Kafkaslardan gelip Anadolu’ya yerleşerek ve nihayetinde okyanus ötesine uzanan bir göç hikâyesi onlarınki. Kan ve barut kokusu solumamak adına, insan canına kıymamak ve tüm bunların dayandığı inançlarını özgürce yaşamak uğruna yollara düşmüşlüğün ve belki de baskılara karşın kendi kendini sürgün etmişliğin hikâyesi. Evet, Malakanlardan bahsediyorum. Çocukluğumda sık sık duyduğum ancak kim olduklarını bilmediğim halde garip bir şekilde sempati duyduğum insanlardan…


Kars konferanslarından birinde Kırzıoğlu (1939) Malakanların Ural kolu (Ugor) Türklerinden olduğunu ifade ediyor. Ancak yaygın bir görüş olarak Malakanlar’ın Beyaz Rus kökenli bir etnik halk olduğu bilinmektedir. Rusçada “molok”süt; “molokan” ise süt içenler, orucu bozanlar anlamında.1800’lü yılların ortasında Rus Ortodoks kilisesinin İncil üzerinde değişiklikler yapması birçok etnik grup gibi Malakanlar tarafından da tepkiyle karşılanmıştı. Kilisenin haftanın yalnızca iki günü süt içilebileceği kuralına karşılık Malakanlar, sütün saf, temiz olduğunu ve haftanın her günü içilebileceğini söyleyerek Ruslarla ters düşmüşlerdi. Bunun yanı sıra yıllarca savaş karşıtı olmaları sebebiyle askerlik yapmamış olan bu toplumun askerlik yapma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarıyla birlikte Anadolu’ya uzanacak olan göç kapıları açılmıştı. Bu göçlerin en önemlileri:

Tiflis, Erivan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan; Anadolu’da Ardahan, Iğdır, Erzurum ve belki de en önemlisi Kars’a olanıydı.

Malakanlar 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında, halk tabiriyle 93 Harbi denilen yıkımda Kars bölgesine yerleştirilmiş topluluklardan birisi. Bıraktıkları izlere bakıldığında aslında çokta uzun yıllar yaşamamışlar bu topraklarda. Ancak, o dönemlerin pek çok savaşlara tanıklık etmiş olan Anadolu’suna, barut kokusu sinmiş bu topraklara; çalışkan, doğrucu, paylaşımcı, gelişimci, barışçı ve en önemlisi savaş karşıtı tutumlarıyla taze bahar kokusu getirmişti Malakanlar. Dini inançları gereği domuz eti yemeyen, dinsel yaşamlarında abartıya kaçmayan, kilise gibi dini kurumlara bağlı kalmadan dinlerini kendi içlerinde yaşayan bu topluluk kısa zamanda yöreye uyum sağlamış ve halktan birileri olmuşlardı.

Dinlerini yaşamada abartıya yer vermeden sade bir hayat sürerlerdi. Onlar için Tanrı memnuniyeti kardeşlik, dostluk, adalet, paylaşma gibi hümanistik değerlerle sağlanabilirdi. Tanrı’yla kul arasında tek bir nokta dahi aracı olamazdı. Bu nedenle dinlerini yaşamak adına diğer dinleri yozlaştırma çabasına girmiyorlar, inançlarını yaşam felsefelerine dönüştürerek yaşıyorlardı. Tıpkı İslamiyetteki gibi “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”ilkesiyle eşdeğerde bir tutum takınarak yöre halkına karşı paylaşımcı, eşitlikçi, hoşgörülü, güce ve otoriteye dayanmayan bir yaşam sürdürüyorlardı.

Kars’ta genellikle yol üstü ve dere kenarlarında köyler kuruyorlar özellikle Çakmak, Çalkavur, Yalınçayır, Atçılar, Dikme, İncesu, Şahnalar gibi bugünkü Arpaçay ve Akyaka ilçelerine bağlı köylerde; peynircilik, değimencilik, bahçe ziraatı, arıcılık, büyükbaş hayvancılık gibi o günkü şartlara oranla ileri düzeyde denebilecek bir ziraat yapıyorlar ve bunları yöre halkıyla paylaşmaktan geri durmuyorlardı.

Babam halen bile anlatır, bir zamanlar köyümüz Şahnalar’da yaşamış olan Vaso Amcayı (Vasil Değirmenci), Dimoşka’yı,Nikolay’ı ve çocukları Alonka’yı, İstifan’ı, Yonka’yı, Petke ve Necla’yı. Onları hep usta ,becerikli,çalışkan,kendi hallerinde uyumlu insanlar olarak hatırlayan babam:”Köyde büyük atları,inekleri,kazları ve ördekleri vardı.Köye 2 km uzaklıkta bulunan (şimdi taşlarında yeller esen)değirmende yaşarlar,değirmeni işletirlerdi.Bir sürü ördek,inek ve özellikle kaz saklarlardı.Hem değirmende köylünün ununu öğütüp para kazanırlar hem de kendilerine elektrik üretirlerdi. Tornacılık da yapıyorlardı.Hem bizim köyün hem de başka köylerin öküz arabalarını tamir ederlerdi. Bezirhanaları vardı. Burada köylünün getirdiği zeyrek otundan beziryağı çıkarırlardı. Çocuklarıyla da aynı okula giderdik. Öğretmen deney için malzeme istediğinde ki o zamanlar nerden bulacağız bizim yerimize de onlar getirilerdi. Ama köyde onları çekemeyenler de yok değildi. Değirmenden onların kazını, ördeğini çalıp getirirlerdi. Şimdi nerdeler kim bilir? En son Vaso Kars’a yerleşmişti, bir daha da hiç görmedim. Güzeldi o zamanlar köyümüz. Keşke yine burada olsalardı!”diyor.

Kars’ta arı gibi çalışarak geçirdikleri ömrün sonları 1917 Bolşevik Devrimi’yle belirginleşmişti. O dönemler vatanlarına dönme fırsatı doğmuş olmasına rağmen bu topraklarda yaşamayı tercih etmiş ve hatta Anadolu’da demokrasi tohumlarının atıldığı Cenub-i Garb-i Kafkas Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bile etkileri olan Malakanlar bu topraklara fazla geleceklerdi. Doğuda komünist bir tehlike olarak görülen Malakanlar Anadolu’dan çıkarılmak adına zorunlu askerliğe tabi tutuldular. Ya askere gidecekler ya da bu toprakları terk edeceklerdi. Savaş karşıtlıklarıyla hiçbir zaman silah altına girmeyen bu topluluk için ağır bir tercih olmuştu bu. Birçoğu için dini inançları uğruna eziyetlerle dolu göç yolları tekrar belirmişti; Rusya’ya doğru yani anavatana bir sürgündü bu. Fakat bir kısmı bu topraklardan kopamayarak dini inançlarından taviz vereceklerdi. Ancak geride kalanlar için bu topraklarda yaşam çok uzun sürmeyecek, değişen sosyal koşulların inançlarını kemirdiklerini anladıkları 1962 yılının başında Amerika, Kanada, Meksika gibi denizaşırı bir göç tekrar başlayacaktı onlar için. Bugün dünyanın dört bir yanında ve bence dinlerini yaşamak adına katlandıkları eziyetlerin, yaptıkları fedakarlıkların huzuruyla, bir zamanlar bu topraklarda yaşamış olmanın ve belki de tekrar dönebilmenin umuduyla yaşıyorlar.


“Dünyanın unuttuğu barış ve kardeşliği, hak ve adaleti, yardımlaşma ve paylaşımı,yeşil ve çevre dostu bir yaşam tarzını benimsemiş insanlardır.”diyor Vedat Akçayöz bir konuşmasında.Bu söz çocukluğumda duyduğum ve tanışık olmadığım bu insanlara duymuş olduğum hissi haklı çıkarıyor. Adaleti, barışı, dostluğu ve kardeşliği yaşam felsefesi edinmiş, kan dökmemek ve inançlarını özgürce yaşamak uğruna zorlu göç eziyetlerine katlanmış, türlü baskılara direnç göstermiş bu insanlara yakınlık duymamak imkansız. Tarihte fetihlerle, kahramanlıklarla dolu bir yer edinerek hafızalara kazınmadılar belki ama Anadolu’da ektikleri barış tohumları onlardan haberdar olundukça filizlenmekte bu topraklarda.

Evet, Malakanlar vardı bir dönem bu topraklarda. Eziyetlerle dolu göçlerde at arabaları ve bırışkalarlarıyla geldiler ve yine geldikleri yerlerden yine aynı nedenlerle gittiler; bu topraklardaki ömürlerinden uzun izler bırakarak… Ve tüm bu cümlelerin sonunda, Malakanlarla birlikte yaşamış olma şansına sahip olan babamın sözü, onlarla hiç yaşayamamış olmanın burukluğunu taşıyan kalbimden dilime dökülüyor adeta: “Ahh… Keşke burada olsalardı!”

KAYNAKÇA

Akçayöz,V.(2009,Ağustos).Kars’ın Solan Renkleri[Belgesel].
Akçayöz,V.(2009,Nisan).Malakanlar:Anadolu’nun Kardelenleri.Erişim Tarihi:18 Aralık 2011, http://www.vedat.akcayoz.net.
Çalışkan,Ç.O.(2008,Ocak).Sürgün Bir Hikayenin Masum Kahramanları:MALAKANLAR. Erişim Tarihi:19 Aralık 2011, http://www.planlama.org.
Kaçar,H.(2008).Prof.Dr.Fahrettin Kırzıoğlu’nun Hayatı ve Genel Türk Tarihi Çalışmaları. Erişim Tarihi:18 Aralık2011, http://www.belgeler.com.
Karagöz,E.Malakanlar.Erişim Tarihi:17 Aralık 2011, http://www.molokone.org
Öksüz,A.(Yapımcı).(2009,Eylül).Yaşayan Tarih[Belgesel].

You have no rights to post comments