İslam’ın benliğe verdiği özgürlük, Müslümanlarca yanlış anlaşılmış ve kadercilik tüm İslam dünyasının geri kalmasına neden olmuştur. Kuran-ı Kerim’de üç ilke apaçık karşımıza çıkar:

1) İnsan Yaradan’ın seçtiği en iyi yaratıktır.

2) İnsan tüm hata ve kusurlarına rağmen Yüce Yaratıcının yeryüzündeki naibi ve temsilcisi kılınmıştır.

3) İnsan emaneti yüklenme cesareti göstermiş olup, özgürlüğe en layık olandır.

İkbal’e göre yaşam, devamlı bir mücadelenin adıdır.  Bu yüzden de eğitimin amacı sadece, “zihni gelişimi sağlamak” değil,  aynı zamanda “hayat keşmekeşine hazırlık” da olmalıdır.  O, gücün gerekliliği ve güçlü insanın önemini vurgular durur. Ona göre özgün işle uğraşan günahkâr, hissiz bir dindardan daha iyidir.  O, Müslümanların çöküşünü kısmen körü körüne itaat, acizlik, gevşeklik gibi olumsuz bir tepkisizliğin huy edinilmesiyle ilişkilendirmiştir. Burada “güç” kavramı ile İkbal çalışmayı kastetmektedir.  Çünkü sadece değişim ve gelişim Müslümanları siyasi yenilgi ve ahlaki çöküntüden kurtarabilir.(1)

İkbal’e göre ruh-beden ayrımı kötüdür.  Kişiliğin ölümsüzlüğü ise, bir durum değil, belki de bir süreçtir. Birçok dini sistem bu ayrım üzerine kurulmuştur. İnsan bir enerjidir. İnsan, bir güç ya da çeşitli içerikleri olan güçlerin oluşturduğu bir bütündür. Bu bütünü bozabilecek tüm davranışlardan kaçınmak gerekir. Acizlik, kölecesine boyun eğme gibi huyların yerini yüce gönüllülük, cömertlik gibi aktiviteler almalıdır. İnsanın en değerli sermayesi gücüdür. İyilik erdemi simgeler.  Kişilik duygusu “iyi” sayesinde uyanık kalır,  kişiliği bastırarak sonunda da onu yok etme eğilimi de “kötü”dür. Kişiliğimizin ölümsüzlüğü bizim elimizdedir. Çünkü kişiliği takviye edecek yaşam tarzı ölüme karşı mücadele demektir. Yani kişiliği yaşatmak için canla başla ruhun, İnsandan önce yaratılmış olduğunu ve bedene sonradan girdiğini savunur. Ruh bedenden bağımsız çalışmak gerekmektedir.(2)

Ruhun bedenden bağımsız olarak var olduğu ve ölümsüzlüğü savunulur. Ölüm, yalnızca ruhun bedenden ayrılması, geldiği tanrısal kaynağa geri dönmesidir. İnsan varlığı ruhun özünü bilemez, yalnızca ruhun dışa vuran eylemlerini düşünün ve yorumlar. Ruhun maddeyle en küçük bir ilgisi yoktur. İnsanda bilmeyi, düşünmeyi, canlılığı insan olarak eylemde bulunmayı sağlayan ruhtur. İnsan varlığının ikinci bileşeni, ruhtan sonra yaratılmış ve geçici olan, yok olup giden bedendir. İslam felsefesinin tüm düşünürlerine göre, bedenin duyular adı verilen değişik nitelikte yetenekleri vardır. Bununla birlikte, duyular yalnızca ruhun yardımıyla iş görebilir. Bedene canlılık veren ruh, duyuların çalışmasını algı gücünün gelişmesini sağlar.

İnsanda, Yaratıcı’nın ona verdiği bir cüzi irade vardır. Akıl ve irade gibi yetiler, İslam felsefesi’nin farklı okullarının değişik üyelerine göre, İnsana Yaratıcı’nın birer armağanı olup, tanrısal bir yapı sergilerler. İnsan aklının üç ayrı başarısı vardır: (a) İnanmak (b) bilmek ve (c) düşünmek. İnsan taşıdığı bu güçler yüzünden inanan, inanmayı bilen bir varlıktır. İnsan özgür iradenin taşıyıcısı olduğundan, eylemlerinden dolayı, Yaratıcı karşısında sorumludur. Yaratıcı, evreni yarattıktan sonra, İnsanı tüm eylemlerinde serbest bırakmıştır. Eylem bağımsız bir iradenin yönetimi altında ortaya çıktığı için, gerçek fail olan insanda sorumluluk vardır. Bu nedenle, “İnsan Rabbinin katında, yaptıklarının hesabını vermek” zorundadır.

Benliğin özelliklerine bakacak olursak, her benlik kendi benliğinin derinliklerinde kendini bilmek arzusu vardır.  Bu şekilde insan acılardan çekinmemeyi öğrenir.  Her benlik kendini ortaya çıkarmaya çalışır. Çünkü İkbal’e göre “Ben”, “Mutlak Ben”e ulaşmayı arzular.  Benliğini en iyi ortaya koyan ilahi meziyetlere kavuşur. Benlik içimizdeki kuvvettir.  Gerçek benliğe kavuşan kişi, maddi anlamda Mutlak Hakikat’in karşısında “yokum” der. Bu ezeli ve ebedi şimdiye ulaşma anlamı taşır.(3) Bu “kesen Tanrı, bıçak değil” örneğini bizlere hatırlatır. 

Benliğin terbiyesinde kaydedilmesi gereken çeşitli aşamalar vardır:

1) İtaat basamağı: Tam bir teslimiyet söz konusudur.  İslami şartların yerine getirilmesi şarttır.

2) Nefsin zaptı: Nefsi terbiyenin yedi şartı vardır:

 Kelime-i Tevhid, Hakka iman her türlü korkuyu silip süpürür.

Namaz: İnsanın kalbinde küçük bir hacdır. Namaz bütün kötülüklerin ve dolayısıyla günahın bağrına saplanan bir hançerdir. Namaz vakitlerinin düzenlenmesinde büyük hikmetler vardır. Egoyu hayat ve özgürlüğün nihai kaynağının yakınına getirmekte ona öz kişiliğinin geri verilmesini sağlamaktadır. Beş vakit namaz sayesinde ben, dünya meşguliyetinin mekanizminden kurtulur hürriyete doğru yol alır.

Oruç: Fakirliğin ne olduğunu öğretir.

Hac: İnandıklarını yaşama uğruna göç etmeyi öğretir.

Zekât: Müsavatı öğretir.

Sevdiklerinden infak.

Tavizsiz hakka bağlılık.

3) Hakka nail olmak.

Dipnotlar

(1)Yansımalar-M.İkbal-Kaknüs yy. şubat2001,ist,çev:Halil Toker,Sh:18-19

(2)Yansımalar-M.İkbal-Kaknüs yy. şubat2001,ist,çev:Halil Toker,Sh:28

(3) M.İkbal’in felsefesindeBenlik Düşüncesi-C.Kılıç-Makale

  •