ve Bbp'ye operasyon yapıldı. Zayıf liderler başa getirildi ya da tutuldu. Ama Erdoğan gayri resmi koalisyon ortağının maharetiyle içeride otoriterleşmeyi sürdürdü. Aşırı kendini beğenmiş oldu, millete kendi meşrebini dayatmaya başladı. Lider kültürünün hakim olduğu toplumumuzda Kılıçdaroğlu solu umut haline getirmekten uzak görünüyor. Ezcümle, Nato'dan çıkmadan solun sol olarak Türkiye'de iktidar şansı yoktur!
*
Bilim özgürlük ister, itaat etmez, ederse bilim olmaz. Bilimin namusunu namuslu bilgin korur. Gerektiğinde itaat etmeyerek!
*
Alkol kullanma konusunda içicilerin işini yokuşa sürmenin nesi yanlış? Benim mürşidim bilimdir ve bilim alkolün zararlı bir içki olduğunu söylüyor. Ben de bunun mankurtlaştırmada bir ateş suyu olarak kullanıldığını ortaya koymuştum. Sigara kullanan ve yasakla birlikte epey sıkıntı çekmekle birlikte benim sigarada işin yokuşa sürülmesine de itirazım yoktur. Hükümeti sigara konusunda oldukça başarılı buluyorum. Öte yandan içkiyi adam gibi içenlere saygı duyuyorum. İnsanlık, bir şekilde, binlerce yıldır alkol kullanır. Müzelerde Sümerlilerden kalma biralar hala duruyor! Bizde arada bir alkol almayı demlenmek olarak niteleriz. Çay gibi, demlenince kıvama gelir, kâmil insan olunur. Bazıları da çirkinleşir. Ama sonuçta sağlığa zararlıdır. Alkolün zararları anlatılmalı, insanlar ikna edilmelidir. Yasaklayarak, insanların belli bir mekânda kontrollü içmelerini engelleyerek, "git evinde zıkkımlan" gibi haddini bilmez laflar ederek olmaz. Şu ya da bu şekilde herkesin sağlığa zararlı az çok kötü alışkanlıkları vardır. Herkes kendinde olmayan kötü alışkanlığı başkalarına yasaklarsa, lanetlerse, kişisel özgürlükleri kısarsa bir arada yaşayamaz, hayatı birbirimize zindan ederiz. Demokrasi, kişisel hak ve özgürlükler neden var?
*
Hata yapma hakkı çocuklarındır. Yetişkinler ve sorumluluk sahipleri daima mükemmele ulaşma kaygısı içinde olmalıdırlar. Tekrarlanan hataların siyasi affı yoktur. Uygarlaşma böyle olur.
*
Kitap okumayanlarla entelektüel tartışma yapılmaz. Cahile insandır diye saygı duyarım ama fikirlerine değer vermem, adam yerine koymam, kusura bakmasın.
*
Kapitalizm ahlaksızlığın rejimidir. İşçinin emeğinden çalmak, tüketiciyi kazıklamak hırsızlıktır. En zenginler en hırsızlardır. En hırsızlar en ahlaksızlardır. Bugün emeği ve alın terinin bayramı, ahlaksızlığın lanetlenme günüdür. 1 Mayıs’a ahlak günü de diyebiliriz.
*
Türkçe öğrenelim:
Memleket milliyetçiliği denmez, hemşerilik veya hemşericilik denir.
Irk milliyetçiliği denmez; ırkçılık denir. Irkçılık, etnikçilik, kavimcilik veya kavmiyetçilik eşanlamlıdır.
Atatürk Milliyetçiliği, Türkiyecilik anlamındadır.
Din milliyetçiliği yanlıştır, ümmetçilik, ümmet dayanışması denir.
Bölge milliyetçiliği diye abuk sabuk bir kavram yoktur. Akdeniz bölgecisi var mı?
Mezhep milliyetçiliği de olmaz, mezhepçilik olur.
Parti milliyetçiliği de olmaz, particilik ya da partizanlık olur.
Önceden bunları biliyorduk. Rejimin sesinin kavramları bilmemesi ya da karıştırması, belki de kafasındakileri açıkça söylememesi vatandaşın kavramlarını karıştırdı.
*
Yıllardır milli bayramları kutlamayan, 23 Nisan ve 19 Mayıs'ı bayram olmaktan çıkarıp belirli gün haline getirenler artık milletin bayramını kutlamasına da dayanamıyor. Haberleri izliyorum. Bayramlar yasaklanamaz. İnsanlar bayramı kutlar. Bunu gerekirse protesto biçiminde de yapabilir. Lanet olası demokrasinin olduğunu nereden anlayacağız. Bırakın bayramı, şiddet yoksa protesto bir haktır.... Kimin hakkını elinden alıyorsunuz?
*
Biz bitmeyen bir batılılaşmadan muzdaripken, İslam dünyası (ve epeyce de biz) bitirilmeyen ortaçağdan illallah dedik.
*
Güneş Taner: "Cumhuriyete intikal eden Osmanlı Duyun-u Umumiye borçları 1997'de bitirilmiştir", dedi. Bize 1950'lerde Menderes bitirdi demişlerdi. (Tarihin Arka Odası Prog. Habertürk 16 Ey. 2012) İlginç. Birisi şunun aslını açıklasın.
*
İçişlerinde ciddi sorunlarımız olduğu halde AKP'nin iyi bir İçişleri Bakanı hiç olmadı. Hâlbuki partide çok yeterli ve yetenekli kadrolar var. Aynı saptamayı eğitim bakanlığı için de söyleyebiliriz. Bakanlık kanka kayırma yeri olmamalıdır.
*
Türkiye'de devlet bunalımı iki yüzyıldır sürüyor. Sebeplerden biri Osmanlının artık işlemeyen devlet örgütünü Fransa'nın merkeziyetçi-bürokratik modeline göre yeniden kurmasıdır. Bu model üzerine 1950'den sonra Amerikan liberal-serbest piyasacı modelin yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Fransız yapısına Amerikan ambalajlı, Arabesk soslu, Alla Turca bir ucube ortaya çıkmıştır. Kazara AB'ye girecek olursak model sorunumuz zirve yapacak ve Fransızcılarımızla Amerikancılarımız birbirine düşecek yine. Türkiyecilerimiz mi, kapatılacak bir mekân buluruz nasılsa, demokrasilerde (!) çare tükenmez...
*
Önce eğitici kol çalışmaları yönetmeliğini değiştirdiler, millîlik özelliği taşıyan amaçlar kaldırıldı. Tepki gelmedi. Sonra MEB'in görevlerini değiştirdiler ve Atatürk ilke ve devrimleri başta olmak üzere millilik kokan ifadeleri yeni görevlerden çıkardılar. Üstelik bunu meclise getirmeden, sessizce, Kanun Hükmünde Kararname ile yaptılar. Birkaç sızlanmanın dışında ses çıkmadı. Şimdi sanki göbek atma bayramıymış gibi Cumhuriyet Bayramı törenlerini iptal ettiler. Seneye?
*
Babam ilkokulda öğretmenimdi. Bir öğrenciyi dövecek olsa veya dövmüşse, bir punduna getirir beni de döverdi. Belki de öğrencilere ne kadar adil olduğunu göstermeye çalışıyordu. Arada bir ılık neo-liberal İslamcı partiye veriştiriyorum. CHP'yi savunur duruma düşmemek için onu da döveyim bari:)) Batı onların iktidarını hep engelledi. CP oldular, H'yi anlamadılar. Ilık iktidarın ılık muhalefetini oynuyorlar. Ne yaparsanız yapın, Nato sizi asla beğenmeyecek, onaylamayacak. İktidar olamayacaksınız, bari adam gibi muhalefet olun!
*
Kimse üzerinde durmuyor; liberaller Türkiye'de neden çok zayıf ve başarısız? Özgürlükleri, laikliği onlar çıkardı ve savunuyorlardı. Ama Türkiye’de bunu çeşitli görüşleriyle sola bırakıp, kaçtılar. Solun eşitliği savunmak yerine özgürlükler peşine düşmesi tuhaf. İdris Küçükömer doğru mu söylemişti: "Türkiye'de sol sağ, sağ da soldur".
*
Liberalizm sağcı, ciddi ve saygıdeğer bir düşüncedir. Liberal solcu nasıl olunuyor anlamıyorum. Sol görünümlü sağcı mı yani?
*
Türban, tarım toplumu ile sanayi toplumunun, geleneksel ile modernin, eşariye ile mutezilenin, akıl ile iman çelişkisinin yanlış bir zemin olan kadın saçı üzerinden sürdürülmesidir.
*
Son zamanlarda AKF medyasında "çok ırkçı bir millet olduğumuzu" söyleyenler çoğaltıldı. Bu medya çakalları diyor ki "aslında millet ırkçı değil ama okulda örtmenler öyle yapıyoo" Demek ki milli eğitimin canına okuyacaklar! Hem, yıllardır müfredatınızı ipleri tutan ABD’den almıyor muydunuz? Bu kadar Amerikan çocuğunu nerden peydahladınız?
*
Eleştirilerin arkası gelmiyor. Tek parti dönemi partisi gibi... Üstelik parti lider partisidir. Lideri çıkarın parti kalmaz. Liderin otoriter kişiliği partiye ve hükümete sinmiştir. Yer yer otoriter uygulamalar sergiler. Kolaylıkla bir uçtan öteki uça savrulabiliyor. Eleştirebiliriz, kabul. Eflatun söylemişti; her kaos döneminin sonunda dikta rejimi ortaya çıkar. Bunu halk ister çünkü belirsiz, laçka yönetimlerden hoşlanmaz. Hiç bozulmaya gerek yok. Akp'ye bozulanlar sorumluyu Mesut Yılmaz-Tansu Çiller dönemlerinde aramalıdırlar.