Tartışmalarda çok sık duyuyoruz: “Fikirlerinize saygılıyım ama…, inançlarınıza saygılıyım ama…” diye başlıyor konuşmaya. Saygılı ama “aması” varmış. Karşısındakinin fikrinde ya da inancında değil hatta ona karşı ama saygılı.

“Saygılıyım” demeye gerek duymadan karşısındakinin fikrine karşı çıkıp neden “ama”larını sıralamıyor? Şundan bundan duyulan bir klişe midir bu ifade? Yoksa karşısındakini yumuşak tutarak tartışmayı başlatıp karşıdakini ikna etme çabası mı? Yani “seni ve görüşlerini önemsiyorum” diyerek mi iletişime başlıyor!

Değerli hocam Mustafa Aydın’ın çok sık kullandığı bir cümlesi vardı: “Olumsuz yaklaşımla olumlu sonuç alamazsınız” Tartışmacımız karşısındakini önemseyerek olumlu yaklaştığını mı ima ediyor? Böylece muhatabını önemsemiş ve saygılı davranmış mı oluyor?

Saygı nedir?

Çocukluğumda komşu Güleser teyze abamla konuşurken oğlundan şikayetleniyordu. Oğlunun yeniyetme davranışlarını beğenmiyordu. Güleser teyzenin şu sözü epey bir zaman beyninde dönüp dolaştı: “Artık beni saymıyor.” Saymıyormuş. Şimdi bakıyorum da çocuk aslında rüştünü ispat etmeye çalışıyormuş.

Güleser teyzenin oğlu benden büyüktü. Annesini "saymamasını" onun büyüdüğüne yormuş ve saymayışına imrenmiştim. Birkaç gün ben de abamı saymadığımı, beşkardeşlik bir şamar yiyinceye kadar saygısız bir şımarıklık içinde olduğumu hatırlıyorum. Demek ki söz dinlemek, karşısındakine özen gösterip önem vermek saymak yani saygı anlamına geliyor; saymamak ise saygısızlık oluyormuş. Dikkatinizi çekerim, “saymak” kelimesi sayı saymak yanısıra saygı kavramına da kök oluyor. Tokadı tadınca sayar oldum. İyi de bu, korkuya dayalı bir saygı olmuyor mu?

Ortaokuldayken kelime olarak kullanmasam da kendimce saygı kavramını biliyordum. Babama, abama ve büyüklerime yönelik davranışlarım ile arkadaşlarıma (yaşıtlarıma) karşı davranışlarımda ayrım yapabiliyordum. Arkadaşlarıma hatta börtü böceğe bile saygılıydım aslında. Onları bir can olarak görüp haklarını tanıyor ve elimde fırsat varken bile kendimde onları ezme hakkı görmüyordum. Her canı kendi canım kadar özel ve değerli algılıyordum.

Evde “büyüklerini say” deyimi kullanılırdı ve “saygı” kelimesini ilk kez ortaokulda duydum; hem de çok sık. Öğretmenlerim söylüyordu. Sokakta onları görünce toparlanmalıydık. Ceketimizi iliklemeli ve selam vermeliydik. Hem de asker selamı! O sıralarda alnında ay yıldızı olan kasketlerimiz vardı. Subay kasketi gibiydi ve kızlı oğlanlı hepimiz giyerdik. (Sırf o şapkadan benim de olsun diye ortaokula başlamaya can attığımı hatırlıyorum) Kasket o yıllarda kaldırıldı. Hocalarımıza göre onları selamlamak, ceket düğmemizi iliklemek ve toparlanmak saygının ifadesiydi. Biz onları büyük ölçüde korkudan sayardık ama onlar bizi saymazdı; arada bir bahanesi bulunurdu ve dövülürdük. Demek ki onlara yaşı ve diğer sosyo kültürel özellikleri ne olursa olsun, her bireyin saygıdeğer olduğunu, biz öğrencileri de bu yüzden saymaları gerektiği öğretilmemişti. Saygı onlara göre karşılıklı bir davranış değildi; yaşça küçük olanlar saygı duyardı. Öğretmenlerimiz de müdür ve kaymakam gibiler karşısında hürmetkârdılar, ceket düğmeleri iliklenir ve aşağıdan alan bir boynu büküklük gösterisi sunarlardı. Demek alt statüde olanlar saygı gösterirdi. Neyse, öğretmenlerden de bizi sevmeleri beklenirdi ama o sevgiyi göstermek zorunda değillerdi, pek göremedik.Okullarımızda sevgi ve saygının karşılıksızlığı hakimdi.

Geleneksel anlayışta saygıdan anlaşılan şu: Benim istediklerimi yap, beklentilerimi karşıla, bana biat et, itaatini göster, bana uy, benim  gibi düşün! O halde "ya ben?" diye sorarım. Sen beni saymayacak mısın? İlişkimiz hangi zeminde ve nasıl olacak? Eşit olmayan bir ilişkiyi nasıl yürüteceğiz?

Sonra biraz büyüdük sanırım, lisede hocaları görünce ceket iliklemek bazılarımızın ağrına gider oldu. Sırf hocanın karşısında ceket iliklememek için hocaları görünce yolunu değiştirenler oluyordu. Sohbetler sırasında “hocam saygı düğmeyle olmaz” demeye başladık. Onlar ne diyordu hatırlamıyorum. Belki de artık gücümüz kuvvetimiz yerine geldiği için korkuya dayalı, biçimci saygıyı gururumuza anlatamıyorduk. Bu davranışlarımızın bir kısmı ergenlik etkisiyle büyükleri öteleyerek özerklik kazanma ihtiyacımızı karşılarken, bir kısmımızın da aslında saygıyı hak etmeyen öğretmenlerimize yapmacık davranmayarak özsaygımızı korumaya çalışıyorduk sanırım.

Sonra ben hoca oldum. Öğrencilerde ne kasket var ne de ceket! Selam vermek bir yana, toparlanmıyorlar, yaynından geçerken bile görmezden geliyorlar. Çok tuhaf olmadıkça ben de bazı kusurları görmezden geliyorum. Bunun da bir eğitimci olarak normal olmadığını biliyorum. Ona saygı duymam gerektiğini biliyorum.

Kişi saygıdeğer ya da değil ama o bir birey ve birey olduğu için saygıyı hak etmektedir.  Yaşı, sınıfı, kökeni fark etmez. Bunu derken aklıma diktatörler, zalimler, katiller, nezaket yoksunu küstahlar, kabadayılar, otoriter kişilikler, zavallı bulduklarını veya gözüne kestirdiklerini ezmeyi asıl zavallılık saymayanlar, aşağılanma duygusunu başkalarını ezerek tatmin etmek isteyenler de geliyor. Onlara saygı duymuyorum. Saygının hak edilmesi gerektiğini düşünüyor ve benim ya da başkasının haklarına saygı duymayan saygı değmezlere saygı duymuyor ve buna da üzülüyorum. Uygarlık fikri geliştikçe insan haklarına saygı duymak, önemseme ve kabul etmek zorunlu olmaya başladı. Henüz o noktaya ulaşamamış olanlar da var ve epey çok.

İnsan Haklarına Saygı

İnsan hakları ve demokrasi birçok dersin konularından biri olarak derslerde üzerinde durmam gereken bir alan. Konunun içeriğini epeyce bir insan haklarına saygı ve kişisel özgürlüklerin kullanılması teşkil ediyor. Bireye, insana ve onun haklarına saygıyı konuşuyoruz. Derste bu kavramlara hiç kimsenin itirazı yok, hatta herkes bunun herkesçe kavranmasını ve uygulanmasını istiyor. Ne güzel ama güncel örnekler verildiğinde görüşler farklılaşıyor ve “ben ona saygı duymam” demeler başlıyor. Başka bir durum da bazılarının herkesten saygı beklemesine rağmen kendisinin de herkese saygılı davranması gerektiğini düşünmemesi hatta saygı kavramının anlamını bilmemesidir. Ağzından en çok "demokrasi" sözü çıkanların da demokrasiyi anlamadıkları gibi.

Galiba yanlış öğretiyoruz: Demokrasi, Ankara’daki hükümetin işi sanılıyor. Doğru, onların da işi ama demokrasi sadece yönetim biçimi değil ki! Aynı zamanda yaşama biçimidir. Diğer insanlarla ilişkilerde demokrasi ilke ve değerlerini hepimizin bilmesi dahası bildiğimizi davranışlarımızla uygulayarak gösterememiz, insanlarla ilişkilerimizi demokratik zeminde yürütmemiz gerekiyor.

Demokrasinin temelinde saygı kavramı vardır. Ötekini tıpkı bizim haklarımıza sahip, bizim kadar saygıdeğer, bizimle eşit ve değerli insan olduğu için saygı gösteriyor, onun da bize aynı şekilde saygı duymasını istiyor ve bunun için demokrasi istiyor ve bulabilirsek yaşıyoruz. Aşağıda sıradan bir durumun, saygı ve demokrasi bağlamında, günlük hayattan bir kesit alınarak işlenmesi var. Saygısızlığa bir örnek.

Örnek olay [1]

Bir tamirciye tamir için bir eşyamı verdim. Ne zaman iade edebileceğini sordum. “Şu günde” dedi. Ben “hangi saatte” diye sordum, saat de verdi. Aradan zaman geçti, randevulaştığımız gün ve saatte tamirciye gittim.

İşleri çok yoğunmuş, yetiştirememiş! Ben de çok yoğun birisiyim ve işimi bırakarak gitmiştim. Ben gün ve saat isterken işimin zamanında yapılmasını istediğimi vurgulamıştım. Neden yoğun olabileceğini dikkate almadan bana randevu verdi? Demek ki anlatamamışım.

Yeni bir gün ve saat verdi. Bu kez kesin olarak işini yapması gerektiğini, içinde bulunduğum durumu da anlatarak âdeta rica ettim. Neyse, randevu saatinde yine işimi bırakıp gittim. Heyhat, yine yapılmamıştı. Memnuniyetsizliğimi belirtince bin dereden su getirdi, mahcubiyetini dile getirdi, kusuruna bakmamamı istedi. Ama ben kusuruna baktım. Bu bir saygısızlıktı. Âdeta dalga geçer gibi. Benim birey haklarıma saygı duymuyordu. Üstelik beni işimden ederek, zamanımı çalarak zarar veriyordu. Elbette bu kusura bakarım!

Çağlar ve değerler değişiyor. Eskiden ne yapıyorduk? Geleneğimizde söz namustu. “Adam olan” sözünde dururdu. Gelenekler tarım toplumunun, köylülüğün sosyal düzenlemeleriydi. Çağ değişti; artık kentli ve modern toplumda yaşıyoruz. Tamirci de geleneklerden kopmuştu ama modern de olamamıştı. Ne sözünde durmanın erdemini biliyordu ne de haklarımı çiğneyerek bana, bir insana saygısızlık yaptığının. Modern değildi, belki modern olana alaysama ile bakıyordu.

Onun geleneksel değerinin yaptırımı yani “adamdan sayılmama” ya da “söz namustur”un hilafına davranarak “namus fukarası” addedilmesi beni ilgilendirmiyor çünkü sorunumu çözmüyor. Ayrıca bu yaptırım, yaptırım olmaktan çoktan çıkmıştır. Onunla bir ömür aynı köyde yaşasaydık her karşılaşmamızda belki sözünde durmamak onu rahatsız edebilirdi ama kentte bu yaptırımın anlamı yok. Onu hayatımda belki de hiç görmeyeceğim. Benim onu adamdan sayıp saymayacağımla ilgileneceğini de sanmıyorum, en çok bir müşteri kaybetmiş olmakla ilgilenebilir.

Modernleşmenin kişiler arası düzenlemesi kişi haklarına saygıdır. Demokratik hayat bunun için vardır. Bizim tamirci aslında demokrat değil. Ona göre demokrasi onun değil, politikacıların sorunudur. Ona demokrasinin seçimden seçime sandık başına gidip oy kullanmak olduğu öğretilmiştir. Orada da doğru seçim yapacağını sanmıyorum. Geleneksellik kokan sözleri ve anlamını bildiği az sayıdaki kavramı en çok telaffuz eden partiyi tercih etmiştir, dersem haksızlık mı etmiş olurum?

Ben saygısızlığa uğradım, haklarım çiğnendi. Sizce demokrasiyi herkese ne zaman öğreteceğiz? Okullarda öğretmenler demokrasinin tanımını geçip eğitimine ne zaman başlayacak?

Demokratik hayatın devlet boyutu da var: Demokrasi, haklar yönünden eşit olarak gördüklerimizin haklarını da savunmaktır. Saygı bunu gerektirir, “saygı duyuyorum” deyip bildiğini okumakla olmaz. Sizin saygı duyduğunuzu söylediğiniz haklarını kullanamıyorlarsa siz sadece çocuk kandırır gibi “şark kurnazlığı” yapmış olursunuz, sorunu çözmez, saygısızlığınızı ele verir. Bazı insanlar kâğıt üzerinde yazılı olsa bile haklarını bazen kullanamaz, hatta dile bile getiremezler. Demokrasilerde değişik kesimlerin haklarını sosyal baskı, azlık psikolojisi gibi sebeplerle kullanıp kullanmadıkları da gözlenir. “Azınlıksın, haddini bil” deniliyorsa en azından ağızlardan demokrasi lafları çıkmamalıdır. Benzer biçimde bazı kesimler için, diğerlerinde olmayan özel ekstra ayrıcalıklar da veremezsiniz. Genellik ve eşitlik diye temel bir ilke vardır.

Demokratik yönetimlerde çoğunluk iktidardadır, icraatı onlar yapar ama bunu da demokratik ölçütlere göre yaparsa meşrudur. Muhalefette veya azınlıkta kalanlara dikkat etmezse çoğunluk diktatoryası ortaya çıkar. Bu ise tepeden inmeci, Jakoben, “ben ne dersem öyle olacak” dayatması olur ve kırarsınız, dağıtırsınız, küstürürsünüz; gelecek için fitne tohumları atarsınız.

Mevcut hükümetimiz yeni rejim gereği son zamanlarda eğitimde köklü sayılabilecek değişiklikler yaptı. Yapabilir ama bunu yaparken öyle bir hızla yaptı ki üzerine düşünecek, konuyu bilen akademisyen ve velilerin görüşlerini açıklayacak zamanları olmadı. Kendileri bile üzerinde yeterince düşünmemişti. Arap aksanlı Kur’an okuyan İmam Hatipli yetiştirmek uğruna “göç yolda düzülür” hesabı bir kısım düzenleme ve hazırlıklar sonradan geldi. Bakanlığın adının neden millî olduğu dikkate alınmadı, tıpkı çocukların velinin çocuğu olduğu dikkate alınmadığı gibi. Oysa bir karar alınıyorsa o karardan etkilenecek olanların hoşunuza gitsin ya da gitmesin, fikirleri de karara katılmak zorundadır. Eğitimde devlet ve milletin eğitim politikası olur, hükümetlerin olmaz. Hükümetler gelip geçicidir. Eğer yine de köklü ve politika değişikliği yapmak gerekiyorsa toplumun tüm kesimlerinin katkı ve katılımıyla olur. Yeni politika ve planlar bazı yörelerde denenir, sonuçlar değerlendirildikten sonra yeni politika başarılıysa, değiştirirsiniz. Milletlerin hayatıyla kumar da oynamamış olursunuz.

Buna benzer bir durum da MEB’in teşkilat kanunu değiştirilirken yapıldı. Kanun mecliste bile tartışılmadı, meclis tatile girince Kanun Hükmünde Kararname ile kanun haline gelmiş oldu. Çıkan metne baktığımızda sistemde bazı iyileştirmeler dışında bakanlığın eğitimde siyasi amacının ortadan kaldırıldığını gördük. Siyasi amaçsız eğitim olmaz. Şimdilik yok.

Demokrasiyi herkesin çok istediği bir ortamda demokratik saygıyı gösterenlerin az olması geleceğe güvenle bakmanın en büyük engelidir.

Çevremizde saygı ve saygısızlık yanyana yürümeye devam ediyor. Saygı, saygısızlığı geçince, herkes gerçekten saygılı davranışlar sergilemeye başlayınca, işte o zaman, daha bir insanlaşacağız.


[1] Çınar, İkram. 2012. Öğrenci Kulüpleri ve Demokrasi Kültürü. Ankara: Ütopya Yayınları. S. 77.

 

You have no rights to post comments