Yakın tarihimizde, özellikle darbe dönemlerinde Atatürkçülüğün içi boşaltılırken bir yandan da ağızlarını her açışta, “bismillah” der gibi Atatürk’ten söz eden zevat yönetti memleketi. Dillerinden Atatürk’ü düşürmezken oluşturdukları alt yapı veya döşedikleri taşlarla, yönlendirdikleri kitlelerle bugünkü gergin siyasi durumu ortaya çıkardılar. İç ve dış dinamik, işbirliği halinde medeni modern bir devletten feodal bir Ortadoğu ülkesi elde etmeye çalışıyor.

Tarihimizde sayılamayacak kadar çok sayıda büyük insan var. Atatürk de bunlardan biridir. Alparslancılık, Melikşahçılık, Osman Gazicilik, Muratçılık, Fatihçilik veya Vahdettincilik yoktur ama neden Atatürkçülük vardır? Cevap şudur: Atatürk’ün tarihe mal olmamasının nedeni ortaya koyduğu fikir ve yaptığı düzenlemelerin toplumun ihtiyaçlarını hâlâ karşıladığıdır.

Atatürkçülük bir yönüyle; kavim, din ve mezhepleriyle, bunların yarattığı gerginlikle yaşamaya çalışan bir toplumu, kavim, din ve mezhepleri kendilerinde mahfuz kalmak üzere, bir üst yapı formu olan ulus devlet halinde yaşamasının adıdır. Ulus devlet modelinde devlet, yurttaşlarının soyu sopu ve inançlarını yok saymaz ama ilgilenmez de, sadece yurttaş olarak görür. Kültürel özelliklerini insanlar kendileri yaşar. Farklı kavimlerden olan yurttaşlarımız ulus devlet zamanında rahat bir nefes almış, devlete gönülden bağlanmıştır. Devletin yurttaşlarını kültürel özelliklerine göre ayırması kavimcilik ve mezhepçilik ilkelliğine götürür. Yakın tarihimizdeki kötü yönetimler Türkiye’yi zaten bu noktaya sürüklemiştir.

Ders kitaplarında yazılmasa bile, Anadolu’nun inanç tarihine yakından bakıldığında bir mezbaha görüntüsü çıkar. Dini farklı yorumladığı için katledilen onbinlerce insan vardır. Laiklik bir barış dönemi kurmuştur. Buna rağmen başkalarının inanç ve yaşam biçimine saygısızlık etme hakkını kendinde bulan şımartılmış akımlar da üretildi, yakın zamanlarda.

Çağın doğal değişmesi sürecinde statülerini kaybetmiş, kerameti kendinden menkul cahiller, yıllarca ve hâlâ laikliği din karşıtlığı olarak anlatıyorlar. Din diye bildiklerinin çoğu ise geleneklerin kutsallaştırılmış halinden başka bir şey değildir. Üstelik “kutsallaştırılmış geleneklerin” büyük kısmı akıl ve bilime karşı, terakkiye mani (gelişmeye engel olan) geleneklerdir. Elbette İslam bu değil ama cahiller, sarıklı birisinden dinlediği gelenekleri Müslümanlık sanıyor. Laikliğin akıl ve bilim yolunu açması, geleneği din diye anlatanların çıkarlarını ve ezberini bozmuştur. Hayatını ve her şeyini yanlış ezberler üzerine kuran birisinin, gerçeği görse bile, ezberini bozamaması anlaşılabilir bir şeydir. Bir hayatı boşa geçirmiş olmayı hazmetmek kolay değildir; yanlışta ayak diriyorlar.

“Su akar Türk bakar” sözünü çok kişi duymuştur. Nereden çıkmıştır? Anlatılana göre bir seyyah Anadolu’da bir yerlerde gezinmektedir. Bakar ki kuraklıktan kavrulmuş bir tarlanın başında bir adam yağmur yağması için dua etmektedir. Ancak bir tuhaflık vardır. Tarlanın kıyıcığında bir ırmak akmaktadır. Seyyah der ki, “be adam Allah sana ırmak vermiş, tarlanı sulasana”. Bizimki “Allah bana rızık vermek isteseydi yağmur yağdırırdı, beni günaha mı sokacaksın” der. İslam’ın anlayışı bu mudur, değil ama ona öğretilen Müslümanlık budur. İslam’la ilgisi olmayan binlerce rivayet yığını, din ile temellendirilerek kutsallık kazanmış onca gelenek, Müslümana çok zarar vermiş ve vermektedir.

Samimi bir dindar ve iyi bir düşünür olan Nurettin Topçu gelenekleri kutsallaştıranları 1965’de şöyle eleştiriyor: “Doğuda İslam’ın sahipleri, hakikat aşkından uzak, böyle bir anlayışla sevgiden mahrum bulunuyorlar. Kendilerini sadece bir takım dinî örflerin teknikçisi sayan bu zümre, gerçek dinî vazifelerini yapmamaktadır”.

Atatürk, yurttaşlarımız Müslümanlığı doğru öğrensin diye Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an’ı Kerim’in mealini yaptırmıştır. Günümüzde hâlâ okunur ve ittifakla en iyi meallerden biri olduğu söylenir. Atatürk’ün bu meali kendi şahsi parasıyla kırk bin adet bastırıp başta köyler olmak üzere dağıttığını kaç imam hutbede dile getirmiş ve rahmet dilemiştir? İslam’ın önemli kaynaklarından biri de hadislerdir. Atatürk'ün, diğerlerine göre daha güvenilir bir hadis kaynağı olan Sahih-i Buhari’yi de Türkçeye çevirtip Millî Eğitim Bakanlığına bastırıp okul, cami ve kütüphanelere gönderdiğinden kaç kişi haberdardır? Bunları anlatmak bir yana, bazıları camilerin ahır yapıldığı iftirasını her düzeyde yapmayı ahlak haline getirmişlerdir.

Zamane İslamcıları (İslamcılık; sosyalizm ve liberalizm gibi siyasal bir ideolojidir) İslamî örtü altında batıcılık yapması gibi, bir kısım Kemalist’in de Atatürkçülük kisvesi altında batıcılık yaptığına tanık oluyoruz. Üzülüyor ve diyoruz ki Atatürk’ü doğru anlayınız. Atatürk batıcı değildi ve batıcılık yapmadı. O, "doğu ve batıdan gelecek etkilerden uzak, kendi yaradılışımıza uygun bir eğitim ve kültür politikası" izledi ve onu önerdi. O hep "muasırlaşma", "çağdaşlaşma" dedi. Garplılaşma ya da batılılaşma demedi. Sanayi devriminin sonrasında batıda ortaya çıkan modernleşmeyi yerleştirmeye çalıştı. Bu süreç Osmanlı ıslahatlarıyla başlamıştı. Osmanlı, modernleşmeyi batılılaşma olarak uygularken, Atatürk batılılaşma yerine modernleşmeyi savunuyordu. 1920 sonrasında iktidarda Vahidettin olsaydı onun yapmak zorunda kalacağı şey de Atatürk devrimleri diye bildiğimiz modernleşme olacaktı. Ya köylerde yaşayıp sabanla kıt kanaat karnımızı doyurmaya çalışacak ya da sanayi toplumu olacaktık. Laiklik modernleşmenin sonucudur, bir zarurettir. İnsanlara inanç özgürlüğü getirmiştir. Farklı din ve mezhepte olan yurttaşlarımız hakim görüştekilerin insafına ve keyfi hoşgörüsüne sığınmadan, rahat bir nefes almış, ülkeye sahip çıkmışlardır. Laiklik, bilim ve felsefeye ve dolayısıyla akılcılığa karşıt Gazalici din yorumlarının boğduğu bilim, felsefe ve sanat çalışmalarının özgür ortamlarda, din ve gelenekten kaynaklanan baskıları ortadan kaldırarak aklın ortaya çıkmasını sağlamıştır, demokrasinin zeminini oluşturmuştur.

Japonya ve Rusya da önce taklit niteliğinde batılılaşıp sonra kendi modernliklerini ürettiler. Biz de Osmanlı'da Batıyı taklit ettik, insan bilmediği şeyi öğrenmek istediğinde önce taklit eder, zamanla kendisi de benzerini yapar. Biz de öyle yaptık ama modernleşmeye karşı çıkan, üstelik bunu din adına yapan insanlar ülkeye neler kaybettirdiklerinin farkında mıdırlar? Yıktıkları tabuların Anadoluda kavimcilikleri hortlattığını göremiyorlar mı? Modernleşmeyi batı başlattı diye bu gelişmeyi reddetmek mümkün müdür? Uygarlığın nimetleri hiç kimsenin tekelinde değildir. Uygarlık havuzundan herkes lazım olanı alır. Kendisi de yenilikler üretir ve o havuza atar, ihtiyacı olan alır.

Türkiye 1950 sonrasında Nato’ya girdiğinden beri yeniden batılılaşma sürecine girmiştir ve bu batılılaşma bitmeyen bir sürece dönüşmüştür. Bunda Atatürk’ün ya da Atatürkçülerin sorumluluğu yoktur. Türkiye’yi 1950’den beri Menderes ve onu pek bir beğenen kafalar yönetmiştir (Demirel, Özal). Şimdi ise aynı yolun aşırı ucuyla devam ediliyor. Bunların dışında farklı siyasi görüşler, engellenmiş, iktidara getirilmemiş, engelleyemedikleri zamanlarda ise kısa süreli koalisyonlar olmuş, iktidarı tekrar ellerine almışlardır. Ortak özellikleri batıyla samimiyetleridir. Türkiye neredeyse batı sömürgesi durumuna sokulmuştur. İlginçtir, Nato sonrası dönemde Kemalistlerin ülke yönetimine neredeyse hiçbir dahli olmamasına rağmen hedef tahtasına yerleştirilmekten kurtulamamışlardır. Nedense "peki biz ne yaptık" diye özeleştiri yapmayı denememektedirler.

1950 sonrasında Atatürkçülerin görüşleri dikkate alınmadığı gibi ezilmişlerdir, teröre hedef olmuş, aydınları katledilmiş, “Bağımsız Türkiye” diyenler zulümlerden geçirilmiş bugün bile yüzlerine kimyasal gaz sıkılmaktadır. Bu millet Atatürk’ü hep sevdi, sevmeye de devam edecektir.

Atatürkçülüğün güncelliğine ilişkin birçok gerekçe sıralanabilir. Saymaya gerek yoktur.

Son sözüm kavimcilik, dincilik, mezhep ayrımcılığı batağına saplanan, batının şamar oğlanına döndürülmüş ama yine de ondan ayrılmak bir yana mesafe bile koyamayan etkililere rağmen, Türkiye için Atatürkçülüğün bir kurtuluş çaresi olmaya devam ettiğidir. Dileyelim herkes bunu çok geç olmadan anlamış olsun.

You have no rights to post comments